Viyana'dan Bratislava'ya bir aceminin tur maceraları...

Devenez ce que

Daimi Üye
Kayıt
14 Mayıs 2018
Mesaj
320
Tepki
984
Yaş
49
Şehir
Istanbul / Sancaktepe
İsim
Murat
Bisiklet
Kron
Tarihler 11 Temmuz Çarşamba’yı gösterse de bu Viyana için pek anlam ifade etmiyordu; kapalı, parçalı bulutlu, ara ara yağışlı bir günde evdekilerin “Tarih müzesine mi gidelim, Teknik müzesine mi?” diye konuşmaya başlamalarını müteakip “Çok isterdim canım ya, ama benim Bratislava’da birkaç ufak tefek işim vardı, onları halledip geleyim ben” diyerek ortamdan süratle uzaklaştım. 15 yaşındaki yeğenimin bisikletini kaptığım gibi düştüm yollara. Dün olduğu gibi yine arkaya Gasometer binalarını alarak bir özçekimle başlayalım tura, tur için gereken gazı burdan alıyoruz :naslyany:



İstanbul’dayken tek başıma bisikletle evden çıkıp A-101’e bile gitmemiş olan ben ilk uzun turumu yapacaktım, tabi çıkış o çıkış; kask yok, pedli tayt vs. yok, eldiven yok, gözlük yok, pompa, yama seti vs. hiçbirşey yok; çantaya doldurdum bir iki yedek tişört, şort, yağmurluk, güneş gözlüğünü almışım Allah’tan, iki tane de yarım litre su, çıktım yola...
Tuna üzerindeki köprüden geçerken... Bisiklet yolu köprünün sol alt tarafında... Buralardan geçerken sizi çok andım @Barış Çavuş, kulaklarınız çınlamıştır belki, onlarda buralardan geçmiştir diye, ama sonradan baktım siz farklı bir köprüden geçmişsiniz... :)



Yine tekrar Tuna Adası’ndayım, ama dün kuzeye doğru gitmiştik, bu sefer güneye doğru gidiyorum. Yolda tahminimden çok daha az kişi var, daha fazla bisiklete binen olur diye düşünüyordum, bisklet yolu böyle ince, uzun, sessiz...



Ve Steinsporn köprüsü’nden Tuna’nın kuzey kıyısına geçiyorum. Bi dakka; köprünün adı ney?? Stein's porn derken? o_O:koptum::krnz: şu bizim bildiğimiz po..., hani eskiden izlediğimiz, içinde bol bol Almanca “ich komme” falan geçen?? Haaa, Stein Sporn Brücke; Taş Mahmuz Köprüsü,,, OK, Ok, über alles ... :harika:



Tuna kenarında ilerlerken garip bir köprü daha; sarı şeyler ne işe yarıyor acaba, ordan insanları suya falan mı fırlatıyorlar?? Neyse, o bizi ilgilendirmiyor, biz EuroVelo 6 yolunu takip için sola dönüyoruz...







Böyle dümdüz sıkıcı, sıkıcı yollarden ilerlerken saati 4:30 yapmışız, evden 2:30 gibi çıkmıştım, geç yapmıştık kahvaltıyı, onunla duruyorum daha ama acıktığımı hissettim, baktım yolda Orth an der Donau diye büyükçe bir kasaba var; dedim şurdan bir markete uğrayım, biraz atıştıracak birşeyler, biraz da yolluk alıyım yanıma diye, dolaşırken bir “Pizza & Kebab” yazısına rastladım, biraz şüphelendim burda ilk, dedim şurda karnımı bir doyurayım, nefsimi körelteyim, öyle devam edeyim yola... Girdim içeri “Usta bana şöyle en vejetaryeninden bir pizza çek” Vejetaryen olduğumdan değil, buralarda yüzüne bile bakmayız ama şimdi oralarda ne olduğunu bilmediğim şeyleri yiyerek riske girmemek lazım... Sonra beklerken kasanın yanında bir cam fanus içinde baklava gördüm, şüphelerim biraz daha arttı, sonra pizza geldi, bir de kola istedim, ikisini gömerken mideye, içerden bir başörtülü abla çıktı, sonra 8-10 yaşlarında iki çocuk; çocuklar kasanın arkasındaki masadaki bilgisayardan video falan izlemeye başladılar, sonra çocuklardan biri “anne” diye seslendi. Artık emindim, şüphelerimde haklı olduğumu anlamıştım, yiyeceklerimi bitirip kasaya geçmiş olan kadına yaklaşırken kendimden emin bir şekilde sordum:

“Pardon, siz Japonsunuz değil mi?”

“Hayır değilim, ama siz süzme gerizekalısınız, o belli. Yav kardeşim nerde gördün gözleri çekik olmayan, Türkçe konuşan, başörtülü Japon? Türküz, Türk, hemi de Malatyalı”

“Eee, ııı, kem, küm... Abla kızma ya ben ne dediğimi biliyor muyum bu yaban ellerde, beynim dönmüş işte, ben de Türk’üm, hemi de Çorumlu, hemşeri sayılırız”

“Ha şunu baştan söyleyeydin...”

İçimden (ha şimdi söyledim, ne olacaksa olsun bakalım ??), dışımdan:

“Borcumuz ne kadar?”

“8,80 Öyro”

“Peki öyro olsun...”

Ablayla biraz sohbetten ve market tarifi aldıktan sonra ayrıldım ordan. Baştan söyleseydim ne olacaktı acaba halen bugün bile merak eder dururum, acaba abla pizzayı beleş mi verecekti?
Bir türlü körelmeyen nefsimi biraz susturmak adına (Ne demiş şair; benim nefsim ne köpek; aynen öyle, hatta biraz bisiklete bindikten sonra benim ki azgın bir bulldog) ablamın verdiği tariften pek bir şey anlamadığımdan dolayı Google Haritalar’dan Penny Markt’ın yolunu tuttum; orda da ıvır zıvır elime ne geçtiyse aldım; muz, yoğurt, içecek, su, üzümlü çörek tarzı bir şeyler, sanırım 9 küsur Euro civarı verip tekrar düştüm yollara...

Eh, karnım tok, sırtım pek, karnımı doyurmuş olmanın keyfiyle biraz fazla doyurmuş olmanın verdiği ağırlık birbirine denk; aynen yola devam ediyorum. Navigasyon programı tekrar getirdi beni attı Tuna’nın kenarına. Bu arada Tuna kenarı bisiklet yoluna verilen ad “Donau Radweg”, “Tuna Bisiklet Yolu” babında. Program benim burdan Tuna’nın karşısına geçmemi istiyor, ama bahsettiği yerde bir köprü falan yok, sadece gezi teknesi gibi bir tekne; ne bir tabela var şu saatlerde, şu ücretle karşıya geçilir vs. gibi, ne başka bir bilgi. Orada gezinen birisine sordum; “şu tekneye sor, onlar karşıya geçiriyor olmalı.. Ama bu arada saatlere dikkat et” dedi, baktım saat 6 olmuş, 6 oralar için geç bir saat, “bugün başka bir seferimiz yok” diyebilirler. Teknenin yanına gittim; adamlar üst kata kurmuşlar bir masa keyif yapıyorlar, onların hiç kalkıp da gemiye bisiklet yükleyip karşıya geçecek gibi bir durumları yok. Biraz önce konuşurken İsveç bayraklı bir bisikletli görmüştüm, o da ortalarda yok, en sonunda yanda görünen ve ormana doğru giden yoldan gitmeye karar verdim. İlk başlarda “iyi ettim içimden geçeni yapmakla” derken...



bir süre sonra yol iyice orman içi yolu haline geldi, ne gelen var, ne giden, ürkütücü bir sessizlik. Navigasyon programı “U dönüşü yap” diyor, geldiğim yolu tekrar geri dönmeyi de hiç istemiyorum, tekrar atılıyorum ileriye... Navigasyon ısrarla “U dönüşü yap diyorum gerizekalı!!” diyor, ben devam... En sonunda baktım, esas bisiklet yoluna bağlanan bir ara yol var, oraya dönüp hızlıca bastım pedallara, bu arada önemli bir tavsiye, orman içinde sürerken gözlük takmak çok önemli, yoksa sinekler gözünüzün içine ediyi :bsmagryr:...
Bu yola girerek “Tuna Milli Parkı”na girmiş oldum. Biraz daha geriden başladığımı varsayarsak Stopfenreuth kasabasının ilerisindeki köprüye kadar cetvelle çizilmiş gibi 15 km.lik dümdüz bir bisiklet yolu var.



Düz olmasından dolayı biraz sıkıcı, ben de kafamdan burası şimdi milli park, burda vahşi hayvanlar var mıdır gibisinden falan düşünürken az ilerde yola küçük bir canlı fırladı, önce benden tarafa doğru geldi, baktım bir sincap, sonra geri dönüp tekrar yolun dışına çıktı. Bir süre ilerledikten sonra bu sefer oldukça ilerde bir siyah karaltı gördüm, bir ayı yüksekliğinde, bir ayı genişliğinde... Eyvah dedim, boku yedik, ayıysa ne yaparız, geri dönüp aynen son hızla pedallamaya başlarım heralde... Biraz daha yaklaşınca siyah karaltının yürüdüğünü farkettim; bir insan gibi yürüyordu, biraz daha yaklaşınca biraz daha insan şekline bürünmeye başladı, biraz daha yaklaşınca; evet bir insan, biraz daha yaklaş, bir kız!, biraz daha yaklaş; evet, kendi başına doğanın içinde mutlu mesut yürüyen bir kız... Biraz daha yaklaştım, yüzünü seçebiliyorum; kendi başına gülümseyerek yürüyen güzel bir kız; eski tenisçi Martina Hingis'e benziyor, yanına yaklaşınca kız bana bakıp gülümseyerek “Hallo” dedi :ssrtcbya::asik:, ben de gülümseyerek ve şaşkın bir şekilde cevap verdim. Aşağıdaki resmi ondan uzaklaştıktan sonra arkadan çektim, ilerde yolun sağa doğru kıvrıldığı yerdeki siyah karaltıyı görüyor musunuz, işte o bir kız :srnsml:...



Genç, güzel bir kızın 44 yaşında, saçı sakalına, teri tozuna karışmış bir halde iken bana gülümseyerek “Merhaba” demesi egomuzu okşayıp, bir yerlerimizi kaldırdı heralde ki dönüşte bunları da hanıma aynen anlatma gafletinde bulundum; cevabı kesin ve net oldu; “Bundan sonra bisiklet turu felan yok sana!!!” :mad: Keşke bu “detayı” anlatmayı atlamış olsaydım... :(

Stopfenreuth’u geçtikte hemen sonraki uzun köprüyle tekrar Tuna’nın güney yakasına geçiyorum ve Hainburg’a ulaşıyorum, Alman şato/kalelerinden küçük bir örnek Hainburg’un tepesinde...



Hainlerin şehri Hainburg’dayım.Artık akşam 8’i geçmişti, bu yüzden kalacak yer telaşına düşsem artık iyi olacaktı. İlk önce şansımı Warmshowers’tan yana bir deneyim dedim. Ha atlamışım, aslında daha önce yemek yerken Warmshowers’ta iki kişiye mesaj göndermiştim, bu akşam sizde kalabilir miyim diye, pek de ümidim yoktu zaten, Warmshowers’ı ilk kullanışım, kimsenin benim hakkımda en ufak bir bilgisi yok in miyim cin miyim diye, baktım cevap gelmemiş, ben de açtım booking’i, en ucuzundan bir yer baktım kendime ve tabii doğal olarak hosteller çıktı, 10 Euro’ya vardı ama “özel banyolu“ yazıyor diye 15,30 Euro’ya 8 kişilik karma bir odada kendime yer ayırttım.



Kalacak yer işini halledince yine kısa süreli bir rahalık geldi üzerime, halbuki saat 8’i geçmiş, hava kararmak üzere, bisiklette ışık namına hiçir şey yok, üstelik de telefonun şarjı ve gözümdeki itibarı Euro’nun TL karşısındaki değer kaybından daha hızlı bir şekilde erimekte, biraz da şarj %10’lara falan düştüğü için şu kalma işini bi halledeyim dedim. Hainburg’un içerisinde ilk defa tepeye doğru bir tırmanıuş başladı; afferim yani tam zamanında; hem ben yorulmuşum, hava kararmadan varayım diye acele ediyorum, üstüne de tırmanış. Ama buna da tırmanış demek Türkiye’deki yokuşlara ayıp olur. Tırmanış bitince, Hainburg’u çıkınca bir de ne göreyim, Bratislava’nın o küçük, sevimli kalesi karşıda...



Şarj %7’ye düşmüş bu arada ve ben hala resim çekme derdindeyim :bsmagryr:
Sonra attım telefonu cebe, hızla pedallamaya başladım. Bu arada yine navigasyon programıyla cebelleşiyoruz yine, o beni illaki Tuna’nın kenarındaki bisiklet yolundan götürmeye çalışıyor, ben diyorum ya git kardeşim şimdi orda hava kararacak, pil de bitecek, ben kalacam nehrin kenarında bir başıma, o yüzden ben anayolun kenarından gitmeye karar verdim. Son Avusturya kasabası Wolsfthal’ı geçince bisiklet yolunu göremedim ve anayolun kenarından sürmeye devam ettim.
Bu arada telefon çalmaya başladı, kim bu münasebetsiz, zaten şarj az, bitirecek diye baktım, +421’le başlayan bir numara arıyor, kimbilir hangi 3. Dünya ülkesi diye düşünerek açtım telefonu, bu arada saat 9’a 10 var:
“-Hello, ben falanca falanca hostelden arıyorum, ben bilmem kim..."

"-Ha merhaba, selam canım, çok geç oldu değil mi, zaman nasıl geçiyor gezerken insan farkına varamıyor vallahi... Siz yemeği yiyin canım, ben yetişemeyeceğim, bana birazcık ayırsanız yeter, ben gelince ısıtıp yerim...”

-??? Hostel diyorum, resepsiyon diyorum, saat 9’da kapanıyor diyorum, zamanında yetişebilecek misiniz diyoruuum!!”

-“Ha öyle mi, yok canım, mimkinatı yok yetişemem, ben daha komşu ülkedeyim. Sen anahtarı paspasın altına koy canım çıkarken, ben ordan alırım...”

-“What is paspas, what is anahtar, man?? O zaman ben giriş KARTINI alt kattaki restorana bırakıyorum, ordan alırsınız. Bisikletinizi de (rezervasyon yaparken bisikletim içinde kalacak bir yer, piliiiiz” diye yazmıştım) koyacak bir yer konusunda onlar size yardımcı olur. Resepsiyon yarın sabah 8’de açılacak, ödeme işini o zaman hallederiz”

-“Tamam, sağol canım. Öptüm seni, görüşürüz yarın....”

“-(What the fuck?) Çat!!!”

Yine etkisi kısa sürecek geçici bir rahatlamadan sonra yola devam ettim. Etkisi gerçekten kısa sürdü, çünki Viyana’yı Bratislava’ya bağlayan yolun kenarında, millet hava kararmadan evine varma telaşında (evet, Viyana’da çalışıp Bratislava’da oturanlar var, hatta yeğenimin sınıf arkadaşı Bratislava’dan Viyana’ya liseye geliyormuş trenle, hergün 1,5 saat yolculuk yapıyormuş hem de ilkokuldan beri). Daha görünür olayım diye üzerimdeki kahverengi yağmurluğu çıkarmayı düşündüm, içimde açık mavi tişört var ama Bratislava’ya doğru rüzgar karşıdan esmeye başladı; dizlerim üşümeye başlamıştı zaten, vazgeçtim. Bu arada şarj bitmeden hostelin aresine bakayım dedim, telefon can çekişirken adrese baktım; “Beblaveho 3” diye, unutmamak için kafamda tekrar ede ede sürmeye devam ettim. Yolun mümkün olduğunca en sağından sürüyorum, arkadan bir araç geldiğini duyunca biraz aşağıya doğru iniyorum; Allah’tan arada fazla yükseklik farkı yok, inişler çıkışlar çok zor olmuyor. En büyük moral kaynağım ise yeğenimin dün söylediği “Burda bisikletlileri severler” sözü, gerçekten de kimse alacakaranlıkta ışıksız giden, yansıtıcı kıyafet, vb. hiçbirşeyi olmayan bana ne korna çalarak tacizde bulunuyor, ne de dibimden geçiyorlar; herkes mümkün olduğunca açıktan geçiyor yanımdan (içlerinden saydırıyor olabilirler, o beni alakadar etmez o_O)... Neyseki bir süre sonra gözüme sol taraftan hızlıca geçen bir bisikletli takılıyor; bisiklet yolu tekrar başlamış, hemen ilk fırsatta oraya geçiyorum. Buradan ilerlerken yolun kenarında dikilen iki jandarma kılıklı asker görüyorum, kollarında Avusturya bayrağı şeklinde kolluk; gelen geçenle hiç ilgileri yok, birbirleriyle konuşuyorlar, onları geçince Avusturya’dan çıkıp Slovakya’ya girdiğimi anlıyorum. Yolun artık iyice sonuna yaklaştığımı anlayınca yine bir rahatlama geliyor, yola tekrar bakayım diye elimi cebime atıyorum, telefonun düğmesine basıyorum ve ... hiçbir şey olmuyor, siyah ekran aynen kalıyor, sadece kafamda iki kelime, “Beblaveho 3, Beblaveho 3” diye tekrar edip durduğum ...
 
Scudo

Barış Çavuş

Gezgin Kızanlar
Kayıt
7 Eylül 2009
Mesaj
285
Tepki
1.010
Şehir
İstanbul-Avrupa
Bisiklet
Sedona
@Devenez ce que Merhaba bende neden bu aralar kulaklarım çınlıyor diyordum. Sebebini öğrendim. :) Güzel bir anlatım olmuş. İki ayrı ülke ve başkentlerinin bu kadar yakın olması başta çok ilginç gelmişti. Yol bazen sıkıcı olacak kadar düz olsa da yanımda eşimin olması her şeyi değiştiriyor. :) Pizza&Kebab yazan yer eğer hatırladığım ve tahmin ettiğim yer ise aynı yeri gördük ama biz orada mola vermedik. Birileriyle aynı yollardan farklı zamanlarda geçmek değişik bir duygu yaratıyor. Geçtiğimiz yolları hatırlattınız teşekkürler. :)
 

Devenez ce que

Daimi Üye
Kayıt
14 Mayıs 2018
Mesaj
320
Tepki
984
Yaş
49
Şehir
Istanbul / Sancaktepe
İsim
Murat
Bisiklet
Kron
:) Evet, gidiş yolundayken bayağı çınlatmışımdır kulaklarınızı, Milli Park'daki o uzun, düz yolda giderken; Hainburg'a giden o uzun köprüden geçerken... Köprüsün ortasındaki korkuluklar bayağı kısa diye yazmıştınız ama bana öyle gelmedi, veya geçen süre içerisinde belki yükseltmiş olabilirler... Benim için de önden giden birini bir kaç gün arkadan takip ediyormuş hissi verdi zaman zaman :) Yolla ve Bratislava'yla ilgili verdiğiniz bilgiler için teşekkürler :harika:
 

emreertuna

Üye
Kayıt
29 Ocak 2018
Mesaj
86
Tepki
145
Yaş
30
Şehir
İzmir
İsim
Emre Ertuna
Başlangıç
2017—18
Bisiklet
Trek
Bisiklet türü
Yol bisikleti
Bu kadar hazırlıksız ve ekipmansız şu sürüşü yapmanız bile insanı imrendiriyor.
Umarım bisiklete değer veren her ülkemiz insanına nasip olur Avrupa'da pedallamak.
Kaleminize sağlık.
 

Barış Çavuş

Gezgin Kızanlar
Kayıt
7 Eylül 2009
Mesaj
285
Tepki
1.010
Şehir
İstanbul-Avrupa
Bisiklet
Sedona
@Devenez ce que sizin boy uzunluğunuzu ve kullandığınız bisikletin jant boyutunu bilmediğim için bişey diyemeyeceğim ama benim bisikletin jantları 28 likti. Belkide o yüzden bana kısa gibi gelmiştir. Siz nasıl buldunuz Bratislava'yı?
 
  • Beğen
Tepkiler: Devenez ce que

Devenez ce que

Daimi Üye
Kayıt
14 Mayıs 2018
Mesaj
320
Tepki
984
Yaş
49
Şehir
Istanbul / Sancaktepe
İsim
Murat
Bisiklet
Kron
Valla çok zor buldum @Barış Çavuş kardeşim, hemen anlatayım :)

Hava kararmış, bisiklette ışık namına hiçbirşey yok, telefonun şarjı bitmiş, ben kaldım yolun ortasında, bilinçsizce pedal basmaya devam ediyorum. Durum bundan daha vahim olamaz diye düşünürken içimdeki Polyanna bir anda ortaya çıktı ve “ne olmuş yani, bundan 30 küsur yıl önce cep telefonu mu vardı, insanlar yine de normal hayatlarına devam ediyorlardı” dedi ve ben de eski usül yöntemlere başvurmaya karar verdim: Birine yol sormak. Ama problem şu ki, etrafta soracak kimse yok! Bir süre sonra bisiklet yolu bir otoyol benzeri anayol kenarına yaklaştı, belki bir tabela görürüm şehir merkezini gösteren diye devam ettim, ilerde otoyol üzerinde tabela var ama ancak saçma sapan şeyler yazmışlar harflerin altına üstüne bir sürü çizgi çekerek, ama şehir merkezi yok!! Benim doğup büyüdüğüm ilçede bile vardı “Şehir Merkezi (Centrum)" diye yazan bir tabela, bunlar akıl edememiş bunu. Tam o sırada ilerde bir ışık kaynağı gördüm, bana doğru yaklaşan; ışık sabit bir hızla yaklaştı, yaklaştı, baktım bisikletin yanında koşan iki köpek; köpekleri tutan bir bisikletli! “Gel, yiğidim, aslanım, kurtarıcım” diye ben de ona doğru yaklaşırken bir de ne göreyim; o yiğit sandığım meğerse tenisçi Kim Clijsters’a tıpatıp benzeyen bir bayan arkadaş; hemen söze girdim;

“-Selam Jennifer, kasabada yeniyim, bana şerifin ofisine giden yolu gösterir misin lütfen?..”

Karanlıkta saçı, sakalına karışmış, yorgun, bitkin bir tip pek güven verici gelmedi heralde, şişko Kim cevap vermeye tenezzül bile etmeden “git şurdan pis sapık” bakışı atıp süratle pedallara asılmaya devam etti. Ben arkasından,
“-Bas bas, o koca poponu ancak eritirsin zaten.... Tenis oynarken de sevmezdim zaten seni!!!” diye nefretle bağırdım. Anlamıyorum zaten yanında iki koca köpek, altında bisiklet, ne yapabilirim ki sana??
Neyse, heralde kız artık akşam oldu diye evine dönüyordur diye tahmin ettim, zaten şarj bitmeden önce son kez yola baktığımda da yol sanki o tarafa doğru ayrılıyordu diye düşünerek ben de geriye dönüp kızın gittiği yöne doğru sürmeye başladım. Gittim, gittim, gittim; bu sefer yine karşıdan gelen bir siluet, ama bu sefer koşarak gelen birisi... Gel aslanım, yiğidim, bari sen yardım et diye yaklaştım, ama bu da ... bu da kız! Hem de Justine Henin’in kopyası! Anlamadım tenisçiler emekli olunca hep Bratislava’ya mı yerleşir :kötü: Çaresizce hemen yaklaştım;

“-Selam Elizabeth, biraz önce de söylediğim gibi kasabada yeniyim, bana şu lanet olası şerifin ofisine giden yolu söyler misin lütfen????”

Kız şaşkın bir şekilde;

“-Hangi kasaba? Bratislava???” diye sordu.

“-Evet dostum, tabi ki Bratislava, en yakın lanet olası kasaba burdan 70 mil uzakta!!!”

Kız eliyle geldiğim yönü gösterdi, meğer ilk gittiğim yön doğruymuş!!! Koca popolu Kim, senin yüzünden yanlış yöne doğru gidiyormuşum :mad:

Tekrar dönüp o yöne doğru hızla sürmeye başladım. Avusturya’lılar yol işaretleme konusunda ne kadar titizse, Slovaklar o kadar vurdumduymaz; ülkeye girdim gireli bir tane tabela görmedim. Biraz daha sürünce az önce bahsettiğim otoyolun altından geçtim ve bir tabela; “Bratislava 2 km”. Issız yolda biraz daha sürünce Bratislava’nın o meşhur köprüsüne geldim, dünyada girişi en kolay olan şehir burası heralde, köprünün altındaki bisiklet yolundan geçtim ve bingo, eski şehrin merkezindeyim. Biraz önce adres sorma konusundaki kötü tecrübelerden sonra Beblaveho’yu sorsam da kimse bilmez diye düşündüm ve hem karnımı doyurmak, hem de telefonu şarj etmek için bir yer aramaya koyuldum. Biraz dolaştıktan sonra karşıma McDonald’s çıktı. Bunlara burda o kadar alışmışız ki orda görünce sanki “Kardeşler Lokantası” yazıyormuş gibi bizden bir şey gibi tanıdık geldi :komik: İçeri girdim, bir menü söyledim 5,20 Euro’ya, aldım tepsimi, oturdum bir masaya, taktım telefonu şarja; bir yandan telefonumu doyuruyorum, bir yandan kendimi...

Açtım telefonu; hanım mesaj göndermiş şarj bitikken “Nerdesin??” diye ve ben cevap yazamamış bulundum, “eyvah” dedim içimden, işte şimdi başın gerçekten dertte :eek: "Ben geldim" yazıyorum, "Nereye??" diyor falan, neyse alttan alarak yavaş yavaş toparlamaya başladım, şirinlikler falan, şarj bitti yolda, şimdi karnımı doyuruyorum, hostelden yer ayırttım, oraya gidince ararım sizi diye, “Hotshowers’dan yer bulamadın mı” diyor, yakacak beni sıcak suya sokup :( "Warmshowers diyorum, ılık duş" Neyse sonra işi tatlıya bağladık, telefon biraz dolunca kalktım, hostelin adresini buldum, meğer köprünün hemen sol tarafındaymış, ben sağa dönmüştüm şehre girince... Hosteli kolayca buldum, resepsiyon dedikleri gibi kapalı; arkadaki restorana dolaştım, dedim “giriş kartımı verin bana!”, telefondaki tatlı kız giriş kartını, wifi şifresini falan bir zarfa koymuş; içine de bir not yazmış, “Canım çok bekledim seni ama gelmedin, sabah benim odama gel; beni görmeden sakın gitme, öptüm seni” diye... Elemana sordum biskletimi nereye koyacağım diye, o da resepsiyona götürdü beni buraya koy diye ama bisikleti bağlayacak bir yer yok, ben de tekerden geçirip bisiklet zincirini kadroya bağladım ama birisi kucaklayıp götürse götürür, onlar bana ödeme konusunda güvendi, ben de onlara güveniyim diye fazla uzatmadım, nasıl olsa bisiklet de benim değil zaten :koptum:
Kartla içeri girip odaya çıktım, bir baktım Hintli bir eleman uzanmış bir yatağa... Bizdeki şansa bak :ytrya: “Hello” dedim suratsız bir şekilde, bıraktım çantayı yatağımın üstüne, odanın öbür ucundaki kapıdan WC/banyo/lavabo bölümüne geçtim, orda geçici bir rahatlama, banyoya bir bakayım dedim, baktım, ne sabun var, ne şampuan!!! Yanımda da getirmemiştim sabun falan, aklımın ucundan bile geçmemişti sabun olmayacağı, lavaboda basmalı köpük var ama ne işe yarar!! En iyisi dedim, çıkayım, saat geç ama belki dışarda açık bir yer bulurum alırım diye, odaya bir döndüm, bir bayan arkadaş gelmiş ama yanında da tipsizin biri :bsmagryr: Çantamı aldım, çıktım dışarı şehrin sokaklarına belki açık bir market bulurum ümidiyle ama saat olmuş 11, Türkiye’de bile bu saatte açık bir yer bulmak mucize gibi... İşte bu şehre giriş yaptığım köprü, hostel hemen sağ tarafımda, biraz yukarda...



Bratislava’nın kalesinden sonra en meşhur yerlerinden biri bu heykel, “Man At Work” heykeli, gündüz insanlar etrafına toplaşıp fotoğraf çekiniyor, gece ise yüzüne bile bakan yok.



Diğeri de bu Napolyon askeri heykeli...



Dünya Kupası yarı finali Hırvatistan-İngiltere maçı yeni bitmiş, iki üç kişi bir adamı kucaklayıp getirip meydanın ortasındaki süs havuzuna atmaya çalıştılar, öbürü böğürüp duruyor atmayın falan diye, son anda bıraktılar, insanlar çıkıp evlerine gidiyorlar, açık olan yerler kapanıyor vs.... Benim sabun arama çalışmalarım sonuçsuz kaldı, açık hiçbir yer yok, ama sabunsuz da duş mu alınır, biraz daha bakınayım derken bir büfe görüyorum, yok orda da tost, içecek falan var, sabun var mı diye sormam çok abes kaçar diye sormadım bile, geri dönüp restorana, ya da odadaki o bayan arkadaşa sorarım diye düşündüm... Tabi ben fotoğraf falan çekip sağa sola mesaj atarken telefonun şarjı yine bitti, ben de yine yolu kaybetmiş bulundum :mad:, ama neyseki şehir küçük bir yer (nüfus 450 binmiş), tarihi merkezi yeniden buldum tekrar ve bir daha kaybolmayayım diye direk hostele yöneldim. Geldim restoran da kapanmış, odaya çıktım, o iki kişi yok, Hintli eleman da uyumuş, böylece son ümitlerim de tükendi mecburen girdim duşa...
Sabunsuz bu işin keyfi pek çıkmasa da sıcak suyun altında durmak bile yetti; tozu toprağı, teri, günün yorgunluğunu atmaya... Saç kurutma makinesi lavabodaydı, o yüzden altıma şortumu giyip çıkıp saçlarımı kuruturken kapı açıldı ve bir sarışın hatun, ellerine de banyo malzemelerini toplamış, içeri girdi :rolleyes:... Ben kıza dönüp;
“-Ey sarışın, yeşil gözlü dilber, nerdeydin? Ben gurbet ellerde, soğuk sularda yıkanırken nerdeydin? Ben sağ elimi omzumun üstünden, sol elimi böğrümden geçirip sırtımı yıkamaya çalışırken nerdeydin? Sırtımı keseletmek için çaresizce sağa sola bakınırken nerdeydin? Neden bir 10 dakka önce gelivermedin? Nerdeydin ha, nerdeydin???” dedim içimden...
Kız;
“-Why the fuck are you staring at me??? Niye öküz gibi aval aval bakıyorsun bana???” bakışı atıp yanımdan geçti, girdi banyoya ve kapıyı kilitledi ardından...
Ben de saçlarımı kurutup çıktım odaya, bir de ne göreyim, bu sefer başka bir kız; kısa boylu, esmer falan ama olsun fena değil yine de ama yanında yine bir oğlan... Anlaşıldı kızlar tek gelmiyor bu karma odalara...
Işığı kapatıp yattılar bunlar, ben de inadına açtım ışığı, çantamı düzenliyorum hesabına, kız “yatakların üst tarafında ışık var, orayı kullanabilirsin, odanın ışığını kapatıver piliiiizz” dedi, muhtemelen “hanzo” diye de eklemiştir içinden, ben de “OK canım” dedim dışımdan, “shut up!” dedim içimden, odanın ışığını kapatıp ranzanın üst tarafındaki yatağıma tırmandım, perdeyi çektim, saat zaten 1’e yaklaşmış, rahaaaat bir uyku çekip ertesi güne dinç uyanmak ümidiyle. En son askerdeyken 8 yataklı koğuşta kalmıştım, aradan geçmiş 21 yıl, bakalım rahat bir uyku uyuyabilecek miyiz bu gece???
 

mariokaldato

En yeniden bir önce kayit olan adam
Kayıt
1 Ağustos 2015
Mesaj
10.978
Tepki
34.471
Şehir
Bursa
İsim
Raşit Cumhur Çakın
Başlangıç
1980—81
Bisiklet
Merida
Bisiklet türü
Şehir - Tur
"

Genç, güzel bir kızın 44 yaşında, saçı sakalına, teri tozuna karışmış bir halde iken bana gülümseyerek “Merhaba” demesi egomuzu okşayıp, bir yerlerimizi kaldırdı heralde ki dönüşte bunları da hanıma aynen anlatma gafletinde bulundum; cevabı kesin ve net oldu; “Bundan sonra bisiklet turu felan yok sana!!!” :mad:Keşke bu “detayı” anlatmayı atlamış olsaydım...

"


:D
 

Devenez ce que

Daimi Üye
Kayıt
14 Mayıs 2018
Mesaj
320
Tepki
984
Yaş
49
Şehir
Istanbul / Sancaktepe
İsim
Murat
Bisiklet
Kron
Mırıl mırıl konuşmalar... Ayak sesleri... Bir kızla bir oğlanın mırıl mırıl konuşmaları... Sesler giderek yaklaştı... iyice yaklaştı, ranzanın alt katından gelmeye başladı sesler... Oğlanın burnu tıkalı gibi ya da burnunda et var; ne dediği anlaşılmıyor, ama kız güzel güzel konuşuyor, tane tane... Heralde bi konuda bozuşmuşlar, kız biraz triplerde... Oğlan konuşuyor, bi şeyler diyor, ama anlaşılmıyor, kız “I do love you” diyor, sonunda affetmişe benziyor... Saate bakıyorum, o da ne, saat 05:30 civarı?!?! :acpsnr: Ya bu saatte gelip milleti uyandırmaya utanmıyonuz mu, şimdi ben sizin... :mad: Aa öpücük sesleri; lan dur napıyonuz?? Yine mırıl, mırıl konuşmalar... Ya sabır, bak benim tepemin tasını attırmayın şimdi???! derken... Hmm, sesler kesildi... İyi, zıbardılar heralde de... Eğer şimdi benim uykum açılırsa bi da uyuyamazsam sorarım ben size... Neyse, kapat gözleri, kapat.... zzzzzz...:uyku:
Gözler açılır, telefona bakılır, saat 09 civarı, hmm, Allah’tan uyumuşum tekrar ama sabah ki kızgınlığım geçmemiş hala... Gideyim bi yüzümü yıkayım dedim, baktım alttakiler uyuyor hala... Görürsünüz siz şimdi... Evet, toparlanma vakti, onun için de çantayı düzenlemek gerekir, bütün eşyaları çıkar, bugünki giyeceğin kıyafetleri giy, diğerlerini çantaya, ama en sesli haliyle :D Hmm, dün aldığım üzümlü çörekler, iyi ki plastik şeffaf bir şeyin içine koymuşlar bunu, ÇATIR ÇUTUR, dışında da naylon poşet, ÇATIR ÇUTUR, çantaya... Sular, içecekler, hmm, boş bir pet şişe, su doldururum diye atmamışım, onu da koyalım, ÇATIR ÇUTUR... :krnz: çanta tamamdır, çekelim fermuarları, ZIIIIIIRRRT , öbür tarafı da , ZIIIIRRRRTTT. Şimdi atlıyalım aşşağıya, ZOONNK!!
Hadi size uykular, çüzzz!

Şimdi resepsiyona uğrayalım, telefondaki tatlı kızı bir görelim, hesabımızı halledelim. Hmm, ufak tefek, minyon bir kızcağız, öğrenci midir nedir, telefondaki ses bu değil belki de... Bisiklet? Ha iyi güzel, koyduğum yerde duruyor... Şimdi hesabı görelim; 15.30’du, 1.70 de şehir vergisi diyor kız?? :confused:Neyse al hadi al, 1.70 Euro’da bizden Bratislava Köyü’nü Yaşatma, Kalkındırma, Biraz Adam Edip Bir Şeye Benzetme Derneği’ne katkımız olsun bizden, hadi.. Yer ayırırken dikkat etmemişim ama kız doğru söylüyormuş, eve döndükten sonra maili görünce farkettim, yazıyormuş orda... Kıza diyorum ben biraz bir iki saat tur atıp gelecem buralarda, bisiklet burda kalsa olur mu diye, tabiki canım diyor, akşam 9’a kadar burdayız, kalabilir diyor. Abartma o kadar, bir iki saat dedik sana!!

Bratislava’yı daha önce görmüştüm, ama dün akşam Viyana’da yaşayan kayınbirader bir fotoğraf göndermişti, burayı da gör diye, meğer kalenin bahçesiymiş. İyi hadi gönlünüz olsun diye oraya gittim, işte burası köyün kalesi...



Bu ilerde görünen rüzgar tribünlerinin olduğu yer Avusturya...



Bisiklet yolu köprünün sağ alt tarafında, ordan şehre giriş yapmıştım, biraz sonra yine ordan sürerek çıkacağım...



Bu resme bakınca çok güldüm, demek güneş gözlükleriyle selfie çekmemek gerekiyormuş, bir daha da çekmedim zaten ... :komik::koptum:



Geri dönüş yolculuğu başlasın artık, biraz önceki açının tersi, köprünün altındaki bisiklet yolundan Bratislava Kalesi. Aslında hedefim burdan Györ’e devam etmekti, ama bir gün önce akşama doğru sol elimin yüzük ve küçük parmaklarında uyuşukluk başladı; elime, avuç içine fazla baskıdan dolayı heralde, gece dinlenince sabaha geçer diye düşünmüştüm, ama sabah kalktığımda hala geçmemişti, devam ediyordu, hem bu yüzden, hem ekipman eksikliğinden, hem de ertesi gün Avusturya’daki son günümüz ve yapmamız gereken başka şeyler de olduğu için geriye dönmeye karar verdim.



İşte dün akşam karanlıkta geçtiğim, yolu sorarak bir ileri, bir geri gittiğim bisiklet yolu... Gündüz gözüyle pek de güzel görünüyor lanet olasıca yol ... :mad:



Bir kaç dakika pedalladıktan sonra, tekrar Republik Österreich’a dönüyoruz, yani Doğu Krallığı Cumhuriyeti’ne, ya da kısaca Avusturya işte...



İşte bu da turumu yaptığım bisiklet ve ekipmanları toplu halde görüyorsunuz. Çantayı bu şekilde bisiklete bağladım, normalde yolda yürürken bile sırt çantası taşımaktan hoşlanmıyorum, çünki sırtım hemen terliyor, bir de bisiklet sürerken taşımak daha da çok terleteceği için böyle bir çözüm buldum. Pedal çevirirken biraz bacaklarımı açmam gerekiyordu; bir de ikide bir yana kayarak beni gıcık ediyordu ama sırtımda taşımaktan iyidir.



Dönüş yolunda yine Hainburg’tan geçiyorum, ayçiçeklerin arkasında tepede Hainburg Kalesi...



Alpler deyince kafamda şekillenen resim böyle bir şey; dağ, yanında akan nehir ve bol yeşillik, sakinlik, huzur...



@Barış Çavuş yine kulakların çınlama sebebi, sizin de resmini çektiğiniz tabela; en çok aklımda kalan resimlerden biriydi, ben de çektim resmini; bisiklet yolunun gittiği yönleri, şehirleri çizim ve mesafe olarak ayrıntılı bir şekilde gösteren tabela... Gelirken Tuna’nın kuzey kıyısından gelmiştim, bu sefer farklı bir yoldan gideyim diyerek güney kıyısını tercih ettim, o yüzden Petronell-Carnuntum yönüne doğru ilerliyorum...



Kullandığım navigasyon programının bana yaptığı gıcıklıklardan bir başkası; bisiklet yolunda ilerlerken bir kavşağa geldim, yol önümde üçe ayrılıyor; ikisi gayet güzel bisiklet yolu, biri de bir traktör izi; ben en normal görünen yola devam ettim, program “I-ıh, orası değil” diyor, döndüm; öbür normal bisiklet yoluna gittim, oraya da “I-ıh, burası da değil” dedi, geriye tek seçenek kaldı, önümdeki bu traktör yolu, buraya girdim, evet, program halinden memnun, "illa burdan gideceksin" diyor şerefsizin evladı :mad: Ben de ona pabuç bırakmamak için bu yoldan devam ettim ama resmen bildiğin tarlaların arasından gidiyorum. İzler bazen derinleşiyor, birinden öbürüne geçmek zorlaşıyor falan ama sonunda Scharndorf isimli kasabaya ulaşıp güzel bisiklet yoluna kavuşuyorum tekrar...



Yine devasa bir ayçiçeği tarlası...



Biraz daha pedalladıktan sonra Maria Ellend’i çıkınca biraz ilerde yolun kenarında bir ev gördüm; evin ön tarafında bir ağaç; burda bir mola vereyim dedim, bisikleti ağaca yasladım, çantadan atıştırmalık bir şeyler çıkarıp ağaca yaslanarak yere oturduğum anda arkamdan bir köpek havlaması duydum. İşte burda her şey ayrıştı; Türkiye ile Avusturya; Doğu ile Batı; vurdumduymazlık ile disiplin net çizgilerle ayrıldı birbirinden... @mariokaldato üstadımızın (link) yazısında köpeklerle yaşadığı macera, stres, gerilim madalyonun bir yüzü; benim burdaki köpek havlamasına karşı hissettiğim rahatlık madalyonun öteki yüzü... Çünki o köpeğin başıboş bir köpek olmadığından adım gibi eminim, gidiş geliş toplam 150 km. boyunca şehirlerden, kasabalardan, köylerden, tarlalardan, boş arazilerden, milli parktan geçtim ve bir tane bile başıboş köpeğe rastlamadım, çünki izin vermezler, çünki o köpek birisini ısırsa veya korkutsa o köpeğin sahibi bunun bedelini fazlasıyla öder. Türkiye’de bisiklete binen bir kişi, sadece bisiklete binen de değil, herhangi bir ıssız yoldan ya da sokaktan geçen bir kişi heran başıboş bir köpekle karşı karşıya gelebileceğini bilir, bunun korkusuyla yaşar; çoluk çocukta, kadınlarımızda, hatta hemen hepimizde bu yüzden bir başıboş köpek fobisi oluşmuştur, forumda bunu konuşur yazar çizeriz köpek saldırısından korunmak için neler yaparız diye... Ama Avusturya’da bisiklete binen kişi köpekleri hiç aklına bile getirmeden ülkenin bir başından öbür başına gidebilir... Arkama döndüm baktım, köpek evin içindeydi; pencerede sineklik gibi birşey vardı ve köpek pencerenin gerisinden havlıyordu. Sakin bir şekilde bir şeyler atıştırmaya, yiyip içmeye devam ettim, köpek sırtıma doğru bir kaç kez havladıktan sonra o da vazgeçti, ve üzüldüm güzel, zavallı ülkem adına...

Biraz daha pedalladıktan sonra Fischamend’i geçiyorum ve bir süre zonra üstümden vızır vızır uçaklar geçmeye başlıyor. Evet, Schwechat’a ulaştım, Viyana’nın havaalanına...



Havaalanın giriş kapısında bisiklet yolu sona erdi, navigasyon yola dümdüz devam etmemi söylüyor ama bakıyorum yolun iki tarafında da bisiklet yolu yok. Yol da vızır vızır işleyen çok işlek bir yol; iyice yorulmuşum, çok hızlı gidemiyorum, hızlı gidebiliyor olsam da o yola girmek istemem, ne yapacam şimdi diye düşünürken başımı sağa çevirince bu aşağıdaki tabelayı gördüm. Adamlar her şeyi olduğu gibi bunu da düşünmüşler; bisikletle havaalanı içerisinden nasıl bir yol izleyeceğinizi gösteren yol, yeşil nokta şu an bulunduğum yer, kırmızı çizgiyi takip ederek havaalanının içinden geçiyorum...



Havaalanından şehrin merkezine giden bisiklet yolu; sol tarafta gayet gürültülü ve yoğun A4 otoyolu var, ama burda huzur içinde pedal çevirerek ve ihtiyaçlarımı gidererek :D merkeze doğru gidiyorum...



Ve havaalanı-şehir merkezi arası bisiklet yolu gayet iyi bir şekilde işaratlenmiş, her kavşakta, dönemeçte yol ayrımında bu tabelalardan var; yolu kaybetmek çok zor...



Ve nihayet turun sonu; göz kanlanmış, saç baş dağılmış, tere toza bulanmış bir şekilde eve ulaşıyorum... :confused:



Avusturya'daki yaşantı ve bisiklet kültürü üzerine yazmak istediğim bir kaç şey var ama yaz yaz nereye kadar, bir süre sonra insana baygınlık geliyor :snzdglsn:, onları da ilk fırsatta bir ara çiziktiririm artık... :tskler:
 

mariokaldato

En yeniden bir önce kayit olan adam
Kayıt
1 Ağustos 2015
Mesaj
10.978
Tepki
34.471
Şehir
Bursa
İsim
Raşit Cumhur Çakın
Başlangıç
1980—81
Bisiklet
Merida
Bisiklet türü
Şehir - Tur
@Devenez ce que


:D ahahah.Intikam esasen plastik kutularla alınması gereken soğuk bir espiridir .
Keh küh
Durmak yok baskan,okumaya devam :D

Bu arada yazıların arasına 5 yada 6 satırda bir kaç paragraf boşluk verirsen lokum gbi olur, okuyucu.metnin uzunluğundan tirsmaz :D

@Devenez ce que
Bike Packing e rakip olarak bu projene ben "Topkapi-Aksaray Packing demek istiyorum :D