Mehmet Tuğrul CANBAŞ
Aktif Üye
- Kayıt
- 16 Temmuz 2014
- Mesaj
- 193
- Tepki
- 131
- Şehir
- İstanbul
@mtb_rider
Toros' mu acep
@Kaan.Özçelik
Tam hikayeyi yazayım derken elinizi benden çabuk tuttunuz
Bir şeyhin, çok değerli bir kısrağı varmış. Çölün en namlı atıymış. Bir bedevi bu kısrağa göz koymuş. Bir gün on kese altınla atın sahibi şeyhin yanına varmış.
“Ya şeyh” demiş. “Bana bu atı sat! Al sana on kese altın...”
Şeyh, “Olmaz!” demiş.
“Atıma verdiğin bu değere teşekkür ederim. Ama benim satılık atım yok.”
Bedevi gitmiş.
Ertesi gün yine gelmiş:
“Ya şeyh! İşte bir sandık mücevher. Ver şu kısrağı bana...”
“Sağ olasın, atıma verdiğin değere teşekkür ederim, ama benim satılık kısrağım yok!”
Bedevi iki gün sonra çölün en değerli hecin devesinin üzerine, güzelliği dillere destan kızını bindirip gelmiş:
“Ya şeyh, işte bu deve de, bu kız da senin olsun, şu kısrağı bana sat!”
“Sağ olasın, ama benim satılık atım yok. Kızın da senin olsun, deven de senin... Ama benim kısrağımı bana bırak.”
* * *
Şeyh o değerli kısrağıyla çölden geçerken yerde, kumlar içinde, kıvrılıp yatmış bir bedevi görmüş. Açlıktan, susuzluktan, yorgunluktan ölmek üzereymiş. Hemen atlayıp bedeviyi atının terkisine oturtmuş ve kendisi de binip kısrağı mahmuzlamış. Birden ölmüş gibi duran bedevi kefiyesini sıyırıp tabancayı şakağına dayamış:
“Ya şeyh, sana ne verdiysem bu kısrağı bana satmadın! İşte şimdi elime düştün. Kısrak da benim, canın da benim!”
Şeyh acı acı gülmüş:
“Tamam kazandın, ama bu yaptıklarını kimseye anlatma!”
“Niye anlatmayayım? Şanın şerefin düşer diye mi korkuyorsun?”
“Yok yok, onlardan yana bir korkum yok! Herkes cibiliyetini ortaya kor."
Benim tasam şundan yana: "Bir daha çölde baygın, ölmek üzere bedevi görenler, onun yardımına koşmazlar, bundan korkarım...”
Toros' mu acep
@Kaan.Özçelik
Tam hikayeyi yazayım derken elinizi benden çabuk tuttunuz
Bir şeyhin, çok değerli bir kısrağı varmış. Çölün en namlı atıymış. Bir bedevi bu kısrağa göz koymuş. Bir gün on kese altınla atın sahibi şeyhin yanına varmış.
“Ya şeyh” demiş. “Bana bu atı sat! Al sana on kese altın...”
Şeyh, “Olmaz!” demiş.
“Atıma verdiğin bu değere teşekkür ederim. Ama benim satılık atım yok.”
Bedevi gitmiş.
Ertesi gün yine gelmiş:
“Ya şeyh! İşte bir sandık mücevher. Ver şu kısrağı bana...”
“Sağ olasın, atıma verdiğin değere teşekkür ederim, ama benim satılık kısrağım yok!”
Bedevi iki gün sonra çölün en değerli hecin devesinin üzerine, güzelliği dillere destan kızını bindirip gelmiş:
“Ya şeyh, işte bu deve de, bu kız da senin olsun, şu kısrağı bana sat!”
“Sağ olasın, ama benim satılık atım yok. Kızın da senin olsun, deven de senin... Ama benim kısrağımı bana bırak.”
* * *
Şeyh o değerli kısrağıyla çölden geçerken yerde, kumlar içinde, kıvrılıp yatmış bir bedevi görmüş. Açlıktan, susuzluktan, yorgunluktan ölmek üzereymiş. Hemen atlayıp bedeviyi atının terkisine oturtmuş ve kendisi de binip kısrağı mahmuzlamış. Birden ölmüş gibi duran bedevi kefiyesini sıyırıp tabancayı şakağına dayamış:
“Ya şeyh, sana ne verdiysem bu kısrağı bana satmadın! İşte şimdi elime düştün. Kısrak da benim, canın da benim!”
Şeyh acı acı gülmüş:
“Tamam kazandın, ama bu yaptıklarını kimseye anlatma!”
“Niye anlatmayayım? Şanın şerefin düşer diye mi korkuyorsun?”
“Yok yok, onlardan yana bir korkum yok! Herkes cibiliyetini ortaya kor."
Benim tasam şundan yana: "Bir daha çölde baygın, ölmek üzere bedevi görenler, onun yardımına koşmazlar, bundan korkarım...”