bilgecicekciler
Üye
- Kayıt
- 17 Haziran 2008
- Mesaj
- 12
- Tepki
- 28
- Şehir
- istanbul
arkadaşlar fotoğrafları gecikmeli yolluyorum.. kusura bakmayın..
yazıyı da tekrar alta ekliyorum..
teşekkürler
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
Aylar öncesinden yapmayı düşündüğümüz bisiklet gezimizi sonunda gerçekleştirmeye karar verdik ve 10 kasım da Yenikapı’dan feribotla yola çıktık. Feribotla Yalova’ ya gitmek için kişi başı 12 ytl , bisikletler için de 4’ er ytl ödedik. Aşağı yukarı 70 dakika süren gemi yolculuğu boyunca Hüseyin in tecrübelerini dinledim. Dinlediklerim beni biraz tedirgin etmedi desem yalan olur ama Yalova’ya vardığımızda ve güneşin sıcacık ışınlarıyla birlikte bisikletlerimize atladığımızda her şeyi unuttum. Kendimizi denizin güneşin ve pedalların akışına bıraktık. Yalova’nın girişinden çıkışına kadar sahil şeridinden giden bisiklet yolunu takip ettik. 17 ağustos 1999 depreminde yaşamını yitirenlerin anısına yapılan anıt ise bizi durdurdu ve düşündürdü. Rengarenk mozaiklerle süslenen yerler ve etrafındaki üzerleri isimlerle dolu olan Marmara mermerleri gerçekten etkileyiciydi. Orada birkaç fotoğraf çektikten sonra yolumuza devam ettik. Bisiklet yolundan çıkıp yaklaşık 14 km.lik termal yolunda pedallara basmaya devam ettik. Gökçedere baraj gölü manzaralı mola yerindeki çardaklarda dinlendik ve dağlardan gelen buz gibi suyla serinlemeyi de unutmadık. Bu arada rampaları çıkmaya başladığımız için sıcağın da etkisiyle terlemeye başlamıştık. Hüseyin’ de outdoor bir pantolon ve ince bir tişört vardı fakat benim üzerimdeki kot pantolon ve mont iyice sıkıntı vermeye başlamıştı. Tabii bu gezi benim için bir ilk uzun yol gezisiydi ve kendimi deneyeceğim önemli bir deneyimdi. Deneme gezisi olduğu için de bisiklet kıyafeti almamıştım. Bundan sonraki gezilerimde kıyafetli olacağım umarım. Bu arada Yalova’dan çıkmadan yiyecek ve şarap ikmalimizi yapmayı da unutmadık. Fazla yiyecek alamamanın bir tecrübe işi olduğunu söyleyen Hüseyin sayesinde aldıklarımız acı bir kangal sucuk, bir kilo kestane, 4 adet patates, krem peynir, iki yeşil elma ve iki şişe Avanos vadisi şarabından ibaretti. Tabii bunların az mı çok mu olduğu konusu görecelidir. Ama bir kilo kestaneyi akşam kamp ateşinde pişirip yedikten sonra biz de diğerlerini yiyecek yer kalmamıştı. Fakat benim ısrarlarıma dayanamayan Hüseyin sucukları ağaç dalına geçirmeye başlamıştı bile: )
Mola yerinde güzelim manzarayı içimize doldurduktan ve sularımızı içtikten sonra Üvezpınar’a doğru devam ettik. Bir iki kilometre sonra hayatımın en dik rampasıyla karşılaşacağımı bilmeden yol alırken çok mutluydum. Tabii Hüseyin buralara daha önce sayısız defa geldiği için olacakları biliyordu. Tahmini 200-300 metrelik rampayı tırmandıktan sonra küçük bir dağ köyüne ulaşmıştık. Köy kahvesinde çay molası verdik ve Hüseyin kahveciye belediyenin iyi çalışmadığından, bu rampayı niye düzlemediğinden yakındı. Bu arada ben de nefes almaya çalışıyordum tabii.. öğlen vakti olması, temiz hava ve ‘kerim geri döndü’ tabelası bizi yemek yemeye itti. Köyün hemen çıkışında muhteşem göl ve orman manzaralı salaş mekanda durduk. Geri dönen kerim bey takım elbisesi ve kravatıyla karşıladı bizi. Dört senedir kirada olan mekanına bu sene geri dönen kerim bey’e köfte siparişimizi verdik. Bu arada az sonra yiyeceğimiz köftenin hayatımızda yediğimiz en lezzetli köftelerden olacağını bilmeden fotoğraf çekmeye koyulduk. Eski turizimci kerim beyin kendi özel tarifiyle kasaba hazırlattığı köfteler için o rampaları çıkmaya değdiğini anladık. Çok güzeldi. Yemekleri yiyip kerim bey den akşam közleyeceğimiz patatesler için bir tuzluk aldıktan sonra tekrar yola koyulduk. Yol boyunca dikkatimizi çeken ‘yeşil mavi yol’ tabelasını takip etmeye devam ettik. Hüseyin daha önce iz tivi de bu mavi yeşil yol ile ilgili bir belgesel izlemiş fakat bu yolun tam olarak ne olduğunu ve nerden başlayıp nerede bittiğini bilmiyoruz. Bilmeden de olsa bu yolun bir kısmına biz de dahil olduk.. ve yanımızdan akan dere, etrafımızı saran yemyeşil doğa, asfalt yolu kaplayan sarı sonbahar yaprakları eşliğinde yola devam ettik. Asfalt olayından özellikle bahsetmek istiyoruz çünkü Hüseyin daha önce bu yollardan geçtiğinde toprak taşlı yolların olduğunu söyedi. Şimdi ise asfalt yol, yol kenarında dikilmeyi bekleyen elektrik direkleri, ve çöp kovalarından yola taşan çöpler vardı. Bu arada biz sakin sakin yol alırken bir it dalaşının ortasında bulduk kendimizi. Daha doğrusu Hüseyin buldu, ben şok olmakla meşguldüm. Şöyle ki arabasının yanında köpeğini gezdiren bir vatandaş köyün iki köpeğine karşı koyamayınca, Hüseyin bisikletiyle köpeklerin içine daldı. Ve onları ayırmayı başardı.. bu arada ben de böyle bir köpek saldırısı vs. durumunda ne yapılırı düşünerek onları izliyordum. Tabii burada köpeklerin dalaşıydı olay ama bisikletçilerin korkulu rüyası köpekler bana saldırmaya çalışsa ne yapardım? Bu konuda da hüseyin’e danıştım. Hiç kıpırdamadan durmak ve yere çömelerek köpeğin seviyesine inmek gerekiyormuş. Korkmamayı başarmak lazım.
Zaman ilerliyordu ve mevsim dolayısıyla hava 5 civarında karardığına göre bizim çadır için güzel bir yer bulmamız gerekiyordu. Yolların değişmiş olmasından dolayı Hüseyin de nerede karşımıza nasıl bir yer çıkacağından emin olamıyordu. Gözümüz etrafta yol almaya devam ettik. Su düşen şelalesini geçmeden önce ‘oflu’nun yeri’ adlı alabalık tasisleri de dikkatimizi çekti. Bir daha ki sefere burada da yiyebilirdik. Şimdi yol almalıydık. Bazen rampalarda bisikletleri elimize aldık, benim köprü merakım yüzünden nehrin üstündeki eğreti tahta köprüde durduk, ben köprüden geçtim, fotoğraf çektik, keşke yaz olsaydı nehre girip yüzseydik dedik.. yani yolda sürekli oyalandık ve kamp kurmak için artık bir yer bulmamız gerekiyordu. Bir yol ayrımına geldik yollar kazılmış genişletilmiş meydan gibi olmuştu. Hüseyin yolların bu kadar değişmesine çok şaşırmıştı ama yapacak bir şey yoktu artık durduk ve nehir kenarında çadır için düz zemin hazırlamaya başladık. Bir yandan da ateş için odun topladık. Ateşi yakar yakmaz kurt ulumaları kulaklarımıza geldi. Sanki bizim oraya geldimizi anlamışlardı ve onların varlıklarından haberdar olmamızı istiyorlardı. Vahşi hayatın parçası olan canlıların bazıları burada yaşıyorlar ; ayı, domuz, kurt.. Çadırı da kurup ateşi yaktıktan sonra sıra gezinin en keyifli anlarına gelmişti. Yol boyunca hayalini kurduğum kamp ateşi, kestane, şarap, ay, su sesi…
yazıyı da tekrar alta ekliyorum..
teşekkürler
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
(link)
Aylar öncesinden yapmayı düşündüğümüz bisiklet gezimizi sonunda gerçekleştirmeye karar verdik ve 10 kasım da Yenikapı’dan feribotla yola çıktık. Feribotla Yalova’ ya gitmek için kişi başı 12 ytl , bisikletler için de 4’ er ytl ödedik. Aşağı yukarı 70 dakika süren gemi yolculuğu boyunca Hüseyin in tecrübelerini dinledim. Dinlediklerim beni biraz tedirgin etmedi desem yalan olur ama Yalova’ya vardığımızda ve güneşin sıcacık ışınlarıyla birlikte bisikletlerimize atladığımızda her şeyi unuttum. Kendimizi denizin güneşin ve pedalların akışına bıraktık. Yalova’nın girişinden çıkışına kadar sahil şeridinden giden bisiklet yolunu takip ettik. 17 ağustos 1999 depreminde yaşamını yitirenlerin anısına yapılan anıt ise bizi durdurdu ve düşündürdü. Rengarenk mozaiklerle süslenen yerler ve etrafındaki üzerleri isimlerle dolu olan Marmara mermerleri gerçekten etkileyiciydi. Orada birkaç fotoğraf çektikten sonra yolumuza devam ettik. Bisiklet yolundan çıkıp yaklaşık 14 km.lik termal yolunda pedallara basmaya devam ettik. Gökçedere baraj gölü manzaralı mola yerindeki çardaklarda dinlendik ve dağlardan gelen buz gibi suyla serinlemeyi de unutmadık. Bu arada rampaları çıkmaya başladığımız için sıcağın da etkisiyle terlemeye başlamıştık. Hüseyin’ de outdoor bir pantolon ve ince bir tişört vardı fakat benim üzerimdeki kot pantolon ve mont iyice sıkıntı vermeye başlamıştı. Tabii bu gezi benim için bir ilk uzun yol gezisiydi ve kendimi deneyeceğim önemli bir deneyimdi. Deneme gezisi olduğu için de bisiklet kıyafeti almamıştım. Bundan sonraki gezilerimde kıyafetli olacağım umarım. Bu arada Yalova’dan çıkmadan yiyecek ve şarap ikmalimizi yapmayı da unutmadık. Fazla yiyecek alamamanın bir tecrübe işi olduğunu söyleyen Hüseyin sayesinde aldıklarımız acı bir kangal sucuk, bir kilo kestane, 4 adet patates, krem peynir, iki yeşil elma ve iki şişe Avanos vadisi şarabından ibaretti. Tabii bunların az mı çok mu olduğu konusu görecelidir. Ama bir kilo kestaneyi akşam kamp ateşinde pişirip yedikten sonra biz de diğerlerini yiyecek yer kalmamıştı. Fakat benim ısrarlarıma dayanamayan Hüseyin sucukları ağaç dalına geçirmeye başlamıştı bile: )
Mola yerinde güzelim manzarayı içimize doldurduktan ve sularımızı içtikten sonra Üvezpınar’a doğru devam ettik. Bir iki kilometre sonra hayatımın en dik rampasıyla karşılaşacağımı bilmeden yol alırken çok mutluydum. Tabii Hüseyin buralara daha önce sayısız defa geldiği için olacakları biliyordu. Tahmini 200-300 metrelik rampayı tırmandıktan sonra küçük bir dağ köyüne ulaşmıştık. Köy kahvesinde çay molası verdik ve Hüseyin kahveciye belediyenin iyi çalışmadığından, bu rampayı niye düzlemediğinden yakındı. Bu arada ben de nefes almaya çalışıyordum tabii.. öğlen vakti olması, temiz hava ve ‘kerim geri döndü’ tabelası bizi yemek yemeye itti. Köyün hemen çıkışında muhteşem göl ve orman manzaralı salaş mekanda durduk. Geri dönen kerim bey takım elbisesi ve kravatıyla karşıladı bizi. Dört senedir kirada olan mekanına bu sene geri dönen kerim bey’e köfte siparişimizi verdik. Bu arada az sonra yiyeceğimiz köftenin hayatımızda yediğimiz en lezzetli köftelerden olacağını bilmeden fotoğraf çekmeye koyulduk. Eski turizimci kerim beyin kendi özel tarifiyle kasaba hazırlattığı köfteler için o rampaları çıkmaya değdiğini anladık. Çok güzeldi. Yemekleri yiyip kerim bey den akşam közleyeceğimiz patatesler için bir tuzluk aldıktan sonra tekrar yola koyulduk. Yol boyunca dikkatimizi çeken ‘yeşil mavi yol’ tabelasını takip etmeye devam ettik. Hüseyin daha önce iz tivi de bu mavi yeşil yol ile ilgili bir belgesel izlemiş fakat bu yolun tam olarak ne olduğunu ve nerden başlayıp nerede bittiğini bilmiyoruz. Bilmeden de olsa bu yolun bir kısmına biz de dahil olduk.. ve yanımızdan akan dere, etrafımızı saran yemyeşil doğa, asfalt yolu kaplayan sarı sonbahar yaprakları eşliğinde yola devam ettik. Asfalt olayından özellikle bahsetmek istiyoruz çünkü Hüseyin daha önce bu yollardan geçtiğinde toprak taşlı yolların olduğunu söyedi. Şimdi ise asfalt yol, yol kenarında dikilmeyi bekleyen elektrik direkleri, ve çöp kovalarından yola taşan çöpler vardı. Bu arada biz sakin sakin yol alırken bir it dalaşının ortasında bulduk kendimizi. Daha doğrusu Hüseyin buldu, ben şok olmakla meşguldüm. Şöyle ki arabasının yanında köpeğini gezdiren bir vatandaş köyün iki köpeğine karşı koyamayınca, Hüseyin bisikletiyle köpeklerin içine daldı. Ve onları ayırmayı başardı.. bu arada ben de böyle bir köpek saldırısı vs. durumunda ne yapılırı düşünerek onları izliyordum. Tabii burada köpeklerin dalaşıydı olay ama bisikletçilerin korkulu rüyası köpekler bana saldırmaya çalışsa ne yapardım? Bu konuda da hüseyin’e danıştım. Hiç kıpırdamadan durmak ve yere çömelerek köpeğin seviyesine inmek gerekiyormuş. Korkmamayı başarmak lazım.
Zaman ilerliyordu ve mevsim dolayısıyla hava 5 civarında karardığına göre bizim çadır için güzel bir yer bulmamız gerekiyordu. Yolların değişmiş olmasından dolayı Hüseyin de nerede karşımıza nasıl bir yer çıkacağından emin olamıyordu. Gözümüz etrafta yol almaya devam ettik. Su düşen şelalesini geçmeden önce ‘oflu’nun yeri’ adlı alabalık tasisleri de dikkatimizi çekti. Bir daha ki sefere burada da yiyebilirdik. Şimdi yol almalıydık. Bazen rampalarda bisikletleri elimize aldık, benim köprü merakım yüzünden nehrin üstündeki eğreti tahta köprüde durduk, ben köprüden geçtim, fotoğraf çektik, keşke yaz olsaydı nehre girip yüzseydik dedik.. yani yolda sürekli oyalandık ve kamp kurmak için artık bir yer bulmamız gerekiyordu. Bir yol ayrımına geldik yollar kazılmış genişletilmiş meydan gibi olmuştu. Hüseyin yolların bu kadar değişmesine çok şaşırmıştı ama yapacak bir şey yoktu artık durduk ve nehir kenarında çadır için düz zemin hazırlamaya başladık. Bir yandan da ateş için odun topladık. Ateşi yakar yakmaz kurt ulumaları kulaklarımıza geldi. Sanki bizim oraya geldimizi anlamışlardı ve onların varlıklarından haberdar olmamızı istiyorlardı. Vahşi hayatın parçası olan canlıların bazıları burada yaşıyorlar ; ayı, domuz, kurt.. Çadırı da kurup ateşi yaktıktan sonra sıra gezinin en keyifli anlarına gelmişti. Yol boyunca hayalini kurduğum kamp ateşi, kestane, şarap, ay, su sesi…