Mustafa YAVUZ
Üye
- Kayıt
- 30 Mart 2009
- Mesaj
- 12
- Tepki
- 13
- Şehir
- Bursa
İlk bisikletimi 35 yaşındayken aldım. Tabi ki babamın ben 2 yaşındayken aldığı ve hatırlamadığım 3 tekerlekliyi saymıyorum. Aklım erdiğinde ise sahip olmak istediğim bisiklet, kadrosunun ortasında arabaların otomatik vites koluna benzer 3 kademeli vites sistemi bulunan, sırtınızı selesine dayayabileceğiniz ve Harley edası ile kullanabileceğiniz fıstık yeşili bir poloydu.
İsteklerim bir yana elde edebildiğim bisiklet, Pinokyo’nun bir boy küçüğü, ortadan katlanan ve ne hikmetse üzerinde sadece Hüdaverdi yazan askeri bir yeşil bisiklet oldu. Sonradan öğrendim ki bu bisiklet ağabeyiminmiş.
İlkokul 2’yi yeni bitirmiştim. Sakin sakin sokaklarda bisikletimi kullanacağım günleri özlemle bekliyordum. Sevmesem de beğenmesem de ‘Hüdaverdi’ o benim bisikletimdi.
Sokağa bisikletimle indiğim ilk gün gözümün önüne geliyor: Herkes polo bisikleti olanlar ile yakın arkadaş olmak isterken benimle sadece “Hüdaverdi geldi” diyerek alay ettiklerini hatırlıyorum.
“Hüdaverdi geldi.. Hüdaverdi gitti.. Hüdaverdi düştü…”
Bisiklet sürmeyi ise bir arkadaşımın Pinokyo’sunda öğrenmiştim. Birkaç haftalık gurur kırıcı süreçten sonra bir daha hiç binmedim Hüdaverdiye… Bir daha görmedim bile bu bisikleti.
Basketbol En İyisiydi
Top istedim babamdan, ertesi gün aldık. Hiç olmazsa onun rengi yeşil oldu.
Yıllar sonra orta 1. sınıfı bitirdim ve bir yarış bisikleti gördüm. Çok estetik gelmişti bana. Markasını hatırlayamıyorum ama metalik gri renkli çok vitesli ve gidonu da süngerliydi.
Yine bir talepte bulundum babama. Ertesi gün 2 tane bisiklet çıktı evin bodrumundan. Bir tanesi kırmızı ve ortadan çift borulu, diğeri ise 3 vitesli yeşil düz gidonlu bir bisiklet.
Hemen anladım ki ağabeylerimin eski bisikletleriydi bunlar… Yeşili seçtim tabi ki ama ona da birkaç hafta binip bir kenara bıraktım.
Anladım ki ailem benden basketbol konusunda bir şeyler bekliyordu. Artık ben bir basketbol oyuncusuydum. Ayakkabı ve top konusunda hiçbir sıkıntı yoktu. Her sene yenisi alınabiliyordu.
Üniversite 1. sınıfa kadar sürekli oynadım. Bolca il ve bölge şampiyonlukları, Türkiye dereceleri, yıldız milli aday kampı ve bir birinci lig takımında 12. adamlığa kadar yükseliş. 1. sınıfın sonunda bir seçim yapmak zorundaydım.
Ya üniversite ya da Basketbol Birinci Ligi takımlarında oyunculuk.
İlk yıl alacağım para konuşulurken ben üniversiteyi seçtiğimi açıkladım. Bölüm ikinciliği ile verdiğim diploma projem ile haftada 1 gün amatörce top oynayan bir sporcuydum artık.
Arada 1 sene kadar da evimin yakınındaki spor salonuna gitmiş, spor yapmaya duyduğum açlığı bastırmaya çalışmış ve biraz da ölçüyü kaçırmıştım sanırım.
Master eğitimim ve eş zamanlı gelişen iş hayatımda ise sporu bırakmış 20-25 kg fazlası olan bir adamdım artık. Eşim bile yıllar sonra tanıştığı eski arkadaşlarımdan nasıl bir sporcu olduğumu öğreniyordu.
Acı gerçekle 30’lu yaşların başında karşılaştım. Kan yağlarım ve kolestrolüm barajın üzerinde çıkıyordu. İlk zamanlar fazla önemsemedim ancak stresli iş hayatı da üzerine binince sağlığım için tehlike çanları çalmaya başlamıştı.
Tansiyonumun sık sık 14-15’leri gördüğü günleri yaşamaya başlamıştım: Sadece 34 yaşındaydım. Düzenli gittiğim bir kalp doktorum olmuştu. Bitiremediğim efor testi ve kan tahlilleri sonucunda doktorumun bana söylediği gerçek ürperticiydi.
“Sana 10 sene veriyorum: Sonunda yüksek tansiyonlu, damarları tıkanmaya başlamış bir şeker hastası olacaksın.” Tüylerim diken diken olarak ne yapmam gerektiğini sordum kendisine.
Verilen reçete çok açıktı:
* Düzenli spor yapacaktım.
* Üniversite döneminde başladığım sigarayı bırakmam gerekiyordu.
* Akdeniz usulü beslenecektim.
Aklıma çocukluğumda babamın bana yemek yedirmek için zamanın en iyi güreşçilerinden olan rahmetli Yaşar Doğu’yu örnek vermesi geldi. Kaymağı şöyle yerdi tereyağını böyle yerdi eti yutardı. Yıllar sonra Yaşar Doğu’nun 50’sine gelmeden kalp krizinden öldüğünü okumuştum ve aklıma ilk gelen de o olmuştu.
Benim sonum da mı böyle olacaktı?
Zor olsa da beslenmeyi dizginleyebildim. Ancak spor konusunda bir türlü beni heyecanlandıracak, yapmaktan zevk duyacağım sporu bulamıyordum.
Önce basketbol oynamaya çalıştım. Fakat düzenli oynayabilecek birilerini bulamadım. Bulsam da her seferinde ya bileğim burkuldu günlerce yürüyemedim, ya belim incindi günlerce yattım ya da benzeri sıkıntılar yaşadım.
Koşmaya karar verdim ama koşmaktansa yürüyebiliyordum ve diz ağrılarım oluyordu. Yürürken de sıkılıyordum. Kısaca olmuyordu bir türlü.
Bir arkadaşıma dert yanarken bana bisiklete bin dedi.
İlk anda çok etkisiz bir teklifti.
Birkaç ay aklımdan atıp unuttum. Sonra, bir anda yaşadığım şehirde binlerce insanın bisiklete bindiğini fark ettim. 20 seneden fazla olmuştu ve hiç bisiklet kullanmamıştım.
Kararımı verdim ve Gaziantep’in en iyi bisikletçisi Adnan Cansunar’a gittim.
İlk tanışmamızda samimi olduk ve beni yarış bisikleti yerine dağ bisikletine ikna etti. Zaten yarış bisikleti çok pahalıydı ve bulmak da zordu. 430YTL’ye bir Bianchi satın aldım.
Çok para verdiğimi düşünüyordum. Eşofmanları giyip akşam üstleri bana bisiklete bin diyen arkadaşımla birlikte, tahmin ediyorum 5-10 km yapıyor, sürüşlerimizi haftada 2-3 kez tekrarlıyorduk. Bir süre sonra bisikleti ulaşım amaçlı olarak arabam yerine, gün içinde de kullanmaya başladım.
Yeni merakım bisiklet hakkında İnternette araştırma yapmaya başladım. Bisikletin faydaları nelerdir. Hayatıma neler katabilir. Okudukça mutlu oldum. Bisikletin yararlarını öğrendikçe, ne kadar doğru bir karar verdiğimi bir kez daha anladım.
Bindikçe binesim geliyordu. Ufak ufak kilolar gidiyor, ilk seferinde 3 kez dinlenerek çıktığım 300m’lik rampayı artık inmeden çıkabiliyordum. En heyecanlısı da artık doğada kendime yollar arıyor alternatifler buluyordum. Bisiklet, hayatımda yepyeni bir sayfa açmamı sağlamıştı.
Emre Yıldırım isimli arkadaştan alıntıdır
İsteklerim bir yana elde edebildiğim bisiklet, Pinokyo’nun bir boy küçüğü, ortadan katlanan ve ne hikmetse üzerinde sadece Hüdaverdi yazan askeri bir yeşil bisiklet oldu. Sonradan öğrendim ki bu bisiklet ağabeyiminmiş.
İlkokul 2’yi yeni bitirmiştim. Sakin sakin sokaklarda bisikletimi kullanacağım günleri özlemle bekliyordum. Sevmesem de beğenmesem de ‘Hüdaverdi’ o benim bisikletimdi.
Sokağa bisikletimle indiğim ilk gün gözümün önüne geliyor: Herkes polo bisikleti olanlar ile yakın arkadaş olmak isterken benimle sadece “Hüdaverdi geldi” diyerek alay ettiklerini hatırlıyorum.
“Hüdaverdi geldi.. Hüdaverdi gitti.. Hüdaverdi düştü…”
Bisiklet sürmeyi ise bir arkadaşımın Pinokyo’sunda öğrenmiştim. Birkaç haftalık gurur kırıcı süreçten sonra bir daha hiç binmedim Hüdaverdiye… Bir daha görmedim bile bu bisikleti.
Basketbol En İyisiydi
Top istedim babamdan, ertesi gün aldık. Hiç olmazsa onun rengi yeşil oldu.
Yıllar sonra orta 1. sınıfı bitirdim ve bir yarış bisikleti gördüm. Çok estetik gelmişti bana. Markasını hatırlayamıyorum ama metalik gri renkli çok vitesli ve gidonu da süngerliydi.
Yine bir talepte bulundum babama. Ertesi gün 2 tane bisiklet çıktı evin bodrumundan. Bir tanesi kırmızı ve ortadan çift borulu, diğeri ise 3 vitesli yeşil düz gidonlu bir bisiklet.
Hemen anladım ki ağabeylerimin eski bisikletleriydi bunlar… Yeşili seçtim tabi ki ama ona da birkaç hafta binip bir kenara bıraktım.
Anladım ki ailem benden basketbol konusunda bir şeyler bekliyordu. Artık ben bir basketbol oyuncusuydum. Ayakkabı ve top konusunda hiçbir sıkıntı yoktu. Her sene yenisi alınabiliyordu.
Üniversite 1. sınıfa kadar sürekli oynadım. Bolca il ve bölge şampiyonlukları, Türkiye dereceleri, yıldız milli aday kampı ve bir birinci lig takımında 12. adamlığa kadar yükseliş. 1. sınıfın sonunda bir seçim yapmak zorundaydım.
Ya üniversite ya da Basketbol Birinci Ligi takımlarında oyunculuk.
İlk yıl alacağım para konuşulurken ben üniversiteyi seçtiğimi açıkladım. Bölüm ikinciliği ile verdiğim diploma projem ile haftada 1 gün amatörce top oynayan bir sporcuydum artık.
Arada 1 sene kadar da evimin yakınındaki spor salonuna gitmiş, spor yapmaya duyduğum açlığı bastırmaya çalışmış ve biraz da ölçüyü kaçırmıştım sanırım.
Master eğitimim ve eş zamanlı gelişen iş hayatımda ise sporu bırakmış 20-25 kg fazlası olan bir adamdım artık. Eşim bile yıllar sonra tanıştığı eski arkadaşlarımdan nasıl bir sporcu olduğumu öğreniyordu.
Acı gerçekle 30’lu yaşların başında karşılaştım. Kan yağlarım ve kolestrolüm barajın üzerinde çıkıyordu. İlk zamanlar fazla önemsemedim ancak stresli iş hayatı da üzerine binince sağlığım için tehlike çanları çalmaya başlamıştı.
Tansiyonumun sık sık 14-15’leri gördüğü günleri yaşamaya başlamıştım: Sadece 34 yaşındaydım. Düzenli gittiğim bir kalp doktorum olmuştu. Bitiremediğim efor testi ve kan tahlilleri sonucunda doktorumun bana söylediği gerçek ürperticiydi.
“Sana 10 sene veriyorum: Sonunda yüksek tansiyonlu, damarları tıkanmaya başlamış bir şeker hastası olacaksın.” Tüylerim diken diken olarak ne yapmam gerektiğini sordum kendisine.
Verilen reçete çok açıktı:
* Düzenli spor yapacaktım.
* Üniversite döneminde başladığım sigarayı bırakmam gerekiyordu.
* Akdeniz usulü beslenecektim.
Aklıma çocukluğumda babamın bana yemek yedirmek için zamanın en iyi güreşçilerinden olan rahmetli Yaşar Doğu’yu örnek vermesi geldi. Kaymağı şöyle yerdi tereyağını böyle yerdi eti yutardı. Yıllar sonra Yaşar Doğu’nun 50’sine gelmeden kalp krizinden öldüğünü okumuştum ve aklıma ilk gelen de o olmuştu.
Benim sonum da mı böyle olacaktı?
Zor olsa da beslenmeyi dizginleyebildim. Ancak spor konusunda bir türlü beni heyecanlandıracak, yapmaktan zevk duyacağım sporu bulamıyordum.
Önce basketbol oynamaya çalıştım. Fakat düzenli oynayabilecek birilerini bulamadım. Bulsam da her seferinde ya bileğim burkuldu günlerce yürüyemedim, ya belim incindi günlerce yattım ya da benzeri sıkıntılar yaşadım.
Koşmaya karar verdim ama koşmaktansa yürüyebiliyordum ve diz ağrılarım oluyordu. Yürürken de sıkılıyordum. Kısaca olmuyordu bir türlü.
Bir arkadaşıma dert yanarken bana bisiklete bin dedi.
İlk anda çok etkisiz bir teklifti.
Birkaç ay aklımdan atıp unuttum. Sonra, bir anda yaşadığım şehirde binlerce insanın bisiklete bindiğini fark ettim. 20 seneden fazla olmuştu ve hiç bisiklet kullanmamıştım.
Kararımı verdim ve Gaziantep’in en iyi bisikletçisi Adnan Cansunar’a gittim.
İlk tanışmamızda samimi olduk ve beni yarış bisikleti yerine dağ bisikletine ikna etti. Zaten yarış bisikleti çok pahalıydı ve bulmak da zordu. 430YTL’ye bir Bianchi satın aldım.
Çok para verdiğimi düşünüyordum. Eşofmanları giyip akşam üstleri bana bisiklete bin diyen arkadaşımla birlikte, tahmin ediyorum 5-10 km yapıyor, sürüşlerimizi haftada 2-3 kez tekrarlıyorduk. Bir süre sonra bisikleti ulaşım amaçlı olarak arabam yerine, gün içinde de kullanmaya başladım.
Yeni merakım bisiklet hakkında İnternette araştırma yapmaya başladım. Bisikletin faydaları nelerdir. Hayatıma neler katabilir. Okudukça mutlu oldum. Bisikletin yararlarını öğrendikçe, ne kadar doğru bir karar verdiğimi bir kez daha anladım.
Bindikçe binesim geliyordu. Ufak ufak kilolar gidiyor, ilk seferinde 3 kez dinlenerek çıktığım 300m’lik rampayı artık inmeden çıkabiliyordum. En heyecanlısı da artık doğada kendime yollar arıyor alternatifler buluyordum. Bisiklet, hayatımda yepyeni bir sayfa açmamı sağlamıştı.
Emre Yıldırım isimli arkadaştan alıntıdır



