- Kayıt
- 26 Haziran 2016
- Mesaj
- 597
- Tepki
- 5.683
- Şehir
- Samsun
- İsim
- Serhat C
Bu rota ve üst üste uzun mesafeler sürüp kendimi test etmek bayağıdır aklımdaydı. Tamam, günde 300 üzeri kilometrelere alışkındım fakat ertesi gün hep dinlenmiştim. Aklından TCR ve TTUBR geçen birisi olarak kendimi denemem, keyif alıp almadığımı görmem gerekiyordu.
Orijinal plan Samsun'dan başlayıp Istanbul'da bitirmekti. 4 günde yaklaşık 1.000 KM sürecekti. Fakat şartlar rotanın tam tersi şekilde olgunlaştı. Istanbul'da bir toplantıya gitmem gerekti ve bisikleti araçla götürme imkânımın yanı sıra aracı Samsun'a geri getirecek arkadaşım da vardı. Bu sırada eşim Bolu'da olduğu için Istanbul - Bolu arasındaki sıkıcı ve yoğun trafikli ilk günü tıraşlama kararı alarak turu 1 gün ve yaklaşık 300 km kısalttım.
Samsun'da makine mühendisliği okuyan bisikletçi arkadaşlarımdan 2000 doğumlu Burhan da tura katılmak istedi. Kendisinin sağlam bir bisikletçi olduğunu bildiğim için seve seve kabul ettim. Memleketi Bilecik'in Pazaryeri ilçesinden İzmit'e geldi ve O'nu da yol üzerinde 6 Temmuz Pazartesi günü aldık ve 7 Temmuz Salı sabahı yola koyulduk.
1. gün: Bolu - Amasra: 237 KM/3150m+
(link)
Güneş doğar doğmaz 05:41'de 12 derece mis gibi serinlikte ve tenhalıkta yola çıkıyoruz.

Güneşin doğuşunu izleyerek ve önümüzdeki yaklaşık 600 kilometreden ilk defa geçecek olmanın verdiği heyecandan ikimizin de ağzı kulaklarına varıyor. Ve sanırım bu heyecandan dolayı ilk 100 kilometrede hiç alışık olmadığım bir biçimde 5 defa çiş molası vermek zorunda kalıyorum.

Liseye Bolu'da gittiğim için ve 2017'den itibaren de eş durumundan sürekli Bolu Samsun arası mekik dokumaktan her santimetre karesini bildiğim şehirlerarası yoldan ilk defa bisikletle geçip nihayetinde bu yoldan ayrılarak Karabük'e doğru Kuzey’e dönüyoruz ve tatlı tatlı 1300'den 250'e kadar iniyoruz. Hava ısınmaya başlıyor.

Tam öğlen sıcağında Karabük'e varıyoruz ve birer soslu (katık) tavuk dürüm gömüyoruz (dürüm doyurucu ve 8.5 TL). Sıcaklık 30 derece. Gölgede biraz kendimize geldikten sonra Safranbolu'ya doğru tırmanmaya başlıyoruz ve kendimizi bir benzinliğe atıp çeşmesinde başımızı, kollarımızı, bacaklarımızı suyun altına sokuyoruz. Çok iyi geliyor zira yol bilgisayarı sıcaklığı 40 derece olarak ölçüyor.

Safranbolu'daki bu tek fotoğraflık küçük moladan sonra 1050 metreye kadar tırmanmaya devam ederken yol tenhalaşıyor ve sıcaklık dayanılmazlığını artıyor. Üstüne suyumuz bitiyor; bu yetmezmiş gibi bir de arka lastiğimin indiğini görüyorum. Hemen bir ağacın altına geçip lastiği değiştiriyoruz. O kadar bitkinim ki Burhan'ın yola devam etme isteği çok fazla olmasa oracıkta yarım saat kestirirdim; derken taktığımız iç lastik şişmiyor
Sibobu bozuk
Tekrar değiştiriyoruz ve tırmanmaya devam ediyoruz.
Susuzluk burada o kadar dayanılmaz bir hâl alıyor ki artık pedal çevirirken suluğu sol elimde tutarak geçen arabalara sallıyorum belki biri anlar da durur diye fakat nafile.
Sonunda inişe geçmeden hemen önce yolun biraz üstünde bir çiftlik buluyoruz ve su rica ediyoruz. Hortumdan kana kana içiyoruz, şişelerce... Gölgeye oturup kendimize gelirken güzel de bir muhabbet ediyoruz.
Ferahlamış bir şekilde inişe geçmenin rahatlığıyla beraber yolu kilometrelerce tünelmiş gibi bir cümbüşe bürümüş güzel ağaçların altından geçiyoruz. Keyfimize diyecek yok.


Saat 19:00'a doğru Amasra'ya giriş yapıyoruz. İkimizin de buraya ilk gelişi. Ben yerli turistlerden dolayı istilaya uğramıştır; yamyam kaynıyordur diye hep mesafeli durmuştum fakat durum böyle değildi ve bu küçük, sevimli yeri çok beğendim.

Güneş ve sıcak asfaltın arasında günboyu kavrulurken hayâlini kurduğumuz denize girmemize çok az kaldı. Öncesinde Öğretmenevi dolu olduğu için kişi başı 100 TL'ye ayarladığımız Uygulama Oteli'ne giriş yapıyoruz.

Bu fotoğrafın adı ''COSSS''.
Akşam karnımızı doyurmak ve biraz gezmek için dışarı çıkıyoruz. Amasra Sofrası'nda Amasra Pidesi yiyoruz. Fiyatı 25 TL. Lezzeti idare eder... Kaşarlı sebzeli pide.


Sabah yiyeceklerimizi almak için markete uğrayıp 22:00 gibi yatışa geçiyoruz. 05:00'da havanın patlayacağından habersiz...
Video:
(link)
Sabah 5'te gökgürültüsü, şimşek ve yağışla beraber uyanıyoruz. Burhan bir yandan ton balıklı ekmek yapıyor; çıkmadan mideye indireceğiz. Bu sırada hava durumuna bakıyoruz; gün boyu yolumuz boyunca artarak yağış görünüyor. Çıkıp çıkmamanın istiraşesini yaparken 'ölmek var dönmek yok, şeker miyiz, eriyecek miyiz' goygoyu yaparken asıl hedefimizin üst üste sürmek olduğunu birbirimize hatırlatıp ne olursa olsun çıkalım diyoruz ve telefonları kilitli poşetlere koyup ben yağmurluğumu, Burhan rüzgârlığını giyiyor. Bu sırada yağmur diniyor; yollar ıslak ve boş. 05:49'da pedal dönüyor. Hedef Sinop'a kadar 300 KM ve 7000m+ ve son güne 150 KM düz yol bırakarak rahat etmek...
Yaklaşık 45 dakika kadar kuru gidebiliyoruz. Gök yarılıyor ve yağmur başlıyor. Hem de yaklaşık 13 saat kadar eşlik edecek şekilde...


Dik yerlerde ayağa kalkıp tırmanış yapamıyoruz zira arka lastik anında kayıveriyor. İniş de yapamıyoruz zira yol eski soğuk asfalt olduğu için zaten jilet gibi; bir de bu kadar yağış ve kötü lastikle beraber daha berbat. Frenler zaten iş görmüyor; pabuçlar bu gidişle gün sonunda eriyip yok olacak.
Aylardır hayâlini kurduğum bu iniş çıkış ve virajlardan maalesef müthiş yavaş geçmek zorunda kalıyoruz fakat dün güneşte kavrulmanın izleri daha çok yeniyken pek de yakınmıyoruz. Buralar yağmurlu dahi güzel... Derken iniş yaptığımız bir esnada, bir anda bisiklet altımdan kaybolup gidiyor.
Bisiklet sağda ben solda ikimiz de aşağı doğru kayıyoruz. Hiç durmayacak gibi iniyoruz; neredeyse Sinop'a varacağız. Refleks olarak elimi kolumu yere sürterek yavaşlamaya çalışıyorum ve kendi etrafımda dönmeye başlıyorum. Nihayet duruyoruz
Gittiğimiz yönün tersine dönük bir şekilde bir bisiklete bir Burhan'a bakıyorum ve yerde ıpıslak yatarken iyi bir bağırıyorum. Bağırmamın sebebi acı vs değil. Bisiklette bir yerin yamulup kırılmasından dolayı turun sona erebileceği düşüncesi...
Ağzımdan çıkan ilk kelimeler ''bisiklet ne yana düştü Burhan?'' oluyor. ''Sola düştü abi'' diyince rahatlıyorum zira sağa düşüp vitesin, kulağın vs çöp olması istediğim son şey.
Ayağa kalkıp kendimi kontrol ediyorum ve bir şeyimin olmadığını görüp hem seviniyorum hem şaşırıyorum. Ayrıca keşke videosu olsaydı diye iç geçiriyorum zira kayarken altımdan yerdeki suların sağa sola fışkırdığını görmeyi çok isterdim
Biraz sonra yağmurun müthiş bastırmasından dolayı kendimizi terkedilmiş şu köy kahvesine benzeyen bir yere atıyoruz:

Fotoğrafta görünen amca da minibüs hattı çeken oğlunu bizim yanımızda bekliyor. Burada sol kalçamın orada bacağımın şiştiğini ve kızardığını fark ediyorum. Sızlıyor, "ben buradayım haberin olsun" diyor fakat ağrı veya acı yok. Yağmurluğun sol dirsek tarafının deforme olduğunu görüyorum. Taytta hiçbir şey yok; ilginç... Yer kuru olsa hepsi paramparça olurdu büyük ihtimalle.
Burada yağmurun hafiflemesini 50 dakika kadar bekledikten sonra yola yer yer yakıt döküldüğünü görüyorum; belki de bu yüzden kayıp düştüm kim bilir, diyorum kendi kendime fakat hemen sonra bir ambulans, bir jandarma bir de çekici aracı görüyoruz. Fakat ortada başka araç yok. Sağda yeşillikler bir araba boyutunda ezilmiş; arabanın uçtuğunu anlıyoruz. Neyse ki kimsede ciddi bir şey yok.
Yolumuza, yani yağmur yemeğe devam ediyoruz. Hızımız müthiş düşük; günü sonlandıracak alternatif bir yer/mesafe düşünmeye başlıyoruz.

Gideros Koyu'na "yıkılmadık ayaktayız" mesajı veriyoruz.

Cide'de Huriye Abla'nın Yeri isimli restoranda kuru fasülye, pilav, çorbadan oluşan güzel bir tabldot yiyoruz. Kişi başı 20 TL, doyurucu. 2 motosikletli turcu geliyor ve muhabbet ediyoruz. Yolda karşılaştığımız hemen hemen herkes gibi onlar da şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar.
Buraları ilk defa gören Burhan'ın keyfi yerinde.

Tırmanışlar inişleri, inişler tırmanışları, dönüşler manzaraları, yağmur bizi kovalıyor. Ve yolda bir su misali akıp gidiyoruz; araç yok denecek kadar az.

Bilirsiniz, bisiklet üzerinde kendinizden beklemediğiniz yaratıcı, ilginç fikirler bir anda aklınıza geliverir. 2 yıl önce bu yoldan araçla ilk defa geçerken bisiklet de yanımdaydı. Yoldan çok etkilendiğim için Doğanyurt'ta durup İnebolu'ya doğru bisiklet sürmüştüm. Burada birkaç KOM almıştım o zaman. KOM'u aldığım beyefendi Kemal Kayalı ile birkaç dostane yorum yazmıştık birbirimize. Bu sürüşten 1 gün önce "KOM gitti" bildirimi geldiği için anılar tazelendi ve kendisinin İnebolu'da yaşadığını bildiğim için oraya 33 KM kala Doğanyurt'ta bu son sürüşüne yorum yazdım. Olduğu gibi kopyalıyorum: "Hocam selamlar, bu sabah 05:45’te Amasra’dan çıktık. Şuan Doğanyurt’tayız ve gün boyu yağmur yedik. İnebolu’da paydos edeceğiz. En uygun nerede konaklayabiliriz? Ayrıca nerede ne yenir? Bu arada sabah 5’te Samsun’a devam edeceğiz başlarına katılmak isterseniz 053x xxx xx xx"
Telefonu kilitli poşete koyup çantaya atıp İnebolu'ya sırılsıklam devam ettik.

O da ne... Yaklaşık 2 saat sonra İnebolu girişinde bir araç yaklaştı ve içindeki beyefendi "ben Kemal Hoca; beni takip edin" dedi. Belediyenin sahildeki misafirhanesinde durduk. Ayak üstü muhabbet ettik. Sağ olsun tesise girişimizle ilgilendi; bahçesinden elleriyle yetiştirip topladığı eriklerden bir poşet verdi ve "sabaha kahvaltıya bekliyorum" diyip istirahat etmemiz için ayrıldı.
Üstümüzdeki her şey ve çantalarımızdaki tüm kıyafetler vs sırılsıklam olduğu için bunları nasıl kuruturuz diye düşünürken tesiste kurutma makinesi olması bizi çok şaşırttı ve sevindirdi. Bu kurutma işlemiyle beraber yine ton balıklı ekmek arasına gömüldük.
Yatma vakti geldiğinde sabah kahvaltıya gitsek mi gitmesek mi, rahatsızlık vermeyelim, geç çıkmayalım diye konuştuk çünkü son güne 270 KM mesafemiz kalmıştı.
3. gün: İnebolu - Samsun: 267 KM/3350m+
(link)
Dünkü hırpalanmadan sonra zor uyanıyoruz. Burhan gece kusmuş; keyfi hiç yok. Büyük ihtimalle rüzgârlığın onca yağmura karşı yeterli korumayı sağlayamadığı için midesini üşütmüş zira müthiş yoğun yağmurun dinmesini beklediğimiz yerde 1 saate yakın ciddi üşümüştük.
Kemal Hoca'nın kahvaltı teklifini kabul edip attığı konuma yani evine gidiyoruz. Bahçesi de evi de o kadar huzurlu ve güzel ki hiç çay içmeyen ben 3 bardak çay içiyorum.

Kendisini daha yakından tanıma fırsatımız oluyor: Kemal Kayalı, 1963, İnebolu doğumlu. Emekli sınıf öğretmeni. İnegöl'de ikâmet ediyor ve bu yıl 7.500 kilometre bisiklete binmiş. Kendisi yaşını hiç göstermiyor; performansı müthiş. Eskiden gelen spor altyapısının yanı sıra düzenli dalış, yürüyüş (yarışları olan yürüyüş) ve MTB, yol bisikleti, trainerı düzenli kullanması herkese örnek olacak cinsten.
Sohbetimizin büyük çoğunluğu bisiklet üzerine oluyor tabii ki
Sonra hepberaber yola çıkıyoruz. Bize 55 kilometre eşlik ediyor. Çatalzeytin Türkeli arasındaki 10 kilometrelik düz soğuk asfaltta "sizi çekeyim" diyor ve öne geçiyor. 10 kilometre 40 km/h sabit hızla gidiyoruz 

Türkeli'ne vardığımızda Burhan'ın iyice zorlandığını, midesinin daha fazla gitmesine izin vermediğini iyice anlıyoruz ve daha 210 kilometre olduğu için zorlamanın bir anlamının olmadığını, hiçbir şeyin sağlığından önemli olmadığını hatırlatıp Türkeli otogarındaki meraklı bakışlar ve sorular altında bir minibüse binmesine Burhan'ı ikna ediyoruz.
Üçümüz de vedalaşıyoruz ve Kemal Hoca buradan geri dönüyor; ben ise Doğu'ya doğru devam ediyorum.
Ayancık'tan geçmeden, yani Sinop'a uğramadan Erfelek üzerinden, dağ geçidinden gideceğim zira 25 km kadar daha kestirme ve bu hâliyle dahi gece 11 gibi eve varmayı öngörüyorum.

Erfelek yolu oldukça güzel, sakin, manzaralı ve güneş rahatsız edecek kadar yakmıyor. 700 metreye kadar çıkmışken maalesef burada da iniş yapamıyorum zira yeni mıcır dökülmüş
Bayağıdır canım iskender çekiyordu. Erfelek'te son gün ödülü olarak yiyeyim diyorum fakat gittiğim dönerci iskender yapmıyor. Ekmek arasına dewamke. Çok hoşuma gidiyor. 2 tane yiyorum akşam üstü 4'te. 2 gazozla beraber 30 TL veriyorum. Tadı da doyuruculuğu da tam puan alıyor.
135. kilometrede Sinop Samsun otoyoluna bağlanıyorum ve bu anayol biraz angarya geliyor. Kulaklıkları takıp bacakları ve nabzı eko moda alıyorum. 27-28 hız ve 110-120 nabız cruise control qeyfii...


Bir yandan da Samsun'dan Bafra'ya gelip son 50 KM eşlik etmek isteyen @Rhodiumm ve Fırat Ağabey ile haberleşiyorum; ve gün batmaya, sivrisinekler çıkmaya başlıyor.

Bafra'dan sonra sohbet muhabbetle beraber yol akıyor. Son 10 KM kala yine bir yağmur yiyoruz ama çabuk geçiyor; yağsa da moralimizi bozamaz çünkü Ayberg'in dondurma sözü var

Saat 23:30 gibi, 675 kilometre mesafe, 10.605 metre tırmanış ve yaklaşık 31 saat sonunda seleden iniyorum fakat şaşırtıcı bir şekilde (2. gün oturarak tırmanmaktan dolayı sağ aşil tendonumdaki sızı hariç) hiçbir yerimde hiçbir şekilde bir ağrı veya yorgunluk hissi yok; hatta durmadan devam edesim geliyor.

Sonuç:
Müthiş keyif aldığım bir tur oldu. Daha şimdiden tersini yapmak için sabırsızlanıyorum. Bu mesafeleri üst üste rahat bir şekilde yapabildiğimi görmek beni sevindirdi.
Fakat, sabah 5'te yola çıkıp akşam 8'de sürüş bittikten sonra yemek duş vs derken saati 22:00 yapıp, hemen yatıp tekrar 5'te çıkıp bunları üst üste yapmanın bir anlamı yok; daha doğrusu bana göre değil. Yani elveda TCR ve TTUBR.
Çünkü ben gittiğim yerleri rahat bir şekilde gezmeyi, insanlarıyla tanışmayı da seviyorum. Sürüş rakamlarının, hızının bir önemi yok. Daha doğrusu, yolda edindiğim tecrübeler, tanışıp bir şeyler paylaştığım insanlarla ve yerlerle olan etkileşim benim için daha önemli ve bunun için de vakit gerekiyor.
Böyle sürüşler yine yaparım, yapacağım fakat arada 1 gün boşluklar olur veya mesafeler daha kısa olup günün yarısı gezmeye kalır gibi...
Bu 3 günü de video olarak belgelemeye çalıştım. Hazırlığı bitince buradan paylaşmayı düşünüyorum zira burada yazdıklarımdan daha çok şey anlatacaklarını düşünüyorum.
Teşekkür:
Bu 3 günde müthiş bir kararlılık ve performansla bana yoldaşlık yapan Burhan Kısalar kardeşime, bizimle İnebolu'da ilgilenen misafirperver Kemal Kayalı hocama, Bafra'da karşılamaya gelen @Rhodiumm Ayberg Öz kardeşime ve Fırat Yılmaz Ağabey'e; ve kadro çantasını İzmir'den ödünç gönderen @hamlet2006 Süleyman Çetin Ağabey'e teşekkürler.
Orijinal plan Samsun'dan başlayıp Istanbul'da bitirmekti. 4 günde yaklaşık 1.000 KM sürecekti. Fakat şartlar rotanın tam tersi şekilde olgunlaştı. Istanbul'da bir toplantıya gitmem gerekti ve bisikleti araçla götürme imkânımın yanı sıra aracı Samsun'a geri getirecek arkadaşım da vardı. Bu sırada eşim Bolu'da olduğu için Istanbul - Bolu arasındaki sıkıcı ve yoğun trafikli ilk günü tıraşlama kararı alarak turu 1 gün ve yaklaşık 300 km kısalttım.
Samsun'da makine mühendisliği okuyan bisikletçi arkadaşlarımdan 2000 doğumlu Burhan da tura katılmak istedi. Kendisinin sağlam bir bisikletçi olduğunu bildiğim için seve seve kabul ettim. Memleketi Bilecik'in Pazaryeri ilçesinden İzmit'e geldi ve O'nu da yol üzerinde 6 Temmuz Pazartesi günü aldık ve 7 Temmuz Salı sabahı yola koyulduk.
1. gün: Bolu - Amasra: 237 KM/3150m+
(link)
Güneş doğar doğmaz 05:41'de 12 derece mis gibi serinlikte ve tenhalıkta yola çıkıyoruz.

Güneşin doğuşunu izleyerek ve önümüzdeki yaklaşık 600 kilometreden ilk defa geçecek olmanın verdiği heyecandan ikimizin de ağzı kulaklarına varıyor. Ve sanırım bu heyecandan dolayı ilk 100 kilometrede hiç alışık olmadığım bir biçimde 5 defa çiş molası vermek zorunda kalıyorum.

Liseye Bolu'da gittiğim için ve 2017'den itibaren de eş durumundan sürekli Bolu Samsun arası mekik dokumaktan her santimetre karesini bildiğim şehirlerarası yoldan ilk defa bisikletle geçip nihayetinde bu yoldan ayrılarak Karabük'e doğru Kuzey’e dönüyoruz ve tatlı tatlı 1300'den 250'e kadar iniyoruz. Hava ısınmaya başlıyor.

Tam öğlen sıcağında Karabük'e varıyoruz ve birer soslu (katık) tavuk dürüm gömüyoruz (dürüm doyurucu ve 8.5 TL). Sıcaklık 30 derece. Gölgede biraz kendimize geldikten sonra Safranbolu'ya doğru tırmanmaya başlıyoruz ve kendimizi bir benzinliğe atıp çeşmesinde başımızı, kollarımızı, bacaklarımızı suyun altına sokuyoruz. Çok iyi geliyor zira yol bilgisayarı sıcaklığı 40 derece olarak ölçüyor.

Safranbolu'daki bu tek fotoğraflık küçük moladan sonra 1050 metreye kadar tırmanmaya devam ederken yol tenhalaşıyor ve sıcaklık dayanılmazlığını artıyor. Üstüne suyumuz bitiyor; bu yetmezmiş gibi bir de arka lastiğimin indiğini görüyorum. Hemen bir ağacın altına geçip lastiği değiştiriyoruz. O kadar bitkinim ki Burhan'ın yola devam etme isteği çok fazla olmasa oracıkta yarım saat kestirirdim; derken taktığımız iç lastik şişmiyor
Susuzluk burada o kadar dayanılmaz bir hâl alıyor ki artık pedal çevirirken suluğu sol elimde tutarak geçen arabalara sallıyorum belki biri anlar da durur diye fakat nafile.
Sonunda inişe geçmeden hemen önce yolun biraz üstünde bir çiftlik buluyoruz ve su rica ediyoruz. Hortumdan kana kana içiyoruz, şişelerce... Gölgeye oturup kendimize gelirken güzel de bir muhabbet ediyoruz.
Ferahlamış bir şekilde inişe geçmenin rahatlığıyla beraber yolu kilometrelerce tünelmiş gibi bir cümbüşe bürümüş güzel ağaçların altından geçiyoruz. Keyfimize diyecek yok.


Saat 19:00'a doğru Amasra'ya giriş yapıyoruz. İkimizin de buraya ilk gelişi. Ben yerli turistlerden dolayı istilaya uğramıştır; yamyam kaynıyordur diye hep mesafeli durmuştum fakat durum böyle değildi ve bu küçük, sevimli yeri çok beğendim.

Güneş ve sıcak asfaltın arasında günboyu kavrulurken hayâlini kurduğumuz denize girmemize çok az kaldı. Öncesinde Öğretmenevi dolu olduğu için kişi başı 100 TL'ye ayarladığımız Uygulama Oteli'ne giriş yapıyoruz.

Bu fotoğrafın adı ''COSSS''.
Akşam karnımızı doyurmak ve biraz gezmek için dışarı çıkıyoruz. Amasra Sofrası'nda Amasra Pidesi yiyoruz. Fiyatı 25 TL. Lezzeti idare eder... Kaşarlı sebzeli pide.


Sabah yiyeceklerimizi almak için markete uğrayıp 22:00 gibi yatışa geçiyoruz. 05:00'da havanın patlayacağından habersiz...
Video:
***
2. gün: Amasra - İnebolu: 171 KM/4110m+
(link)
Sabah 5'te gökgürültüsü, şimşek ve yağışla beraber uyanıyoruz. Burhan bir yandan ton balıklı ekmek yapıyor; çıkmadan mideye indireceğiz. Bu sırada hava durumuna bakıyoruz; gün boyu yolumuz boyunca artarak yağış görünüyor. Çıkıp çıkmamanın istiraşesini yaparken 'ölmek var dönmek yok, şeker miyiz, eriyecek miyiz' goygoyu yaparken asıl hedefimizin üst üste sürmek olduğunu birbirimize hatırlatıp ne olursa olsun çıkalım diyoruz ve telefonları kilitli poşetlere koyup ben yağmurluğumu, Burhan rüzgârlığını giyiyor. Bu sırada yağmur diniyor; yollar ıslak ve boş. 05:49'da pedal dönüyor. Hedef Sinop'a kadar 300 KM ve 7000m+ ve son güne 150 KM düz yol bırakarak rahat etmek...
Yaklaşık 45 dakika kadar kuru gidebiliyoruz. Gök yarılıyor ve yağmur başlıyor. Hem de yaklaşık 13 saat kadar eşlik edecek şekilde...


Dik yerlerde ayağa kalkıp tırmanış yapamıyoruz zira arka lastik anında kayıveriyor. İniş de yapamıyoruz zira yol eski soğuk asfalt olduğu için zaten jilet gibi; bir de bu kadar yağış ve kötü lastikle beraber daha berbat. Frenler zaten iş görmüyor; pabuçlar bu gidişle gün sonunda eriyip yok olacak.
Aylardır hayâlini kurduğum bu iniş çıkış ve virajlardan maalesef müthiş yavaş geçmek zorunda kalıyoruz fakat dün güneşte kavrulmanın izleri daha çok yeniyken pek de yakınmıyoruz. Buralar yağmurlu dahi güzel... Derken iniş yaptığımız bir esnada, bir anda bisiklet altımdan kaybolup gidiyor.
Bisiklet sağda ben solda ikimiz de aşağı doğru kayıyoruz. Hiç durmayacak gibi iniyoruz; neredeyse Sinop'a varacağız. Refleks olarak elimi kolumu yere sürterek yavaşlamaya çalışıyorum ve kendi etrafımda dönmeye başlıyorum. Nihayet duruyoruz
Ağzımdan çıkan ilk kelimeler ''bisiklet ne yana düştü Burhan?'' oluyor. ''Sola düştü abi'' diyince rahatlıyorum zira sağa düşüp vitesin, kulağın vs çöp olması istediğim son şey.
Ayağa kalkıp kendimi kontrol ediyorum ve bir şeyimin olmadığını görüp hem seviniyorum hem şaşırıyorum. Ayrıca keşke videosu olsaydı diye iç geçiriyorum zira kayarken altımdan yerdeki suların sağa sola fışkırdığını görmeyi çok isterdim
Biraz sonra yağmurun müthiş bastırmasından dolayı kendimizi terkedilmiş şu köy kahvesine benzeyen bir yere atıyoruz:

Fotoğrafta görünen amca da minibüs hattı çeken oğlunu bizim yanımızda bekliyor. Burada sol kalçamın orada bacağımın şiştiğini ve kızardığını fark ediyorum. Sızlıyor, "ben buradayım haberin olsun" diyor fakat ağrı veya acı yok. Yağmurluğun sol dirsek tarafının deforme olduğunu görüyorum. Taytta hiçbir şey yok; ilginç... Yer kuru olsa hepsi paramparça olurdu büyük ihtimalle.
Burada yağmurun hafiflemesini 50 dakika kadar bekledikten sonra yola yer yer yakıt döküldüğünü görüyorum; belki de bu yüzden kayıp düştüm kim bilir, diyorum kendi kendime fakat hemen sonra bir ambulans, bir jandarma bir de çekici aracı görüyoruz. Fakat ortada başka araç yok. Sağda yeşillikler bir araba boyutunda ezilmiş; arabanın uçtuğunu anlıyoruz. Neyse ki kimsede ciddi bir şey yok.
Yolumuza, yani yağmur yemeğe devam ediyoruz. Hızımız müthiş düşük; günü sonlandıracak alternatif bir yer/mesafe düşünmeye başlıyoruz.

Gideros Koyu'na "yıkılmadık ayaktayız" mesajı veriyoruz.

Cide'de Huriye Abla'nın Yeri isimli restoranda kuru fasülye, pilav, çorbadan oluşan güzel bir tabldot yiyoruz. Kişi başı 20 TL, doyurucu. 2 motosikletli turcu geliyor ve muhabbet ediyoruz. Yolda karşılaştığımız hemen hemen herkes gibi onlar da şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar.
Buraları ilk defa gören Burhan'ın keyfi yerinde.

Tırmanışlar inişleri, inişler tırmanışları, dönüşler manzaraları, yağmur bizi kovalıyor. Ve yolda bir su misali akıp gidiyoruz; araç yok denecek kadar az.

Bilirsiniz, bisiklet üzerinde kendinizden beklemediğiniz yaratıcı, ilginç fikirler bir anda aklınıza geliverir. 2 yıl önce bu yoldan araçla ilk defa geçerken bisiklet de yanımdaydı. Yoldan çok etkilendiğim için Doğanyurt'ta durup İnebolu'ya doğru bisiklet sürmüştüm. Burada birkaç KOM almıştım o zaman. KOM'u aldığım beyefendi Kemal Kayalı ile birkaç dostane yorum yazmıştık birbirimize. Bu sürüşten 1 gün önce "KOM gitti" bildirimi geldiği için anılar tazelendi ve kendisinin İnebolu'da yaşadığını bildiğim için oraya 33 KM kala Doğanyurt'ta bu son sürüşüne yorum yazdım. Olduğu gibi kopyalıyorum: "Hocam selamlar, bu sabah 05:45’te Amasra’dan çıktık. Şuan Doğanyurt’tayız ve gün boyu yağmur yedik. İnebolu’da paydos edeceğiz. En uygun nerede konaklayabiliriz? Ayrıca nerede ne yenir? Bu arada sabah 5’te Samsun’a devam edeceğiz başlarına katılmak isterseniz 053x xxx xx xx"
Telefonu kilitli poşete koyup çantaya atıp İnebolu'ya sırılsıklam devam ettik.

O da ne... Yaklaşık 2 saat sonra İnebolu girişinde bir araç yaklaştı ve içindeki beyefendi "ben Kemal Hoca; beni takip edin" dedi. Belediyenin sahildeki misafirhanesinde durduk. Ayak üstü muhabbet ettik. Sağ olsun tesise girişimizle ilgilendi; bahçesinden elleriyle yetiştirip topladığı eriklerden bir poşet verdi ve "sabaha kahvaltıya bekliyorum" diyip istirahat etmemiz için ayrıldı.
Üstümüzdeki her şey ve çantalarımızdaki tüm kıyafetler vs sırılsıklam olduğu için bunları nasıl kuruturuz diye düşünürken tesiste kurutma makinesi olması bizi çok şaşırttı ve sevindirdi. Bu kurutma işlemiyle beraber yine ton balıklı ekmek arasına gömüldük.
Yatma vakti geldiğinde sabah kahvaltıya gitsek mi gitmesek mi, rahatsızlık vermeyelim, geç çıkmayalım diye konuştuk çünkü son güne 270 KM mesafemiz kalmıştı.
***
3. gün: İnebolu - Samsun: 267 KM/3350m+
(link)
Dünkü hırpalanmadan sonra zor uyanıyoruz. Burhan gece kusmuş; keyfi hiç yok. Büyük ihtimalle rüzgârlığın onca yağmura karşı yeterli korumayı sağlayamadığı için midesini üşütmüş zira müthiş yoğun yağmurun dinmesini beklediğimiz yerde 1 saate yakın ciddi üşümüştük.
Kemal Hoca'nın kahvaltı teklifini kabul edip attığı konuma yani evine gidiyoruz. Bahçesi de evi de o kadar huzurlu ve güzel ki hiç çay içmeyen ben 3 bardak çay içiyorum.

Kendisini daha yakından tanıma fırsatımız oluyor: Kemal Kayalı, 1963, İnebolu doğumlu. Emekli sınıf öğretmeni. İnegöl'de ikâmet ediyor ve bu yıl 7.500 kilometre bisiklete binmiş. Kendisi yaşını hiç göstermiyor; performansı müthiş. Eskiden gelen spor altyapısının yanı sıra düzenli dalış, yürüyüş (yarışları olan yürüyüş) ve MTB, yol bisikleti, trainerı düzenli kullanması herkese örnek olacak cinsten.
Sohbetimizin büyük çoğunluğu bisiklet üzerine oluyor tabii ki

Türkeli'ne vardığımızda Burhan'ın iyice zorlandığını, midesinin daha fazla gitmesine izin vermediğini iyice anlıyoruz ve daha 210 kilometre olduğu için zorlamanın bir anlamının olmadığını, hiçbir şeyin sağlığından önemli olmadığını hatırlatıp Türkeli otogarındaki meraklı bakışlar ve sorular altında bir minibüse binmesine Burhan'ı ikna ediyoruz.
Üçümüz de vedalaşıyoruz ve Kemal Hoca buradan geri dönüyor; ben ise Doğu'ya doğru devam ediyorum.
Ayancık'tan geçmeden, yani Sinop'a uğramadan Erfelek üzerinden, dağ geçidinden gideceğim zira 25 km kadar daha kestirme ve bu hâliyle dahi gece 11 gibi eve varmayı öngörüyorum.

Erfelek yolu oldukça güzel, sakin, manzaralı ve güneş rahatsız edecek kadar yakmıyor. 700 metreye kadar çıkmışken maalesef burada da iniş yapamıyorum zira yeni mıcır dökülmüş
Bayağıdır canım iskender çekiyordu. Erfelek'te son gün ödülü olarak yiyeyim diyorum fakat gittiğim dönerci iskender yapmıyor. Ekmek arasına dewamke. Çok hoşuma gidiyor. 2 tane yiyorum akşam üstü 4'te. 2 gazozla beraber 30 TL veriyorum. Tadı da doyuruculuğu da tam puan alıyor.
135. kilometrede Sinop Samsun otoyoluna bağlanıyorum ve bu anayol biraz angarya geliyor. Kulaklıkları takıp bacakları ve nabzı eko moda alıyorum. 27-28 hız ve 110-120 nabız cruise control qeyfii...


Bir yandan da Samsun'dan Bafra'ya gelip son 50 KM eşlik etmek isteyen @Rhodiumm ve Fırat Ağabey ile haberleşiyorum; ve gün batmaya, sivrisinekler çıkmaya başlıyor.

Bafra'dan sonra sohbet muhabbetle beraber yol akıyor. Son 10 KM kala yine bir yağmur yiyoruz ama çabuk geçiyor; yağsa da moralimizi bozamaz çünkü Ayberg'in dondurma sözü var

Saat 23:30 gibi, 675 kilometre mesafe, 10.605 metre tırmanış ve yaklaşık 31 saat sonunda seleden iniyorum fakat şaşırtıcı bir şekilde (2. gün oturarak tırmanmaktan dolayı sağ aşil tendonumdaki sızı hariç) hiçbir yerimde hiçbir şekilde bir ağrı veya yorgunluk hissi yok; hatta durmadan devam edesim geliyor.

Sonuç:
Müthiş keyif aldığım bir tur oldu. Daha şimdiden tersini yapmak için sabırsızlanıyorum. Bu mesafeleri üst üste rahat bir şekilde yapabildiğimi görmek beni sevindirdi.
Fakat, sabah 5'te yola çıkıp akşam 8'de sürüş bittikten sonra yemek duş vs derken saati 22:00 yapıp, hemen yatıp tekrar 5'te çıkıp bunları üst üste yapmanın bir anlamı yok; daha doğrusu bana göre değil. Yani elveda TCR ve TTUBR.
Çünkü ben gittiğim yerleri rahat bir şekilde gezmeyi, insanlarıyla tanışmayı da seviyorum. Sürüş rakamlarının, hızının bir önemi yok. Daha doğrusu, yolda edindiğim tecrübeler, tanışıp bir şeyler paylaştığım insanlarla ve yerlerle olan etkileşim benim için daha önemli ve bunun için de vakit gerekiyor.
Böyle sürüşler yine yaparım, yapacağım fakat arada 1 gün boşluklar olur veya mesafeler daha kısa olup günün yarısı gezmeye kalır gibi...
Bu 3 günü de video olarak belgelemeye çalıştım. Hazırlığı bitince buradan paylaşmayı düşünüyorum zira burada yazdıklarımdan daha çok şey anlatacaklarını düşünüyorum.
Teşekkür:
Bu 3 günde müthiş bir kararlılık ve performansla bana yoldaşlık yapan Burhan Kısalar kardeşime, bizimle İnebolu'da ilgilenen misafirperver Kemal Kayalı hocama, Bafra'da karşılamaya gelen @Rhodiumm Ayberg Öz kardeşime ve Fırat Yılmaz Ağabey'e; ve kadro çantasını İzmir'den ödünç gönderen @hamlet2006 Süleyman Çetin Ağabey'e teşekkürler.
Son düzenleme: