Murat Kasap
Üye
- Kayıt
- 18 Temmuz 2014
- Mesaj
- 42
- Tepki
- 323
- Şehir
- Amsterdam
- İsim
- Murat K.
- Bisiklet
- Diğer
Uyandığımda güneş doğmuştu ve Polonyalı bisikletçi kafilesi hazırlıklarını bitirmiş, bisikletle gidiyorlardı. Ben de hemen çadırı, eşyaları toparlamaya başladım. Dün gece görüp İsrail’li zannettiğim gözlüklü genç yanıma gelip “Hello” dedi. Ben “Hello” diye karşılık verince aksanımdan Türk olduğumu anlayıp “Nasılsın” diye sordu. Yanındaki arkadaşı da Türk, ikisi de İstanbul’dan gelmiş bu bölgeye, Mestia – Ushguli arasında doğaçlama geziyorlar.
Benim bisikletimi aldığım (link)‘ni de biliyorlar. Eşyalarımı toplayana kadar epey muhabbet ettik. Orhan benim tek başıma Tiflis‘ten yola çıkıp buraya gelmeme epey şaşırdı, çünkü Türkiye’den bildiğimiz kadarıyla sadece 2 kişilik bir bisikletçi ekibi o güzergahı izlemişti (Ben de onların rotasını – günlüklerini takip ederek yola çıkmıştım.) Zagari geçidini geçmek onun da hayaliymiş. Bir gün yapacağına eminim. Sonrasında kahvaltıya davet ettiler beni, polonyalılar’da gitmişti üçümüz keyifli bir kahvaltı yaptık, vedalaştık, yola çıktım. (Bu turdan epey zaman sonra, Orhan'ın "Demokrasi Bisikleti" yazılı bisikleti ile bir tur'a başlarken fotoğrafını görmüştüm)
Mestia’da çadır kurduğum bahçede Türk gezginlerle karşılaşmak
Kasaba’nın içinden geçerek dün akşam geldiğim yoldan geri döndüm, yol üzerinde bir bakkal’dan ice tea, cola, çikolata, çörek gibi kısa vadeli enerji kaynakları aldım. Kasabanın çıkışında bir yola sapıp bir süre gittikten sonra yanlış yönde gittiğimi farkedip, geri döndüm ve kasabanın diğer ucundan çıktım. Hava güneşli, her yönümde dağ manzaraları var. Çok güzel manzaralara yerleştirilmiş köy evlerini geçtikten bir süre sonra, tekrar yolda yalnızım. Fakat artık 5-10 km’de bir küçük Svan köyleri var. Sabah saatleri olduğundan genellikle muhteşem manzaralı köylerde çocuklarını okula götüren annelerin yanından geçiyorum. Köylerin çoğunda da çoban köpekleri geziniyor, o nedenle köy içinden geçerken epey yavaşlamak zorunda kalıyorum. (hızlı gidince kovalamaya başlıyorlar)
Bir noktadan sonra köyler de azaldı, kendimle başbaşa boş yollarda ilerlemeye başladım. 10–15 dakika da bir yoldan araba veya minibüs geçiyor. Bugün ulaşmam gereken yer Zugdidi ama akşama kadar ulaşabileceğimden şüpheliyim. Yollar sürekli iniş çıkış, 120 km civarı da mesafe var oraya kadar.
Yükseklerde bir yerde tırmanışta zorlandığımı hissedip lastiğin patladığından şüphelenip durdum. Kontrol ettim her şey normaldi, zinciri de yeni yağlamıştım. Bir sorun görünmüyordu. Evet, aslında tek sebep yorgunluktu. 15 dakika kadar süren aralıksız bir inişten sonra – ve bu iniş tamamen ağaçlar içindeki mükemmel bir yoldan idi – epey alçak kesimlere inmiştim fakat halen deniz seviyesinden 1,000 metre civarı yükeklikteyim. Bu kadar inişten sonra karşıma sonu görünmeyen bir rampa çıktı. Moral olarak çöküş anı. Artık yokuşların bitmiş olmasını beklerken, karşına çıkan yeni bir tırmanış, üstelik bitince tekrar ineceğini biliyorsun. Biraz mola verip yanımdaki enerji verici abur cuburlardan tükettim.
Bu sırada saat öğleden sonra 2.30 civarı ve Zugdidi’ye 50 km kadar mesafe var daha. Tam hareket geçmiştim ki, bir matroşka (minibüs-dolmuş) yanımda durup, Zugdidi’ye bırakmayı teklif etti. Fiyat sordum 400 Lari dedi (çok pahalı). 150’ye indirmeye çalıştım, epey pazarlık ettik. Adam Sadece Gürcü dilini bildiği için bu pazarlık işaret diliyle normalden çok daha uzun sürüyor. Sonunda 180 Lari’ye indi, Matroşka’nın içi de geniş, bisikleti üzerindeki çantalarla birlikte yükledik araca. Bundan sonraki 1-2 saatlik yolda, kah çıkıyoruz, kah iniyoruz, aracın bile zor gittiği çukurlu toprak yollara giriyoruz, bazı yollarda sol taraf uçurum, sağ taraf yüksek kayalıklar ve arada bir küçük taşlar düşüyor aşağıya. Bu manzaralardan bisikletle geçmek efsane olurdu ama geçtiğimiz yolları düşününce Zugdidi’ye bugün varmam sadece hayalmiş.
Matroşka ile Batum’a doğru giderken
Yolda şeytan aklımı çeliyor, Zugdidi’ye gideceğime adamla anlaşayım, Batum’a kadar bıraksın madem diye düşünüyorum. Zaten Zugdidi’de konaklamayı isteme sebebi, aynı gün Batum’a gidemeyeceğim içindi ama şu an ulaşabilme fırsatı var, orada 1 gün daha fazla kalıp dinlenebilirim böylece. Adama söylediğimde tabi ki klasik olarak uçuk fiyat çekiyor. Sonra kabul etmiyorum, vazgeçtim tamam, Zugdidi’ye bırak diyorum. Birkaç dakika sonra, dizime elini vurup “haydi bırakayım seni o fiyata tamam anlaştık” tadında, boynundaki haçı, sonra gökyüzünü gösteriyor. “Çok şanslısın, ben dini bütün çok iyi bir insanım, sırf sana yardımcı olmak için kabul ediyorum” demek istiyor. Böylece +70 Lari daha vererek Batum’a bırakmayı kabul ediyor.
Yolda 3-4 köylü daha alıyoruz çeşitli yerlerden. Bir yerde genç köylü kızın midesi bulanıyor duruyor, annesiyle dışarı çıkıyor ve kusuyor. Kendine gelip iyi hissettiğinde devam ediyoruz yola. Zugdidi’den itibaren sadece ben kalıyorum yine dolmuşta, önünde çardak olan bir markette durup mola veriyoruz. Meyve suyu, bisküvi alıyoruz bizim şöför, bundan 1 saat kadar sonra da toplam 4 saatlik yolculuğumuz Batum sahilde sonra eriyor. Halka açık bir kumsalın önünde bırakıyor beni, tam da gün batımı suları, uzakta Batum’un yüksek otelleri görünüyor.
Ve Batum..
Buradan itibaren sahil boyunca devam eden bisiklet yolu başlıyor ve Batum sahil boyunca 25 km. lik bisiklet yolu olduğunu öğreniyorum. Bu yolu takip ettim şehir merkezine yaklaştım,ara sokaklara bir bakayım dedim, kendimi pazar yerinde kalabalığın ortasında buldum. Önceden kalacak yer ayarlamadığım için uygun fiyatlı otellere bakmam gerekiyordu. Uygun bir yer bulamazsam Matroşka’dan indiğim sahile gidip çadırımda kalacağım. Tekrar sahile indip kalabalıktan zorlukla kurtularak. Batum’a bu bölgeden giriş yaparsanız, ne kadar berbat bir yermiş diye düşünüyorsunuz, hem çevredeki insanlar, hem de buradaki karmaşık şehirleşmenin hiç bir cazip yönü yok.
Tekrar sahile indiğimde, italyan bir bisikletçi ile karşılaştım, o da çantalarıyla birlikte uzun yolda idi. İtalya’dan arkadaşı ile yola çıkmış, istanbul’dan geçip karadeniz’e geldiklerinde, arkadaşı bir yerde düşmüş ve ayağını incitmiş. Bir haftaya yakın zamanı hastane’de geçirdikten sonra, arkadaşını uçağa bindirip İtalya’ya geri göndermiş, tek başına yoluna devam ediyor. Hedefi İran, oradan dönecek. Bir hatıra fotoğrafı çekip vedalaştık.
Batum’da karşılaştığım İtalyan gezgin
Ben de bir süre bisikleti de güvenli bir yere koyabileceğim otellere bakıp, sonunda merkeze çok uzak olmayan bir yerdeki “Villa Saray” isimli bahçeli otele girdim. Bahçenin içinde “müzikhol” var. Hemen dışındaki masada 2 kadın,1 adam oturuyordu. Otel binasına girip, 2 gecelik ödeme yaptım. Resepsiyondaki kadının ismi “Tania”, Türkçe bilen bir Gürcü. Otelin tarzı İstanbul Aksaray’daki otel-müzikhol konseptini andırıyor. Böyle bir yerde kalmak ilginç bir deneyim olabilir, odama girince kilidin sağlamlığını kontrol edip, eşyalarımı taşıdım. Duş alıp tekrar dışarı çıktım. Sahil tarafında dolaştım epey. Denize yakın bir noktadaki mekanda, bir Gürcistan klasiği olan Haçapuri yedim.
Casinoların da olduğu bir ara cadde’de rastgele bir dükkana girdim t-shirt almak için. Vay arkadaş, içeri de türkçe şarkılar çalıyor. Kasa’daki kadın yardımcı oldu t-shirt modellerinde, dükkan sahibinin karısıymış, ikisi de Türk. Türkleri bulmuşken, bisikleti paketlemek için ambalaj malzemesi satan yeri sorayım dedim. Sağolsunlar yardımcı oldular, kendilerine ambalaj malzemesi aldıkları yeri tarif ettiler. Sonrasında yorgun olduğumdan otele gidip uyudum.
23 Eylül Çarşamba
Öğlene doğru uyanıp, ambalaj malzemesi satan yere gittim, tam aradığım malzemeleri kolayca buldum. Köpük, koli bantı, bez–naylon,ip gibi. Aldığım malzemeleri otele bırakıp, yanıma plaj havlusu,şort,t-shirt vs malzemeleri alıp, bisikletle çıktım tekrar. Tüm sahilip dolaştım, yaklaşık 15 km boyunca sağımda deniz, ücretli plajlar, cafeler, solumda bazen yemyeşil parklar, bazen lüks oteller, küçük ırmaklar. Burası Batum’a gelen turistlerin gördüğü bölgeler, benim dün giriş yaptığım ve kalmakta olduğum bölge ise, normalde Batum’a gelenlerin pek görmediği dışlanmış bölge. Geldiğim yoldan geri dönerken, dün matroşka’nın ben indirdiği fakir plajına gittim. Denize girip keyif yaptım epey. Fakir plajı diyorum ama kumluk, gayet temiz ve güzel bir sahil, deniz aynı deniz zaten, benim dışımda koca sahilde 4-5 kişi daha var.
Batum’da beleş plaj keyfi
Otele döndüğümde, bahçedeki kadınlardan biri bana Türkçe seslendi, “gel bir kahve ikram edeyim sana” dedi. Ben de oturdum yanına, nerelerden geldiğimi falan sordu. Epey konustuk, sen ne yapıyorsun burada dedim “çalışıyorum” dedi. Ne iş yapıyorsun dedim “Çalışıyorum işte, müşterilere hizmet“. “Sen böyle durduğuma bakma, Ukrayna’da 2 üniversite bitirdim, Tiflis’te 3 dairem var” dedi. 2 tane de çocuğu varmış, okuyorlarmış başka şehirlerde. 2 sene kadar Türkiye’de yaşamış. Onunla konuşurken müzikhol’un sahibi geldi yanımıza tanıştık. İsmi Hasan. Türk olduğumu ilk öğrendiğinde şaşırdı epey. Rizeliymiş, 2-3 senedir Batum’da yaşıyor, işletmeciliğini yapıyormuş. Konuşmaya bir başladı neredeyse 1 saat geçti, Rize’de köy muhtarı olduğunu, köylüleri yönlendirip seçimlerden birinde kimsenin oy kullanmadığını, bunun üzerine Başbakan’ın konudan rahatsız olup, kendisini Ankara’ya davet ettiğini, muhtarı dinleyince kendisine hak verdiğini, saygı gösterdiğini” falan anlatıyor. Ben yazayım da, siz ister inanın ister inanmayın Saat 7’yi geçtiğinden, 8’de son seferi yapan turistik Teleferik seferini de kaçırmak istemediğimden müsaade isteyip ayrılıyorum yanlarından.
Batum’un en büyük turistik aktivitelerinden biri teleferik. Haçapuri yediğim sahildeki mekanın biraz ilerisinden hareket ediyor. 10-15 dakika kadar sıra bekleyip, teleferiğe biniyorum, 10-15 dakikalık bir yolculukla, bütün Batum’u tepeden görebileceğimiz yüksek bir noktada bırakıyor bizi. İndiğimiz noktada seyir terası, bir dans pisti, hemen etrafında restoran, oditoryum tarzı basamaklar var. Dans pistinde çeşitli yarışmalar, gürcü dansları, oyunlar oynanıyor. Turistik malzemelerin ve gürcü şaraplarının satıldığı bir mağaza’da var. Ben de mağaza’ya girip Mesita’da içtiğim “saperavi” ve “marani” isimli kırmızı gürcü şarabından aldım. Bir de Cha Cha isimli klasik Gürcü içkisi. Tekila’nın daha sert olanı.
Gösterileri biraz izledikten sonra Batum’a dönüp, yol üstündeki büyük bir casino’ya uğradım, çalışan herkes Türkçe biliyordu, yazılar hem türkçe hem gürcü dilindeydi ve müşterilerin de çoğu Türk idi. Artık geç saat olmuştu zaten, otele döndüm çantaları topladım, hazırladım. Ertesi sabah ise erken saatte kalkıp, bahçede bisikleti paketledim aldığım ambalaj malzemeleriyle. Kahvaltı yaptıktan sonra bisikletin sığabileceği bir taksi buldum caddeden. Buradaki taksilerin çoğunun arka bagajı geniş, bisikleti rahatça sığdırabildik dolayısıyla. Havalimanı da otelden yaklaşık 15-20 dakika mesefadeydi, 10 Lari ‘ye anlaştık taksici ile. Sanırım bugün kurban bayramının 1.günü olduğundan, havalimanı bomboş idi gittiğimde. Uçağa 2 saat vardı, o arada bisiklet ile ilgili ücret ödeme işlemlerini yaptırdım, içerideki bir cafe de oturdum, benim dışımda daha çok İsrailli turistler vardı havalimanında. Sorunsuz bir şekilde bisikleti ve çantaları teslim ettim, uçağa geçtim, Gürcistan gezimi tamamladım.
Gezi ile ilgili Kısa Notlarım:

Gürcistan bisiklet turumun özet videosunu şuradan izleyebilirsiniz :
Benim bisikletimi aldığım (link)‘ni de biliyorlar. Eşyalarımı toplayana kadar epey muhabbet ettik. Orhan benim tek başıma Tiflis‘ten yola çıkıp buraya gelmeme epey şaşırdı, çünkü Türkiye’den bildiğimiz kadarıyla sadece 2 kişilik bir bisikletçi ekibi o güzergahı izlemişti (Ben de onların rotasını – günlüklerini takip ederek yola çıkmıştım.) Zagari geçidini geçmek onun da hayaliymiş. Bir gün yapacağına eminim. Sonrasında kahvaltıya davet ettiler beni, polonyalılar’da gitmişti üçümüz keyifli bir kahvaltı yaptık, vedalaştık, yola çıktım. (Bu turdan epey zaman sonra, Orhan'ın "Demokrasi Bisikleti" yazılı bisikleti ile bir tur'a başlarken fotoğrafını görmüştüm)
Mestia’da çadır kurduğum bahçede Türk gezginlerle karşılaşmak
Kasaba’nın içinden geçerek dün akşam geldiğim yoldan geri döndüm, yol üzerinde bir bakkal’dan ice tea, cola, çikolata, çörek gibi kısa vadeli enerji kaynakları aldım. Kasabanın çıkışında bir yola sapıp bir süre gittikten sonra yanlış yönde gittiğimi farkedip, geri döndüm ve kasabanın diğer ucundan çıktım. Hava güneşli, her yönümde dağ manzaraları var. Çok güzel manzaralara yerleştirilmiş köy evlerini geçtikten bir süre sonra, tekrar yolda yalnızım. Fakat artık 5-10 km’de bir küçük Svan köyleri var. Sabah saatleri olduğundan genellikle muhteşem manzaralı köylerde çocuklarını okula götüren annelerin yanından geçiyorum. Köylerin çoğunda da çoban köpekleri geziniyor, o nedenle köy içinden geçerken epey yavaşlamak zorunda kalıyorum. (hızlı gidince kovalamaya başlıyorlar)
Bir noktadan sonra köyler de azaldı, kendimle başbaşa boş yollarda ilerlemeye başladım. 10–15 dakika da bir yoldan araba veya minibüs geçiyor. Bugün ulaşmam gereken yer Zugdidi ama akşama kadar ulaşabileceğimden şüpheliyim. Yollar sürekli iniş çıkış, 120 km civarı da mesafe var oraya kadar.
Yükseklerde bir yerde tırmanışta zorlandığımı hissedip lastiğin patladığından şüphelenip durdum. Kontrol ettim her şey normaldi, zinciri de yeni yağlamıştım. Bir sorun görünmüyordu. Evet, aslında tek sebep yorgunluktu. 15 dakika kadar süren aralıksız bir inişten sonra – ve bu iniş tamamen ağaçlar içindeki mükemmel bir yoldan idi – epey alçak kesimlere inmiştim fakat halen deniz seviyesinden 1,000 metre civarı yükeklikteyim. Bu kadar inişten sonra karşıma sonu görünmeyen bir rampa çıktı. Moral olarak çöküş anı. Artık yokuşların bitmiş olmasını beklerken, karşına çıkan yeni bir tırmanış, üstelik bitince tekrar ineceğini biliyorsun. Biraz mola verip yanımdaki enerji verici abur cuburlardan tükettim.
Bu sırada saat öğleden sonra 2.30 civarı ve Zugdidi’ye 50 km kadar mesafe var daha. Tam hareket geçmiştim ki, bir matroşka (minibüs-dolmuş) yanımda durup, Zugdidi’ye bırakmayı teklif etti. Fiyat sordum 400 Lari dedi (çok pahalı). 150’ye indirmeye çalıştım, epey pazarlık ettik. Adam Sadece Gürcü dilini bildiği için bu pazarlık işaret diliyle normalden çok daha uzun sürüyor. Sonunda 180 Lari’ye indi, Matroşka’nın içi de geniş, bisikleti üzerindeki çantalarla birlikte yükledik araca. Bundan sonraki 1-2 saatlik yolda, kah çıkıyoruz, kah iniyoruz, aracın bile zor gittiği çukurlu toprak yollara giriyoruz, bazı yollarda sol taraf uçurum, sağ taraf yüksek kayalıklar ve arada bir küçük taşlar düşüyor aşağıya. Bu manzaralardan bisikletle geçmek efsane olurdu ama geçtiğimiz yolları düşününce Zugdidi’ye bugün varmam sadece hayalmiş.
Matroşka ile Batum’a doğru giderken
Yolda şeytan aklımı çeliyor, Zugdidi’ye gideceğime adamla anlaşayım, Batum’a kadar bıraksın madem diye düşünüyorum. Zaten Zugdidi’de konaklamayı isteme sebebi, aynı gün Batum’a gidemeyeceğim içindi ama şu an ulaşabilme fırsatı var, orada 1 gün daha fazla kalıp dinlenebilirim böylece. Adama söylediğimde tabi ki klasik olarak uçuk fiyat çekiyor. Sonra kabul etmiyorum, vazgeçtim tamam, Zugdidi’ye bırak diyorum. Birkaç dakika sonra, dizime elini vurup “haydi bırakayım seni o fiyata tamam anlaştık” tadında, boynundaki haçı, sonra gökyüzünü gösteriyor. “Çok şanslısın, ben dini bütün çok iyi bir insanım, sırf sana yardımcı olmak için kabul ediyorum” demek istiyor. Böylece +70 Lari daha vererek Batum’a bırakmayı kabul ediyor.
Yolda 3-4 köylü daha alıyoruz çeşitli yerlerden. Bir yerde genç köylü kızın midesi bulanıyor duruyor, annesiyle dışarı çıkıyor ve kusuyor. Kendine gelip iyi hissettiğinde devam ediyoruz yola. Zugdidi’den itibaren sadece ben kalıyorum yine dolmuşta, önünde çardak olan bir markette durup mola veriyoruz. Meyve suyu, bisküvi alıyoruz bizim şöför, bundan 1 saat kadar sonra da toplam 4 saatlik yolculuğumuz Batum sahilde sonra eriyor. Halka açık bir kumsalın önünde bırakıyor beni, tam da gün batımı suları, uzakta Batum’un yüksek otelleri görünüyor.
Ve Batum..
Buradan itibaren sahil boyunca devam eden bisiklet yolu başlıyor ve Batum sahil boyunca 25 km. lik bisiklet yolu olduğunu öğreniyorum. Bu yolu takip ettim şehir merkezine yaklaştım,ara sokaklara bir bakayım dedim, kendimi pazar yerinde kalabalığın ortasında buldum. Önceden kalacak yer ayarlamadığım için uygun fiyatlı otellere bakmam gerekiyordu. Uygun bir yer bulamazsam Matroşka’dan indiğim sahile gidip çadırımda kalacağım. Tekrar sahile indip kalabalıktan zorlukla kurtularak. Batum’a bu bölgeden giriş yaparsanız, ne kadar berbat bir yermiş diye düşünüyorsunuz, hem çevredeki insanlar, hem de buradaki karmaşık şehirleşmenin hiç bir cazip yönü yok.
Tekrar sahile indiğimde, italyan bir bisikletçi ile karşılaştım, o da çantalarıyla birlikte uzun yolda idi. İtalya’dan arkadaşı ile yola çıkmış, istanbul’dan geçip karadeniz’e geldiklerinde, arkadaşı bir yerde düşmüş ve ayağını incitmiş. Bir haftaya yakın zamanı hastane’de geçirdikten sonra, arkadaşını uçağa bindirip İtalya’ya geri göndermiş, tek başına yoluna devam ediyor. Hedefi İran, oradan dönecek. Bir hatıra fotoğrafı çekip vedalaştık.
Batum’da karşılaştığım İtalyan gezgin
Ben de bir süre bisikleti de güvenli bir yere koyabileceğim otellere bakıp, sonunda merkeze çok uzak olmayan bir yerdeki “Villa Saray” isimli bahçeli otele girdim. Bahçenin içinde “müzikhol” var. Hemen dışındaki masada 2 kadın,1 adam oturuyordu. Otel binasına girip, 2 gecelik ödeme yaptım. Resepsiyondaki kadının ismi “Tania”, Türkçe bilen bir Gürcü. Otelin tarzı İstanbul Aksaray’daki otel-müzikhol konseptini andırıyor. Böyle bir yerde kalmak ilginç bir deneyim olabilir, odama girince kilidin sağlamlığını kontrol edip, eşyalarımı taşıdım. Duş alıp tekrar dışarı çıktım. Sahil tarafında dolaştım epey. Denize yakın bir noktadaki mekanda, bir Gürcistan klasiği olan Haçapuri yedim.
Casinoların da olduğu bir ara cadde’de rastgele bir dükkana girdim t-shirt almak için. Vay arkadaş, içeri de türkçe şarkılar çalıyor. Kasa’daki kadın yardımcı oldu t-shirt modellerinde, dükkan sahibinin karısıymış, ikisi de Türk. Türkleri bulmuşken, bisikleti paketlemek için ambalaj malzemesi satan yeri sorayım dedim. Sağolsunlar yardımcı oldular, kendilerine ambalaj malzemesi aldıkları yeri tarif ettiler. Sonrasında yorgun olduğumdan otele gidip uyudum.
23 Eylül Çarşamba
Öğlene doğru uyanıp, ambalaj malzemesi satan yere gittim, tam aradığım malzemeleri kolayca buldum. Köpük, koli bantı, bez–naylon,ip gibi. Aldığım malzemeleri otele bırakıp, yanıma plaj havlusu,şort,t-shirt vs malzemeleri alıp, bisikletle çıktım tekrar. Tüm sahilip dolaştım, yaklaşık 15 km boyunca sağımda deniz, ücretli plajlar, cafeler, solumda bazen yemyeşil parklar, bazen lüks oteller, küçük ırmaklar. Burası Batum’a gelen turistlerin gördüğü bölgeler, benim dün giriş yaptığım ve kalmakta olduğum bölge ise, normalde Batum’a gelenlerin pek görmediği dışlanmış bölge. Geldiğim yoldan geri dönerken, dün matroşka’nın ben indirdiği fakir plajına gittim. Denize girip keyif yaptım epey. Fakir plajı diyorum ama kumluk, gayet temiz ve güzel bir sahil, deniz aynı deniz zaten, benim dışımda koca sahilde 4-5 kişi daha var.
Batum’da beleş plaj keyfi
Otele döndüğümde, bahçedeki kadınlardan biri bana Türkçe seslendi, “gel bir kahve ikram edeyim sana” dedi. Ben de oturdum yanına, nerelerden geldiğimi falan sordu. Epey konustuk, sen ne yapıyorsun burada dedim “çalışıyorum” dedi. Ne iş yapıyorsun dedim “Çalışıyorum işte, müşterilere hizmet“. “Sen böyle durduğuma bakma, Ukrayna’da 2 üniversite bitirdim, Tiflis’te 3 dairem var” dedi. 2 tane de çocuğu varmış, okuyorlarmış başka şehirlerde. 2 sene kadar Türkiye’de yaşamış. Onunla konuşurken müzikhol’un sahibi geldi yanımıza tanıştık. İsmi Hasan. Türk olduğumu ilk öğrendiğinde şaşırdı epey. Rizeliymiş, 2-3 senedir Batum’da yaşıyor, işletmeciliğini yapıyormuş. Konuşmaya bir başladı neredeyse 1 saat geçti, Rize’de köy muhtarı olduğunu, köylüleri yönlendirip seçimlerden birinde kimsenin oy kullanmadığını, bunun üzerine Başbakan’ın konudan rahatsız olup, kendisini Ankara’ya davet ettiğini, muhtarı dinleyince kendisine hak verdiğini, saygı gösterdiğini” falan anlatıyor. Ben yazayım da, siz ister inanın ister inanmayın Saat 7’yi geçtiğinden, 8’de son seferi yapan turistik Teleferik seferini de kaçırmak istemediğimden müsaade isteyip ayrılıyorum yanlarından.
Batum’un en büyük turistik aktivitelerinden biri teleferik. Haçapuri yediğim sahildeki mekanın biraz ilerisinden hareket ediyor. 10-15 dakika kadar sıra bekleyip, teleferiğe biniyorum, 10-15 dakikalık bir yolculukla, bütün Batum’u tepeden görebileceğimiz yüksek bir noktada bırakıyor bizi. İndiğimiz noktada seyir terası, bir dans pisti, hemen etrafında restoran, oditoryum tarzı basamaklar var. Dans pistinde çeşitli yarışmalar, gürcü dansları, oyunlar oynanıyor. Turistik malzemelerin ve gürcü şaraplarının satıldığı bir mağaza’da var. Ben de mağaza’ya girip Mesita’da içtiğim “saperavi” ve “marani” isimli kırmızı gürcü şarabından aldım. Bir de Cha Cha isimli klasik Gürcü içkisi. Tekila’nın daha sert olanı.
Gösterileri biraz izledikten sonra Batum’a dönüp, yol üstündeki büyük bir casino’ya uğradım, çalışan herkes Türkçe biliyordu, yazılar hem türkçe hem gürcü dilindeydi ve müşterilerin de çoğu Türk idi. Artık geç saat olmuştu zaten, otele döndüm çantaları topladım, hazırladım. Ertesi sabah ise erken saatte kalkıp, bahçede bisikleti paketledim aldığım ambalaj malzemeleriyle. Kahvaltı yaptıktan sonra bisikletin sığabileceği bir taksi buldum caddeden. Buradaki taksilerin çoğunun arka bagajı geniş, bisikleti rahatça sığdırabildik dolayısıyla. Havalimanı da otelden yaklaşık 15-20 dakika mesefadeydi, 10 Lari ‘ye anlaştık taksici ile. Sanırım bugün kurban bayramının 1.günü olduğundan, havalimanı bomboş idi gittiğimde. Uçağa 2 saat vardı, o arada bisiklet ile ilgili ücret ödeme işlemlerini yaptırdım, içerideki bir cafe de oturdum, benim dışımda daha çok İsrailli turistler vardı havalimanında. Sorunsuz bir şekilde bisikleti ve çantaları teslim ettim, uçağa geçtim, Gürcistan gezimi tamamladım.
Gezi ile ilgili Kısa Notlarım:
- Bir daha gidecek olsam ve bisikletsiz gezmeye gidecek olsam, Tiflis veya Batum’a uçarım, anlaşacağım bir tur şirketiyle direkt svaneti’ye gider 1 hafta geçiririm oralarda. Doğayı sevenler için özellikle Batum’da vakit kaybetmeye hiç gerek yok.
- Kültürel anlamda Tiflis daha ilgi çekici, hem mimari açıdan, hem de gezilebilecek yerler açısından.
- Bisikletle geziyor olmanın devantajları ve zorlukları olduğu gibi pek çok avantajı da var. Örneğin, normalde hiç geçmeyeceğiniz yerlerden geçiyorsunuz. Veya araba ile giderken, televizyon ekranından izler gibi izlediğiniz o manzaranın, yaşamın içine giriyorsunuz. Normalde hiç konuşmayacağınız, tanışmayacağınız insanlarla vakit geçirebiliyorsunuz.
- Gürcistan ile ilgili genel olarak “tehlikeli” algısı var Türkiye’de. Geçmişte iç savaş yaşadığından, Rusya ile sorunlu bölgeleri olduğundan kaynaklı sanırım. Geçtiğim yerlerde herhangi bir tehlikeli durumla karşılaşmadım. Geçtiğim ıssız dağlarda, köylerde karşılaştığım insanlar, tıpkı Anadolu köylerindeki gibi sıcakkanlı ve yardımcı olmayı seven insanlardı. Benim düşünceme göre, insanların çok olduğu yerler, insanların az olduğu yerlere oranla daha tehllikelidir. Yola çıkmadan önce tabi ki araştırdım, planladım, ve yol boyunca dikkatliydim, tedbirlerim vardı. Gelişigüzel bir şekilde yola çıkmadım. Fakat, gitmeden önce de en fazla Türkiye’de olduğum kadar tehlikede olabileceğimi biliyordum. Belki de o dönemde Gürcistan’da gezi yaparak, başka bir yerde olmayıp, bir tehlikeden kurtulmuşumdur, kimbilir?
- Bu turu yaparken olabildiğince doğaçlama olmasını istedim. O nedenle gitmeden önce kalacak yer ayarlamadım hiç bir yerde. Her günün sonuna doğru, telefonuma daha önce kaydettiğim offline haritayı-uygulamayı açıp, gideceğim yerde kalabileceğim hostel,hotel,misafir evlerine baktım, rastgele birine gittim. Fakat çadır,uyku tulumu her zaman yanımdaydı. Misafir evleri çok rahat ve doğal olduğundan, orada yaşayanlarla da iletişimde olmak istediğimden çadır yerine misafir evlerini tercih ettim genellikle.
- Paylaştığım fotoğraf ve videolardan küçük bir bölümünü gördüğünüz üzere, doğası inanılmaz güzellikle. Svaneti’de yaşayan çocukları kıskandım, tertemiz havada, doğanın içinde okullarına gidiyorlar, yediklerinden içtiklerine her şey doğal.
- Bu tip bir gezi yapmak için, orta halli bir bisiklet, tamir-bakım malzemeleri, termal kıyafetler, konserverler v.b. malzemeleri koyabileceğiniz bisiklet üzerine takılabilen çantalar, yokuşları çıkabilmek için yeterli kondisyon, ve biraz cesaret gerekiyor. Uçak biletlerinizi aldığınızda, bisiklet taşıma için ayrıca rezervasyon yaptırıp, ek ücret ödemeniz, ve bisikletinizi tercihen bisiklet kutusuna, zarar görmeyecek şekilde yerleştirmeniz gerekiyor.
- Böyle bir gezi yapmak, akvaryum’dan çıkıp, açık denize girmek anlamına geliyor. Uçağa atlayıp, bir ülkeye gidip, popüler kültür tarafından size öğretilen klasik-panaromik şehir turlarını yapmıyorsunuz, kendi belirlediğiniz, kendi istediğiniz rotalardan, bir ülke’nin kılcal damarlarına kadar girip, her sınıftan insanla iletişime geçiyorsunuz, belki de kimsenin geçmediği yerlerden geçiyorsunuz. Bu anlamda, hayatınızda kilometre taşı diyebileceğiniz bir yeri oluyor.
- Benim yaptığım rota’yı gidecek olanlara tavsiye etmem. Lentekhi – Ushguli arasında yol var ile yok arası. Issız yer çok, nereden baksanız 10–15 km.lik yokuşu, yol olmadığından, çok fazla çukur–taşlıktan dolayı bisikleti iterek tırmandım. Manzara inanılmaz ama görmek için harcayacağınız efor’da inanılmaz. Herkes benim kadar şanslı olmayabilir. Siz daha mantıklı rotalar çizin.
- Yalnız çıktığınız bir yolculukta neler düşünüyorsunuz..? Dikkat etmeniz gerekenleri, güvenliğinizi, akşam ulaşacağınız yeri, bir önceki gün geçtiğiniz yerleri, ailenizi, ülkenizi, gençliğinizi, çocukluğunuzu, planlarınızı ve tabi ki bir sonraki turunuzun güzergahını.
- Güzel olan varılacak yer değil, yolda olmak.
Gürcistan bisiklet turumun özet videosunu şuradan izleyebilirsiniz :



