delibalta
Forum Bağımlısı
- Kayıt
- 24 Eylül 2004
- Mesaj
- 672
- Tepki
- 2.684
- Şehir
- kuzeyli
- Başlangıç
- 1997—98
- Bisiklet
- Bisan
- Bisiklet türü
- Dağ bisikleti
(link)
(link)
-----------------------
Her yaz 1 yada 2 kere denediğim uzun mesafe rotamı 2004 yazındada değiştirmedim. Bisiklete başladığımız günlerde inmeyi hayal ettiğimiz Torul-Tirebolu arasını geçiyordum ama inerek değil çıkarak. O zamanlar denizden karaya esen sert rüzgarlardan haberimiz yoktu tabii. Trabzon şehir merkezinden Tireboluya oradan Torula ardından Zigana çıkışı ve trabzona iniş.
Bu yolu ilk defa düşündüğümde yaptığım tahminler boşa çıkmıştı. Ne rüzgar ne yokuşlar ne de trafik beklediğim gibi çıkmıştı.
10 temmuz 2004 en uygun gündü. performansımın zirvesine yakındım ve o pazar günüde hava durumu iyi olacaktı.
Cuma günü sahilde 80 km düz yol çevirdim nabzı 160'ın üzerine kesinlikle çıkarmadan. Cumartesi ise evden hatta odadan çıkmadım. Bisikletin en ufak ayrıntısına dahi dikkat ettim. Öne 60 arkaya 65 hava basmıştım. Çantamda sadece lastik tamir kitim ve yedek iç lastik vardı. Bir gün arıza riskini göze alabilirdim zira tutuğum arıza ve değişim verilerinden dolayı hangi parçanın ne durumda olduğunu biliyordum.
Bu tip aktivitelerde gerekli enerji saatler öncesinden hazır olmalı yoksa herhangi bir dinlenme molası olmadığından bir kere yakıtsız kalırsanız yorgunluk hızla artıyor ve duvara vuruyorsunuz.
Günün en önemli grafiği. Bu tek günlük mücadelenin tek amacı vardı: O zamana kadarki en zor bisiklet sürüşümü gerçekleştirmek. Toplam tırmanma 3600 m ve maksimum yükseklik 1900 m.
3 etap net şekilde görülüyor, sahil yolunda sırat köprüsü geçer gibi gidilen bir 100 km, dağlara doğru dönen rotayla tırmanılmaya başlanan bir 100 km daha ve hızlı ve soğuk bir inişin ardından yoğun trafik ve yorgunlukla pedallanan bir 120 km daha. Bütün hepsini taçlandırmak için de eve son bir 5 km tırmanış.
Sabah 5 gibi kesin hareket için kalktım. Giysilerim ve bisikletim hatta kahvaltım bisikletin üzerinde olduğundan hemen harekete geçtim. Özel güç dualarımı okuyup bir gecede yaylaya yürüyen dedemin ruhunu itelemesi için çağırdıktan sonra alaca karanlığa daldım. Bizim evin güzel yanı yola çıkarken sahile 5 km inmenizdir. Böylece güne hızlı başlar ve moraliniz ilk dakikadan bozulmaz.
Sahile inip Giresun yönüne döndüğümde saat 05:30 idi. Kimseciklerin olmadığı geniş yolda ilerlerken bir yandanda kahvaltımı yapıyordum. Bir elimde kek diğer elimde meyveli soda yüzümde amaçsız bir sırıtışla pedallıyordum. Bu bölgede ısınma ve kahvaltı işini halletmek gerekiyordu zira sahil yolunda rüzgar kafadan geliyor adamda ağzını açacak istek bırakmıyordu. Böyle bir 15 km ilerlemişken akçaabat yakınında yanımdan 100-110 km hızla bir murat 131 geçti. Herif ses duvarını aşmış olmalıydı zira geldiğini hiç duymadım. Buda bana yol boş olsa da dikkatli olmam gerektiğini hatırlattı. Önceki tecrübemden boş yolların daha sakat olduğunu biliyordum oysaki. Zaten kahvaltım bittiğinden ve motorda verimli çalışma sıcaklığına ulaştığından ciddileştim.
Akçaabatı geçtikten sonra rüzgar oldukça sertleşti artık sahille aramda rüzgarı kesecek binalar yoktu. Normalde düz yolda nabzı 150 civarında tutardım ama bu rüzgar karşısında 150 nabızda ancak 15 km hız yapılıyordu. Moralim oldukça bozulmuştu zaman zaman 20 km hızın altına düşüyordum ama fırsat bulduğumda 40-45 km tempoyla açığı kapıyordum. Sahildeki ilk 45 km bölünmüş yol olduğundan çok rahattı ama sonraki 55 km sırat köprüsü gibiydi. Durup fotoğraf çekmedim ama çoğu yerde hiç pay olmadığını söyleyeyim. Trafikte artmaya başlayınca sürekli arkayı kollamaktan ve yola girip çıkmaktan helak oldum. Bir taraftan rüzgar bir taraftan 20 cm ötemden geçen kamyonlar otobüsler sinirlerimi iyice germişti. Arada fırsat bulup ağzıma birşeylar atıyordum ama kum mu yiyorum kek mi bilmiyorum tabii. Lastiklerede öyle hava basmıştım ki sürekli elektrik verilmiş gibi titriyordum. Sonunda saat 9:30'da Tirebolu'ya vardım. 100 kmlik etabı hedefim olan 3:30 yerine 3:45'de geçmiştim ama yolun bundan sonrası hem daha kolay hemde keyifliydi.
Sahil yolunun o zamanki hali
sırat köprüsü derken şaka yapmıyordum
Ünlü market saat 13 yönünde.
Yol kenarındaki marketten jet hızıyla muz çikolata meyveli soda ve kola alıp Torul etabına devam ettim. Burası pek bilinmeyen çok keyifli bir yol. Güzel bir eğimle 800 metre civarına tırmanıyor ve sırasıyla Doğankent-Kürtün-Torul geçiliyor. Özellikle Kürtün barajı görülmesi gereken yerlerden. İlerdeki çeşmede hızlı bir el-yüz yıkamadan sonra yola devam ettim. Yolda aslında pay yok ve şeridin sağından gidiyorum.
30. kmde Doğankent'en geçiyorum. Gazete ve kibrit alıyorum(!). neden mi? Bu etabın en önemli özelliği 8 tane uzunlukları 400-2000 m arası değişen karanlık tünelleri. Geçen sene bu tünellerden birinde karanlıkta doğal yön belirleme sistemim çalışamayınca kaldırıma bindirmiş kafayı gözü yarmıştım. İnsan trilyon harcadığı tünelin lambalarını neden yakmaz anlamak mümkün değil. 2 kmlik karanlık tünelin ne kadar korkutucu ve insanın sinirlerini sonuna kadar geren bir tecrübe olduğunu söylemeye gerek yok. Ortasında tek gördüğünüz iğne ucu kadar bir ışık. Tamamen duyularınızla ezbere gidiyorsunuz lastiğe bir taş gelse kurtarmak mümkün değil. Düz olanlardan geçtim benim düştüğüm tünel 1800 metre ve viraj(!). Haliyle nişan alacak bir çıkışta yok. Tam dönüşte hiçbir şey görünmüyor. Bu nedenle daha önce yaptığım gibi meşale yaptığım gazeteyle dalacağım tünellere. Ama ilk tünele geldiğimde beni bir sürpriz bekliyor: tünelin ışıkları yanıyor!!! yuppii demek ki bizde elektriği keşfedenler kulübüne girdik. O sevinçle ufak bir mola veriyor ve derenin üzerindeki tahta köprüye çıkıp biraz sallanıyorum. Ardından tüneli keyifle geçiyorum Allahım ne kadar çok çukur ve taş var yolda amma şanslı adammışım yahu.
İç kesime dönmemle tahta köprüler de başlıyor.
bir 20-25 km gittikten sonra Doğankent 10, Gümüşhane 90. Doğankent'en itibaren yokuşlar başlıyor.
günün ilk tüneli "güvenlik". ismi kıllık olsun diye seçmişler sanki.
tünelin girişindeki köprü. burda 10 dakika kadar mola verdim.
Derenin yükseldiği zamanlardaki su çizgisi belli oluyor. Mayıs suyunu da görmek lazım.
300 m rakımlı Doğankent'ten sonra yolun eğimi artıyor. yaklaşık 28 km sonra Kürtün'den geçeceğim. Artık sıcağın etkisi hissedilmeye başlandığından soda tüketimini artırıyorum ve yolun gölge kısımlarını tercih ediyorum. Bu ara gerçekten çok keyifli bir bölge makinem boynumda yada ağzımda asılıyor video ve fotoğraf çekiyorum. Bir iki kere de istisna yapıp durdum hatta geri döndüm fotoğraf için.
İleride bir tünel daha, daha doğrusu 10 metre arayla 2 tane. Yanlış hatırlamıyorsam ilki 1300 ikincisi 650 metre. Aralarında da bir köprü var.
Doğal olarak karanlıklar.
bu dereler bir harika!!
Kürtün'e çok az kaldı. baraj da görünüyor artık.
Kürtün'e son 5 km biraz daha dik bir çıkışla ulaşıyorum. Hemen muz ve dondurma alıp yola devam ediyorum. Yol sürekli sert dönüşler yaptığından rüzgarın yardımı ayının arkadaşlığı gibi oluyor. Arkam denize dönükken 50-55 km hızla gidiyorum hafif eğime rağmen ancak denize doğru döndüğümde verdiğini geri alıyor hızımı korumak için iyice asılıyorum.
Karşımda Kürtün barajı dikiliyor ve etrafından dolaşmak üzere tırmanıyorum. Buradaki tünel en tehlikelilerden biri. 700 metre ve keskin bir viraj şeklinde.
hemen tünelin çıkışında. Rüzgar çok sert esiyor, barajın neden olduğunu iddia ediyorlar.
Viraj tünelin tam ortasında iken far ışığı görmeyince yine yol boştur diyen bir organizmanın kullandığı tır neredeyse sıfırdan girmiş viraja. Bu sefer kaçacak yer de zaman da yok çaresiz çok ani bir sol sağ yapıp beni mümkün olduğunca erken farketmesini umuyorum ve frene asılıyorum. Beni görmesiyle koca tırı sağına ardından soluna yatırması bir oldu. Koca dorse burnumun dibinden geçti ve o birkaç saniye bana yıl gibi geldi. Tünelden çıktıktan sonra durup aldıklarımı yiyorum ve birkaç fotoğraf daha çekiyorum. Vakit kaybetmeden etabın son 35 km'sini geçmek gerek.
Kürtün-Özkürtün hikayesini doktor bir arkadaş anlatmıştı. Bu rotada 220 km çevirip bizimle paylaşmıştı hikayesini. Artık foruma gelmiyor galiba.
Sert bir virajın ardından Özkürtüne de el sallıyoruz.
Bu küçük köylerde hayat yeterince zor. Topun kaçtı mı direk barajda mesela.
Ufak adalar. Baraj yükselince çok az bir kısımları suyun üstünde kalacak.
Güzel köyler. Çayır hasadı başlamış.
Bölgedeki heyelan tehlikesi her yerde görülebiliyor.
İşine dalmış bir çiftçi.
Torul baraj inşaatı yeni başlamış. Torula epey uzak olmasına rağmen niye adını Torul barajı koymuşlar diye düşünmüştüm. Bu yaz su toplayınca tam Torulun dibine kadar yükseldi suları.
Birden sahil kasabasına dönecek köyün belki balıkçılık yapacak insanları.
Keskin virajlar ve kaygan kaplama bu yolu çok tehlikeli yapıyor. 2-3 ayda bir bu yolda bir araba barajlara uçuyor. Sürekli kayıp bariyerlere vb bindiren araçta çok. Ben de geçtiğimiz Ocak ayında ikinci gruba dahil oldum. Bisikletle geçerken belli olmasa da çok tehlikeli bir yol Tirebolu-Torul arası.
Keskin virajlardan biri, ikinci bir şans vermiyor.
Gizli ve güzel bir şelale. Barajın altında kaldı sanırım.
Yine çalışkan bir çiftçi ve yakında suya doyacak tarlası.
Yola çıkan danayı geri döndürme çabaları. Çelik atlı kovboy olarak hemen duruma el attım tabii.
Göstergeler normal, nabız 140'larda, hız 39 km, kronometre 7:31:08. Yolun düz bir yerinde ve rüzgarı arkama aldığım anlarda pantani kesiliyordum.
Gücüm yerinde olduğundan Torul'a kadar tempoyu artırmak gerekiyor zira programın biraz gerisindeyim. Yokuşlar da kendini hissettiriyor ama asıl tırmanmaya daha var. Önceki yıl düştüğüm tünele vardığımda garip duygular yaşıyorum bisiklet içeri girmek istemiyor sanki. Tünelin girişinde geçen sene orada olmayan uzunluk 1800 m levhasını görünce fazla söze gerek kalmıyor. Viraj kısmı çok uzun ve çıkışı görmek için epey ilerlemek gerekiyor. Tünelde hızlanan rüzgarın etkisiyle 50'li hızlarda geçiyorum.
Yakında taşınıp yıkılacak evler. Torul'a çok yakın mahalleler bunlar.
Tarihi Torul köprüsü. Sular altında artık.
Torulda son bir yakıt ikmali yapıp yokuşa doğru ilerliyorum. Aradaki 5 km düz yolda yavaş gidip dinleniyorum ve atıştırıyorum. Torul rampası 15 km ve 800 metreden 1800 metreye çıkılıyor. Son 7 km eğim daha fazla ve dağdan esen rüzgara karşı çıkıyorsunuz. Konsatre oluyor saate bakıyor ve emin pedallarla tırmanmaya başlıyorum. Nabzımı 170-180 aralığında tutmayı hedeflesemde mümkün olmuyor bende 185'i geçmemeye çalışıyorum. Tüm oyalama ve gaz yöntemlerini uyguluyorum sırasıyla. Zor bir işlemi kafadan yapmak-(şeker düştüğünden epey vakit alıyor), sayı saymak, hayal kurmak(hareketli olursa daha beter yoruyor), fransa bisiklet turunda olduğunu hayal etmek(gaza gelip abanmadıktan sonra en etkilisi). Sonuncuyla epey idare ediyorum hatta sık sık arkaya bakıp kopan rakiplerimin yaklaşıp yaklaşmadığını kontrol ediyorum. Bu arada artık nabız 195'i görüyor ama kimin umurunda tüm patlayıcı gücü kullanıyorum ihtiyaç olmayacak nede olsa. Sonunda tam bir saat sonra mutlu son geliyor ve en zorlu dağ etaplarından birini 195. km'de kazanıyorum ödülüm ise torbamdaki ezilmiş muz oluyor.
Farklı turlarda çekilmiş Zigana yokuşu fotoğrafları.
Tünelin Trabzon tarafı
Biraz durup elimi yüzümü yıkıyor ve yol kenarındaki satıcıdan köme alıyorum. Bu pestil+bal+ceviz karışımı gümüşhane icadı enerji bombası bana hem kalan 130 km için enerji verecek hemde akşam ayakta durmak için pil takmam gerekmeyecek.
Artık eski dost Zigana tünelini geçiyoruz. 1700 metre uzunluk kafadan esen rüzgarla epey uzun sürüyor. Üzerimde tek kat bir tişört var ve çok üşüyorum. Çıkışta hiç duraklamadan inişe geçiyorum. Mümkün olduğunca dinleniyorum ama rüzgar nedeniyle pedal çevirmek gerekiyor. Aslında dik ve yaklaşık 20 km'lik bir iniş ama denizden esen rüzgar bisikleti serbest bırakırsanız 40'lı hızları geçmenize izin vermiyor. Mecburen pedallayarak iniyorum. 400 metre rakıma kadar indikten sonra sahile 40 km kalıyor. Bu arada taa sahile kadarki kısmı hatırlamıyorum. İnişten sonraki 40 km'yi nasıl geçtiğim hakkında hiçbir fikrim yok. Arada sürüyle köprü ve bir tane tünel geçtim ama nasıl?
Saat 18:05'de programın 5 dakika arkasında sahile iniyorum km saatim 260 km'yi gösteriyor. Tekrar sabah gittiğim yöne dönüyor ve bu sefer yoğun trafikte pedallıyorum. Ne kadar gücüm kaldığını bilmiyorum o yüzden dönüş noktasını iyi ayarlamam gerek. Yorgunluğun verdiği sinirle sürekli birilerine el kol hareketi çekiyorum. Ama tipim kaymış olmalı ki adamların hiçbiri -dur şunu bir marizliim demiyor. Sahilde neredeyse bir 30 km daha gittikten sonra içgüdüm geri dönemeyeceksin diyor ilk kavşaktan geri dönüyorum. Artık hiçbir şey yemek yada içmek istemiyorum, boğazımda kocaman bir yumru var. 2 saat sonra tekrar aynı kavşağa geliyorum artık hava da kararıyor.
Bizim evin kötü yanı akşam eve dönerken son bir 5 km tırmanması yapmanızdır. Tüm yolculuklarınız bu tırmanma ile bittiğinden eve gitmek işkence olmaktadır. Bugünde farklı olmuyor daha ilk metrelerde ne kadar yorulduğumu anlıyorum. Düz yolda bitkin olsamda 30 km hızla gidebilirken şimdi kaplumbağa viteslerine düşüyorum. km saati 320. kmde ve ben bırakmak üzereyim. Artık hiçbir oyalama taktiği yada motivasyon işe yaramıyor. Düşünecek halim kalmamış galiba hörgüçteki yakıtta tükendi. Sokaktaki insanlar tip tip bakıyor galiba çok kötü görünüyorum. Haa doğru 10 km hızda neden ağzımın böyle açık olduğunu merak ediyorlardır: Havadaki besince zengin planktonları yakalamaya çalışıyorumda.
Son 3 km'ye giriyorum yol bitmek bilmiyor. biraz toparlanır gibi oluyorum ama bunun geçici olduğunu az sonra daha beter olacağını biliyorum. O sırada ilahi bir yardım geliyor: yolun kenarında yanan ateşteki bir cam şişe patlıyor. Tam yanımdaki ses ve sıçrayan parçalar beni ürkütüyor ve hayati önemi olan adrenalin salgılamamı sağlıyor. Ateşin başında sırıtan elemanları kalaydan muaf sayıp devam ediyorum. Artık son 1,5 km kaldı. kısa aralıklı son 3 rampa kaldı. İlki 20 metre ama çok dik ilk defa aynakol 1'e düşüyor. Sabah sadece 3. dişliyi ve arkadaki son 4 dişliyi yağladığımdan üzerinde toz yok ve sorunsuz çalışıyor. Bu kullanmayacağın dişliyi yağlama mantıklı anti-toz yöntemimden dolayı kendimi kutlayarak asılıyorum yokuşa. Sonraki yokuşta kalbim deli gibi atıyor 190'nın altına hiç düşmüyor. Artık evle aramdaki son yokuş. Sokak lambalarının olduğu yoldan çıkıp stabilize yola giriyorum. Karanlıkta yolu pek seçemesemde avucumun içi gibi bildiğimden sorun teşkil etmiyor. Yolun yakınındaki başıboş köpeklerin sesleri beni yeniden ayaklandırıyor ve öküz arabası temposuna ulaşmamı sağlıyor. Tepede artık son birkaç yüz metre hafif iniş var. Yolu neredeyse hiç görmeden karaltı kararıyla salıyorum bisikleti. Tam eve yaklaşmışken ön lastik bişeye çarpıyor ve bisiklet altımdan çıkıyor yere yapışıyorum. Yerden doğrulup oturur pozisyona geliyorum bisiklet iki adım ötede yan yatmış arka tekeri hala dönüyor. Geri dönüp avucumdaki yabancı cisme bakıyorum. Çocukların gündüz yola kurdukları taş kale direklerinden biri yerinden fırlayıp kenara yuvarlanmış. Gülerek yerden kalkıyorum bisiklet elimde eve doğru yürüyorum. Karşımda şehir ışıklar içinde parıldıyor, evden yeğenlerimin gülüşmeleri geliyor.
Akşam oturup rakamları çıkarıyorum:
325 km
24,0 ortalama hız
13,5 saat pedal çevirmiş toplam 1 saat durmuşum.
15,200 kalori yakmışım
ortalama nabız 160
max nabız 198
yediklerim ise
-1,5 kilo muz
-8 popkek, topkek falan
-6 bitter çikolata çeşitli ebatlarda
-2 max dondurma
-2 litre kola
-6 soda
-2 litre su
-250 gram köme
Son düzenleme: