Admin
Yönetim Kurulu
- Kayıt
- 5 Eylül 2004
- Mesaj
- 1.739
- Tepki
- 2.910
Uzun süredir kulağa yayılan bu söylentilerden en sarsıcı olanı, Amerika'da yayınlanan ünlü Bicycling dergisinde yer alan bir yazıyla ayyuka çıkmıştı. Dergi editörü Joe Kita tarafından kaleme alınan ve Dr. Irwin Goldstein'in açıklamalarını içeren makalede, bisiklet sporunun, insan sağlığını, özellikle erkek sürücüleri, gizlice tehdit ettiği iddia ediliyordu. Erkeklerin asla bisiklete binmemesi gerektiğini, bisikletlerin yasadışı ilan edilerek yasaklanmasını savunan fanatik doktor, bisiklet kullanmanın erkeklerde iktidarsızlığa neden olduğunu belirtiyordu.
http://image.superonline.com/haber/image/20000914/bisiklet14e200x150.jpg
Söz konusu yazıda, bisiklet kullanan sürücünün vücut ağırlığının, küçük ve sert bir selenin üzerinde yoğunlaştığına ve bu yükün erkek üreme organının tabanındaki atardamarlara ve sinir uçlarına baskı uyguladığına dikkat çekiliyordu. Bahsedilen ezilmenin uzun süre devam etmesi halinde, penise yeterli miktarlarda kan ulaşmayacağı iddia edilerek, ileri aşamalarda ereksiyon problemleri yaşanabileceğinin altı çiziliyordu.
Bisiklet alemini paniğe sokan şok teorinin açıklanmasının ardından, pek çok doktor ve tecrübeli bisikletçi, iktidarsızlık ile bisiklet kullanımı arasında ilişki kuran bu teşhise tam anlamıyla katılmadıklarını açıkladılar. Bunun yanı sıra, bilinçsizce, doğru vücut pozisyonu sağlanmadan yapılan sürüşlerin ve uygunsuz sele seçiminin iktidarsızlığın kaynağı olabileceğini belirterek, probleme bu açıdan yaklaşılması gerektiğini savundular.
Avrupa kıtasında ise, rüzgar ters taraftan esiyordu. İtalyan Doktor Franco Antonini, 100 çift üzerinde yaptığı araştırmaların sonucunu şöyle özetliyordu; "Günde en az üç mil bisiklete binmek, seks hayatınızı canlandırır." Antonini bulgularında, denge sağlamak için çaba sarfetmenin, çevredeki tehlikelere karşı devamlı tetikte olmanın ve ritmik egzersiz yapmanın, testosteron ve östrojen salgılanmasını teşvik ettiğini belirlemişti.
İktidarsızlık söylentilerine benzer bir rivayet, iki sene üst üste Fransa Bisiklet Turunu kazanan Lance Armstrong'a, 25 yaşındayken yumurtalık kanseri teşhisi konulduğunda çıkmıştı. Haberin yayılmasının ardından pek çok erkek bisikletçinin sinirleri ayağa kalkmış ve bisiklet yine sanık sandalyesine oturtulmuştu. Şampiyonun özel doktorunun ve diğer tıp uzmanlarının, bisiklet üzerinde geçirilen zamanın yumurtalık kanserine sebep olmayacağını anlatıp, hastalığın gerçek nedenlerini açıklamaları, bisiklet tutkunlarını rahatlatmıştı.
Sözünü ettiğim konular tıp uzmanlık alanına girdiği için yorum yapmak bana düşmez. Ancak kendimi, sorunların kaynağının bilinçsiz bisiklet kullanımı olduğunu düşünenlerin tarafında görüyorum. Tabii bir de Çin'deki, Hindistan'daki durum aklıma takılıyor. Milyonlarca bisiklet kullanıcısı olan ve ulaşımın büyük bölümünün pedal gücüyle sağlandığı bu ülkelerde, önlenemeyen nüfus artışını iktidarsızlıkla pek bağdaştıramıyorum.
Aslında anti-bisiklet söylentilerinin yayılması, çağımıza özgü bir olay değil. 1869'da, "English Mechanic" dergisinin bir yazarı, şu ilginç iddiada bulunmuş: "Bisiklete binerken harcanması gereken aşırı yoğun güç, sağlıklı egzersiz sağlamaktan çok, sürücüyü perişan eder. Uzun süre yapılan bisiklet sürüşleri, depresyon, tükenme, yıpranma ve vücudun parçalara ayrılması ile sonuçlanır. Demirden bacaklarınız ve çelikten kalçalarınız olmadıkça, bisiklet selesine oturmanızı tavsiye etmem."
Bisikletin alıştığımız formu ile milyonlarca insanı etkilediği 1890'lı yıllarda ise bazı doktorlar bisiklete binmenin, akıl hastalıklarına, hazımsızlığa, kronik rahatsızlıklara, sinir sisteminde hasarlara ve en ilginci, insanları alkolizme sürükleyecek aşırı susuzluğa neden olduğunu ortaya atmışlar. Bu yılların enteresan kuramlardan bir tanesi de İrlandalı Çavuş Fottrell'in "Molekül Teorisi" imiş. Teoriye göre doğal hayatlarını kayalık yollar üzerinde sürdükleri demir bisikletlere binerek geçirenlerin kişilikleri, meydana gelen şiddetli sarsıntı ile atomların yer değiştirmesi sonucu, bisikletlerinin kişilikleri ile karışacaktı. Bu yüzden, bisikletli yaşamın var olduğu bölgelerde, insan-bisiklet karışımı yaratıkların görülmesine şaşmamak gerekiyordu.
Bisikletin, tüm karalamalara rağmen bir yaşam biçimi olarak benimsenmesi, daha tutarlı anti-bisiklet teorileri üretilmesini zorunlu kıldı. "Bisikletçi Yürüyüşü" ve "Bisikletçi Sırtı" diye adlandırılan rahatsızlıklarla ilgili söylentileri çok yaratıcı buluyorum. Bazı sürücülerin pedal çevirme hareketini andıran tuhaf yürüyüş tarzlarına "Bisikletçi Yürüyüşü" adı veriliyor. Sözde bu rahatsızlığa yakalanan bisikletçilerin, klasik adım atma hareketi yerine, ayaklarını pedal çevirirmiş gibi dairesel hareketle kaldırarak yürüdükleri iddia ediliyor. Hastalığın ilerleyen aşamalarında "Bisikletçi Yürüyüşüne" omuzların ve başın aşağı-yukarı sallanması ve geriden gelen rakipleri kontrol edercesine arkaya doğru atılan ani bakışlar ekleniyor. "Bisikletçi Sırtı", diğer adıyla "Bisikletçi Kamburu", günümüzde yol bisikletçilerinin eğik gidonlu, yüksek seleli bisikletler üzerinde aldıkları ve omurganın doğal eğimini zorladığı varsayılan pozisyon sonucu ortaya çıkan bir rahatsızlık olarak ortaya atıldı. Bazı bisikletçilerin yarışları protesto etmelerine neden olan söylentinin yayılmasından sonra yetkili ağızlar, bisiklete binmekten kaynaklanan tek bir belkemiği deformasyonu vakasına bile rastlamadıklarını açıklamak zorunda kaldılar. Bisiklete biniyor ve bir rahatsızlık hissediyorsanız öncelikle sürüş stilinizi, bisiklete biniş alışkanlıklarınızı gözden geçirmenizi ve kontrol için bir doktora görünmenizi öneririm. Bisiklet ile sürücünün vücudu ahenk içinde olmalıdır. Bisiklete binerken doğru pozisyon almak, daha rahat, emniyetli ve etkin sürüş deneyimi yaşatır, sakatlanma riskini azaltır.
Selim ATAZ izniyle nethaber.com
http://image.superonline.com/haber/image/20000914/bisiklet14e200x150.jpg
Söz konusu yazıda, bisiklet kullanan sürücünün vücut ağırlığının, küçük ve sert bir selenin üzerinde yoğunlaştığına ve bu yükün erkek üreme organının tabanındaki atardamarlara ve sinir uçlarına baskı uyguladığına dikkat çekiliyordu. Bahsedilen ezilmenin uzun süre devam etmesi halinde, penise yeterli miktarlarda kan ulaşmayacağı iddia edilerek, ileri aşamalarda ereksiyon problemleri yaşanabileceğinin altı çiziliyordu.
Bisiklet alemini paniğe sokan şok teorinin açıklanmasının ardından, pek çok doktor ve tecrübeli bisikletçi, iktidarsızlık ile bisiklet kullanımı arasında ilişki kuran bu teşhise tam anlamıyla katılmadıklarını açıkladılar. Bunun yanı sıra, bilinçsizce, doğru vücut pozisyonu sağlanmadan yapılan sürüşlerin ve uygunsuz sele seçiminin iktidarsızlığın kaynağı olabileceğini belirterek, probleme bu açıdan yaklaşılması gerektiğini savundular.
Avrupa kıtasında ise, rüzgar ters taraftan esiyordu. İtalyan Doktor Franco Antonini, 100 çift üzerinde yaptığı araştırmaların sonucunu şöyle özetliyordu; "Günde en az üç mil bisiklete binmek, seks hayatınızı canlandırır." Antonini bulgularında, denge sağlamak için çaba sarfetmenin, çevredeki tehlikelere karşı devamlı tetikte olmanın ve ritmik egzersiz yapmanın, testosteron ve östrojen salgılanmasını teşvik ettiğini belirlemişti.
İktidarsızlık söylentilerine benzer bir rivayet, iki sene üst üste Fransa Bisiklet Turunu kazanan Lance Armstrong'a, 25 yaşındayken yumurtalık kanseri teşhisi konulduğunda çıkmıştı. Haberin yayılmasının ardından pek çok erkek bisikletçinin sinirleri ayağa kalkmış ve bisiklet yine sanık sandalyesine oturtulmuştu. Şampiyonun özel doktorunun ve diğer tıp uzmanlarının, bisiklet üzerinde geçirilen zamanın yumurtalık kanserine sebep olmayacağını anlatıp, hastalığın gerçek nedenlerini açıklamaları, bisiklet tutkunlarını rahatlatmıştı.
Sözünü ettiğim konular tıp uzmanlık alanına girdiği için yorum yapmak bana düşmez. Ancak kendimi, sorunların kaynağının bilinçsiz bisiklet kullanımı olduğunu düşünenlerin tarafında görüyorum. Tabii bir de Çin'deki, Hindistan'daki durum aklıma takılıyor. Milyonlarca bisiklet kullanıcısı olan ve ulaşımın büyük bölümünün pedal gücüyle sağlandığı bu ülkelerde, önlenemeyen nüfus artışını iktidarsızlıkla pek bağdaştıramıyorum.
Aslında anti-bisiklet söylentilerinin yayılması, çağımıza özgü bir olay değil. 1869'da, "English Mechanic" dergisinin bir yazarı, şu ilginç iddiada bulunmuş: "Bisiklete binerken harcanması gereken aşırı yoğun güç, sağlıklı egzersiz sağlamaktan çok, sürücüyü perişan eder. Uzun süre yapılan bisiklet sürüşleri, depresyon, tükenme, yıpranma ve vücudun parçalara ayrılması ile sonuçlanır. Demirden bacaklarınız ve çelikten kalçalarınız olmadıkça, bisiklet selesine oturmanızı tavsiye etmem."
Bisikletin alıştığımız formu ile milyonlarca insanı etkilediği 1890'lı yıllarda ise bazı doktorlar bisiklete binmenin, akıl hastalıklarına, hazımsızlığa, kronik rahatsızlıklara, sinir sisteminde hasarlara ve en ilginci, insanları alkolizme sürükleyecek aşırı susuzluğa neden olduğunu ortaya atmışlar. Bu yılların enteresan kuramlardan bir tanesi de İrlandalı Çavuş Fottrell'in "Molekül Teorisi" imiş. Teoriye göre doğal hayatlarını kayalık yollar üzerinde sürdükleri demir bisikletlere binerek geçirenlerin kişilikleri, meydana gelen şiddetli sarsıntı ile atomların yer değiştirmesi sonucu, bisikletlerinin kişilikleri ile karışacaktı. Bu yüzden, bisikletli yaşamın var olduğu bölgelerde, insan-bisiklet karışımı yaratıkların görülmesine şaşmamak gerekiyordu.
Bisikletin, tüm karalamalara rağmen bir yaşam biçimi olarak benimsenmesi, daha tutarlı anti-bisiklet teorileri üretilmesini zorunlu kıldı. "Bisikletçi Yürüyüşü" ve "Bisikletçi Sırtı" diye adlandırılan rahatsızlıklarla ilgili söylentileri çok yaratıcı buluyorum. Bazı sürücülerin pedal çevirme hareketini andıran tuhaf yürüyüş tarzlarına "Bisikletçi Yürüyüşü" adı veriliyor. Sözde bu rahatsızlığa yakalanan bisikletçilerin, klasik adım atma hareketi yerine, ayaklarını pedal çevirirmiş gibi dairesel hareketle kaldırarak yürüdükleri iddia ediliyor. Hastalığın ilerleyen aşamalarında "Bisikletçi Yürüyüşüne" omuzların ve başın aşağı-yukarı sallanması ve geriden gelen rakipleri kontrol edercesine arkaya doğru atılan ani bakışlar ekleniyor. "Bisikletçi Sırtı", diğer adıyla "Bisikletçi Kamburu", günümüzde yol bisikletçilerinin eğik gidonlu, yüksek seleli bisikletler üzerinde aldıkları ve omurganın doğal eğimini zorladığı varsayılan pozisyon sonucu ortaya çıkan bir rahatsızlık olarak ortaya atıldı. Bazı bisikletçilerin yarışları protesto etmelerine neden olan söylentinin yayılmasından sonra yetkili ağızlar, bisiklete binmekten kaynaklanan tek bir belkemiği deformasyonu vakasına bile rastlamadıklarını açıklamak zorunda kaldılar. Bisiklete biniyor ve bir rahatsızlık hissediyorsanız öncelikle sürüş stilinizi, bisiklete biniş alışkanlıklarınızı gözden geçirmenizi ve kontrol için bir doktora görünmenizi öneririm. Bisiklet ile sürücünün vücudu ahenk içinde olmalıdır. Bisiklete binerken doğru pozisyon almak, daha rahat, emniyetli ve etkin sürüş deneyimi yaşatır, sakatlanma riskini azaltır.
Selim ATAZ izniyle nethaber.com