e@kaspas
sevgili dostum,
ben 40 yaşındayım ve neredeyse 25 yıldır bisiklet üzerindeyim. ben de zamanında aynı aile baskılarına maruz kaldım. ha ben belki biraz daha yırtıktım (zamane gençleri bizim kuşağa göre çok daha pasif) uğraşa uğraşa kırdım zincirlerimi. nasıl mı?
balıkesirde oturuyordum, yaşım 18. liseyi bitireli bir yıl olmuş. aynı baskılar falan. bir işe girdim canımı dişime taktım bir bianchi caurus 837 yol bisikleti aldım. bir arkadaşımın bodrumunda sakladım bir süre. sonra tatile gideceğim arkadaşların yazlığına dedim ve 1993 senesinde bisikletle balıkesirden izmire gittim, ümit isimli bir arkadaşımla birlikte. (şimdi kim bilir nerelerdedir, yüzünü bile unuttum)
tur esnasında bol bol fotoğraflar çekildim. geldiğimde de bu fotoğrafları yüzlerine attım. genç bir birey olduğumu ve baskılara devam ettikleri sürece kaçacağımın ve bir daha geri dönmeyeceğimin altını çizdim.
bu etkili oldu. sonra yavaş yavaş özgürlüğümü ilan edene kadar. taa ki bizim gerizekalı alt komşuya bisiklet kullanırken araba çarpıp ölene kadar.
bizimkiler tabii yine alevlendi. "bak adam öldü, sen de ölürsün" falan. "ölürsem öleyim" dedim. "zaten sizin yanınızda yaşamanın, bir zombi olarak yaşamaktan ne farkı var ki" diyerekten...
sonra evden kaçtım. Edremit'te didem isimli bir sevgilim vardı. (bak onun yüzünü hatırlıyorum
)balıkesire 90 km mesafedeydi Edremit. onun yanına gittim bisikletle. tek kişilik çadırımı aldım ve dinlene dinlene 2 günde gidebildim, o zaman bisikletler şimdiki gibi hafif değil, ne pedli tayt, ne teri uçuran tshirtler. altımda pantolondan kesme kot şort, üzerimde metallica tsihrtü, kafamda şapka, sırtımda çanta, ayağımda nike air max ayakkabı, gözümde ablamın çantasından aşırdığım ray ban gözlüklerle...
edremitte bir ay kadar kaldım. ve eve de haber vermedim. artık asiydim ve dilediğim zaman kafaya koyduğumu yapacağımın net sinyalini verdim karşı tarafa. ardından üniversiteyi kazandım ve hem çalışıp hem de okuyarak kendi ayaklarımın üzerinde durmayı başardım.
üniversite bitti, memlekete döndüm (hata) ve yine benzer baskılar geldi. daha doğrusu kaldığı yerden devam etti. sonra artık balıkesirde kalamayacağımı ve istanbula yerleşeceğimi söyledim. yine kafayı dikmiş, bayrakları açmıştım. ne yolunu ne izini bilmediğim istanbula geldim ve 1998 senesinde Beyoğlu karavan Bar'da garsonluk yapmaya başladım. Kasımpaşa'da gay bir ev arkadaşım vardı ve iş yerime bisikletle gidip geliyordum. kafama göre takılıyordum, evet sorunlarım vardı ama sorunlarımı ben çözmeye çalışıyordum, başkası değil.
kaç yıllık yol arkadaşımla ben, bir şekilde her türlü zorluğu aşıyorduk. sonra kendim yalnız bir ev tuttum fatih/kocamustafapaşada, askere gidene kadar da sağda solda ufak tefek işlerde çalıştım. ehliyet aldım. araba kullanmasını öğrendim. aşık oldum ve terkedildim. yine aşık oldum ve yine terkedildim.
askerden geldim yine aşık oldum. terkedilmedim bu sefer. şimdi bir de oğlum var 5 yaşında. hafta sonları Alibeyköy spor kompleksine gidiyoruz o bisiklet kullanıyor, ben de koşuyorum. 5 yaşındaki velet günde 7 km bisiklet kullanabiliyor. evlendikten sonra eşim de başladı yok bisikletle gezme, yok vır vır, yok bilmemne, aynı sert ve net mesajları ona da verdim. artık kabullendi. hayat boyu asi olarak çok şey kaybettim gibi görünsem de dibe bakınca daha çok şeyi, hayatımı, özgürlüğümü kazandığımı anlayabiliyorum. geçtiğimiz hafta çalıştığım işyerindeki müdüre siktiri çektim ve işten çıkarıldım. 12.000 tl tazminat aldım ve 2-3 ay kadar çalışmayacağım. İstanbullu dostlarımdan her türlü şehirlerarası tur tekliflerine de açığım
son sözüm,
dik dur.