D. Oğuz
Daimi Üye
- Kayıt
- 26 Mart 2014
- Mesaj
- 274
- Tepki
- 600
- Şehir
- İzmir
Uzun zaman geçti üstünden, bir yandan trekking yapmaya diye gittiğim Datça Yarımadası'dan otostop ile geri dönmenin verdiği hüzün, biraz rahatsızlık...
EN ÖNEMLİSİ DE İNTERNET SORUNSALI. SONUNDA HALLEDEBİLDİM VE GÜZEL OLDUĞUNA İNANDIĞIM BİR YAZI İLE TEKRAR ARANIZDAYIM.
Neyse, konumuza geri dönelim. İlk günden sonra yazmayınca biraz unutmuşum ne oldu ne bitti, hemen hatırlamak için resimlere dönüyorum.
Geceyi campingde geçirdikten sonra, biraz yorgun bir şekilde başlıyorum güne. (İlk gün dışarıda yatmaya yemedi evet )
İlk işim, kurmayı bilmediğim çadırımı toplamaya yelteniyorum. E haliyle düzgün olmuyor. Olduğu kadar kafasıyla tıkıyorum valizin içine. (Ön heybe yerine 5-10 liralık bir valiz kullandım, kamp malzemeleri bunun içinde duruyor. )
Sabah 8 buçuk gibi Patara plajına doğru dönüyor pedal. Gelemiş köyüne 1-1,5 km filan. Yolu da arnavut kaldırımı. Sabah sabah kendime gelmeme vesile oluyor Bir yandan elimde telefon, hem gidiyorum hem fotoğraf çekiyorum harabeleri.
En sonunda plaja geldim. İlk ben gelmişim, sadece görevliler var Gittim yüzdüm paşalar gibi, sahilde de biraz yürüdüm. Ama carettaları göremedim, sanırım bende var bir problem.
Belki kalkanda görürüm diye düşüyorum yollara, öncesinde "ben buradaydım" temalı bir fotoğrafı da çektikten sonra özçekim çubuğuyla, (bir de fotoğraf için insanları mı çevireyim ) çıkıyorum Patara'dan, istikamet kalkan.
Giderken bakıyorum yola, uzunca bir yokuş. Akbel diye geçiyormuş. Ağır ağır çıkıyorum yokuşu, hava da güzel, tam tırmanış yapılacak gibi. Fazla enerji harcamadan bitirdikten sonra yokuşu, İzmir plakalı bir araç selam veriyor, fotoğrafımı çekiyor. Onlar da tepeden manzara fotoğrafları çekmek için durmuşlar, ben de nasiplendim o arada.
Yokuş aşağı inerken az ileride yine duruyorum, bu sefer Kalkan ve sahilini de fotoğraflayıp iniyorum Kalkan'a. Öğlene yaklaşmış saat, bim gördüm dayanamadım, aldım bir ekmek ve birkaç şey daha, yedim hepsini. Sonra doğru sahile, caretta aramaya.
Kalkan'ın sokakları çok güzel bu arada. Ana cadde gibi bir yeri var çarşının başladığı yer sanırım, kocaman bir Türk bayrağı asılmış, ufak teraslar, eski evler... Akşam olsa da rakı içsek manzaraya karşı dedirtiyor.
Bayağı da dik yolları var merkezde, sahile inerken bir marketten şnorkel takımı aldım fakat telefonun su geçirmez kapaklarını haşat edince yine çekim yok tabi, hep kendime çalıştım. Neyse, sahile geldim ve:
-Abi sen çok yanlış geldin ne carettası burada, Kaş'a doğru ilerlicen onlar için.
Diyen bir ses işittim, kendi kendime konuşurken duymuş olsalar gerek.
Denize girdim, yüzmem de pek iyi değil. E su da birden derinleşince çok bakamadım açıkçası, bir iç çekişim vardı "keşke yüzme bilseydim ulen" diye, tarifi zor.
Kalkan'daki maceramızı bitirdikten sonra geldik meşhur tek gidiş geliş virajlı yollara. Trafik de yoğun. Rüzgarım da arkada, keyif verici bir yolculuk anlayacağınız. Bir yandan sağı solu fotoğraflıyorum, çok güzel koy tarzı doğal oluşumlar mevcut buralarda. Hayatımda da ilk defa geliyorum ya, "görmemiş memleket görmüş" misali oldu anlayacağınız.
İleride güzel bir mavilik görüyorum, turkuaz mavisi.
"Acaba neresi lan bura?"
Virajı dönüyorum, aaa Kaputaş.
Hemen yukarıdan bir fotoğraf.
Ölen işçilerimizin anısına, Allah rahmet eylesin.
Sonra bir panoramik.
Sonra da aşağıdan...
Deniz çok dalgalı. Yüzmeye de korkuyorum biraz. Bu arada bu yüzme korkusunu yolculuğu bitirdikten sonra Özdere'ye geldiğimde atmıştım. Keşke daha erken öğrenseydim, sağlık olsun.
Bir bayandan fotoğraf çekmesi için rica ediyorum fakat aşağıdan bakan "erkek arkadaşı" demeyi bile yakıştıramadığım hödük birden koşarak yanıma geliyor merdivenlerden. Çektirmedim tabi
Biraz yüzdükten sonra yoluma devam ediyorum. Fakat bu sefer lastik patlıyor. Çekiyorum yolun kenarına da, güvenlik şeridi çok dar. Her şeyi tek sıra dizdim, öyle yaptım. Gelen geçen selam veriyor, uzaktan geçiyorlar, yavaşlayanı bile vardı. İnsanlar saygılıydı. En azından bana öyle denk geldi (Aslında öyle değilmiş, ileride bahsedeceğim.)
Çok güzel manzaralar eşliğinde Kaş'a vardım fakat Kaş'a girdim gireli sevemedim. Günü Kekova'da bitirme hedefiyle çıktım yola bugün, bitecek o yol
Bir gülüşüm var adını sen koy
Kaş'ın bir numarası yokmuş dediler, ben de kandım onlara çıktım panorama tepesinden izledim. Harbiden de yokmuş, üzgünüm. Bir yarımada var, onun dışında campinglerle işgal etmişler. Sevmedim ben, ha seveni var ise, buyursun oturalım konuşalım şunu görmeden gittin derse, ben yine giderim sırf onu görmek için. O hiç sorun değil. Böyle birkaç yer daha vardı görmek istediğim, gidemedim onlara, onlar ileriki yazılarda.
Demre yoluna çıkmadan bir motosikletçiden iç lastik alıyorum. Araba sibop, benim janta girmiyor ama olsun, dursun bakalım belki lazım olur diye, harbiden de oluyor.
Yine bir fotoğraf alıyorum burada. Başlıyorum yokuşu çıkmaya.
Panorama tepesi de şöyleymiş:
Bir tane koltuk vardı orada insanlar oturup fotoğraf çektiriyorlar kendilerini. Fakat ben kimseyi bulamadım öksüz gibi, yine sarıldım monopoduma.
Yok pardon. Telefonuma.
Çık çık bitmiyor arkadaş, yakın geçen motorlardan çektiğim var bu aralar, neyse. Kekova sapağını görüyorum. Kaştan çıktığımdan beri hep yokuşluydu, Kekova yolu da testereden hallice. Testereler de sağlam testere, %7 in, %7 çık. Bir süre %7 görmesem iyi olacak.
Köpekler de çoktu yolda. Neyse ki fener görünümlü şok aletinden çok korkuyorlar, bir cızz yapmaya kalmadan hepsi dağılıyor
Kekova tabela önünde fotoğraf çekerken lastiğe diken girdi, coss diye indi lastik... İçim parçalandı orada. Çünkü sadece araba sibop lastiğim vardı, iğneler bitti. Bakalım ne yapacağım şimdi? (Devamı parmaktan sonra.)
Otağımı da süper bir yere kurduktan sonra, makarnamı yapıyor, çayımı demliyor ve dinlenme moduna geçiyorum...
Üçüncü gün bir sonraki gönderide yer almaktadır. Keyifli okumalar.
EN ÖNEMLİSİ DE İNTERNET SORUNSALI. SONUNDA HALLEDEBİLDİM VE GÜZEL OLDUĞUNA İNANDIĞIM BİR YAZI İLE TEKRAR ARANIZDAYIM.
Neyse, konumuza geri dönelim. İlk günden sonra yazmayınca biraz unutmuşum ne oldu ne bitti, hemen hatırlamak için resimlere dönüyorum.
Geceyi campingde geçirdikten sonra, biraz yorgun bir şekilde başlıyorum güne. (İlk gün dışarıda yatmaya yemedi evet )
İlk işim, kurmayı bilmediğim çadırımı toplamaya yelteniyorum. E haliyle düzgün olmuyor. Olduğu kadar kafasıyla tıkıyorum valizin içine. (Ön heybe yerine 5-10 liralık bir valiz kullandım, kamp malzemeleri bunun içinde duruyor. )
Sabah 8 buçuk gibi Patara plajına doğru dönüyor pedal. Gelemiş köyüne 1-1,5 km filan. Yolu da arnavut kaldırımı. Sabah sabah kendime gelmeme vesile oluyor Bir yandan elimde telefon, hem gidiyorum hem fotoğraf çekiyorum harabeleri.
En sonunda plaja geldim. İlk ben gelmişim, sadece görevliler var Gittim yüzdüm paşalar gibi, sahilde de biraz yürüdüm. Ama carettaları göremedim, sanırım bende var bir problem.
Belki kalkanda görürüm diye düşüyorum yollara, öncesinde "ben buradaydım" temalı bir fotoğrafı da çektikten sonra özçekim çubuğuyla, (bir de fotoğraf için insanları mı çevireyim ) çıkıyorum Patara'dan, istikamet kalkan.
Giderken bakıyorum yola, uzunca bir yokuş. Akbel diye geçiyormuş. Ağır ağır çıkıyorum yokuşu, hava da güzel, tam tırmanış yapılacak gibi. Fazla enerji harcamadan bitirdikten sonra yokuşu, İzmir plakalı bir araç selam veriyor, fotoğrafımı çekiyor. Onlar da tepeden manzara fotoğrafları çekmek için durmuşlar, ben de nasiplendim o arada.
Yokuş aşağı inerken az ileride yine duruyorum, bu sefer Kalkan ve sahilini de fotoğraflayıp iniyorum Kalkan'a. Öğlene yaklaşmış saat, bim gördüm dayanamadım, aldım bir ekmek ve birkaç şey daha, yedim hepsini. Sonra doğru sahile, caretta aramaya.
Kalkan'ın sokakları çok güzel bu arada. Ana cadde gibi bir yeri var çarşının başladığı yer sanırım, kocaman bir Türk bayrağı asılmış, ufak teraslar, eski evler... Akşam olsa da rakı içsek manzaraya karşı dedirtiyor.
Bayağı da dik yolları var merkezde, sahile inerken bir marketten şnorkel takımı aldım fakat telefonun su geçirmez kapaklarını haşat edince yine çekim yok tabi, hep kendime çalıştım. Neyse, sahile geldim ve:
-Abi sen çok yanlış geldin ne carettası burada, Kaş'a doğru ilerlicen onlar için.
Diyen bir ses işittim, kendi kendime konuşurken duymuş olsalar gerek.
Denize girdim, yüzmem de pek iyi değil. E su da birden derinleşince çok bakamadım açıkçası, bir iç çekişim vardı "keşke yüzme bilseydim ulen" diye, tarifi zor.
Kalkan'daki maceramızı bitirdikten sonra geldik meşhur tek gidiş geliş virajlı yollara. Trafik de yoğun. Rüzgarım da arkada, keyif verici bir yolculuk anlayacağınız. Bir yandan sağı solu fotoğraflıyorum, çok güzel koy tarzı doğal oluşumlar mevcut buralarda. Hayatımda da ilk defa geliyorum ya, "görmemiş memleket görmüş" misali oldu anlayacağınız.
İleride güzel bir mavilik görüyorum, turkuaz mavisi.
"Acaba neresi lan bura?"
Virajı dönüyorum, aaa Kaputaş.
Hemen yukarıdan bir fotoğraf.
Ölen işçilerimizin anısına, Allah rahmet eylesin.
Sonra bir panoramik.
Sonra da aşağıdan...
Deniz çok dalgalı. Yüzmeye de korkuyorum biraz. Bu arada bu yüzme korkusunu yolculuğu bitirdikten sonra Özdere'ye geldiğimde atmıştım. Keşke daha erken öğrenseydim, sağlık olsun.
Bir bayandan fotoğraf çekmesi için rica ediyorum fakat aşağıdan bakan "erkek arkadaşı" demeyi bile yakıştıramadığım hödük birden koşarak yanıma geliyor merdivenlerden. Çektirmedim tabi
Biraz yüzdükten sonra yoluma devam ediyorum. Fakat bu sefer lastik patlıyor. Çekiyorum yolun kenarına da, güvenlik şeridi çok dar. Her şeyi tek sıra dizdim, öyle yaptım. Gelen geçen selam veriyor, uzaktan geçiyorlar, yavaşlayanı bile vardı. İnsanlar saygılıydı. En azından bana öyle denk geldi (Aslında öyle değilmiş, ileride bahsedeceğim.)
Çok güzel manzaralar eşliğinde Kaş'a vardım fakat Kaş'a girdim gireli sevemedim. Günü Kekova'da bitirme hedefiyle çıktım yola bugün, bitecek o yol
Bir gülüşüm var adını sen koy
Kaş'ın bir numarası yokmuş dediler, ben de kandım onlara çıktım panorama tepesinden izledim. Harbiden de yokmuş, üzgünüm. Bir yarımada var, onun dışında campinglerle işgal etmişler. Sevmedim ben, ha seveni var ise, buyursun oturalım konuşalım şunu görmeden gittin derse, ben yine giderim sırf onu görmek için. O hiç sorun değil. Böyle birkaç yer daha vardı görmek istediğim, gidemedim onlara, onlar ileriki yazılarda.
Demre yoluna çıkmadan bir motosikletçiden iç lastik alıyorum. Araba sibop, benim janta girmiyor ama olsun, dursun bakalım belki lazım olur diye, harbiden de oluyor.
Yine bir fotoğraf alıyorum burada. Başlıyorum yokuşu çıkmaya.
Panorama tepesi de şöyleymiş:
Bir tane koltuk vardı orada insanlar oturup fotoğraf çektiriyorlar kendilerini. Fakat ben kimseyi bulamadım öksüz gibi, yine sarıldım monopoduma.
Yok pardon. Telefonuma.
Çık çık bitmiyor arkadaş, yakın geçen motorlardan çektiğim var bu aralar, neyse. Kekova sapağını görüyorum. Kaştan çıktığımdan beri hep yokuşluydu, Kekova yolu da testereden hallice. Testereler de sağlam testere, %7 in, %7 çık. Bir süre %7 görmesem iyi olacak.
Köpekler de çoktu yolda. Neyse ki fener görünümlü şok aletinden çok korkuyorlar, bir cızz yapmaya kalmadan hepsi dağılıyor
Kekova tabela önünde fotoğraf çekerken lastiğe diken girdi, coss diye indi lastik... İçim parçalandı orada. Çünkü sadece araba sibop lastiğim vardı, iğneler bitti. Bakalım ne yapacağım şimdi? (Devamı parmaktan sonra.)
Otağımı da süper bir yere kurduktan sonra, makarnamı yapıyor, çayımı demliyor ve dinlenme moduna geçiyorum...
Üçüncü gün bir sonraki gönderide yer almaktadır. Keyifli okumalar.