merhabalar, geçtiğimiz pazar günü katıldığım(?) karşıyaka - emiralem regülatör turunu anlatacağım.
facebook üzerinden haberdar olduğum bir grubun turuna katılmaya niyetlenmiştim. şehir merkezinden bugüne kadar çok uzaklaşmadığım için yeni yollara çıkmak istiyordum. pazar sabahına yeni ve eski telefonlarıma iki alarm kurarak(08:00, 08:05) uyudum. alarm çalınca uyandım... sonra tekrar uyandığımda buluşma ve yola çıkma saati(09:00) 20dk geçmişti bile.
dedim ki "ben bunları arkadan gelir yakalarım, karşılaşamasak bile tek başıma gezmiş olurum".
alınan ders: bazen hayat sana düşünmen için bir şans verir, olmuyorsa zorlamayacaksın
akşamdan hazırladığım sırt çantamı, suluğumu vs aldım. sporun ve sporcunun bimi kıvamındaki decathlondan yeni aldığım bisikletçi tshirtü, pedli tayt vb. giyindim. 9:40 gibi yola çıktım. (karşıyaka) aklımda şu var, turcular çiğlide çay molası verecekmiş, sonra emiralemde mangal yapacaklarmış, orada yakalamaya çalışırım ama imkansız gibi. ben de onların gittiği yoldan devam ederim.
alınan ders: besin tüketmeden yola çıkma, sonra vay efendim bu yol çok mu dik, vay efendim tekerde çomak mı takılı, niye yavaş dönüyor falan.
sahilde sabah serinliğinde bisiklete binip dönmekte olan kız arkadaşım ve ablasına rastladım. şurada anlatmıştım kız arkadaşımı (link) "bu güneşte ölürsün sen!!" uyarılarına kulak asmadım ve vedalaşıp devam ettim.
alınan ders: özellikle beyaz tenliysen güneş koruyucu krem kullanmadan yola çıkma, denize girmeden de yanılıyormuş. yoksa tüp tüp bepanthol bitirirsin.
ertesi gün çekilen foto.
neyse ben gidiyorum, facebook eventinden turcuların gittiği yerin emiralem olduğunu öğrendim. haritadan falan baktım, epey de uzak (benim için) bildiğim yollar bitti, allah kerim diyerekten devam ediyorum.
alınan ders: bilmediğin yollarda gidip yol bulmaya çalışmak çok vakit kaybettiriyormuş, önceden bunu hesapla. bir de birilerine haber ver yola çıkmadan önce de yolda başına bişey gelirse haberleri olsun en azından. acemiysen yanında birileri olsun.
trafiğin yoğun olmaması ile karayolu korkum azalıyor, gidiyorum güzelce, pek mutluyum. telefondan haritaya bakmak için duruyorum sık sık, yolum uzuyor tabi yanlış seçimlerden.
kafamda arada "ne zaman dönsem" sorusu var, hava sıcak, bilmediğim yerlerdeyim, çok sıcak, akşam 7de bile sıcak diye bisiklete burun kıvıran ben yollardayım. gidiyorum bir yandan. geldiğim gibi dönerim, nolcak diyorum. yolda gördüğüm bakkallarda su alıp kafama dikiyorum.
sonra yol üstünde bir çay bahçesinde dinleniyorum. tamam diyorum buraya kadar yeterli, meyve suyu, soda içiyorum. dönmeye niyetliyim. yaşlı amcam "buradan başka bisikletliler de grup olarak geçti, sen onları mı takip ediyorsun yoksa" diyor. bu söz ile amca ağzıma s*çmış oluyor, evet diyorum gaza gelip. yakalayacağım onları. emiraleme nasıl giderim diye soruyorum. kalkıp pedallara asılıyorum gene. izmirde sade sodaya 3tl veren bir insan olarak, meyveli soda+meyve suyuna 1.75tl vermek de doping etkisi yapıyor tabi.
en son menemende epey rampa tırmanıp pert oluyorum. menemen de bitiyor, lan bu kadar yol tek başına nasıl dönülür diyorum. yollarda beyaz şahinler, 12 yaşındaki motorcu kardeşlerimiz fink atıyor, trafikte arkadan son sürat gelip teğet geçiyor, arkalarına bakıp kahkaha atıyorlar falan. yumurtaya can veren allahım bunları neden yarattın çekiyorum.
alınan ders: olur böyle şeyler yapacak bir şey yok, kendi güvenliğini düşün, kenara çek, s**tirip gitsinler, sen sonra devam edersin.
sonra bir piknik alanı buluyorum. yoruldum, yandım, geberdim.
tur hedefini tam bilmediğimden burada mangal yapıyorlar sanıyorum. içeri bakıyorum bisikletli falan yok. dönesim geliyor ama buraya kadar da geldim diyorum. devam edersem benim için dönüş yok, rampa tırmandım, bu noktada aşağı yokuş var. buradan bi kere tatlı tatlı inersem vazgeçip geri tırmanamam diyorum.
sonra facebookta evente bakıp regülatör diye bir yere gidildiğini anlıyorum. haritaya bakıyorum çok olmasa da biraz yol var. buraya kadar geldim, dönmem lan diyorum. yarın yokmuşçasına devam ediyorum.
neyse köy içinden, mıcır yollardan falan geçiyorum.
alınan ders: lastik değiştirmeyi, yama yapmayı bilmeden bu yolları geçmek resmen cahil cesaretiymiş. şansıma lastiğim patlamıyor, yoksa akşama kadar sök, tak, yapıştır vs deneme yanılma yapacaktım herhalde lastikle.
coğrafya kitaplarında anlatılan gediz nehrini görüp, "bu muymuş la bu" diyorum. nehir görmüş şehirli olarak heyecanlanıyorum yine de.
en sonunda regülatörü görüyorum uzaktan. vaha görmüş deve gibiyim.
regülatörün şöyle bir girişi var, iki arabanın, hatta bir araba+1 bisikletin bile yanyana geçemeyeceği genişlikte bir köprü.
(link)
mangalcı şahinlerle beraber karşıdan gelen arabaları bekliyoruz. onlar bitiyor biz geçiyoruz.
turum burda zehir oluyor.
köprü üzerinde tramvay yolu gibi bir şey var nedense. direkt foto bulamadım, şuradan indirilip bakılabilir.
(link)
saatte belki de 10 km hızla geçiyorum köprüyü ama tekerim bu yarığa giriyor. ön çıkıyor arka giriyor, birden dengem bozuluyor. lan korkuluklara çarpçam diyorum, frene basıyorum.
hakimiyeti kaybediyorum(hız belki 5km/h)gidonum sola dönüyor. frenle birlikte bedenim öne eğiliyor. düşmemek için refleksle sol elim gidonu bırakıyor. sola dönmüş olan tekerin jant tellerine giriyor. inanılmaz bir acı duyuyorum.
bu sırada arka frenim de kilitleniyor, yani janta yapışıyor. teker dönmüyor. sağlam elimle bisikleti sürüklüyorum. köprüyü geçiyorum, bisikletleri görüyorum. biikleti yere yatırıp acıyla oturuyorum yanlarına.
alınan ders: olacağı varsa oluyor, 5 km hızla da trafik olmayan yolda kaza yapabiliyorsun
neyse, buz falan koyuyorlar, elim davul gibi şişiyor. incinmiştir yea diye umut ediyor, verdikleri köfte ekmeği yiyorum. bacağımda o anda elimin acısından benim hissetmediğim çok önemli olmayan yaraları fark edip pansuman yapıyorlar.
bir zaman sonra kalkıyoruz. rica ediyorum, sıkışan frenimi düzeltiyorlar(tekme tokat dalıyorlar kuğuma düzeliyor).
alınan ders: v frenden şaşma, disk fren olsaydı bu kadar kolay düzelmezdi. sen de öğren bu fren işlerini.
neredeyse tek elle kullanıyorum dönüş yolunda. başparmağımın elime bağlantısı olan ekleme dokunamıyorum. gidona sol elimin bileğini yaslıyorum. yerdeki en ufak pürüz bile canımı yaktığından tümsek, çakıllı yol falan görünce sol elimi bırakıyorum.
alınan ders: tur bisikleti için amortisörlü modeller daha iyi olabilir, düz maşa şehirde daha güzel
mola verdiğimiz yerlerden birinde arka lastiğimin patladığını anlıyorum. yanımda getirdiğim yedek iç lastiği bir abimize veriyorum ve rica ediyorum. daha önce kısa bir turda, ben lastik değiştirmeyi bilmem dediğimde, sen yedek lastik taşı, turlarda biz değiştiririz seni yolda bırakmayız demişti kendisi, biraz da bu söze güvenerek gelmiştim ben de. gıkını çıkarmadan yapıyor kan ter içindeki haliyle, zaten birinin daha lastiği patlamış, uzun bir mola veriyoruz.
daha sonra başka bir benzinlikte, moladan sonra tam ayrılırken bu sefer ön lastik patlıyor, küçücük bir dikenden. başka yedek lastiğimiz yok. yama takımımı çıkarıyorum. diğer bir abi yamıyor. bana da öğren bu işleri, tek başına çıkınca yaptıracak adam bulamazsın yolda kalırsın diyor. lastiğimin uygun olmadığını anlatıyor. üstüne üstlük elim janta girince tellerin yamulmuş, 8 çiziyor ön teker. lastik patlayınca da nedense ön fren lastiğe iyice değmeye başlıyor. en sonunda ön freni iptal ediyorlar, pabuçlar açılıyor, zaten sol elim patates olduğundan ön freni kullanamıyordum. tek-arka frenle devam ediyorum.
alınan ders: birden fazla yedek iç lastik taşı, lastik tamir etmeyi, değiştirmeyi öğren.
sahip olduğun fitness bisikletinin lastiğiyle (maxxis detonator) tura çıkma, dikenler-çakıllar için tasarlanmadı o, şanslıysan insanlara mahçup olursun, şanssızsan tek başınasındır eve taksiyle dönersin
neyse, sonunda dönüyor ve dağılıyoruz. bisikleti 4 kat çıkarıp eve gelince duş alıyorum, elim berbat durumda. burkulmuştur, yarın biraz geçer diyorum.
ertesi gün doktora gidiyorum, elimin kırık olduğunu öğreniyorum. doktor kötü yerden kırmışsın diye mırıldanıp umutsuzca dakikalarca röntgeni inceleyip operasyon gerekebilir diyor, iyice morallleri sıfırlıyor. sonra kemiği yerine oturtuyor, alçıya alınıyor elim. ertesi, gün kontrole gidiyorum, fena görünmüyor, ödem de azalmış. dursun böyle haftaya gene kontrole gel diyor. umarım ameliyata gerek kalmadan ağır ağır kaynar böyle.
alınan ders: kazadan sonra eve gelince bir dahakine acile git. kemiğin oturması, iyileşmesi falan erken müdahale önemliymiş. üstüne gece kırık elle yatıyorsun, sonra vay efendim gece çok ağrıdı da, uyutmadı da bilmemne.
soldaki ince parmaklı, damarlı bisikletçi eli
sağdaki kırılınca şişmiş dolma parmaklı anneanne eli, sanırsın birazdan börek açacak, öpülesi bir el
yan profil, ayı pençesi gibi olup morardı elcağızım
jant telinin temas ettiği yer. açık yara yok ama sanırsın elime monte oldu tel.
netice de bu
40 km tek başıma bilmediğim yerlere gidip 40. kilometrede finişe 100 mt kala elimi kırdığım, sonra kırık elle 40 km dönüş yaptığım tur ve aldığım dersler bunlar. işin yürek parçalayan bir tarafı da bu alçı, kazadan bir gün sonra, yani iki haftalık yıllık iznimin başladığı gün takıldı. tatil planları da yalan oldu, evde bilgisayarda tek elle oynanan oyunlar oynayarak bu iki haftayı geçireceğim.
alınan ders: nasip
ben birkaç ay bisiklete binemeyeceğim. herkese kazasız belasız pedallamalar.
gurur tablosu olarak da şu resmi de koyayım, kendi çapımda şanım yürüsün sakat kuğum evde dinlenirken;
not: bu yazı tek elle yazılmıştır, vaktim çok nasıl olsa
facebook üzerinden haberdar olduğum bir grubun turuna katılmaya niyetlenmiştim. şehir merkezinden bugüne kadar çok uzaklaşmadığım için yeni yollara çıkmak istiyordum. pazar sabahına yeni ve eski telefonlarıma iki alarm kurarak(08:00, 08:05) uyudum. alarm çalınca uyandım... sonra tekrar uyandığımda buluşma ve yola çıkma saati(09:00) 20dk geçmişti bile.
dedim ki "ben bunları arkadan gelir yakalarım, karşılaşamasak bile tek başıma gezmiş olurum".
alınan ders: bazen hayat sana düşünmen için bir şans verir, olmuyorsa zorlamayacaksın
akşamdan hazırladığım sırt çantamı, suluğumu vs aldım. sporun ve sporcunun bimi kıvamındaki decathlondan yeni aldığım bisikletçi tshirtü, pedli tayt vb. giyindim. 9:40 gibi yola çıktım. (karşıyaka) aklımda şu var, turcular çiğlide çay molası verecekmiş, sonra emiralemde mangal yapacaklarmış, orada yakalamaya çalışırım ama imkansız gibi. ben de onların gittiği yoldan devam ederim.
alınan ders: besin tüketmeden yola çıkma, sonra vay efendim bu yol çok mu dik, vay efendim tekerde çomak mı takılı, niye yavaş dönüyor falan.
sahilde sabah serinliğinde bisiklete binip dönmekte olan kız arkadaşım ve ablasına rastladım. şurada anlatmıştım kız arkadaşımı (link) "bu güneşte ölürsün sen!!" uyarılarına kulak asmadım ve vedalaşıp devam ettim.
alınan ders: özellikle beyaz tenliysen güneş koruyucu krem kullanmadan yola çıkma, denize girmeden de yanılıyormuş. yoksa tüp tüp bepanthol bitirirsin.
ertesi gün çekilen foto.
neyse ben gidiyorum, facebook eventinden turcuların gittiği yerin emiralem olduğunu öğrendim. haritadan falan baktım, epey de uzak (benim için) bildiğim yollar bitti, allah kerim diyerekten devam ediyorum.
alınan ders: bilmediğin yollarda gidip yol bulmaya çalışmak çok vakit kaybettiriyormuş, önceden bunu hesapla. bir de birilerine haber ver yola çıkmadan önce de yolda başına bişey gelirse haberleri olsun en azından. acemiysen yanında birileri olsun.
trafiğin yoğun olmaması ile karayolu korkum azalıyor, gidiyorum güzelce, pek mutluyum. telefondan haritaya bakmak için duruyorum sık sık, yolum uzuyor tabi yanlış seçimlerden.
kafamda arada "ne zaman dönsem" sorusu var, hava sıcak, bilmediğim yerlerdeyim, çok sıcak, akşam 7de bile sıcak diye bisiklete burun kıvıran ben yollardayım. gidiyorum bir yandan. geldiğim gibi dönerim, nolcak diyorum. yolda gördüğüm bakkallarda su alıp kafama dikiyorum.
sonra yol üstünde bir çay bahçesinde dinleniyorum. tamam diyorum buraya kadar yeterli, meyve suyu, soda içiyorum. dönmeye niyetliyim. yaşlı amcam "buradan başka bisikletliler de grup olarak geçti, sen onları mı takip ediyorsun yoksa" diyor. bu söz ile amca ağzıma s*çmış oluyor, evet diyorum gaza gelip. yakalayacağım onları. emiraleme nasıl giderim diye soruyorum. kalkıp pedallara asılıyorum gene. izmirde sade sodaya 3tl veren bir insan olarak, meyveli soda+meyve suyuna 1.75tl vermek de doping etkisi yapıyor tabi.
en son menemende epey rampa tırmanıp pert oluyorum. menemen de bitiyor, lan bu kadar yol tek başına nasıl dönülür diyorum. yollarda beyaz şahinler, 12 yaşındaki motorcu kardeşlerimiz fink atıyor, trafikte arkadan son sürat gelip teğet geçiyor, arkalarına bakıp kahkaha atıyorlar falan. yumurtaya can veren allahım bunları neden yarattın çekiyorum.
alınan ders: olur böyle şeyler yapacak bir şey yok, kendi güvenliğini düşün, kenara çek, s**tirip gitsinler, sen sonra devam edersin.
sonra bir piknik alanı buluyorum. yoruldum, yandım, geberdim.
tur hedefini tam bilmediğimden burada mangal yapıyorlar sanıyorum. içeri bakıyorum bisikletli falan yok. dönesim geliyor ama buraya kadar da geldim diyorum. devam edersem benim için dönüş yok, rampa tırmandım, bu noktada aşağı yokuş var. buradan bi kere tatlı tatlı inersem vazgeçip geri tırmanamam diyorum.
sonra facebookta evente bakıp regülatör diye bir yere gidildiğini anlıyorum. haritaya bakıyorum çok olmasa da biraz yol var. buraya kadar geldim, dönmem lan diyorum. yarın yokmuşçasına devam ediyorum.
neyse köy içinden, mıcır yollardan falan geçiyorum.
alınan ders: lastik değiştirmeyi, yama yapmayı bilmeden bu yolları geçmek resmen cahil cesaretiymiş. şansıma lastiğim patlamıyor, yoksa akşama kadar sök, tak, yapıştır vs deneme yanılma yapacaktım herhalde lastikle.
coğrafya kitaplarında anlatılan gediz nehrini görüp, "bu muymuş la bu" diyorum. nehir görmüş şehirli olarak heyecanlanıyorum yine de.
en sonunda regülatörü görüyorum uzaktan. vaha görmüş deve gibiyim.
regülatörün şöyle bir girişi var, iki arabanın, hatta bir araba+1 bisikletin bile yanyana geçemeyeceği genişlikte bir köprü.
(link)
mangalcı şahinlerle beraber karşıdan gelen arabaları bekliyoruz. onlar bitiyor biz geçiyoruz.
turum burda zehir oluyor.
köprü üzerinde tramvay yolu gibi bir şey var nedense. direkt foto bulamadım, şuradan indirilip bakılabilir.
(link)
saatte belki de 10 km hızla geçiyorum köprüyü ama tekerim bu yarığa giriyor. ön çıkıyor arka giriyor, birden dengem bozuluyor. lan korkuluklara çarpçam diyorum, frene basıyorum.
hakimiyeti kaybediyorum(hız belki 5km/h)gidonum sola dönüyor. frenle birlikte bedenim öne eğiliyor. düşmemek için refleksle sol elim gidonu bırakıyor. sola dönmüş olan tekerin jant tellerine giriyor. inanılmaz bir acı duyuyorum.
bu sırada arka frenim de kilitleniyor, yani janta yapışıyor. teker dönmüyor. sağlam elimle bisikleti sürüklüyorum. köprüyü geçiyorum, bisikletleri görüyorum. biikleti yere yatırıp acıyla oturuyorum yanlarına.
alınan ders: olacağı varsa oluyor, 5 km hızla da trafik olmayan yolda kaza yapabiliyorsun
neyse, buz falan koyuyorlar, elim davul gibi şişiyor. incinmiştir yea diye umut ediyor, verdikleri köfte ekmeği yiyorum. bacağımda o anda elimin acısından benim hissetmediğim çok önemli olmayan yaraları fark edip pansuman yapıyorlar.
bir zaman sonra kalkıyoruz. rica ediyorum, sıkışan frenimi düzeltiyorlar(tekme tokat dalıyorlar kuğuma düzeliyor).
alınan ders: v frenden şaşma, disk fren olsaydı bu kadar kolay düzelmezdi. sen de öğren bu fren işlerini.
neredeyse tek elle kullanıyorum dönüş yolunda. başparmağımın elime bağlantısı olan ekleme dokunamıyorum. gidona sol elimin bileğini yaslıyorum. yerdeki en ufak pürüz bile canımı yaktığından tümsek, çakıllı yol falan görünce sol elimi bırakıyorum.
alınan ders: tur bisikleti için amortisörlü modeller daha iyi olabilir, düz maşa şehirde daha güzel
mola verdiğimiz yerlerden birinde arka lastiğimin patladığını anlıyorum. yanımda getirdiğim yedek iç lastiği bir abimize veriyorum ve rica ediyorum. daha önce kısa bir turda, ben lastik değiştirmeyi bilmem dediğimde, sen yedek lastik taşı, turlarda biz değiştiririz seni yolda bırakmayız demişti kendisi, biraz da bu söze güvenerek gelmiştim ben de. gıkını çıkarmadan yapıyor kan ter içindeki haliyle, zaten birinin daha lastiği patlamış, uzun bir mola veriyoruz.
daha sonra başka bir benzinlikte, moladan sonra tam ayrılırken bu sefer ön lastik patlıyor, küçücük bir dikenden. başka yedek lastiğimiz yok. yama takımımı çıkarıyorum. diğer bir abi yamıyor. bana da öğren bu işleri, tek başına çıkınca yaptıracak adam bulamazsın yolda kalırsın diyor. lastiğimin uygun olmadığını anlatıyor. üstüne üstlük elim janta girince tellerin yamulmuş, 8 çiziyor ön teker. lastik patlayınca da nedense ön fren lastiğe iyice değmeye başlıyor. en sonunda ön freni iptal ediyorlar, pabuçlar açılıyor, zaten sol elim patates olduğundan ön freni kullanamıyordum. tek-arka frenle devam ediyorum.
alınan ders: birden fazla yedek iç lastik taşı, lastik tamir etmeyi, değiştirmeyi öğren.
sahip olduğun fitness bisikletinin lastiğiyle (maxxis detonator) tura çıkma, dikenler-çakıllar için tasarlanmadı o, şanslıysan insanlara mahçup olursun, şanssızsan tek başınasındır eve taksiyle dönersin
neyse, sonunda dönüyor ve dağılıyoruz. bisikleti 4 kat çıkarıp eve gelince duş alıyorum, elim berbat durumda. burkulmuştur, yarın biraz geçer diyorum.
ertesi gün doktora gidiyorum, elimin kırık olduğunu öğreniyorum. doktor kötü yerden kırmışsın diye mırıldanıp umutsuzca dakikalarca röntgeni inceleyip operasyon gerekebilir diyor, iyice morallleri sıfırlıyor. sonra kemiği yerine oturtuyor, alçıya alınıyor elim. ertesi, gün kontrole gidiyorum, fena görünmüyor, ödem de azalmış. dursun böyle haftaya gene kontrole gel diyor. umarım ameliyata gerek kalmadan ağır ağır kaynar böyle.
alınan ders: kazadan sonra eve gelince bir dahakine acile git. kemiğin oturması, iyileşmesi falan erken müdahale önemliymiş. üstüne gece kırık elle yatıyorsun, sonra vay efendim gece çok ağrıdı da, uyutmadı da bilmemne.
soldaki ince parmaklı, damarlı bisikletçi eli
sağdaki kırılınca şişmiş dolma parmaklı anneanne eli, sanırsın birazdan börek açacak, öpülesi bir el
yan profil, ayı pençesi gibi olup morardı elcağızım
jant telinin temas ettiği yer. açık yara yok ama sanırsın elime monte oldu tel.
netice de bu
40 km tek başıma bilmediğim yerlere gidip 40. kilometrede finişe 100 mt kala elimi kırdığım, sonra kırık elle 40 km dönüş yaptığım tur ve aldığım dersler bunlar. işin yürek parçalayan bir tarafı da bu alçı, kazadan bir gün sonra, yani iki haftalık yıllık iznimin başladığı gün takıldı. tatil planları da yalan oldu, evde bilgisayarda tek elle oynanan oyunlar oynayarak bu iki haftayı geçireceğim.
alınan ders: nasip
ben birkaç ay bisiklete binemeyeceğim. herkese kazasız belasız pedallamalar.
gurur tablosu olarak da şu resmi de koyayım, kendi çapımda şanım yürüsün sakat kuğum evde dinlenirken;
not: bu yazı tek elle yazılmıştır, vaktim çok nasıl olsa