Üçlü kombine halledildi, 11 Nisan için izin girildi.. Bundan sonrası stadın açılışına kadar beklemek..
İşe gitmeyeceğim halde erkenden kalkacağım o gün.. Geceden hazırladığım kıyafetlerimi giyeceğim, muhtemelen bir kot, uzun kollu ince siyah bir tshirt, üstüne de bu sezonun çubuklu forması.. Üstüme hava durumuna göre Beşiktaş sweatshirt'ü, soğuk olacak gibiyse siyah mont.. Ayağıma spor ayakkabı, malum gün uzun..
92'de ortaokulu yatılı okumak için geldiğim İstanbul'da geçen seneye kadar Beşiktaş belediye sınırları içinde yaşayıp, geçen sene evlilik sebebiyle taşındığım Anadolu yakasından gideceğim bu sefer semte. Çıkıp minibüs caddesinden bir minibüse binerim muhtemelen, ver elini Kadıköy. Erken saat olsa da görürüm muhtemelen benim gibi siyahlı beyazlılar, nikah günü gibi hazırlanmış, tiril tiril.. Vapur için acele etmem, Kadıköy'ün en güzel yanı, vapura binip Beşiktaş'a geçmesi; saati önemli değil. Gizli gizli bir sigara da tüttürürüm yan tarafta belki.
Barbaros'a yanaşır vapur, biliyorum, yüzüme çarpar o anda semtin kendine has o "maç günü" kokusu. Maç günleri öyledir, insanlar bir değişiktir, esnaf bir farklıdır, semtin gürültüsü bir başka sesler barındırır içinde.
Beni bekleyen yok bu sefer bu vapur iskelesinde, hoş çoğunlukla ben oldum bekleyen, farklı farklı geçmiş sevgililer için hep. Bu sefer yalnızım, ne sevgili ne maça beraber gideceğim dostlarım, en azından bir süre yalnızım, en büyük sevdamla geçirmek için zamanı başbaşa..
Palavracı bir kaç spor gazetesi sıkıştırırım koltuğumun altına, inanacağımdan değil ya, maksat vakit geçsin. Ya Hakan'da otururum eski günlerin ve nemrut garsonlarının hatrına, ya da belki Köyiçi'nin arkasındaki yeni yetme kahvaltı mekanlarına giderim..
Etrafı gözlemlerim, o saatte işe gitmeye çalışan insanlarla başlar gün, ve Beşiktaşlılar toplaşmaya başlar bir yandan. Giderek işe koşturanlar azalır, siyah beyazlılar artar. Hiç biri birbirini tanımaz, ama bakarlar birbirlerine, tanıyormuşçasına.
Bir türk kahvesi söylerim, kahvaltının üstüne, açarım palavracı spor gazetelerinden birini, ana sayfada muhtemelen stadın açılış haberleri, arka sayfalarda ise rakibimizin ne kadar "formda" olduklarıyla ilgili gazlamalar, seneye bomba gibi gelecek transfer dedikoduları.. Yine de okurum gazeteyi, cep telefonunu hiç kullanmadığım kadar az kullanırım bugün. Hem eski günlerin hatırına, eskisi gibi, hem de akşama şarjı kalsın diye biraz da.
Böyle böyle öğlen ederim, kahveme sigara arkadaşlık eder, biraz kalkar turlarım semtin içinde, hatta bir ara stada bakmaya bile giderim, hiç üşenmem, o ağaçlı yolda üşenilir mi hiç..
Öyle öyle akşamı ederim, öğleden sonra arkadaşlar damlar zaten, tam da başbaşa kalmanın en güzel yerinde limon sıkarlar birlikteliğimize.. Goygoy başlar, belki bir iki şişe bira alınır, belki adam gibi bir yere oturulur garsondan rica edilir..
Ama bu sefer maç saati değil, 2-3 saat öncesi beklenir, maç saatinden öte heyecan olur, kıpır kıpır eder için, topraktan girdiğin o stadı dünya gözüyle görebildiğin için şükrederken tanrıya. Erkenden gidilir stada, erkenden girilir stada.. O en son çıkış aklına gelir insanın, o bordo/kırmızı arası soluk beton duvarlarına elinle dokunuşun, "geri geleceğim" deyişin..
Hani o kızla ilk buluşman gibi, kız da süslenip püslenip gelir de olduğundan bile daha güzel görünür ya insana..
Onun gibi..
Ve o an kendi kendine dediğin gibi dersin gene..
İşte geldim, buradayım.. Hazırım..