Osman Kıtay
Forum Bağımlısı
- Kayıt
- 31 Temmuz 2012
- Mesaj
- 855
- Tepki
- 1.070
- Yaş
- 50
- Şehir
- İstanbul
- Bisiklet
- Fuji
Plaj pansiyon’ a doğru frenlere yüklene yüklene liman bölgesine doğru iniyoruz. Hava kararmak üzere. Assos limanının dibinin dibindeki “plaj pansiyonu” buluyoruz. Bizi pansiyonun çalışanı Seyfi karşılıyor. Odaların tamamı boş durumda. Hemen demir atların yüklerini boşaltıp ekmek aramaya çıkıyoruz. Benim SPD ayakkalbılar Assosun yollarında topuklu bayan ayakkabısı etkisi yaratıyor ve yürümekte ciddi zorlanıyorum. Liman bölgesinde 1 tane büfe var. Büfe’ ye ekmek sorduğumuzda ekmek kalmadı cevabı üzerine feci bir affallama yaşıyoruz.
Nasıl yok?
Yok işte! Sabah sipariş vereceksiniz.
Aga sabah biz Çanakkale deydik. Başka nereden bulabiliriz?
Yukarıdaki bakkalda var.
Haydaaaa! Kaldık mı ekmeksiz? Lokantalarda var ama ekmek istemekte bize ayıp kaçıyor. Kedi gibi dolanıyoruz ortalıkta. Sonunda ara sokakta bir lokantaya yemek fiyatı sorduk. 1 tane zeytinyağlı tabağı ve bol ekmeğe 15 tl. ödüyoruz. Karnımız doyurup odaya duş almaya gidiyoruz. İlk önce Serhat duşa giriyor. Bir şey demeden çıkıyor. Duşa bir giriyorum, bu da ne? Facia bir duş. Askerde bile bu kadar kötüsünü görmedim. En erken Neolitik çağda filan temizlenmiş. Ama o duşa ihtiyacım var. Musluğu açıyorum Su orta seviye akıyor. Duş bölümüne çeviriyorum, su yok. Duşta kanal manal kalmamış. Her yeri tıkalı. O da ne? Duvarda sümüklü böcek! Yahu yok yok. Dedim hayvanlık bende kalsın, insan olup gereksiz katliam yapmayayım, sümüklü böceğin yaşamasına izin verdim. Hatta üzerine biraz su tutup, ömrünü uzattım. Duşu da avucuma su alıp yaptım. Odaya geçtiğimde yatağın üzerine bakıyorum onlarca örümcek yavrusu. Bu sefer dayanamayıp insanlaşıyorum ve hepsini katlediyorum.
Yorgun olmamızın etkisi ile hemen uykuya dalıyoruz. Ama gece tavanda dolaşan fare tıpırtıları uykumuzu ikide bir bölüyor. Survivor yarışması için Acun boşuna deniz aşırı gitmesin plaj pansiyon her tür imkanı sağlıyor. Sabah 06.30 gibi uyanıyoruz. Demir atlar yükleniyor ve Seyfi’ yi arama maceramız başlıyor. Ama Seyfi kayıp? Aşağıda restoran bölümüne bakıyorum yok. Bir kapı var kapıyı çalıyorum. Garson çıkıyor ve Kahvaltı soruyorum. Bönbön bakıp Seyfi yi bulun diyor. Sonunda Seyfi yi bungalovların birinde yatarken buluyoruz. 10-15 dakikada uyanıyor. 10 dakika da kahvaltımız hazır ediyor.
Seyfi enteresan bir kişilik, Serhat sohbet sırasında alkol kullanmadığını söylüyor. Seyfi de İmam Hatip mezunu ve işi gereği bol bol alkol tükettiğinden bahsediyor. Buralarda böyle diyor. İstanbul la ilgili soru sorarken, cevabını almadan belediyeler hakkında siyaset yapıyor. Daha o konu bitmeden kaçaklarla ilgili sohbet. Durum öyle bir hal alıyor ki, kim, neden, ne için, ne amaçla konuşuyor anlamıyorum. Seyfi işte böyle çok enteresan bir şahsiyet.
Kahvaltımız bittikten sonra, zaman kaybetmeden rampayı tırmanmaya hazırlanıyoruz. Seyfi nin bahsettiği kaçakları sahil güvenliğin orada görüyoruz. Kaçak göçmenler Midilli ye geçmeye çalışırken sahil güvenlik tarafından yakalanmışlar. Jandarma onları yukarıda ki komutanlığa minibüslerle çıkarıyor. Serhat a acaba biz kaçağız desek bizi de yukarı çıkarırlar mı diye soruyorum. Yüzü astarından pahalı olacağına kanaat getirip vazgeçiyorum.
Başlıyoruz rampaya. Ama ne rampa! Bisikletler elimizde tırmanıyoruz. Yolun yarısında biraz fotoğraf çekip yola devam edecekken seksen yaşının da üzerinde yaşlı bir nine bize bir şeyler satmaya çalışıyor. Bende dayanamayıp bir tahta kaşık alıyorum. Assos tan eve hatıra bir kaşlıkla döneceğiz. Rampayı bitiriyor, ve son hazırlıklara başlıyoruz. Bakkaldan su yüklemesini yapıp, yolun durumunu sorma gafletinde bulunuyoruz.
Usta Altınoluk yoluna gireceğiz yol nasıl? Rampa var mı?
Asfalt fıstık gibi, rampa filan yok. Dümdüz.
Eyvallah sağolasın.
Bakkalın önünden bisiklete binip köşeyi dönüyoruuuuz, rampa! Ulan hani yoktu?
Yol desen facia yollara yeni mıcır dökmüşler. Düşmemek için mücadele veriyoruz. Bisiklet sürmemiş bir kişiye son yol soruşumuz. Kazayla sürmemiş kişiler bir şey dediyse de biz dalgaya aldık. Siz siz olun kabası arabadan başka bir şey görmemiş, kendinden hariç bol beygirli araçlar sürmüş kişilere sakın rampa var mı? Asfalt iyi mi? diye soru sormayın.
Yaklaşık 8-9 km. moral bozukluğu ile gidiyoruz. Kötü durumdaki yol da bize eşlik ediyor. Sonrasında görece biraz daha iyi bir yola bağlanıyoruz. Yola bağlandıktan 1-2 km. sonra ufukta bize doğru yaklaşmakta olan bir bisikletli görüp heyecanlanıyoruz. Karşılaştığımız kişi Mirac Ural abimiz. Kendisi İstanbul dan yola çıkıp, Bandırma dan İç yolları kullanıp Bodrum’ a geçmiş, ardından tekrar kıyıdan İstanbul’ a dönüşe geçmiş. 10 dakika kadar sohbet ediyor, birkaç fotoğraf çekildikten sonra tekrar yola, ama bu sefer moral ve motivasyon kazanmış olarak çıkıyoruz.
Yolumuz bu saatten sonra düzelmeye başladı . Dar, ama güzel bir yoldan Küçükkuyu ’ ya doğru ilerliyoruz. Yolun üzeri sağlı sollu “buz gibi karadut suyu” yazıları ve küçük tezgahlarla kaynıyor. Ben ise arkadaşım Deniz’ e söz verdiğim polen tozlarını aramakla meşgulüm. Bu sırada karşıdan iki bisikletli geldiğini görüyoruz. Öndeki bayan yabancı simalı olduğu ve benimde İngilizcemin yes ve no ile kısıtlı olması nedeniyle geçerken sadece “merhaba” dedim. Karşı tarafta “merhaba” deyince tipik “anaaa bunlar Türkmüş ya” durumu ile bir anda durduk. O sırada bayan arkadaşı pas geçmiş diğer arkadaşla burun buruna kalmıştık. Karşılaştıklarımız Eray Uygur, Federica Kent ve en arkada onlara kısa süreliğine eşlik eden Serkan adında arkadaşlardı. Eray ve Federica’ nın İtalya’ ya doğru pedalladıklarını, daha yeni yola çıkmış olduğunu öğrendik. Bu satırları yazarken, Eray’ lar 26. Gününde 1.000 km yi geçmiş ve Yunanistan dan feribotla İtalya’ ya geçmek üzereler. Ayak üstü kısa bir sohbetten sonra vedalaşıp yollarımıza devam ediyoruz.
Bu arada daha 20 km.lik bölümü anlattım. Satırlar uzayacak yani
Küçükkuyu dan İzmir yoluna bağlanıyoruz. Hedefimiz Altınoluk merkezde kısa süreli bir mola vermek. Sıkıntısız bir şekilde Altınoluk merkez’ e varıyoruz. Hemen marketten ayran ve limonata alıp Dinlenme moduna geçiyoruz. Benim ve Serhat’ ın dinlenme modunda ilk yaptığı iş, ayakkabılar çıkıyor ve terlik/sandalet ayağa geçiyor. Bunu yapmazsak ayakların pelte gibi olacağını biliyorum. Ayakların hava alması gerçekten çok iyi oluyor. Yarım saatlik molamıza bazen yan taraftaki ayakkabı boyacısıda eşlik ediyor. Genelde çok karşılaştığımız tepki olan “delimisiniz? Otobüsle gidin, arabayla gidin” gibi şeyler söylüyor. Bu arada amcam bisiklet süren birisi. Yoldaki sıkıntılı yerleri de anlatıyor. Ama delimisiniz demeyi de unutmuyor. Haklı da olabilir. Kimse kendisinin deli olduğuna inanmaz.
Molayı tamamlayıp öğlen yemeği için hedefimiz olan Burhaniye’ ye doğru yola çıkıyoruz. Ama ondan önceki planlarımda Tuncel Kurtiz’ in mezarını ziyaret etmek vardı. Lakin Kazdağlarına alıcı gözle bakınca yemedi
Bu arada unuttuğum bir konu, Çanakkale’ den İzmir’ e kadar Vodafone bayii arıyoruz. Serhat kardeşim biraz kararsız. 2 hafta önceden kendisine akıllı telefon aramaya başladı. Alacağı telefona otobüse bindiğimizde karar verdi. Ama Çanakkale’ den ayrıldığımızda sabah 6 gibi olduğundan açık bayi bulamadık. O yoldan buraya kadar bulduğumuz en büyük yerleşim yeri Altınoluk olmasına rağmen bu sefer de Pazar günü olması sebebiyle Vodafone bayileri kapalıydı. Vodafone maceramızın nasıl Avea macerasına nasıl dönüştüğünü ileriki satırlarda paylaşacağım. Serhaaat
Burhaniye’ ye Akçay’ ın içinden geçen tali bir yoldan gidiyoruz. Burhaniye’ ye vardığımızda Bir genç yolumuz kesiyor ve bisiklet alacağını, tura çıkacağını nelere dikkat etmesi gerektiğini soruyor. Bende hemen çok bilmişliğimle 5 dakika da brifingi veriyorum. Bir cami bulup Serhat öğle namazını kılıyor. Ardından bir marketten domates, biber, Limonata, yolda gözüme kestirdiğim bir peynirciden İzmir tulumu ve peynir tatlısı (höşmerim) alıyoruz. Burhaniye içindeki parkta tıksırıncaya kadar (sonrası benim için kötü oldu çünkü) yedikten sonra 1 saatlik bir dinlenme molası veriyoruz. Ardından Tekrar yollardayız.
Gömeç çıkışı mezarlık kenarında verdiğimiz kısa mola haricinde Ayvalık’ a kadar mola vermeden ve sadece yola odaklanarak devam ediyoruz. Ayvalık’ ta planımıza göre Ada kamping’ de kalacağız. Yolda kampı aradığımızda, “ada bölümüne geçin değirmenden sola dönün tabelamızı göreceksiniz. Oradan sapmadan devam edin” dediler. Diyorum ya dediler. Bizde saf iki gezgin çıktık yola. Bu arada yolda lokantalar var, Serhat’ a girelim bir şeyler yiyelim diyorum. Varınca yeriz diyor. Ekmek alalım diyorum, bir sonraki yerden alırız diyor. Velhasıl dolana dolan tabelayı bulduk. 200-300 metre gitmeden dik bir rampa. Hayırdır demeye kalmadan rampayı çıkmaya başladık. Bir ara o kadar dikleşti ki, bisikletten inip 500 metre kadar bisikleti iterek gittik. Yahu bu yer nerede? Gidiyoruz gidiyoruz öyle bir yer yok. Bende iyice sinirler gerildi. Ama hata bende. Harita okumakta kötüyüm. Yani bulunduğumuz rota dan varış noktamıza kaç km. kaldığını telefonda nasıl bulacağımı bilmiyorum. Serhat’ ta mülayim adam ses çıkarmıyor. Ben olsam bağırırdım, Osmaaaaaaan!
Bulamazsak ta dönüş yok dedim bastım pedala. Yaklaşık 5 km daha gittikten sonra kamp alanının tabelasını görüp içeri girdik. Kamp alanı çok güzel temiz ve sessiz. Fiyat 25 tl. Ama bir sorun var. Su 5, Bira 16 tl. Yahu nasıl olur? Çok kolay, sen tut yerleşim yerinden çok uzak bir yere kamp alanı kur, kurbanları aç susuz bekle. Geldiklerinde tepelerine bin. Peki ekmek? Onda insaf vardı en azından, 1 tl. 1 şişe su ve 1 ekmek alıp, benim erzaklara yükleniyoruz. Menüde barbunya, ton balığı ve helva var. Karnımız bir güzel doyuruyoruz. Bulunduğumuz yerde 1 çadır daha var. Ama kimse olmadığı için ilk önce tanışmıyoruz. Deniz sefası yapalım diyerek suya bir girdik ki, buz gibi benim deniz sefam kısa sürüyor. Hemen duşumuzu alıyor ve çadırımıza geri dönüyoruz.
Bu sırada diğer çadırdakiler arabayla geliyorlar. Araba olunca iş kolay, gidip Ayvalık’ tan nevaleleri yüklenmiş geliyorlar. Çadır sahipleri bir bay, bir bayan. Merhabalaşıyoruz. Hava karardığı için ben hemen yatış olayına geçiyorum. Hemen de uykuya dalıyorum. Gece yarısı yandaki çadırın fermuar seslerine uyandım. Öyle böyle değil, çadırın fermuarı 20 – 25 sefer açılıp kapandı. Sonrasında; aşkım? Aşkım? Neredesin aşkım? Buradayım aşkım! Şöyle mi dursam aşkım? Yok bu pozisyon iyi aşkım! Ah! Oh! …. O ha! Arkadaş çadırdasınız! İnsan şu işi sessiz yapar! Yahu insaf! Olanı var, olmayanı var. Bizimkisi de can. Neyse ki arkadaşların aşk oyunları fazla alkolden 15-20 dakika sürüyor. Sonra uykuma kaldığım yerden devam ediyorum.
Devamı bir sonraki yazımızda. (Ayvalık-Yenifoça)
STRAVA KAYDI : (link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
Assos rampalarını tırmanıyoruz.
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
SPD ayakkabıları çıkarıp rampayı sandaletle çıkıyorum (parke taşta kaller ciddi sıkıntı)
(link)
Ve Miraç abi
(link)
(link)
Bu da Sıpa
(link)
Eray Uygur ve Federica Kent
(link)
Burhaniye
(link)
Ayvalık Ada Camping
(link)
(link)
(link)
Nasıl yok?
Yok işte! Sabah sipariş vereceksiniz.
Aga sabah biz Çanakkale deydik. Başka nereden bulabiliriz?
Yukarıdaki bakkalda var.
Haydaaaa! Kaldık mı ekmeksiz? Lokantalarda var ama ekmek istemekte bize ayıp kaçıyor. Kedi gibi dolanıyoruz ortalıkta. Sonunda ara sokakta bir lokantaya yemek fiyatı sorduk. 1 tane zeytinyağlı tabağı ve bol ekmeğe 15 tl. ödüyoruz. Karnımız doyurup odaya duş almaya gidiyoruz. İlk önce Serhat duşa giriyor. Bir şey demeden çıkıyor. Duşa bir giriyorum, bu da ne? Facia bir duş. Askerde bile bu kadar kötüsünü görmedim. En erken Neolitik çağda filan temizlenmiş. Ama o duşa ihtiyacım var. Musluğu açıyorum Su orta seviye akıyor. Duş bölümüne çeviriyorum, su yok. Duşta kanal manal kalmamış. Her yeri tıkalı. O da ne? Duvarda sümüklü böcek! Yahu yok yok. Dedim hayvanlık bende kalsın, insan olup gereksiz katliam yapmayayım, sümüklü böceğin yaşamasına izin verdim. Hatta üzerine biraz su tutup, ömrünü uzattım. Duşu da avucuma su alıp yaptım. Odaya geçtiğimde yatağın üzerine bakıyorum onlarca örümcek yavrusu. Bu sefer dayanamayıp insanlaşıyorum ve hepsini katlediyorum.
Yorgun olmamızın etkisi ile hemen uykuya dalıyoruz. Ama gece tavanda dolaşan fare tıpırtıları uykumuzu ikide bir bölüyor. Survivor yarışması için Acun boşuna deniz aşırı gitmesin plaj pansiyon her tür imkanı sağlıyor. Sabah 06.30 gibi uyanıyoruz. Demir atlar yükleniyor ve Seyfi’ yi arama maceramız başlıyor. Ama Seyfi kayıp? Aşağıda restoran bölümüne bakıyorum yok. Bir kapı var kapıyı çalıyorum. Garson çıkıyor ve Kahvaltı soruyorum. Bönbön bakıp Seyfi yi bulun diyor. Sonunda Seyfi yi bungalovların birinde yatarken buluyoruz. 10-15 dakikada uyanıyor. 10 dakika da kahvaltımız hazır ediyor.
Seyfi enteresan bir kişilik, Serhat sohbet sırasında alkol kullanmadığını söylüyor. Seyfi de İmam Hatip mezunu ve işi gereği bol bol alkol tükettiğinden bahsediyor. Buralarda böyle diyor. İstanbul la ilgili soru sorarken, cevabını almadan belediyeler hakkında siyaset yapıyor. Daha o konu bitmeden kaçaklarla ilgili sohbet. Durum öyle bir hal alıyor ki, kim, neden, ne için, ne amaçla konuşuyor anlamıyorum. Seyfi işte böyle çok enteresan bir şahsiyet.
Kahvaltımız bittikten sonra, zaman kaybetmeden rampayı tırmanmaya hazırlanıyoruz. Seyfi nin bahsettiği kaçakları sahil güvenliğin orada görüyoruz. Kaçak göçmenler Midilli ye geçmeye çalışırken sahil güvenlik tarafından yakalanmışlar. Jandarma onları yukarıda ki komutanlığa minibüslerle çıkarıyor. Serhat a acaba biz kaçağız desek bizi de yukarı çıkarırlar mı diye soruyorum. Yüzü astarından pahalı olacağına kanaat getirip vazgeçiyorum.
Başlıyoruz rampaya. Ama ne rampa! Bisikletler elimizde tırmanıyoruz. Yolun yarısında biraz fotoğraf çekip yola devam edecekken seksen yaşının da üzerinde yaşlı bir nine bize bir şeyler satmaya çalışıyor. Bende dayanamayıp bir tahta kaşık alıyorum. Assos tan eve hatıra bir kaşlıkla döneceğiz. Rampayı bitiriyor, ve son hazırlıklara başlıyoruz. Bakkaldan su yüklemesini yapıp, yolun durumunu sorma gafletinde bulunuyoruz.
Usta Altınoluk yoluna gireceğiz yol nasıl? Rampa var mı?
Asfalt fıstık gibi, rampa filan yok. Dümdüz.
Eyvallah sağolasın.
Bakkalın önünden bisiklete binip köşeyi dönüyoruuuuz, rampa! Ulan hani yoktu?
Yol desen facia yollara yeni mıcır dökmüşler. Düşmemek için mücadele veriyoruz. Bisiklet sürmemiş bir kişiye son yol soruşumuz. Kazayla sürmemiş kişiler bir şey dediyse de biz dalgaya aldık. Siz siz olun kabası arabadan başka bir şey görmemiş, kendinden hariç bol beygirli araçlar sürmüş kişilere sakın rampa var mı? Asfalt iyi mi? diye soru sormayın.
Yaklaşık 8-9 km. moral bozukluğu ile gidiyoruz. Kötü durumdaki yol da bize eşlik ediyor. Sonrasında görece biraz daha iyi bir yola bağlanıyoruz. Yola bağlandıktan 1-2 km. sonra ufukta bize doğru yaklaşmakta olan bir bisikletli görüp heyecanlanıyoruz. Karşılaştığımız kişi Mirac Ural abimiz. Kendisi İstanbul dan yola çıkıp, Bandırma dan İç yolları kullanıp Bodrum’ a geçmiş, ardından tekrar kıyıdan İstanbul’ a dönüşe geçmiş. 10 dakika kadar sohbet ediyor, birkaç fotoğraf çekildikten sonra tekrar yola, ama bu sefer moral ve motivasyon kazanmış olarak çıkıyoruz.
Yolumuz bu saatten sonra düzelmeye başladı . Dar, ama güzel bir yoldan Küçükkuyu ’ ya doğru ilerliyoruz. Yolun üzeri sağlı sollu “buz gibi karadut suyu” yazıları ve küçük tezgahlarla kaynıyor. Ben ise arkadaşım Deniz’ e söz verdiğim polen tozlarını aramakla meşgulüm. Bu sırada karşıdan iki bisikletli geldiğini görüyoruz. Öndeki bayan yabancı simalı olduğu ve benimde İngilizcemin yes ve no ile kısıtlı olması nedeniyle geçerken sadece “merhaba” dedim. Karşı tarafta “merhaba” deyince tipik “anaaa bunlar Türkmüş ya” durumu ile bir anda durduk. O sırada bayan arkadaşı pas geçmiş diğer arkadaşla burun buruna kalmıştık. Karşılaştıklarımız Eray Uygur, Federica Kent ve en arkada onlara kısa süreliğine eşlik eden Serkan adında arkadaşlardı. Eray ve Federica’ nın İtalya’ ya doğru pedalladıklarını, daha yeni yola çıkmış olduğunu öğrendik. Bu satırları yazarken, Eray’ lar 26. Gününde 1.000 km yi geçmiş ve Yunanistan dan feribotla İtalya’ ya geçmek üzereler. Ayak üstü kısa bir sohbetten sonra vedalaşıp yollarımıza devam ediyoruz.
Bu arada daha 20 km.lik bölümü anlattım. Satırlar uzayacak yani
Küçükkuyu dan İzmir yoluna bağlanıyoruz. Hedefimiz Altınoluk merkezde kısa süreli bir mola vermek. Sıkıntısız bir şekilde Altınoluk merkez’ e varıyoruz. Hemen marketten ayran ve limonata alıp Dinlenme moduna geçiyoruz. Benim ve Serhat’ ın dinlenme modunda ilk yaptığı iş, ayakkabılar çıkıyor ve terlik/sandalet ayağa geçiyor. Bunu yapmazsak ayakların pelte gibi olacağını biliyorum. Ayakların hava alması gerçekten çok iyi oluyor. Yarım saatlik molamıza bazen yan taraftaki ayakkabı boyacısıda eşlik ediyor. Genelde çok karşılaştığımız tepki olan “delimisiniz? Otobüsle gidin, arabayla gidin” gibi şeyler söylüyor. Bu arada amcam bisiklet süren birisi. Yoldaki sıkıntılı yerleri de anlatıyor. Ama delimisiniz demeyi de unutmuyor. Haklı da olabilir. Kimse kendisinin deli olduğuna inanmaz.
Molayı tamamlayıp öğlen yemeği için hedefimiz olan Burhaniye’ ye doğru yola çıkıyoruz. Ama ondan önceki planlarımda Tuncel Kurtiz’ in mezarını ziyaret etmek vardı. Lakin Kazdağlarına alıcı gözle bakınca yemedi
Bu arada unuttuğum bir konu, Çanakkale’ den İzmir’ e kadar Vodafone bayii arıyoruz. Serhat kardeşim biraz kararsız. 2 hafta önceden kendisine akıllı telefon aramaya başladı. Alacağı telefona otobüse bindiğimizde karar verdi. Ama Çanakkale’ den ayrıldığımızda sabah 6 gibi olduğundan açık bayi bulamadık. O yoldan buraya kadar bulduğumuz en büyük yerleşim yeri Altınoluk olmasına rağmen bu sefer de Pazar günü olması sebebiyle Vodafone bayileri kapalıydı. Vodafone maceramızın nasıl Avea macerasına nasıl dönüştüğünü ileriki satırlarda paylaşacağım. Serhaaat
Burhaniye’ ye Akçay’ ın içinden geçen tali bir yoldan gidiyoruz. Burhaniye’ ye vardığımızda Bir genç yolumuz kesiyor ve bisiklet alacağını, tura çıkacağını nelere dikkat etmesi gerektiğini soruyor. Bende hemen çok bilmişliğimle 5 dakika da brifingi veriyorum. Bir cami bulup Serhat öğle namazını kılıyor. Ardından bir marketten domates, biber, Limonata, yolda gözüme kestirdiğim bir peynirciden İzmir tulumu ve peynir tatlısı (höşmerim) alıyoruz. Burhaniye içindeki parkta tıksırıncaya kadar (sonrası benim için kötü oldu çünkü) yedikten sonra 1 saatlik bir dinlenme molası veriyoruz. Ardından Tekrar yollardayız.
Gömeç çıkışı mezarlık kenarında verdiğimiz kısa mola haricinde Ayvalık’ a kadar mola vermeden ve sadece yola odaklanarak devam ediyoruz. Ayvalık’ ta planımıza göre Ada kamping’ de kalacağız. Yolda kampı aradığımızda, “ada bölümüne geçin değirmenden sola dönün tabelamızı göreceksiniz. Oradan sapmadan devam edin” dediler. Diyorum ya dediler. Bizde saf iki gezgin çıktık yola. Bu arada yolda lokantalar var, Serhat’ a girelim bir şeyler yiyelim diyorum. Varınca yeriz diyor. Ekmek alalım diyorum, bir sonraki yerden alırız diyor. Velhasıl dolana dolan tabelayı bulduk. 200-300 metre gitmeden dik bir rampa. Hayırdır demeye kalmadan rampayı çıkmaya başladık. Bir ara o kadar dikleşti ki, bisikletten inip 500 metre kadar bisikleti iterek gittik. Yahu bu yer nerede? Gidiyoruz gidiyoruz öyle bir yer yok. Bende iyice sinirler gerildi. Ama hata bende. Harita okumakta kötüyüm. Yani bulunduğumuz rota dan varış noktamıza kaç km. kaldığını telefonda nasıl bulacağımı bilmiyorum. Serhat’ ta mülayim adam ses çıkarmıyor. Ben olsam bağırırdım, Osmaaaaaaan!
Bulamazsak ta dönüş yok dedim bastım pedala. Yaklaşık 5 km daha gittikten sonra kamp alanının tabelasını görüp içeri girdik. Kamp alanı çok güzel temiz ve sessiz. Fiyat 25 tl. Ama bir sorun var. Su 5, Bira 16 tl. Yahu nasıl olur? Çok kolay, sen tut yerleşim yerinden çok uzak bir yere kamp alanı kur, kurbanları aç susuz bekle. Geldiklerinde tepelerine bin. Peki ekmek? Onda insaf vardı en azından, 1 tl. 1 şişe su ve 1 ekmek alıp, benim erzaklara yükleniyoruz. Menüde barbunya, ton balığı ve helva var. Karnımız bir güzel doyuruyoruz. Bulunduğumuz yerde 1 çadır daha var. Ama kimse olmadığı için ilk önce tanışmıyoruz. Deniz sefası yapalım diyerek suya bir girdik ki, buz gibi benim deniz sefam kısa sürüyor. Hemen duşumuzu alıyor ve çadırımıza geri dönüyoruz.
Bu sırada diğer çadırdakiler arabayla geliyorlar. Araba olunca iş kolay, gidip Ayvalık’ tan nevaleleri yüklenmiş geliyorlar. Çadır sahipleri bir bay, bir bayan. Merhabalaşıyoruz. Hava karardığı için ben hemen yatış olayına geçiyorum. Hemen de uykuya dalıyorum. Gece yarısı yandaki çadırın fermuar seslerine uyandım. Öyle böyle değil, çadırın fermuarı 20 – 25 sefer açılıp kapandı. Sonrasında; aşkım? Aşkım? Neredesin aşkım? Buradayım aşkım! Şöyle mi dursam aşkım? Yok bu pozisyon iyi aşkım! Ah! Oh! …. O ha! Arkadaş çadırdasınız! İnsan şu işi sessiz yapar! Yahu insaf! Olanı var, olmayanı var. Bizimkisi de can. Neyse ki arkadaşların aşk oyunları fazla alkolden 15-20 dakika sürüyor. Sonra uykuma kaldığım yerden devam ediyorum.
Devamı bir sonraki yazımızda. (Ayvalık-Yenifoça)
STRAVA KAYDI : (link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
Assos rampalarını tırmanıyoruz.
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
SPD ayakkabıları çıkarıp rampayı sandaletle çıkıyorum (parke taşta kaller ciddi sıkıntı)
(link)
Ve Miraç abi
(link)
(link)
Bu da Sıpa
(link)
Eray Uygur ve Federica Kent
(link)
Burhaniye
(link)
Ayvalık Ada Camping
(link)
(link)
(link)


