Scudo Sports

Biz eskiden..

altinok

Üye
Kayıt
15 Temmuz 2016
Mesaj
92
Tepki
169
Yaş
50
Şehir
konya
İsim
zafer
Bisiklet
Trek
Biz eskiden Bisiklete piskilet, bisikletin selesine oturak derdik. Flat bar dediğiniz şeye düz dümen, dropbar dediğiniz şeye ise yarış piskileti dümeni derdik. Sele yerine oturak, bagaj yerine arkalık, jant yerine cant, zincire zencir derdik. Aynakol dediğiniz şeye ön dişli rubleye ise arka dişli derdik, ki çok da bulunan bir şey değildi kendileri. Zinciri evimizdeki sıvı yağla yağlar, patlayan lastiği kullanılmayan başka bir lastikten kestiğimiz bir parça ile yamardık. Jant tellerini inşaatlardan aldığımız bir miktar çimentoyu karıp bir bez yardımıyla teker teker siler onun dönerken özellikle ışıkta yaptığı ışık hareketini büyük bir hazla izlerdik.

Bizim hiç hız ölçer, kadans ölçer, kalori ölçerlerimiz olmadı mesela, rekabet halinde değildik yalnızca kendimizle yarışırdık. Bizim hiç yedek lastiğimiz olmadı, alyan takımımız, patlak tamir kitimiz, çünkü hangi tamirciye gitsek tamam evladım daha sonra ver denirdi ama bizde mutlaka o borcu öderdik. Bizim kadro boyu gibi bir derdimiz yoktu, bisiklet olsundu yeter, her türlü bisikleti kullanabilirdik.

Biz hiç termal içlik, termal mont, climocool/climatex eşofman altı, polyester tayt giymedik, kilitli pedal görmedik bile. Biz gocuk giyerdik hemde en az 2 beden büyük, penye giyerdik içinde emanet gibi durduğumuz üstelik teri dışarı atmayan cinsten, ayakkabının önüne yada arkasına selpak koyardık ayağımız içinde küçük kalmasın diye, pantolonlarımızın da paçaları mutlaka katlanmış olurdu, gömleğimiz de dökümlü dururdu haa, meğer o da en az 2 beden büyükmüş, adını da dökümlü koymuşlar.

Ama bütün bunlara karşın biz bahane üretmez, adam gibi binerdik bisiklete çok zor kış şartları hariç mutlaka bisiklet sürülürdü, okula bisikletle gidilirdi, işe, arkadaşa keza. Herkes herkesin bisikletini tanırdı biliyor musunuz, çünkü bisiklet 1 kez alınır çalınıncaya yada kullanılamaz hale gelinceye kadar kullanılırdı zira.

Aradan 20 yıl geçti ve işte yine yeniden bisiklet macerası.. Dropbarı, flatbarı, gidonu, rubleyi, aynakolu tanıyor, kadansı biliyorum. Shimano'nun bütün parçalarını sırasıyla biliyorum, artık ben kadro boyumu da biliyorum, sırtımda çantam, yedek lastiğim, tamir kitim, alyan takımım var, hatta evde 3 tane daha bisikletim var amaaa aradan geçen onca yılın hamlığı, göbeğimde biriken yağlar, dizimde oluşan menüsküs ve bitmek bilmez bahanelerim de var. Tuvalete bile arabayla gitme huyum yüzünden bünyede kronik hale gelmiş üşengeçliğim var.

2016 yılı sonunda bisiklet ile olan kısa vuslatımın 2017 yılında daha uzun sürmesini arzuluyorum. Bunu daha sağlıklı bir insan olmak, daha az hasta olmak, daha az ilaç kullanmak, daha az benzin harcamak ve ekonomiye daha fazla katkı yapmak için de istiyorum. Ve eğer örnek olabilirsem aileme, arkadaşlarıma, personelime örnek olmak için de yapmak istiyorum.
 
Scudo
Karnelerimiz "hepsi pekiyi" de olsa bisiklet alınacak diye bir şey yoktu. Evde olan bisiklete binilirdi. Bu bisiklet genellikle baba veya annemizin gençliğinden kalma 28 jant erkek veya kız bisikleti olurdu. Ben anneminkini kullandığım için şanslıydım, çünkü ayakta kolayca pedal çeviriyordum. Ama babasının ortadan demirli (üst borulu) bisikletini kullanmak zorunda kalan arkadaşlar şanssızdı. Bir bacak kadronun ortasından öteki pedala atılır, sonra hareket edilir ve öteki ayak da pedala basınca yengeç gibi yampiri yampiri pedallar çevrilirdi.
Hiç dış lastik değiştirdiğimi hatırlamıyorum. İç lastiğimizi dediğiniz gibi eski lastikten kestiğimiz parçalarla yamardık. Bir lastikte yama sayısının üst sınırı yoktu. Yama üzerine yama yaptığımız çok olurdu. Yapışmış bir yamayı yerinden sökmek zordu, çünkü lastiklerimizin doğal kauçuk oranı çok yüksekti ve kullandığımız solüsyonla da (bazı arkadaşlar siliksiyon derdi), iyi bir zımparadan sonra yamamız kaynar gibi yapışırdı. O yüzden en kötüsü yeni patlağın yamanın ortalarında değil de kenarında olmasıydı. O zaman benzinle yamayı yumuşatıp söker ve hem eski hem de yeni deliği örtecek büyüklükte bir yama keserdik.
Ön ve arka göbekleri kendimiz söküp temizler, gresleyip kapatırdık.
Arka dişliyi de söküp içindeki cırcır baklalarını (freehub dişlinin içindedir) temizler greslerdik. Kullandığımız aletler, tornavida, bisiklet anahtarı, çekiç, çivi gibi demir devrinin araçlarıydı. En moderni de ingiliz anahtareı dediğimiz kurbağacıktı. Metrik numaraları, açıkağızı, yıldızı falan bilmezdik. Çubuk frenlerin gevşeyen vidaları yüzünden sık sık yeniden ayar yapmak zorunda kalırdık. En çok eskiyen donanımımız fren lastikleriydi. Bisikletçi amcalardan en çok da fren lastiği ve solüsyon alırdık. Bunları yaparken 7-12 yaşlarımızdaydık. Okula giderken evden verilen 10 kuruşluk simit paramızdan arttırıp bu giderlerimizi karşılardık. Evdeki dikiş makinası yağı ile benzinciden küçük bir kese kağıdı içinde aldığımız gres yağı ile bisikletlerimiz son derece akışkan bir sürüşe sahip olur ve bize özellikle rampa inişlerde acaip haz veriridi.
Giyim, ayakkabı falan top oynarken ne ise bisiklette de oydu. Bisikletlerimizin en önemli aksesuarları, zil ve ön mile taktığımız bayrak direğiydi. Zillerimizin içini temizleyip yağladıktan tekrar çin çin öttüğünü duymak zevk verirdi. Sonraları içine kalın bir pil konan kornalar moda oldu. Ama bizi üzerdi bunlar, çünkü bir süre sonra sesleri çatlayıp patlamaya başlar ve tamir de edilemezlerdi. Bir de pil masrafı, öffff yine buharlaşırdı bizim simit paraları. Mecburen bayramları beklerdik.
Kadrolarımızı belli aralıklarla boyardık. Tahtaları boyadığımız sentetik boyayı kullanırdık fırça ile. Gaz yağı ile inceltip sürerdik. Yol yol olur, fırça kılları yapışır, ama pıprıl pırıl lavicert renk parlayınca o kusurları unuturduk.
Mahalle sıkardı bizi. İzmit Seka lojmanlarından Derince'ye (herhalde gidiş dönüş 15 km falan olurdu), Gölcük'e (60 km) gidip gelirdik. Yaşımın o zamanlar 10 olduğunu düşününce kendim bile herhalde rüyaydı falan diyorum şimdi. Eve gelince de nereye gittiğini falan çaktırmamak zorundasınızdır. Sanki top oynamış gibi eve gelip normal hayatımızı yaşardık. Şimdi 60 km yaptıktan sonra, yarım saat üstümdekileri çıkartmam, duş, dinleme falan ancak 2 saat sonra kendime gelebiliyorum.
Yaşamımızın rengiydi bisiklet :)
 
Hatırlıyorum da cindrella isimli mavi renkli ilk bisikletim-derken iki teker olandan bahsediyorum-dedemin bana karne hediyesiydi. Karne hediyesi babadan beklenirdi ya eğer elde yok avuçta yok ise dedeler bu görevi kendilerine adı yazılmamış ama yapılması nerdeyse farz olmuş bir görev bilirlerdi. Bisiklet demek rüyaların ete kemiğe bürünmesi gerçek olması demekti. Biz çocuklar için masal kahramanı gibiydi bisiklet, belkide bu nedenle adını cindrella koymuşlardı. Saat 12 yi geçtikten sonra bir hurdaya dönüşmemesi için gözümüz gibi bakardık. İlk kez onda öğrendik seleyi, gidonu, pedalı, babamın bu da benden olsun dercesine beni hırdavatçıya götürüpte aldığı gümüş renkli zili ve pompayı. Şehirden eve giden yolda verilen paranın acısını çıkarırcasına saatlerce yürümüştük. Üç tekerlekli bisikletimin yaşımdan kat kat büyük mahallenin abilerince binilmek suretiyle kırıldığını bildiğim için bir tur verde bineyim diyen yaşıtlarıma cindrellayı kullandırmamak gibi bir ahtim vardı. Ama çocuklarda verilipte tutulmayan her yemin gibi buda uzun boylu sürmedi. Cindrella bir süre sonra mahallenin bebelerinin tepe tepe kullandığı, ilk acemiliklerini üzerlerinden attığı bir vefakara dönüştü. Çünkü biz çocuklar bir bisiklete bir dünyanın sığacağını bilirdik. Taki bir süre sonra ortadan ikiye kırılıncaya kadar bizim büyük dünyamızı küçük tekerleri üzerinde yüklendi cindrella. Ne zaman biz büyüdük cindrella o zaman hurdaya dönüştü işte o gün büyü bozulmuştu.
 
Arada bir sırıtıyorum, böyle muzip bir gülme geliyor selenin üzerinde. Daha önce hiç bisiklete binmemiş biri olarak 8-9 yaşlarında komşumuzun kontrapedal bisikleti ile sokağın başına çıkıp aşağıya deli gibi bir hızla gelip park halindeki arabanın arka bagajına geçirmiştim kafayı. Böyle öğrendim ben bisikleti. Çok değil, belki 20 sene öncesi; nerden geldiğini bilmediğim ama bizim olduğunu bildiğim BMX'in üzerinde deli gibi hopladığımı hatırlıyorum, ne amortisörmüş be! dedirten türden.. O bisikletle evimize yaklaşık 5-6 km mesafedeki çimento fabrikasına gider gelirdik. Yola, trafiğe çıkma hevesi belki o zamandan kaldı içimizde kim bilir. Kask yok, ikaz yok; en tehlikelisi, çocuk cesareti var. O bisikletin hurdacıya verilişini ve araya giren 20 sene boyunca pedala değmediğimi biliyorum. Onca yıldan sonra arabayı satıp tekrar bir iki teker üzerine çıkmak bile 30'lu yaşların başında olan beni hala o yaşımdaki kadar heyecanlandırıyor. İşte ara sıra o selenin üzerinde yüzüme vuran, rüzgar ile gelen o anlamsız sırıtma bundandır.
 
Şeker portakalı renkte bir pinokyo bisikletti çocukluğum. Yalan da söylemezdi . Ne havaya gerek vardı ne de gaza. Dolmaydı lastikleri. Sabah kalktığımda ilk iş gepetto ustanın iki tekerli hayaline gitmekti. Zaman durur lastikler Gülten dayıoğlunun hikayeleriyle Ömer Seyfettin'in kaşağı ile devam ederdi. Netekim o zamanlar siyah beyazdı. ekmeğin arasına karnıyarık içi elimizde bir elimiz gidondaydı. Hülâsa Affan Dede'nin bize sattığı çocukluktu.
 
@Haluk Eke

Halen aynısını yapıyorum ve diğer yamalardan daha iyi tutuyor. Belki de alışkanlıktır :D . Şu anda lastiğimde kaç yama var saymadım. Hepsi de eski iç lastiğimden parçalar.
 
  • Beğen
Tepkiler: Haluk Eke
Eskiden 3 vitesli polo bisikletler vardı. Gidonuyla selesiyle , Amerikan custom motorsikletlere benzerdi.Ön çatala röntgen filmi bağlanıp , jant tellerine sürtünmesiyle ilginç sesler çıkartırdı.


(link)

Buna sahip olmak ayrı bir ayrıcalıktı.Mahallemde bir elemanda da vardı. Asla kimseye bindirmezdi. Hatta dokundurmazdı bile. Selesine oturdumuydu Ohhh ohhh diye sesler çıkartırdı ( Pis herif ). Grup sürüşlerine asla almazdık ama eleman peşimize takılırdı. Yolda da zırp pırt vitesleriyle oynayıp , bizi iyice delirtirdi.

Bizde grup olarak pedallara abanır elemanı arkamızda bırakırdık. Herkezi beklerdik ama bu pis herifi asla beklemezdik. Beter olsun.
 
@Cömert İşte bu bisikletin kontra pedal olanını kullandım. Şu resimdeki benzerini bulsam keşke.
 
@altinok Çok güzel anlatmışsınız şimdi teknoloji ve imkanlar mükemmele yakın ama! işte hani zorluklara göğüs gerecek insanlar.hiç unutmuyorum askerlik döneminde; bu süper ülkenin süper askerleri gelmişdi askerlik yaptığımız yere ( ama hiçde süper değillermiş..) adamların kendinden ısıtmalı kamuflajları (reziztans var içlerinde) ayaklarında mayın tespit eden haber veren botlar o derece ellerinde hafif'mi hafif m16'lar,lazer hedefleri yani yok,yok sci-fi filmlerinden çıkma adamlar dedim bu ne ya??ama gel görki bu ekipman ve teknolojiye rağmen o karda ve kışda bu adamlar 10 km den sonra pelt oldular biz ve tertiplerim 30 km yol katetdik yani onlarda trekler,pinarellolar bizde market bisikletleri sayenizde o günler geldi aklıma.
 
@altinok
Evet bizi eski anilar götürdünüz.
Babamin iş arkadaşının çocuğu bisikletle bir traktöre çarparak hayatini kaybettiği için yıllarca bisikletim olmadı. Mahallenin en sevmediğim çocuğunun gazete den (o zamanlar gazeteler çekilişle bisiklet verirdi) çıkmış kırmızi pinokyosu ile bana hava atardı.(şanslı velet aynı çocuğa ikinci pinokyoda gazetede çıkmıştı)
Ortaokula başladığım sene hepatit a oldum 30 gün hastanede yattım ölümden döndüm. O sene sınıfı geçersem bisiklet alcaklardı. Okula bir sene ara vermek zorunda kaldım.
Babam rahmetli bana moral olsun diye bisiklet aldi. Metalik gri renginde Bisan delüx son model. Pinokyo yanında oyuncak gibi duruyordu. Bisikleti eve çıkarıp banyoda yıkar saatlerce temizlerdim gözüm gibi bakardım.
Tabi kesinlikle yola çıkmak yok hep kaldırımlarda sürmemize izin verilirdi.
4 sene kullandım sonra bisikletim çalıntı. Ne ağladım o gun. İzci bıcağımi belime gizleyip bisikletimi bulmak için Konya'nın en ücra yerlerinde gezdiğimi hatırlıyorum.
Taki 45 yaşına gelene kadar hiç bisikletim olmadı. Ama geç kalmak hiç gelmemekten iyidir.
 
@Haluk Eke
Üstadım siz yazınca hatırıma geldi; patlak çok olunca ve bizi aşınca mahallemizin tamircisine giderdik, kibrit kutusu büyüklüğünde demir bir malzeme olurdu, içinde de keçeye benzer bir şey. Onu ters tarafından lastiğin patlak kısmına denk getirir küçük bir mengene ile sıkıştırır sonra içindeki keçeye benzer malzemeyi yakarak lastiği yapıştırırdı, belki bilmeyenlerin zihninde bir çağrışım yaptıramadım ama siz mutlaka onu ve içeriğini biliyorsunuzdur. O malzeme hakkında da birşeyler anlatırsanız sevinirim. :)

@atasoy

Çocukluğunuz Konya'da mı geçti?
Ben başka şehirleri bilmiyorum ama Konya'da bisiklet çok çalınır maalesef. Belki çalınan bisikleti toplam bisiklet sayısına bölsek oran çok değildir ama ben bile 3 tane bisiklet çaldırdım. Bu arada bir başkasının olan bir şeyi alıp gitmek ve bu çaldığı şeyi hiç bir vicdan sızısı yaşamadan kullanmak da ne büyük bir yaramızdır.
 
Benimde cakma pinokyo bir bisikletim bardi adi " piyonk" tu:) camurluk bagaj hepsi vardi. Sonra sirasi ile bagaj camurluk once on fren sonra arka fren hepsi sokuldu eski bir spor ayakkabi ile arka yada on tekere surterek durdururdum ayakkabini altini varin siz dusunun :) arkadaslarla birlikte bindigimizde birimiz gidona oturur digerimiz surerdi virajli egimli bir yol vardi koyde ordan asagi hizlica inerdik sonra kaydirarak dururduk. Eski gunlerin keyfini simdi bircok seyden alamiyoruz ama bisiklet benim icin eskiye ait zevklerden bugunde tattigim enonemli sey ...
 
@altinok


Bahsettiğiniz bisiklet yamasını bende çok kullandım. Kutusunu buldum fakat içindeki Yamanın fotoğrafınını bulamadım. Tabi o zamanlar göbek bakımlarına kadar kendimiz yapardık. Zorunda kalmadıkça harçlığımızı ustaya vermek istemezdik. Konya'da bisiklet kullanımı eskiden beri çok yaygın haliyle çalınma vakaları da çok oluyordur diye düşünüyorum. Bisikletin benim için yeniden bir hobi olmasını Konya'da öğrenciyken gördüğüm gazelle batavus göbekt n vitesli şehir bisikletine borçluyum. Maalesef Akşehir'de bisiklet kültürü yok merkezdeki kadar.



Tapatalk Pro kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
 
  • Beğen
Tepkiler: Haluk Eke
@altinok Kardeşim, onun adı sıcak yama idi. O da satılırdı bisikletçilerde ama ben hep korkardım onla lastiği yakarım diye. Üzerinde zaten 15 yama da olsa lastik yine kıymetliydi. Ancak dediğiniz gibi eğer patlak uzun bir yarıksa en sağlam yama o olurdu ve riske girmemek için en iyisi o işi gidip bisikletçiye yaptırmaktı.
Hatırladığım kadarıyla oto ve kamyon lastik tamircileri de aynı şeyin daha büyüklerini kullanırlardı lastik yamarken. Daha o zamanlar tubeless oto lastikleri çıkmamıştı ve arabalarda da iç lastik ("şamyel") kullanılırdı. ;)

Biz arka bagaja arka sele derdik, yani sürücünün oturduğu sele ön, yolcunun oturduğu da arka. Kardeşlerimizi, mahallenin çocuklarını oturtup tur attırırdık. Tabi en zevklisi kız arkadaşımızı alıp turlamaktı. Dayanıklıydı o arka seleler. Bazen bisikleti sağa sola yalpalatır ama hasar görmezdi. Aşağıdaki gibi fiyakalı binmeyi sevsem de çok şükür böyle bir kıroluğu beceremedim:

(link)
 
Geri