Taygun Kon
Forum Demirbaşı
- Kayıt
- 12 Temmuz 2018
- Mesaj
- 591
- Tepki
- 1.487
- Şehir
- istanbul
- İsim
- Taygun K.
- Başlangıç
- 2018—19
- Bisiklet
- Giant
- Bisiklet türü
- Şehir - Tur
Ben bisiklet ile her hafta bir yerlere giderim hadi en kötü iki haftada bir. Bu güne kadar defalarca kez şehiriçi tur makalesi yazmak için kalemi elime aldım ama... Hoş kalem de bir işe yaramıyor burada, telefonun dokunmatiğine kuvvet.
Ama sanırım bu sefer başaracağım. Bakalım beğenecek misiniz
***
Turun kendi uzun olunca makalesi de ondan geri kalmıyor.
Bu tura başlarken amacım Side'de bulunan Apollon Tapınağını görmekti. Burayı 12 sene önce görmüştüm. Uzun zamandır düşünüyordum acaba gidiş geliş toplamda 160km'lik bir yolu kaldırabilir miyim diye. Daha önce yaptığım en uzun mesafe 140.4 km idi. Sonunda merakım üstün geldi, cesaretimi topladım ve 140.4 km'nin üzerine bir 100 daha koyarak günü bitirmeye karar verdim.
Sabah 5'e kurduğum saatten çok önce uyandım. Akşam erken yatmış, eşyalarımı da hazırlamıştım.
Sabah kahvemi yaptım, iki yumurta haşlayıp yedikten sonra yola koyuldum. Henüz güneş doğmamıştı.

Eğer uzun bir tur yapacaksam işin en sıkıcı yanı her zaman geçtiğim yollardan geçmek oluyor. Özellikle de buraları şehrin tam merkezi ise. Hiç görmediğim o yeni yerlere varmak için can atıyorum.
Son iki sürüşümde yaşadığım nefes tıkanıklığı nedeniyle biraz da temkinliyim. En ufak bir zorlanmada hemen tempoyu düşürmeye şartladım.kendimi. İlk başlarda yolu zaten biliyor olduğumdan seri şekilde devam ediyorum. Fazla bir trafikte yok, en azından hava açıklandığında havaalanını geçmeyi hedefliyorum. Hedefledim ve hedefime de ulaştım.

Aksu Çayı - Havaalanı'ndan sonra gelen ilçe
Havaalanı sonrası ise Aspendos'a kadar yine biliyorum yolu, ama şehirden çıktığım için memnunum. Bu sefer çıkışta üstü çizili Antalya tabelasını gözden kaçırdım ama olsun zaten geçen hafta çekmiştim

Hayır bu fotoğrafı koyarken hile yapmıyorum. Her hafta her hafta çekecek halim yok ya ?
Artık Antalya kent merkezi sınırlarının dışındayım. Aksu'yu da geçmişim ama halen güneşin doğumunu göremedim. Serik'e doğru güzel bir tempoda gidiyorum. Ortalamam 25km/s ve 1 saati biraz geçmiş ben yola çıkalı. Nihayetinde Serik'e varacağım ama güneşin doğuşunu izlemek ve biraz fotoğraf çekmek için duruyorum.

Umut her zaman var. Çünkü güneş yine ne güzel doğuyor !
Biraz su yudumluyorum. Az az ama sık sık şu içmeye özen gösteririm. Çok nadirdir koca şişeyi kafama diktiğim. Geçen hafta Termessos dağında karşılaştığım Rus bir gezgin grubunda görmüştüm; 1.5lt pet şişeyi matara kafesine ters şekilde sıkıştırmayı başarmıştı. Onca zamandır yüksek hacimli matara bakıyordum. Bunu görmek benim için bir devrim oldu şüphesiz. Yolda da bu keşfin nimetlerinden bol bol faydalandım.
Biraz daha yol alınca Serik'e vardım. Genelde hep kenar yollardan gitmeyi tercih ederim güvenliğin için. Ama nasıl bir karar verdiysem o an alttan geçen yola girdim. Sonuçta iki yol da aynı yere çıkıyor ama ben böyle risklere asla girmezdim. Özellikle trafik yoğunken ciddi sorun olabilir bizim için. Neyse ki yol boştu ve emniyet şeridi genişti. Bu küçük hatanın da anısı fotoğraflarıma yansıdı.

Serik boyunca hiç durmadan pedalladım. Şehirden kaçmak gerçekten çok güzel.
Bu arada güneş yavaş yavaş yükseliyor ama ben üşüyorum. Çünkü burası Antalya ve tüm şehirde hala tişört ve şortla dolaşan insanlarız biz. İstanbuldaki arkadaşlarımın fotoğraflarını görünce bir acayip geliyor bana.
Zaten rüzgârlığım yok, kışlıklarım da istanbulda ve güneşin yükselmesini beklemekten ve sürmekten başka çare yok. Yeter ki fazla rüzgâr yaratmayasın.

Fotoğraflarımız hep bisikletli olmayacak ya!
Serik çıkışı - Köprüçay
Köprüçay'ı geçince bildiğim.yolun da sonuna gelmiş oluyorum. Ama burası aklında küçük bir öneri vermek isterim. Bu çayın üzerinde tarihi Roma imparatorluğu dönemine dayanan bir köprü var, Aspendos köprüsü. Roma döneminde inşaa edilmiş ve Selçuklular tarafından da yenilenmiş. Bu yüzde n Selçuklu köprüsü ya da Belkıs köprüsü diye de anılıyor. Yine geçen hafta Aspendos'a gittiğimde üzerinden pedallayarak geçtim. Giderseniz görmeyi ihmal etmeyin.

Aspendos köprüsü
Serik'ten çıkınca hava birden değişiyor. Hava dediysem öyle yağmur filan değil. Şehirden işte o an çıktınız. Yollar kaymak gibi sağ sol yeşillik, mis gibi tezek kokuları oooohh ! Ayrıca her tarafta dolu, boş bir sürü sera. 50.km'yi de geçmişim. Fotoğraf çekecek yerler var lakin şarjımı yemek istemiyorum. Nitekim 2 tane powerbank taşısam da niye uğraşayım habire dur kalk.
Az daha gidince gerçekten iğrenç kimyasal kokular burnuma geliyor. Yolun diğer tarafında 1 2 tesis var (dönerken gördüm) gerçekten midemi bulandırdı. Bir an önce oradan kurtulmak için pedallara asılıyorum. Biraz sprint'ten bi zarar gelmez. Ama yorulmamalıyım çünkü yolum çok.

Havada Devrim kokusu var ?
Pis kokulu yol boyunca traktörlü bir amcam peşimden geliyor. Bir yaklaşıyor bana tam sollayacak yavaşlıyor. İkimiz de emniyet şeridindeyiz ama beni geçmiyor. 1 - 2 kez denedi geçmeyi vazgeçti. Böyle peş peşe birbirimize baka baka 3km gittik. Sonrasında benim bakmamdan bıkmış olacak ki yola çıkıp gazı kökledi. Çok şükür ! Bir traktör tarafından takip edilmek çok kafa şişirici.
Traktörle kovalamaca oynarken Manavgat'a da iyice yaklaştım. Ve ilçe girişine yakın:

İtiraf edin hanginiz yapmak istemedi ki ?
Sonrası çok manidar. 200 metre gittim ki arkadan gelen beyaz bir araba. Emniyet şeridine girdi kasten ve teğet geçip çıktı bana. Plakayı alamadım. Sansüre karşıyım, oto sansüre çok daha karşıyım. Ama ağzımdan çıkanlar konusunda sansür uygulamam gerektiğine yürekten inanıyorum.
Bu sarlatan'ın yarattığı gerginliğin üzerine günün en sevdiğim fotoğrafını çektiğim yere geldim. Henüz farkında değildim ama 100mt.ileride de Manavgat tabelası varmış.

Yalnızlığın fotoğrafı.
Biraz fotoğrafçılığa merakınız var ise bilirsiniz; Fransa'daki Lavanta Bahçeleri fotoğrafını aklıma getiriyor.

Bir ilçeye ya da şehire ilk girdiğinizde ne ile karşılaşmak istersiniz ? Ya da ne umarsınız ?
Hemen girişte yaşadığım tacizi düşündükten sonra şu manzarayı gördüm;

Ve dedim ki sanırım buradaki insanlar pek dost canlısı değil ! Ben en iyisi topuklayayım.
Biraz daha sürüyorum, yolda sürekli karşıma Alanya ..km şeklinde tabela çıkıyor. Ama sürekli Alanya ! Gına geldi görmekten. Hani Fenerbahçe formam yanında olsa basıp gidip fethedip geleceğim "Hayırdır siz şampiyonluk filan ? Az yavaş çekilin bakayım kenarı !" diyeceğim ama o da yok ki yanımda ! Artık başka sefere ?

Otostop çekmeyi seveniniz var mı ? Varsa toplansın. Şimdi bunu gördüğünüz yerde araçlar hayatta durmuyor. Benden söylemesi tecrübe ile sabit. 1km daha ileride bir AVM var onu geçince az daha ilerleyin üstten gelen yolun bittiği yerden 200 - 300 metre ilerde bekleyin. Biz neredeyse her karışında denedik orası en ideal yer. Yani buranın 1.5 km ötesi diyeyim
Veee beklenmedik bir süpriz ile karşılaştım. Hatta iki supriz. Şimdi nasıl olduysa Side'nin Manavgat'ın ilerisinde olduğunu düşündüğüm bir bilgiye sahiptim. Öğrendim ki Side alt kısımda ve ben anayoldan giderek Side'yi pas geçtim. Öte yandan Side de bir müze varmış ve ben bunu karşımdaki tabelada okuyorum.
Tabelayı okurken üçüncü br fikir de kafamda canlanıyor çünkü Şelale yazıyor tabelanın birinde. Manavgat Şelalesi! Ben buraya niye gitmiyorum ki !
Amacım saat 11 de Apollon Tapınağında olmaktı saat ise 11.10 eh geç kaldım sayılmaz ama madem Side'yi pas geçtim, o zaman Şelale'yi görüp öyle gideyim. Daha kaç kez geleceğim buraya dedikten sonra başladım tabelaları takibe ve sonrasında birini durdurup sordum. Tarif ettiği yere de gittim ama karşıma yapay garip bir ucube çıktı.
Sonra akıl edip tekrar birine sordum Şelale nerede diye. Meğersem bi yapay, bir de doğal şelale varmış. Tabi ki Ben doğal olanını arıyorum. Ama 3 4 km mesafesi varmış. Vuruyorum beyaz atın pedallarına ve deh !
Dedim ya dize buradaki insanlar dost canlısı değil. Acıktığımı hissedince bir pastanenin önünde durdum. Elde bisiklet kaldırıma çıktım. Adamın birisi kaldırımda deli gibi bisiklet sürüyor. Öyle hızlı ki ! Geldi benim elimdeki bisikletin arka tekerleğine çarptı ve hiçbirşey olmamış gidi yoluna devam etti ! Hatta bi baktı ban kafasını çevirip, hiç umursamazca topuk.
Fırından çıktıktan sonra da iki tane manyak gördüm. Alakasız bir motorsikletle yanıma yaklaşıp havlayıp gittiler. Şaka değil Hav hav hav deyip basıp gittiler.
Ben kediyim kardeşler size de miyav miyav ! ??

Şeeyy ! Pardon ! Kadıköy'e nereden gidiyorduk acaba ?

Şelaleye sonunda vardım. 6 lira giriş ücreti vardı. Bence gayet ideal. Turnikeleri geçtiğim alana tam polis kulübesinin yanına bisikleti bağladım. Polisten de gişedeki kişi benim için izin istedi. şöylece rahatlıkla içeriye girdim.

İçeride bence çok huzurlu bir ortam vardı. Ancak öyle hoşnutsuz bir durum ki dörtbir yanda en az 15 farklı işletme var. Cafe, takıcı, dondurmacı vs.vs.vs. Gerçekten alana ait o huzura büyük bir gölge düşürüyor. İstanbul'daki arkadaşlar bilir. Beltur gibi bir tane yer ve seyir terasları ile harika huzurlu bir yer olabilir orası.
Kuş cıvıltıları yeşillik, suyun rengi harika ! Ahenk mükemmel !



Lânet olsun ülkemizin doğal güzelliklerini parselleyip satanlara !
Bütün dip gürültüsüne rağmen uzak bir köşeye çekildim ve olabildiğince sessiz bir köşede, kuş cıvıltıları ve manzara eşliğinde elmamı ve fırından aldıklarını yedim.
Sonra da Side'ye doğru yola koyuldum.
****
Side benim için önemli bir yer, keza Manavgat'ta Burada ergenlik yıllarımdan kalma iyi, kötü anılarım var. Her gectigim yerde onları hatırladım yeniden düşündüm. Bisikletin üzerinde sadece Side'ye değil, geçmişe hatta geçmişten günümüze gelen bir yola da pedal çevirdim.
Sonunda Side...

Ne kadar harika bir yer olduğunu girer girmez görüyoruz. Bu gördüğünüz M.s.2.yy'a ait olan Anıtsal çeşme - Nyphaeum - şehrin en önemli yapılarından birisiymiş. Önünde büyük bir havuz ve meydan bulunurmuş. Epibaterios ( Deniz ticaretinin başlaması ) bayramlarında tören alayı bu çeşmenin önünde yapılırmış.
Çeşmeyi geçtikten sonra ise sütunlu Cadde, Ana giriş kapısı, İmparator Vespanianus çeşmesi ve Müze ile karşılaşıyoruz.
Sütunlu caddenin sadece 5 6 yarım sütünü yol kenarındaydı. Geriye kalan büyük ve diğer taraflara bağlı kısmı halen kazı alanının içerisinde.
Tabi ki korkuluklardan atlayıp girmek gibi şeyler yapmıyorum ben !

Burada ise Vespasianus çeşmesi ve şehrin ana kapısı,


Hiç bisiklet üzerinde fotoğrafım olmadı daha. Fotoğraf çekmesini rica ettiğim kişi "bin bir de sürerken çekeyim" deyince kapıdan paralayarak geçmeyi ihmal etmedim.
Sonrasında ise hemen kapının yanında bulunan Müze'ye girdim. Ne müzeyi gezmek ne de Manavgat şelalesine gitmek planında yoktu. Gece dönüş yolunda planlardan sapmanın zorluklarını yaşayacaktım ama, iyi ki de gittim
Side Müzesi yine antik şehre ait ve ayakta kalmış sağlam bir binanın içerisinde. Şehir planında okurken o binanın ne olduğu yazıyordu ama şu an unuttum.
Müze oldukça küçük. İçeri girdim görevliden bisikletime göz kulak olmasını rica ettim ve kilitleyip sergi binasına girdim . 2 küçük odası ve iki bahçesi var. Ama içerideki heykeller gerçekten harika !


Herkül - Herakles

Merkür - Hermes

Hygeia - Hijyen ve temizlik tanrıçası.
Günümüzde kullandığımız Hijyen kelimesi Hygeia'nın isminden gelir. Hem ingilizcede hem de bizim dilimizde. Muhtemelen biz de Hygeia'dan gelme başka bir dilden aldık bu sözü.
Burada yüzü çok dağılmış. Antalya Müzesi'ndeki çok daha iyi korunmuş bir heykel.
Müzeyi neredeyse 3 kez dolaştım. Tam kapıdan çıkacakken gözüme bir taş parçası ilişti. Sanırım bunun hikâyesini buraya eklemeliyim.
*****
Tüm Yollar neden Roma'ya çıkar ?
Sultanahmet'ten Roma'ya, oradan günümüz deyimlerine bir mil taşı.

Öncelikle bunun benim ilgimi çekme sebebini anlatayım. Bu güne kadar çok müze dolaştım ve gözden kaçakçılarım ya da öyle bakıp geçtiklerini kenara koyarsak Roma'nın Cumhuriyet dönemine ait gördüğüm ilk eser olmasıydı.
Peki bunun Sultanahmet ya da deyimlerle alakası ?
"Her yol Roma'ya çıkar" Bu sözü duymayan kalmamıştır herhalde. Bunun sebebi nedir ? Bileniniz vardır elbet. Roma yolları ile meşhurdu. Bütün dünyaya yayılmış güçlü bir ulaşım ağı vardı. Ve her ulaşım yolu üzerinde fotoğrafta gördüğünüz mil taşlarından döşeliydi. Yani Taşın bulunduğu noktadan Roma'ya olan uzaklığını belirten ifadelerin olduğu taşlar.
İşte bu taşta Side'nin 5 km yakınındaki kumköyde bulunmuş aynı amacı taşıyan bir taştı.
Roma'nın dışında Pergamon krallığının başkenti Bergama ile Side arasındaki uzaklığı gösteriyordu. Ve Ayrıca, Sardes (Salihli) ve Hierapolis (Pamukkale). Bu taşa göre Pergamon krallığı başkenti ile Side arası 435 km imiş (Roma miline göre yazıyor tabi)
Gelelim şimdi Sultanahmet'e. Ölçüler Roma'ya göre alınır da Roma'da neye göre alınır ?
Millerium Auerium Roma'da bu gün hala dimdik ayakta duran ve bütün Roma yollarının başlangıcı olan yapıt. Bunun İstanbul ile alakası ise: İmparator Constantin Byzantion'u yeniden inşa ettirip Constantinapolis olarak Roma imparatorluğu'nun yeni başkenti ilan ettiği zaman Millerium Auerium'un aynısindan burada da inşa ettirir. Ve Bugün tam ayasofya'nin karşısında, tramvay yolunun diğer tarafında duran biçimsiz şekilsiz, bizim adına Milyon taşı dediğimiz beyaz mermer parçası işte Constantin tarafından yaptırılan ve Ayasofya'nın inşaasına kadar dunyanın merkezi olarak kabul edilen o yapıya aittir.
***
Müzeden çıktım ve Tiyatroyu es geçip doğru tapınağa gitmek için yola koyuldum. Biraz dolaştıktan sonra Apollon tapınaği'na vardım.

EyKhryse'yi, kutsal Killa'yı koruyan gümüş yaylı, Tenedos'un güçlü kralı Smintheus, dinle beni,
Bir gün sana yaraşır bir tapınak yaptıysam, boğaların, keçilerin, yağlı butlarını yaktıysam senin uğruna,
şu dileğimi tez elden yerine getiriver:
Homeros - İlyada

Ben de çeşitli dileklerde bulundum tabi
Sonrası ise artık öğle yemeğini temeliydim. Ton balığı, ekmek, çikolata ve Powerrade..

Tapınakta öğle yemeği. Hem de herkes için

Tabi ki yalnız değilim. Ve en onemlisi de paylaşmayı seviyorum
Saat 3'u geçiyordu ve yola çıkmalıydım. Bütün malzemelerimi, çöplerimi topladım gideceğim. Eldivenleri taktım kask... Kask ?
Evet kaskım yoktu. Tapınağa geldiğimde çıkarmıştım ve fotoğrafını çeken kişinin fotoğrafını çekmek için kenara koymuştum ve öyle kalmış. Hemen gittim ve harika kask yerinde duruyordu ! Sanırım Apollon sesimi duydu ?
Son olarak Devlet Agorası'na uğradım.

Agora günümüzdeki pazar yerinin karşılığı. Hoş artık pazar da yok ya her yer AVM !

Artık dönüş yoluna başladım. Bu yolda bir handikapım vardı. Hem Şelaleye uğramak hem de Müzeyi gezmek beni planının dışına çıkarmıştı. Gece körüyüm ve genelde geceleri binmemeye gayret ederim. Gece bineceksem de şayet ildiğim yerlerde olmaya çalışırım.
Ben yola başlarken zorlu bir sınavla karşılaşacaktım.
Side ve Manavgat'ta uyduruk bisiklet yolları var. Bu bildiklerinizden de uyduruk. Keşke mavu yollar olsa. Kaldırimlara çizgi çekmişler ama kaldırima çikmak icin bisikleti elinize almalisiniz. Çıkış yok ! Diğer yandan baziları 3 4 metrede bir kesiliyor.
Kaldırım dışına çizilen yollar da mazgallar ile dolu. İyi ki 700×25 kullanmıyorum. 700×23 kullanan arkadaşlar oraya sakın gitmeyin.
Yine belli bir tempo tutturdum ve sürüyorum. 130km anca olmuş daha 110 küsur yapmalıyım. Ayrıca hava kararmadan en azından Lara'daki bisiklet yoluna girersem bu iş tamamdır. Ama daha çok yol var.
Ayrıca turlarda geldiğim yoldan dönmeyi hiç sevmem. Bu sebeple sahil şeridine indim ve oradan gidiyorum. 150.km civarları sahil yolundan ana yola bağlandık yine çünkü başka yol yoktu.
Ve tam Serik'e girdim güneşin batışını izlemeye başladım. Bugün güneşin doğuşunu da batışını da aynı ilçenin iki ucunda izlemiş oluyordum.

Bu arada 140.4 km'lik mesafemi de aşmış oldum. Daha çok yol vardı ve Serik'in merkezine kadar geldiğim yolun tersinden sürdüm.
Dedim ya aynı yoldan sürmeyi sevmiyorum diye. Eğer aynı yoldan devam etsem çok daha çabuk eve varırdım ama bennsahil şeridinde olmayı tercih ettim. Daha doğrusu oteller bölgesinde.
Serik'ten boğazkesen'e inerken karanlık iyice arttı. Boğazkesen'e geldiğimde ise tamamen karanlıktı. Ve orası nasıl bir yerse doğru düzgün ışıklandırması yoktu.
Sanırım isminin hakkını fazlasıyla veren bir yerdeydim.
Daha da kotusü taşıdığım far da iflas etti. Ne mutlu bir an !
Karanlıklar çevremizi sarsa da, Kalbimiz hep aydınlık olsun
Emniyet şeridine girdim. Büyük bir riskle şeridin parlaklığını kullanarak yolumu buluyordum. Çoğu zaman gelip geçen araçların peşinden sprint atıp olabildiğince ışıklarından faydalanmaya çalışıyordum. Onun dışında ise kaplumbağa ile yarışsak kesin kaybederdim.
Böyle kaç km gittim bilmiyorum. Ama sonunda oteller bölgesine vardım. Artık eve yakın bir yere varmalıydım. Eger 250km tamamlamak istersem evin oralarda tur atabilirdim.
166.km olduğunda ev arkadaşımdan patates haşlaması ya da makarna yapmasını istedim. O da yemeğin ocakta dedi. Bu güzel haberin güzelliğini gece yeniden düşünecektim.
Ara ara karanlıklardan geçsem de ışıklandırma önümü görmek konusunda rahattım. Ama gece körü olmam sadece anlik gorme yetimi degil yön bulma duygusu gibi duygularımı da etkiliyor. -Pamukkale Üniversitesi bir şey bulamadık dedi - Baskasina gidecegim tekrar. -
Bir yolda gidiyorum. Haritada köprü var ama biraz uzakta, yol boş kaymak gibi. Sür sür gidiyorum. Az önce bir kavşaktan dönmüşüm. Köprüyü geçtim geçmesine ama sanki biraz erken geçtim gibi bir his. 4 km kadar gittim ama yok ne sıradaki otel var ne başkası. Haritaya bir baktım ki yanlış yöne girmişim. Geri döndüm ve doğru yola girdim. Bu bana +8 km olarak dönse de güvenli bölgeme dönmem için -8 km zaman anlamına geliyordu.
Doğru yola geri dönünce yanımda yol bisikleti süren birisi belirdi. Onun peşine takıldım. Benden 1 tık yüksek bir tempodaydı. 2km kadar onu takip ettim ama sonra yollarımız ayrıldı.
190.km olmuştu sanırım.

- Taygun hadi eve gidelim artık
- Tamam gidiyoruz zaten canım
- Allah Belanı versin !
(Bir bisikletin dıramı)
Şu tabelanın önünde durup su içerken dedim ki bu bisiklet şimdi dile gelse bana neler söverdi kim bilir !
Bu çektiğim son fotoğraf oldu. Ev arkadaşım ise mesajlarıma yanıt vermiyordu ki zaten telefonu çok nadir elime alıyordum kavşaklar haricinde.
Lara Turizm bolgesine girdim. Artik sehir merkezindeydim. Ama bisiklet yolunun başladığı yere cok vardı. Hatta tahmin ettiğimden çok daha çok. Yavaştan yorgunluk belirtilerim basladi. Daha once oralardan geçmiş olsam da yol bana inanilmaz uzun geldi. Gece saat 10 gibi bisiklet yoluna girdim ve derin bir nefes aldım.
Lara'nın bisiklet yolları o kadar iğrenç ki, birine çarpma olasılığinız ana caddexe kaza yapma olasılığınızdan fazla. Çünkü daracik bir yol - Standart bisiklet yolunun 3/2si kadar ve yaya kaldirimi da orası.
Yavaş yavaş sakın sakın o yolu takip ettim. Orası konyaaltına kadar giden uzun bir yol. Şükür ki kaza yapmadan geçmeyi başardım o yoldan.
Bu arada hava iyice soğudu ve ben üşümeye başladım. Meşhur saat kulesinin altında son kekimi yiyip enerji içeceğimi içtikten sonra yola koyuldum. Kendime sözüm asla tempoyu artırmayacak ve çok sakin gidecektim.
225.km olduğunda sahile inmiş, Konyaaltı sahilindeki bisiklet yolunun Varyant denilen baş kısmındaydım. - Orada çok güzel bir tırmanış segmenti var. Ah bir de asfalt olsa ! -
Geriye kaldı 30km Yoslun başından başlayarak sonuna kadar sürdüm. Strava'dan da takip ettim. Tam 6.4km eğer 10km hadi 8 de olur ! olsaydı o yol tekrar dönecektim. Ama 231 km'yi görünce sayaçta pes ettim. Çok üşümeye başladım. Saat 12'yi geçiyordu.
İşte burada psikolojik bir savaşla yüz yüze geldim. Evet içinden 250 km'yi geçmek geliyordu ama o yollarda sürmek, amaçsız başı boş sadece mesafe olsun diye tur atmak çok anlamsız geliyordu. Hadi konyaaltı sahilinde hesap yapacağım diye uydurdum bir bahane ama gerisi ?
Olası KOM alabileceğim segmentlerde hazır boş yollarda turlamak iyi bir fikir olsa da bu kadar yoğun aktivitenin, açlığın ve üşümenin üzerine kesinlikle akıllıca bir fikir değildi.
Ayrıca son iki sürüşünde yaşadığım tıkanma hali kulağımın kenarında duruyordu.
Sonrasında eve dönmeye karar verdim. Ama sona her yaklaştığında pedal çevirmek çok güç oluyordu. Neredeyse tüm yolu 3x8 sistemde 2 -6 üzeri vites kombinasyonu ile gittiğimi varsayarsak 2 - 4 e kadar düştüm. Gerçekten zar zor eve vardım. 250 km'yi geçmek çok anlamsız geliyordu.
Sonrasında ise bana 2 km daha attıracak ekmek arayışı turuna başladım çünkü fırın kapalıydı. (istanbulda hep 24 saat açık olurdu - ah kadıköy )
Bu arada ev arkadaşımdan hala ses olmadığı gibi ben de ocakta olan yemeğin akibetini unutmuştum.
Geceyi 244.3 km ile bitirdim. Evet gerçekten 6 km daha sürmek çok anlamsızdı.
Saat 01.25'te apartmana girdim. 12dk önce aranmışım. Mutfağa girdiğimde elektirikli ocak yeni soğumaya başlamış, patatesler de kapkara bir tencerenin içindeydi ?
Son olarak eklemek isterim ki:

Sevgili lastiğin hiç parlaksız 2100.km'sini doldurdu. Bence güzel bir alkışı hak ediyor değil mi
Turun Strava kaydı: (link)
Ama sanırım bu sefer başaracağım. Bakalım beğenecek misiniz
***
Turun kendi uzun olunca makalesi de ondan geri kalmıyor.
Bu tura başlarken amacım Side'de bulunan Apollon Tapınağını görmekti. Burayı 12 sene önce görmüştüm. Uzun zamandır düşünüyordum acaba gidiş geliş toplamda 160km'lik bir yolu kaldırabilir miyim diye. Daha önce yaptığım en uzun mesafe 140.4 km idi. Sonunda merakım üstün geldi, cesaretimi topladım ve 140.4 km'nin üzerine bir 100 daha koyarak günü bitirmeye karar verdim.
Sabah 5'e kurduğum saatten çok önce uyandım. Akşam erken yatmış, eşyalarımı da hazırlamıştım.
Sabah kahvemi yaptım, iki yumurta haşlayıp yedikten sonra yola koyuldum. Henüz güneş doğmamıştı.

Eğer uzun bir tur yapacaksam işin en sıkıcı yanı her zaman geçtiğim yollardan geçmek oluyor. Özellikle de buraları şehrin tam merkezi ise. Hiç görmediğim o yeni yerlere varmak için can atıyorum.
Son iki sürüşümde yaşadığım nefes tıkanıklığı nedeniyle biraz da temkinliyim. En ufak bir zorlanmada hemen tempoyu düşürmeye şartladım.kendimi. İlk başlarda yolu zaten biliyor olduğumdan seri şekilde devam ediyorum. Fazla bir trafikte yok, en azından hava açıklandığında havaalanını geçmeyi hedefliyorum. Hedefledim ve hedefime de ulaştım.

Aksu Çayı - Havaalanı'ndan sonra gelen ilçe
Havaalanı sonrası ise Aspendos'a kadar yine biliyorum yolu, ama şehirden çıktığım için memnunum. Bu sefer çıkışta üstü çizili Antalya tabelasını gözden kaçırdım ama olsun zaten geçen hafta çekmiştim

Hayır bu fotoğrafı koyarken hile yapmıyorum. Her hafta her hafta çekecek halim yok ya ?
Artık Antalya kent merkezi sınırlarının dışındayım. Aksu'yu da geçmişim ama halen güneşin doğumunu göremedim. Serik'e doğru güzel bir tempoda gidiyorum. Ortalamam 25km/s ve 1 saati biraz geçmiş ben yola çıkalı. Nihayetinde Serik'e varacağım ama güneşin doğuşunu izlemek ve biraz fotoğraf çekmek için duruyorum.

Umut her zaman var. Çünkü güneş yine ne güzel doğuyor !
Biraz su yudumluyorum. Az az ama sık sık şu içmeye özen gösteririm. Çok nadirdir koca şişeyi kafama diktiğim. Geçen hafta Termessos dağında karşılaştığım Rus bir gezgin grubunda görmüştüm; 1.5lt pet şişeyi matara kafesine ters şekilde sıkıştırmayı başarmıştı. Onca zamandır yüksek hacimli matara bakıyordum. Bunu görmek benim için bir devrim oldu şüphesiz. Yolda da bu keşfin nimetlerinden bol bol faydalandım.
Biraz daha yol alınca Serik'e vardım. Genelde hep kenar yollardan gitmeyi tercih ederim güvenliğin için. Ama nasıl bir karar verdiysem o an alttan geçen yola girdim. Sonuçta iki yol da aynı yere çıkıyor ama ben böyle risklere asla girmezdim. Özellikle trafik yoğunken ciddi sorun olabilir bizim için. Neyse ki yol boştu ve emniyet şeridi genişti. Bu küçük hatanın da anısı fotoğraflarıma yansıdı.

Serik boyunca hiç durmadan pedalladım. Şehirden kaçmak gerçekten çok güzel.
Bu arada güneş yavaş yavaş yükseliyor ama ben üşüyorum. Çünkü burası Antalya ve tüm şehirde hala tişört ve şortla dolaşan insanlarız biz. İstanbuldaki arkadaşlarımın fotoğraflarını görünce bir acayip geliyor bana.
Zaten rüzgârlığım yok, kışlıklarım da istanbulda ve güneşin yükselmesini beklemekten ve sürmekten başka çare yok. Yeter ki fazla rüzgâr yaratmayasın.

Fotoğraflarımız hep bisikletli olmayacak ya!
Serik çıkışı - Köprüçay
Köprüçay'ı geçince bildiğim.yolun da sonuna gelmiş oluyorum. Ama burası aklında küçük bir öneri vermek isterim. Bu çayın üzerinde tarihi Roma imparatorluğu dönemine dayanan bir köprü var, Aspendos köprüsü. Roma döneminde inşaa edilmiş ve Selçuklular tarafından da yenilenmiş. Bu yüzde n Selçuklu köprüsü ya da Belkıs köprüsü diye de anılıyor. Yine geçen hafta Aspendos'a gittiğimde üzerinden pedallayarak geçtim. Giderseniz görmeyi ihmal etmeyin.

Aspendos köprüsü
Serik'ten çıkınca hava birden değişiyor. Hava dediysem öyle yağmur filan değil. Şehirden işte o an çıktınız. Yollar kaymak gibi sağ sol yeşillik, mis gibi tezek kokuları oooohh ! Ayrıca her tarafta dolu, boş bir sürü sera. 50.km'yi de geçmişim. Fotoğraf çekecek yerler var lakin şarjımı yemek istemiyorum. Nitekim 2 tane powerbank taşısam da niye uğraşayım habire dur kalk.
Az daha gidince gerçekten iğrenç kimyasal kokular burnuma geliyor. Yolun diğer tarafında 1 2 tesis var (dönerken gördüm) gerçekten midemi bulandırdı. Bir an önce oradan kurtulmak için pedallara asılıyorum. Biraz sprint'ten bi zarar gelmez. Ama yorulmamalıyım çünkü yolum çok.

Havada Devrim kokusu var ?
Pis kokulu yol boyunca traktörlü bir amcam peşimden geliyor. Bir yaklaşıyor bana tam sollayacak yavaşlıyor. İkimiz de emniyet şeridindeyiz ama beni geçmiyor. 1 - 2 kez denedi geçmeyi vazgeçti. Böyle peş peşe birbirimize baka baka 3km gittik. Sonrasında benim bakmamdan bıkmış olacak ki yola çıkıp gazı kökledi. Çok şükür ! Bir traktör tarafından takip edilmek çok kafa şişirici.
Traktörle kovalamaca oynarken Manavgat'a da iyice yaklaştım. Ve ilçe girişine yakın:

İtiraf edin hanginiz yapmak istemedi ki ?
Sonrası çok manidar. 200 metre gittim ki arkadan gelen beyaz bir araba. Emniyet şeridine girdi kasten ve teğet geçip çıktı bana. Plakayı alamadım. Sansüre karşıyım, oto sansüre çok daha karşıyım. Ama ağzımdan çıkanlar konusunda sansür uygulamam gerektiğine yürekten inanıyorum.
Bu sarlatan'ın yarattığı gerginliğin üzerine günün en sevdiğim fotoğrafını çektiğim yere geldim. Henüz farkında değildim ama 100mt.ileride de Manavgat tabelası varmış.

Yalnızlığın fotoğrafı.
Biraz fotoğrafçılığa merakınız var ise bilirsiniz; Fransa'daki Lavanta Bahçeleri fotoğrafını aklıma getiriyor.

Bir ilçeye ya da şehire ilk girdiğinizde ne ile karşılaşmak istersiniz ? Ya da ne umarsınız ?
Hemen girişte yaşadığım tacizi düşündükten sonra şu manzarayı gördüm;

Ve dedim ki sanırım buradaki insanlar pek dost canlısı değil ! Ben en iyisi topuklayayım.
Biraz daha sürüyorum, yolda sürekli karşıma Alanya ..km şeklinde tabela çıkıyor. Ama sürekli Alanya ! Gına geldi görmekten. Hani Fenerbahçe formam yanında olsa basıp gidip fethedip geleceğim "Hayırdır siz şampiyonluk filan ? Az yavaş çekilin bakayım kenarı !" diyeceğim ama o da yok ki yanımda ! Artık başka sefere ?

Otostop çekmeyi seveniniz var mı ? Varsa toplansın. Şimdi bunu gördüğünüz yerde araçlar hayatta durmuyor. Benden söylemesi tecrübe ile sabit. 1km daha ileride bir AVM var onu geçince az daha ilerleyin üstten gelen yolun bittiği yerden 200 - 300 metre ilerde bekleyin. Biz neredeyse her karışında denedik orası en ideal yer. Yani buranın 1.5 km ötesi diyeyim
Veee beklenmedik bir süpriz ile karşılaştım. Hatta iki supriz. Şimdi nasıl olduysa Side'nin Manavgat'ın ilerisinde olduğunu düşündüğüm bir bilgiye sahiptim. Öğrendim ki Side alt kısımda ve ben anayoldan giderek Side'yi pas geçtim. Öte yandan Side de bir müze varmış ve ben bunu karşımdaki tabelada okuyorum.
Tabelayı okurken üçüncü br fikir de kafamda canlanıyor çünkü Şelale yazıyor tabelanın birinde. Manavgat Şelalesi! Ben buraya niye gitmiyorum ki !
Amacım saat 11 de Apollon Tapınağında olmaktı saat ise 11.10 eh geç kaldım sayılmaz ama madem Side'yi pas geçtim, o zaman Şelale'yi görüp öyle gideyim. Daha kaç kez geleceğim buraya dedikten sonra başladım tabelaları takibe ve sonrasında birini durdurup sordum. Tarif ettiği yere de gittim ama karşıma yapay garip bir ucube çıktı.
Sonra akıl edip tekrar birine sordum Şelale nerede diye. Meğersem bi yapay, bir de doğal şelale varmış. Tabi ki Ben doğal olanını arıyorum. Ama 3 4 km mesafesi varmış. Vuruyorum beyaz atın pedallarına ve deh !
Dedim ya dize buradaki insanlar dost canlısı değil. Acıktığımı hissedince bir pastanenin önünde durdum. Elde bisiklet kaldırıma çıktım. Adamın birisi kaldırımda deli gibi bisiklet sürüyor. Öyle hızlı ki ! Geldi benim elimdeki bisikletin arka tekerleğine çarptı ve hiçbirşey olmamış gidi yoluna devam etti ! Hatta bi baktı ban kafasını çevirip, hiç umursamazca topuk.
Fırından çıktıktan sonra da iki tane manyak gördüm. Alakasız bir motorsikletle yanıma yaklaşıp havlayıp gittiler. Şaka değil Hav hav hav deyip basıp gittiler.
Ben kediyim kardeşler size de miyav miyav ! ??

Şeeyy ! Pardon ! Kadıköy'e nereden gidiyorduk acaba ?

Şelaleye sonunda vardım. 6 lira giriş ücreti vardı. Bence gayet ideal. Turnikeleri geçtiğim alana tam polis kulübesinin yanına bisikleti bağladım. Polisten de gişedeki kişi benim için izin istedi. şöylece rahatlıkla içeriye girdim.

İçeride bence çok huzurlu bir ortam vardı. Ancak öyle hoşnutsuz bir durum ki dörtbir yanda en az 15 farklı işletme var. Cafe, takıcı, dondurmacı vs.vs.vs. Gerçekten alana ait o huzura büyük bir gölge düşürüyor. İstanbul'daki arkadaşlar bilir. Beltur gibi bir tane yer ve seyir terasları ile harika huzurlu bir yer olabilir orası.
Kuş cıvıltıları yeşillik, suyun rengi harika ! Ahenk mükemmel !



Lânet olsun ülkemizin doğal güzelliklerini parselleyip satanlara !
Bütün dip gürültüsüne rağmen uzak bir köşeye çekildim ve olabildiğince sessiz bir köşede, kuş cıvıltıları ve manzara eşliğinde elmamı ve fırından aldıklarını yedim.
Sonra da Side'ye doğru yola koyuldum.
****
Side benim için önemli bir yer, keza Manavgat'ta Burada ergenlik yıllarımdan kalma iyi, kötü anılarım var. Her gectigim yerde onları hatırladım yeniden düşündüm. Bisikletin üzerinde sadece Side'ye değil, geçmişe hatta geçmişten günümüze gelen bir yola da pedal çevirdim.
Sonunda Side...

Ne kadar harika bir yer olduğunu girer girmez görüyoruz. Bu gördüğünüz M.s.2.yy'a ait olan Anıtsal çeşme - Nyphaeum - şehrin en önemli yapılarından birisiymiş. Önünde büyük bir havuz ve meydan bulunurmuş. Epibaterios ( Deniz ticaretinin başlaması ) bayramlarında tören alayı bu çeşmenin önünde yapılırmış.
Çeşmeyi geçtikten sonra ise sütunlu Cadde, Ana giriş kapısı, İmparator Vespanianus çeşmesi ve Müze ile karşılaşıyoruz.
Sütunlu caddenin sadece 5 6 yarım sütünü yol kenarındaydı. Geriye kalan büyük ve diğer taraflara bağlı kısmı halen kazı alanının içerisinde.
Tabi ki korkuluklardan atlayıp girmek gibi şeyler yapmıyorum ben !

Burada ise Vespasianus çeşmesi ve şehrin ana kapısı,


Hiç bisiklet üzerinde fotoğrafım olmadı daha. Fotoğraf çekmesini rica ettiğim kişi "bin bir de sürerken çekeyim" deyince kapıdan paralayarak geçmeyi ihmal etmedim.
Sonrasında ise hemen kapının yanında bulunan Müze'ye girdim. Ne müzeyi gezmek ne de Manavgat şelalesine gitmek planında yoktu. Gece dönüş yolunda planlardan sapmanın zorluklarını yaşayacaktım ama, iyi ki de gittim
Side Müzesi yine antik şehre ait ve ayakta kalmış sağlam bir binanın içerisinde. Şehir planında okurken o binanın ne olduğu yazıyordu ama şu an unuttum.
Müze oldukça küçük. İçeri girdim görevliden bisikletime göz kulak olmasını rica ettim ve kilitleyip sergi binasına girdim . 2 küçük odası ve iki bahçesi var. Ama içerideki heykeller gerçekten harika !


Herkül - Herakles

Merkür - Hermes

Hygeia - Hijyen ve temizlik tanrıçası.
Günümüzde kullandığımız Hijyen kelimesi Hygeia'nın isminden gelir. Hem ingilizcede hem de bizim dilimizde. Muhtemelen biz de Hygeia'dan gelme başka bir dilden aldık bu sözü.
Burada yüzü çok dağılmış. Antalya Müzesi'ndeki çok daha iyi korunmuş bir heykel.
Müzeyi neredeyse 3 kez dolaştım. Tam kapıdan çıkacakken gözüme bir taş parçası ilişti. Sanırım bunun hikâyesini buraya eklemeliyim.
*****
Tüm Yollar neden Roma'ya çıkar ?
Sultanahmet'ten Roma'ya, oradan günümüz deyimlerine bir mil taşı.

Öncelikle bunun benim ilgimi çekme sebebini anlatayım. Bu güne kadar çok müze dolaştım ve gözden kaçakçılarım ya da öyle bakıp geçtiklerini kenara koyarsak Roma'nın Cumhuriyet dönemine ait gördüğüm ilk eser olmasıydı.
Peki bunun Sultanahmet ya da deyimlerle alakası ?
"Her yol Roma'ya çıkar" Bu sözü duymayan kalmamıştır herhalde. Bunun sebebi nedir ? Bileniniz vardır elbet. Roma yolları ile meşhurdu. Bütün dünyaya yayılmış güçlü bir ulaşım ağı vardı. Ve her ulaşım yolu üzerinde fotoğrafta gördüğünüz mil taşlarından döşeliydi. Yani Taşın bulunduğu noktadan Roma'ya olan uzaklığını belirten ifadelerin olduğu taşlar.
İşte bu taşta Side'nin 5 km yakınındaki kumköyde bulunmuş aynı amacı taşıyan bir taştı.
Roma'nın dışında Pergamon krallığının başkenti Bergama ile Side arasındaki uzaklığı gösteriyordu. Ve Ayrıca, Sardes (Salihli) ve Hierapolis (Pamukkale). Bu taşa göre Pergamon krallığı başkenti ile Side arası 435 km imiş (Roma miline göre yazıyor tabi)
Gelelim şimdi Sultanahmet'e. Ölçüler Roma'ya göre alınır da Roma'da neye göre alınır ?
Millerium Auerium Roma'da bu gün hala dimdik ayakta duran ve bütün Roma yollarının başlangıcı olan yapıt. Bunun İstanbul ile alakası ise: İmparator Constantin Byzantion'u yeniden inşa ettirip Constantinapolis olarak Roma imparatorluğu'nun yeni başkenti ilan ettiği zaman Millerium Auerium'un aynısindan burada da inşa ettirir. Ve Bugün tam ayasofya'nin karşısında, tramvay yolunun diğer tarafında duran biçimsiz şekilsiz, bizim adına Milyon taşı dediğimiz beyaz mermer parçası işte Constantin tarafından yaptırılan ve Ayasofya'nın inşaasına kadar dunyanın merkezi olarak kabul edilen o yapıya aittir.
***
Müzeden çıktım ve Tiyatroyu es geçip doğru tapınağa gitmek için yola koyuldum. Biraz dolaştıktan sonra Apollon tapınaği'na vardım.

EyKhryse'yi, kutsal Killa'yı koruyan gümüş yaylı, Tenedos'un güçlü kralı Smintheus, dinle beni,
Bir gün sana yaraşır bir tapınak yaptıysam, boğaların, keçilerin, yağlı butlarını yaktıysam senin uğruna,
şu dileğimi tez elden yerine getiriver:
Homeros - İlyada

Ben de çeşitli dileklerde bulundum tabi
Sonrası ise artık öğle yemeğini temeliydim. Ton balığı, ekmek, çikolata ve Powerrade..

Tapınakta öğle yemeği. Hem de herkes için

Tabi ki yalnız değilim. Ve en onemlisi de paylaşmayı seviyorum
Saat 3'u geçiyordu ve yola çıkmalıydım. Bütün malzemelerimi, çöplerimi topladım gideceğim. Eldivenleri taktım kask... Kask ?
Evet kaskım yoktu. Tapınağa geldiğimde çıkarmıştım ve fotoğrafını çeken kişinin fotoğrafını çekmek için kenara koymuştum ve öyle kalmış. Hemen gittim ve harika kask yerinde duruyordu ! Sanırım Apollon sesimi duydu ?
Son olarak Devlet Agorası'na uğradım.

Agora günümüzdeki pazar yerinin karşılığı. Hoş artık pazar da yok ya her yer AVM !

Artık dönüş yoluna başladım. Bu yolda bir handikapım vardı. Hem Şelaleye uğramak hem de Müzeyi gezmek beni planının dışına çıkarmıştı. Gece körüyüm ve genelde geceleri binmemeye gayret ederim. Gece bineceksem de şayet ildiğim yerlerde olmaya çalışırım.
Ben yola başlarken zorlu bir sınavla karşılaşacaktım.
Side ve Manavgat'ta uyduruk bisiklet yolları var. Bu bildiklerinizden de uyduruk. Keşke mavu yollar olsa. Kaldırimlara çizgi çekmişler ama kaldırima çikmak icin bisikleti elinize almalisiniz. Çıkış yok ! Diğer yandan baziları 3 4 metrede bir kesiliyor.
Kaldırım dışına çizilen yollar da mazgallar ile dolu. İyi ki 700×25 kullanmıyorum. 700×23 kullanan arkadaşlar oraya sakın gitmeyin.
Yine belli bir tempo tutturdum ve sürüyorum. 130km anca olmuş daha 110 küsur yapmalıyım. Ayrıca hava kararmadan en azından Lara'daki bisiklet yoluna girersem bu iş tamamdır. Ama daha çok yol var.
Ayrıca turlarda geldiğim yoldan dönmeyi hiç sevmem. Bu sebeple sahil şeridine indim ve oradan gidiyorum. 150.km civarları sahil yolundan ana yola bağlandık yine çünkü başka yol yoktu.
Ve tam Serik'e girdim güneşin batışını izlemeye başladım. Bugün güneşin doğuşunu da batışını da aynı ilçenin iki ucunda izlemiş oluyordum.

Bu arada 140.4 km'lik mesafemi de aşmış oldum. Daha çok yol vardı ve Serik'in merkezine kadar geldiğim yolun tersinden sürdüm.
Dedim ya aynı yoldan sürmeyi sevmiyorum diye. Eğer aynı yoldan devam etsem çok daha çabuk eve varırdım ama bennsahil şeridinde olmayı tercih ettim. Daha doğrusu oteller bölgesinde.
Serik'ten boğazkesen'e inerken karanlık iyice arttı. Boğazkesen'e geldiğimde ise tamamen karanlıktı. Ve orası nasıl bir yerse doğru düzgün ışıklandırması yoktu.
Sanırım isminin hakkını fazlasıyla veren bir yerdeydim.
Daha da kotusü taşıdığım far da iflas etti. Ne mutlu bir an !
Karanlıklar çevremizi sarsa da, Kalbimiz hep aydınlık olsun
Emniyet şeridine girdim. Büyük bir riskle şeridin parlaklığını kullanarak yolumu buluyordum. Çoğu zaman gelip geçen araçların peşinden sprint atıp olabildiğince ışıklarından faydalanmaya çalışıyordum. Onun dışında ise kaplumbağa ile yarışsak kesin kaybederdim.
Böyle kaç km gittim bilmiyorum. Ama sonunda oteller bölgesine vardım. Artık eve yakın bir yere varmalıydım. Eger 250km tamamlamak istersem evin oralarda tur atabilirdim.
166.km olduğunda ev arkadaşımdan patates haşlaması ya da makarna yapmasını istedim. O da yemeğin ocakta dedi. Bu güzel haberin güzelliğini gece yeniden düşünecektim.
Ara ara karanlıklardan geçsem de ışıklandırma önümü görmek konusunda rahattım. Ama gece körü olmam sadece anlik gorme yetimi degil yön bulma duygusu gibi duygularımı da etkiliyor. -Pamukkale Üniversitesi bir şey bulamadık dedi - Baskasina gidecegim tekrar. -
Bir yolda gidiyorum. Haritada köprü var ama biraz uzakta, yol boş kaymak gibi. Sür sür gidiyorum. Az önce bir kavşaktan dönmüşüm. Köprüyü geçtim geçmesine ama sanki biraz erken geçtim gibi bir his. 4 km kadar gittim ama yok ne sıradaki otel var ne başkası. Haritaya bir baktım ki yanlış yöne girmişim. Geri döndüm ve doğru yola girdim. Bu bana +8 km olarak dönse de güvenli bölgeme dönmem için -8 km zaman anlamına geliyordu.
Doğru yola geri dönünce yanımda yol bisikleti süren birisi belirdi. Onun peşine takıldım. Benden 1 tık yüksek bir tempodaydı. 2km kadar onu takip ettim ama sonra yollarımız ayrıldı.
190.km olmuştu sanırım.

- Taygun hadi eve gidelim artık
- Tamam gidiyoruz zaten canım
- Allah Belanı versin !
(Bir bisikletin dıramı)
Şu tabelanın önünde durup su içerken dedim ki bu bisiklet şimdi dile gelse bana neler söverdi kim bilir !
Bu çektiğim son fotoğraf oldu. Ev arkadaşım ise mesajlarıma yanıt vermiyordu ki zaten telefonu çok nadir elime alıyordum kavşaklar haricinde.
Lara Turizm bolgesine girdim. Artik sehir merkezindeydim. Ama bisiklet yolunun başladığı yere cok vardı. Hatta tahmin ettiğimden çok daha çok. Yavaştan yorgunluk belirtilerim basladi. Daha once oralardan geçmiş olsam da yol bana inanilmaz uzun geldi. Gece saat 10 gibi bisiklet yoluna girdim ve derin bir nefes aldım.
Lara'nın bisiklet yolları o kadar iğrenç ki, birine çarpma olasılığinız ana caddexe kaza yapma olasılığınızdan fazla. Çünkü daracik bir yol - Standart bisiklet yolunun 3/2si kadar ve yaya kaldirimi da orası.
Yavaş yavaş sakın sakın o yolu takip ettim. Orası konyaaltına kadar giden uzun bir yol. Şükür ki kaza yapmadan geçmeyi başardım o yoldan.
Bu arada hava iyice soğudu ve ben üşümeye başladım. Meşhur saat kulesinin altında son kekimi yiyip enerji içeceğimi içtikten sonra yola koyuldum. Kendime sözüm asla tempoyu artırmayacak ve çok sakin gidecektim.
225.km olduğunda sahile inmiş, Konyaaltı sahilindeki bisiklet yolunun Varyant denilen baş kısmındaydım. - Orada çok güzel bir tırmanış segmenti var. Ah bir de asfalt olsa ! -
Geriye kaldı 30km Yoslun başından başlayarak sonuna kadar sürdüm. Strava'dan da takip ettim. Tam 6.4km eğer 10km hadi 8 de olur ! olsaydı o yol tekrar dönecektim. Ama 231 km'yi görünce sayaçta pes ettim. Çok üşümeye başladım. Saat 12'yi geçiyordu.
İşte burada psikolojik bir savaşla yüz yüze geldim. Evet içinden 250 km'yi geçmek geliyordu ama o yollarda sürmek, amaçsız başı boş sadece mesafe olsun diye tur atmak çok anlamsız geliyordu. Hadi konyaaltı sahilinde hesap yapacağım diye uydurdum bir bahane ama gerisi ?
Olası KOM alabileceğim segmentlerde hazır boş yollarda turlamak iyi bir fikir olsa da bu kadar yoğun aktivitenin, açlığın ve üşümenin üzerine kesinlikle akıllıca bir fikir değildi.
Ayrıca son iki sürüşünde yaşadığım tıkanma hali kulağımın kenarında duruyordu.
Sonrasında eve dönmeye karar verdim. Ama sona her yaklaştığında pedal çevirmek çok güç oluyordu. Neredeyse tüm yolu 3x8 sistemde 2 -6 üzeri vites kombinasyonu ile gittiğimi varsayarsak 2 - 4 e kadar düştüm. Gerçekten zar zor eve vardım. 250 km'yi geçmek çok anlamsız geliyordu.
Sonrasında ise bana 2 km daha attıracak ekmek arayışı turuna başladım çünkü fırın kapalıydı. (istanbulda hep 24 saat açık olurdu - ah kadıköy )
Bu arada ev arkadaşımdan hala ses olmadığı gibi ben de ocakta olan yemeğin akibetini unutmuştum.
Geceyi 244.3 km ile bitirdim. Evet gerçekten 6 km daha sürmek çok anlamsızdı.
Saat 01.25'te apartmana girdim. 12dk önce aranmışım. Mutfağa girdiğimde elektirikli ocak yeni soğumaya başlamış, patatesler de kapkara bir tencerenin içindeydi ?
Son olarak eklemek isterim ki:

Sevgili lastiğin hiç parlaksız 2100.km'sini doldurdu. Bence güzel bir alkışı hak ediyor değil mi
Turun Strava kaydı: (link)
Dosyalar
Son düzenleme:


