Şeref Tuzcu
Daimi Üye
- Kayıt
- 13 Ocak 2010
- Mesaj
- 237
- Tepki
- 1.690
- Yaş
- 58
- Şehir
- Bursa
- İsim
- Şeref Tuzcu
- Başlangıç
- 1994—95
- Bisiklet
- Cannondale
- Bisiklet türü
- Cyclocross
VIII. gün, 12.06.2011 Pazar
Sabah yağmurla birlikte İskeçe’den ayrıldık. Çok güzel bir yolda, rahat bir trafikte, nefis bir doğanın içinde Kavala’ya yol almaya başladık. Yağmur hızlıydı ama biz yavaştık ve ben üşüdüm çünkü ıslanıyordum ama bizimkiler hızlanamıyordu. Tam ısınıyordum ki bizimkiler yoruldu ve bir benzin istasyonunda durduk. Benzinliğin sahibi yaşlı kadın çok güzel kokulu bir çay ikram etti.
Yeniden yola çıktığımızda bacaklarımda hafif bir tekleme oldu ama ciddi bir sakatlığa yol açmadı. Kavala’ya kadar üşüyerek geldim. Elefterepuli’ye bağlı Nea Peramos’ta başkan yardımcısı Bay Kitikidis bize deniz kenarındaki güzel bir otelde, uygun fiyata rezervasyon yaptırmış. Otele yerleştikten sonra birlikte yemeğe gitmek için saat 17.00 de buluşmak üzere sözleştik. Deniz kenarında güzel bir restoranda, hoş bir sohbet ortamında yemek yedik.
Dil sorununa rağmen birbirimize çok şey anlattık.
Belediye başkan yardımcısı Kitikidis’in dedeleri Trabzon’dan gelmişler. Kendisi diş hekimi, aynı zamanda uzaktan bilgisayar mühendisliği eğitimi de alıyor, PASOK’lu…
Karşılaştığımız tüm Yunanlar bize çok sıcak davrandılar.
Kitikidis daha sonra bize körfezi, bağları, plajları gezdirdi, kendisi de aynı zamanda kısa bir denetim yaptı.
IX. gün, 13.06.2011 Pazartesi
Bu gün Yunanların dini bayramı, resmi tatil…
Serez’e gitmek üzere yola çıkıldı…
Uzun bir yol oldu.
Deniz’e girdiler, ben telefonla Simos ile konuştum.
Serez yolundaki yazlığında bizi ağırladı. Eşi, oğlu Paris, 12 yaşında sevimli bir çocuk, komşuları Grigory ve eşi… Türkçe biliyorlar, rahat anlaşıyoruz.
Sofrada börekler, kekler, tatlılar, reçeller, içecekler bira da dahil…
Gösterilen yakınlık samimi, gerçek…
Ataları, dedeleri, anne ve babaları Türkiye’den, Anadolu’dan gelen insanlar. Simos’un ailesi Bursa Yenişehir, Grigory’nin ailesi Bursa Gürsu’dan gelmişler, bizimkiler gibi mübadelede, 1923’te.
Simo telefonla Serez’de otel ayarladı, belediye başkanı ile görüştü, saat 19.00’da başkanla buluşacağız. Bize de dört saatte 80 km yol almak kaldı. Saat 19.00’da Serez’de buluşmak üzere saat 15.00’te Simos’un evinden ayrıldık.
Tempolu devam ettik, kavşakta zaman kaybettik, yokuşta tempoya devam ettik. Simo yolda arabasıyla yanımızdan geçti, Serez’de bizi karşılayacaktı. Biz de saat 18.00 gibi Serez’e girdik.
Simo bizi bisikletiyle, elektrikli, çapır gidonlu, heybetli bir bisikletle karşıladı. Ormanın içinde, yanından dere akan çok güzel bir parka gittik, kahve içtik. Bisikletli çoktu…
Simo’yu bisikletlerimiz ile takip ettik, Serez’in caddelerinin ortasından, arkamızda oluşan araba kuyruklarına rağmen hiç rahatsız edilmeden, hiç korna sesi duymadan başkanla olan randevumuza, belediye binasına gittik.
19.00’da başkanla görüştük. Güzel bir görüşme oldu, bizim hoşumuza gitti, umarım onlar için de öyle olmuştur.
Başkan, belediyelerimiz arasındaki kardeşlik kararının meclislerince kabul edildiğini, onaylanması için Yunanistan Dışişleri Bakanlığına gönderdiklerini ve ziyaretimizin çok anlamlı olduğunu ifade etti. Biz de dilimiz döndüğünce uygun bir lisan ile başkana teşekkür ettik, aynı duygu ve düşüncelere sahip olduğumuzu, halkların birlikte barış içinde yaşayabileceğine dair inancımızı koruduğumuzu kendilerine de ifade ettik. Götürdüğümüz çam sakızı ve çoban armağanlarımızı verdik. Görüşme bittikten sonra başkan ve yanındaki kişi birlikte belediye binasından çıktılar, başkan kapıyı çekti, kilitleyip anahtarı cebine attı ve gittiler! Nasıl yani, bizim memleketin başkanları da var…
Grigory aradı, özellikle bizimle buluşmak istedi. Saat 23.00 gibi buluştuk. Gece Serez’de, tarihin içinde, Bedreddin’in çarşısında dolaştık, konuştuk, Barış, ben ve Grigory. Simavna Kadısı oğlu Şeyh Bedreddin’in Serez Çarşısı’nda asıldığını biliyor Grigory. Dedesi ona beş yaşında Türkçe öğretmiş, Türkçe konuşabilmek için… Bize harita getirmiş, Selanik yolunu tarif etti. Türk-Yunan Kahvesi içtik gece yarısından sonra Serez sokaklarındaki bir kahvede. Bizimle çok ilgilendi, candan ve mutlulukla, sanki kendi sokağından komşuları, akrabaları, memleketlileriymişiz gibi…
Serez Çarşısı...
X. gün, 14.06.2011 Salı
Sabah Serez Çarşısı’ndan geçerken Bedreddin’i çarşıda gördüm…
Deniz kenarına gelince arkadaşlar denize girdiler, biz de Barış’la Kantinas’ın çardağında oturup bir şeyler içtik…
Yol güzel, doğa güzel, etraf bazen orman, bazen denizdi.
Nea Apollonia’ya gittik, küçük bir köy, Apolyont’tan (Gölyazı) gelenlerin kurduğu yeni Apolyont. Köy kahvesinde oturduk, oturanların yanına. Kahveyi genç ve çok güzel bir kız işletiyor, bizim köylerimizde rastlanılması imkansız, çok sıcak davrandı; oturanlar, çoğu yaşlı, gençlerde var, sadece oturuyorlar, aynı bizim kahvelerimizde olduğu gibi, daha sonra ısındılar, yavaş yavaş iletişim kuruldu.
Selanik yolu üzerinde Apollonia Gölü kenarında bir termal otelde kaldık. Odaları basit, sade, temiz ve göle bakan büyük balkonlu güzel odalar. Yemekleri ve salataları da nefisti, fiyatları da çok uygun…
Hedefe ulaştığımız gündü. Apollonia’dan Nea Apollonia’ya gelmiştik, yolda olmanın ve yolcularının bin bir haliyle!
XI. gün-15.06.2011 Çarşamba
Langaza’ya gidiyoruz, Selanik’in ilçesi. Nenelerimin, dedelerimin memleketi… Langaza’da Soho köyünü bulacağım. Ekip burada ikiye ayrılıyor, biz Barış’la Soho’ya gidiyoruz, diğer üç kişi Selanik’e devam edecek.
Langaza’ya girerken yağmur başlıyor. Soho Langaza’ya 30 km ve ciddi yokuş tırmanmamız gerekiyor. 15 km, belki de daha fazla rampa çıkıyoruz yağmurda, sonra hava açıyor. 700-800 metrelerdeyiz.
Soho’ya gittik anlayacağınız. Temiz, bakımlı, dağların yamacında küçük yeşil bir köy. Nenelerimin, dedelerimin köyü…
Kahvede yaşlılarla oturuyoruz. Hristos Türkçe biliyor, rahat konuşuyoruz. Kahve ısmarlıyor bize, Yunan-Türk Kahvesi. Tuz Ali’nin evini biliyor, Tuz Ali babamın dedesi, Tuz Ali’nin evi duruyor. Bize evi tarif ediyor. Tuz Ali’nin evini buluyoruz. Orada oturanlarla tanışıyoruz. Bahçelerinde kahve ikram ediyorlar. Komşu evdeki kızla PAOK- Fenerbahçe maçının esprisi yapılıyor, Barış ve kız PAOK bayrağıyla poz veriyor. Diğer komşu evdeki yaşlı adam Türkçe biliyor, babaları Safranbolu’dan gelmiş, bize tercümanlık yapıyor. Sohbet ediyoruz, yaptığımız işlerden, göçten, Türkiye’den söz ediyoruz; sıcak, samimi ve gerçek. Orada bulunanlar tanışmış olmaktan, o anı yaşamaktan keyif alıyorlar, en azından ben öyle olduğunu hissediyorum.
Düşman olmadığımızı biliyorduk, ama bunu birlikte olunca yeniden anlıyoruz, içimizde hissediyoruz ve aslında birbirimize çok yakın olduğumuzun da farkına varıyoruz. Ortaklıklarımız çok fazla, bir araya gelince bunu hemen anlıyoruz. Evler, sokaklar, komşuluk, kahvehanede oturanlar, kahveler, çaylar, giyim tarzları, insan tipleri… Düşmanlıklara, acılara yol açanlara birlikte lanet ediyoruz.
Hristos aynı şeyleri söylüyor, Safranbolulu yaşlı amca, Tuz Ali’nin evinde oturanlar, Selanik yolu üzerinde mola verdiğimiz kafedeki dede, “yaya”yı Türkçe olarak “yaya değil nene, nene” diye düzelten nene ve biz gelince Zeki Müren’den parça çalmaya başlayan oğulları da aynı şeyleri söylüyor. (Kafedeki dede ve nenenin ailesi Erdek’ten gelmişler, dedenin anlattığına göre gelmeyi hiç istememişler ve silah zoruyla gelmek durumunda kalmışlar.)
Nea Peramos’ta kaldığımız otelin sahibi “biz kardaş” diyor, İskeçe’deki otelin sahibi 75 yaşındaki Yannis –çok iyi Türkçe biliyor, eski İstanbullu- politikacılara ağıza alınmayacak küfürler ediyor ve bize sarılıyor, gerçekten sarılıyor. Ve unuttuğum diğerleri…
Selanik’e gece giriyoruz, öğrenciler eylem yapıyor ve biz onların tam ortasındayız. Polis bazı yolları kapatmış. Sloganları müzikal, hoşuma gidiyor, çok kalabalıklar, polis hiç müdahale etmiyor. Gider gitmez Selanik’i de karıştırdık.
XII. gün, 16.06.2011 Perşembe
Küçük İzmir, Selanik… Uzun kordon boyu, kafeler, bisiklet yolu, bisikletliler ve deniz… Karşı yakada Karşıyaka…
Selanik, memleketim; bugünümüzü belirleyen kent, Türkiye’nin bugünlerinin belirlendiği olayların kahramanlarının, kahramanın kenti, Osmanlı’nın değişmesine, dönüşmesine öncülük eden kent…
Atatürk’ün Evi, doğduğu ve büyüdüğü ev, gitmeden olmaz. Ortak geçmiş, ortak kültür, hissedilmemesi mümkün değil…
Beyaz Kulede asılıydı bu tablo, 1800'lerin sonu 1900'lerin başı, Selanikli bisikletçiler...