five
Part time turcu
- Kayıt
- 29 Temmuz 2005
- Mesaj
- 1.453
- Tepki
- 3.958
- Yaş
- 52
- Şehir
- İstanbul-Bostancı
- Başlangıç
- 1995—96
- Bisiklet
- Diğer
- Bisiklet türü
- Şehir - Tur
@Ferhat Karaca
Sanırım 'haçapuri' gibi ismini önceden bildiğim bir şey olmadığı için bilerek alamamış olabilirim. Rusçuk'ta sabah kahvaltı için bir fırından güzel bir şey almıştım. O olabilir mi bilemedim.
14. Gün : Şumnu - Burgas
Yine çok sıcak bir güne uyandım. Önce kısa bir iniş yapıp ardından Burgas’a kadar ciddi çıkışları olan yolda pedallara asıldım. MapMyRide’a göre kategorisi 3 olan 2 yokuş vardı önümde. Orman içinde, küçük kasabalardan geçen güzel ama trafiğine göre dar bir yoldaydım. Hatta bir noktada, ilerlediğim şeritte trafiğin durduğunu görüp araçların yanından ilerlemeye başladım. Yol çok virajlı olduğu için de geliş istikametine çok dikkat etmem gerekiyordu. Duran araç kuyruğu küçük bir köyün merkezine kadar uzanıyordu. Fark ettim ki yolu polis kesmişti ve bu dar yola nasıl sığacağını gerçekten merak ettiğim uzun ve geniş araç sınıfından bir aracı bekletiyorlardı. “Ohoo daha çok beklerler.” dedim kendi kendime. Köyün içindeki BİM benzeri bir marketten su ve yiyecek takviyesi yaptım. Yanıma aldığım nevaleleri ve muzu biraz ileride ki benzinlikte gövdeye indirme için kısa bir mola verdim. Yol açılırsa çok araç yığılır diye düşünüyordum arkamda. Bu sebeple de çok oyalanmadan yola devam ediyordum. Rotamın da ana yoldan ayrıldığı noktada bir restoran gördüm yeşillikler içinde. “Ya daha yeni yemiştim bir şeyler…” diye hayıflandım ama beni her durumda yolumdan alıkoyacak o muhteşem yiyeceğe bir şans vermek için oraya yöneldim. Çorbaya… Tito’tu çitlere bağlayıp bahçedeki üstü kapalı masalardan en köşedekine oturdum. Ve mutlu son. Çorba… Ama çorbayı yalnız bırakmak olmazdı. Yanına köfte, salata, yoğurt ekleyip sanki kısa süre önce hiçbir şey yememiş gibi abadım yemeğe. Olayı tamamlayınca da tali yola yöneldim. Pek iştah açıcı görüntüsü yoktu. Ana yol inerken bu yol ayrılıp ciddi bir yokuşla yükseliyordu. “Başa gelen çekilir.” diyerek tokluğun verdiği mutlulukla yoluma devam ettim. Yolda gördüğüm iri iri böğürtlenler bana küçük molalara mal olsa da çok lezzetliydi. Bu mutluluğumu tek bozan, ama iyiden iyiye bozan şeyler küçük karasineklerdi. İyice de terlediğim için, kimbilir, onlara ne kadar çekici geliyordum. Yavaşlayınca, tam da göz hizama gelip beni rahatsız ediyorlardı. Hızlanınca da ortadan kayboluyorlardı. Yavaşlamak tam kabustu. Sol elim, bir silecek gibi sürekli sallayarak bu küçük belalardan kurtulmaya çalışıyordum. Karşıdan gelen “Ulan bu adam el kol yapıp e dek istiyor.” Diye kıllanabilirdi. İyimser yaklaşımla selam verdiğimi düşünebilirlerdi. Kötü senaryoda da dümdüz sövdüğümü. “Ulan inşallah yanlış anlaşılmayız.” deyip devam ediyordum yola.
Burgaz’a doğru gördüğüm levhalardan birinde “İstanbul”u görünce ciddi ciddi dönüş yolunda olduğumun farkına vardım. Özlemim de iyiden iyiye artmıştı. Bir an önce dönmek düşüncesindeydim. Burgaz’ın merkezine uzanan yolda trafik arttı. Ben de Garmin’den konumumu kontrol ede ede devam ettim yola. CityMaps2Go’da işaretlediğim konaklama hepsinde tek tek uğrayıp yine tek tek geri çevrildim. Nasıl olur derken hafta sonu ve Karadeniz kıyısında olduğumun farkına vardım. Millet buraya tatile geliyordu. Bunu fark edince yer bulamama endişem arttı. Oradan oraya gidip yer var mı diye sorarken, en son sorduğum otelin wifi’ına erişmek için garsondan şifreyi istedim. Sağ olsun verdi. Hemen Booking’den bütçemin üst sınırında bir yer aradım. Buldum da. Yerini görüp oraya sürdüm. Şehrin tam merkezinde bir yerdi ama bulamıyordum bir türlü. “Burada bu otel nerede olabilir ki ?”derken başımı yukarı kaldırdığımda bilmem kaç katlı binanın tepesinde aradığım otelin adı yazıyordu. “Haydaaaa. Bu da nereden çıktı ?” dedim kendi kendime. “Burası 4 yıldızılı otel.” Booking’în yalancısı olarak içeri girdim. Hızlı hızlı konuşup “Booking’de gördüm. Bu fiyata odanız varmış. Ben o odayı istiyorum.” dedim. Konuştuğum adam yüzüme anlamsız anlamsız bakınca yanlış kişiyle konuştuğu anladım. Resepsiyondaki başka biriyle aynı hız ve tonda aynı şeyleri söyledim. Kadın beni anlayıp “Tamam” dedi. Bisikletim için de yer sorduğumda bana girişin hemen yanında, tamamen camdan ve kilitli bir odayı gösterdi. Tito’yu odaya koydum. Dışarıdan içerisi bütünüyle görünebiliyordu. Girip çıkarken kontrol etmem kolay olacaktı. Duş alıp yemek yemek için dışarı çıktım. Ortam, Antalya, Side, Kemer ayarında, bizim yazlık beldeleri andırıyordu. Kalabalığı görünce yer bulduğuma şükrettim. Yemek konusunda karasızlık geçirdim. Bir yer bulup atıştırdım. Sonra da deniz kıyısındaki parka kadar yürüdüm. Eski dostum Karadeniz’le buluştum.
Mesafe : 126,45 km.
Yolda Geçen Zaman : 07:35 saat
Ortalama Hız : 16,70 km/s
Max. Hız : 50,40 km/s
Yükseklik kazancı : 1164 m.
Yükseklik kaybı : 1326 m.
Min Yükseklik : 69 m.
Maks Yükseklik : 422 m.
Ort. Sıcaklık : 29,9 C
* Gün sıradalamasında ufak bir karışıklı oldu. Eski mesajla birleştiği için silip düzeltemedim. *
13. Gün : Rusçuk - Şumnu
Bugün Bulgaristan topraklarındaki ilk etabımı geçecektim. Doğal olarak heyecanlıydım. Bir heyecanım da evime yaklaşmış olmamdandı. Otelden ayrılıp kendimi hemen sokağa attım. Merkezden dışarıya doğru yönelen caddelerden birinde bir fırın gördüm. Poğaçaları yeni çıkmıştı, sıcacıktı. Soğuk çay eşliğinde iki poğaça gövdeyle buluşunca kendime geldim. Bugünkü etaba hazırdım.
Genel olarak yeşil ve mutedil trafikli bir yoldan ilerliyordum ama birkaç gündür geçtiğim iniş ve düz karakterli yolların aksine artık tırmanışlar içeren bir yoldaydım. 3. Ve 4. Kategori tırmanışlar vardı önümde. Ama yokuşları da özlediğimden hiç şikayet etmedim. Hava oldukça sıcaktı ve güneş tüm gün tepemde olacaktı. İlk durağım, susuz kaldığım için belki su bulurum umuduyla girdiğim, küçük bir göl kıyısına konuşlanmış salaş bir yerdi. Göl kıyısı, genelde, balıkçı ve piknikçilere hizmet eder bir görünümdeydi. Kıyıya yakın bir yerde duran irice bir adama elimle su içme işareti yapıp mataramı gösterdim. Kuzeyden kalma bir alışkanlıkla “water” yanına “aqua”yı ekliyorum hep. Hani birinden kaçarsa ötekinden yakalarız hesabı. Buradaki adam İngilizce’ye cevap verince işler kolay oldu. Yanındaki büyük iki şişe sudan birini açıp mataramı oldurdu. Diğerini de işaret edip “bu benim için” dedi. kendisine teşekkür edip gölün kıyısında bir iki kare fotoğraf çektikten sonra yolda devam ettim.
“Torlak” genelde karikatürlerde veya esprilerde geçen bir kelime olsa da burada bu isimde bir kasaba vardı. Razgrad da bu etabın orta noktasındaki büyük şehir. Ama şehrin merkezine girmeden devam ettim Şumnu’ya. Yokuşlar pek sorun çıkarmasa da sıcakta insanı ekstra bunaltıyordu. Şumnu’ya yaklaştığımda uzaktan muhteşem Şumnu anıtını gördüm. Tepeye dikilmiş, koca bir beton bloğun işlenmesiyle oluşturulmuş bir anıttı. Rota planı yaparken buraya çıkmayı hayal etmiştim ama 110 km. üzerine o yokuşu çıkmayı gözüm almayınca merkeze yönelip kalacak yer arayışına girdim. Bir iki yerde aradığım yerleri bulamayınca geriye dönüp şirin, küçük bir otelde konaklamaya karar verdim. Bu arada bisikletim için alttaki marketin deposunu gösterdiler. Gayet uygun bir yerdi. Duş alıp yemek ve gezmek için dışarı çıktım. Pazar günü ortalık oldukça ıssızdı. Ama bu durum ana caddeden yukarılara doğru çıkıp yaya bölgesine girmemle değişti. İşte asıl merkez burasıydı. Yemek yemek için uygun bir yer arıyordum ama genelde inşaların oturduğu yer kafe formatındaydı. Aşağıdaki ana yoldan ileri gidip buradaki yaya yolundan geriye doğru gidiyordum. Birden bi ara sokakta Türkçe “lahmacun” yazısını gördüm. İşte aradığım şey diyerek direkt girdim. Küçücük dükkanın içindeki adama direkt “merhaba” dedim. Adam da hiç şaşırmadan “merhaba” ile karşıladı beni. Sonra ne yiyebileceğimi sordum. Aslında fırınları kapanmış ve dükkanı da kapatıyormuş adam. Türk’tü. Nereli olduğunu hatırlayamıyorum ama çok temiz bir Türkçe ile konuşuyordu. Çorba yoktu ama yemek olarak kurufasulye de vardı. Ondan istedim. Dışarıdaki masalarda oturanlar Türkiye’den düğün için gelenlerdi. Onlar da lahmacun yemek istedikleri için mekan sahibi bana da sordu kaç tane yersin diye. Sonuçta fırın tekrar yakılacaktı. Sonuçta biraz bekledik ama bir memleket tadını da aldık. Direkt gözlerimi parlatan şeyse adamın şişe suyu olarak Abant su servis etmesiydi. Memleketten arkadaşım gelmiş gibi oldum. 2 tane içip 3 tane de yanıma aldım. Yolda en azından bir süre lezzetli bir su içerim diye… Geceyi uzatmadan otele döndüm.
.
Mesafe : 112,08 km.
Yolda Geçen Zaman : 07:20 saat
Ortalama Hız : 15,3 km/s
Max. Hız : 55,6 km/s
Yükseklik kazancı : 1136 m.
Yükseklik kaybı : 978 m.
Min Yükseklik : -117 m.
Maks Yükseklik : 290 m.
Ort. Sıcaklık : 29,6 C
Sanırım 'haçapuri' gibi ismini önceden bildiğim bir şey olmadığı için bilerek alamamış olabilirim. Rusçuk'ta sabah kahvaltı için bir fırından güzel bir şey almıştım. O olabilir mi bilemedim.
14. Gün : Şumnu - Burgas
Yine çok sıcak bir güne uyandım. Önce kısa bir iniş yapıp ardından Burgas’a kadar ciddi çıkışları olan yolda pedallara asıldım. MapMyRide’a göre kategorisi 3 olan 2 yokuş vardı önümde. Orman içinde, küçük kasabalardan geçen güzel ama trafiğine göre dar bir yoldaydım. Hatta bir noktada, ilerlediğim şeritte trafiğin durduğunu görüp araçların yanından ilerlemeye başladım. Yol çok virajlı olduğu için de geliş istikametine çok dikkat etmem gerekiyordu. Duran araç kuyruğu küçük bir köyün merkezine kadar uzanıyordu. Fark ettim ki yolu polis kesmişti ve bu dar yola nasıl sığacağını gerçekten merak ettiğim uzun ve geniş araç sınıfından bir aracı bekletiyorlardı. “Ohoo daha çok beklerler.” dedim kendi kendime. Köyün içindeki BİM benzeri bir marketten su ve yiyecek takviyesi yaptım. Yanıma aldığım nevaleleri ve muzu biraz ileride ki benzinlikte gövdeye indirme için kısa bir mola verdim. Yol açılırsa çok araç yığılır diye düşünüyordum arkamda. Bu sebeple de çok oyalanmadan yola devam ediyordum. Rotamın da ana yoldan ayrıldığı noktada bir restoran gördüm yeşillikler içinde. “Ya daha yeni yemiştim bir şeyler…” diye hayıflandım ama beni her durumda yolumdan alıkoyacak o muhteşem yiyeceğe bir şans vermek için oraya yöneldim. Çorbaya… Tito’tu çitlere bağlayıp bahçedeki üstü kapalı masalardan en köşedekine oturdum. Ve mutlu son. Çorba… Ama çorbayı yalnız bırakmak olmazdı. Yanına köfte, salata, yoğurt ekleyip sanki kısa süre önce hiçbir şey yememiş gibi abadım yemeğe. Olayı tamamlayınca da tali yola yöneldim. Pek iştah açıcı görüntüsü yoktu. Ana yol inerken bu yol ayrılıp ciddi bir yokuşla yükseliyordu. “Başa gelen çekilir.” diyerek tokluğun verdiği mutlulukla yoluma devam ettim. Yolda gördüğüm iri iri böğürtlenler bana küçük molalara mal olsa da çok lezzetliydi. Bu mutluluğumu tek bozan, ama iyiden iyiye bozan şeyler küçük karasineklerdi. İyice de terlediğim için, kimbilir, onlara ne kadar çekici geliyordum. Yavaşlayınca, tam da göz hizama gelip beni rahatsız ediyorlardı. Hızlanınca da ortadan kayboluyorlardı. Yavaşlamak tam kabustu. Sol elim, bir silecek gibi sürekli sallayarak bu küçük belalardan kurtulmaya çalışıyordum. Karşıdan gelen “Ulan bu adam el kol yapıp e dek istiyor.” Diye kıllanabilirdi. İyimser yaklaşımla selam verdiğimi düşünebilirlerdi. Kötü senaryoda da dümdüz sövdüğümü. “Ulan inşallah yanlış anlaşılmayız.” deyip devam ediyordum yola.
Burgaz’a doğru gördüğüm levhalardan birinde “İstanbul”u görünce ciddi ciddi dönüş yolunda olduğumun farkına vardım. Özlemim de iyiden iyiye artmıştı. Bir an önce dönmek düşüncesindeydim. Burgaz’ın merkezine uzanan yolda trafik arttı. Ben de Garmin’den konumumu kontrol ede ede devam ettim yola. CityMaps2Go’da işaretlediğim konaklama hepsinde tek tek uğrayıp yine tek tek geri çevrildim. Nasıl olur derken hafta sonu ve Karadeniz kıyısında olduğumun farkına vardım. Millet buraya tatile geliyordu. Bunu fark edince yer bulamama endişem arttı. Oradan oraya gidip yer var mı diye sorarken, en son sorduğum otelin wifi’ına erişmek için garsondan şifreyi istedim. Sağ olsun verdi. Hemen Booking’den bütçemin üst sınırında bir yer aradım. Buldum da. Yerini görüp oraya sürdüm. Şehrin tam merkezinde bir yerdi ama bulamıyordum bir türlü. “Burada bu otel nerede olabilir ki ?”derken başımı yukarı kaldırdığımda bilmem kaç katlı binanın tepesinde aradığım otelin adı yazıyordu. “Haydaaaa. Bu da nereden çıktı ?” dedim kendi kendime. “Burası 4 yıldızılı otel.” Booking’în yalancısı olarak içeri girdim. Hızlı hızlı konuşup “Booking’de gördüm. Bu fiyata odanız varmış. Ben o odayı istiyorum.” dedim. Konuştuğum adam yüzüme anlamsız anlamsız bakınca yanlış kişiyle konuştuğu anladım. Resepsiyondaki başka biriyle aynı hız ve tonda aynı şeyleri söyledim. Kadın beni anlayıp “Tamam” dedi. Bisikletim için de yer sorduğumda bana girişin hemen yanında, tamamen camdan ve kilitli bir odayı gösterdi. Tito’yu odaya koydum. Dışarıdan içerisi bütünüyle görünebiliyordu. Girip çıkarken kontrol etmem kolay olacaktı. Duş alıp yemek yemek için dışarı çıktım. Ortam, Antalya, Side, Kemer ayarında, bizim yazlık beldeleri andırıyordu. Kalabalığı görünce yer bulduğuma şükrettim. Yemek konusunda karasızlık geçirdim. Bir yer bulup atıştırdım. Sonra da deniz kıyısındaki parka kadar yürüdüm. Eski dostum Karadeniz’le buluştum.
Mesafe : 126,45 km.
Yolda Geçen Zaman : 07:35 saat
Ortalama Hız : 16,70 km/s
Max. Hız : 50,40 km/s
Yükseklik kazancı : 1164 m.
Yükseklik kaybı : 1326 m.
Min Yükseklik : 69 m.
Maks Yükseklik : 422 m.
Ort. Sıcaklık : 29,9 C
* Gün sıradalamasında ufak bir karışıklı oldu. Eski mesajla birleştiği için silip düzeltemedim. *
13. Gün : Rusçuk - Şumnu
Bugün Bulgaristan topraklarındaki ilk etabımı geçecektim. Doğal olarak heyecanlıydım. Bir heyecanım da evime yaklaşmış olmamdandı. Otelden ayrılıp kendimi hemen sokağa attım. Merkezden dışarıya doğru yönelen caddelerden birinde bir fırın gördüm. Poğaçaları yeni çıkmıştı, sıcacıktı. Soğuk çay eşliğinde iki poğaça gövdeyle buluşunca kendime geldim. Bugünkü etaba hazırdım.
Genel olarak yeşil ve mutedil trafikli bir yoldan ilerliyordum ama birkaç gündür geçtiğim iniş ve düz karakterli yolların aksine artık tırmanışlar içeren bir yoldaydım. 3. Ve 4. Kategori tırmanışlar vardı önümde. Ama yokuşları da özlediğimden hiç şikayet etmedim. Hava oldukça sıcaktı ve güneş tüm gün tepemde olacaktı. İlk durağım, susuz kaldığım için belki su bulurum umuduyla girdiğim, küçük bir göl kıyısına konuşlanmış salaş bir yerdi. Göl kıyısı, genelde, balıkçı ve piknikçilere hizmet eder bir görünümdeydi. Kıyıya yakın bir yerde duran irice bir adama elimle su içme işareti yapıp mataramı gösterdim. Kuzeyden kalma bir alışkanlıkla “water” yanına “aqua”yı ekliyorum hep. Hani birinden kaçarsa ötekinden yakalarız hesabı. Buradaki adam İngilizce’ye cevap verince işler kolay oldu. Yanındaki büyük iki şişe sudan birini açıp mataramı oldurdu. Diğerini de işaret edip “bu benim için” dedi. kendisine teşekkür edip gölün kıyısında bir iki kare fotoğraf çektikten sonra yolda devam ettim.
“Torlak” genelde karikatürlerde veya esprilerde geçen bir kelime olsa da burada bu isimde bir kasaba vardı. Razgrad da bu etabın orta noktasındaki büyük şehir. Ama şehrin merkezine girmeden devam ettim Şumnu’ya. Yokuşlar pek sorun çıkarmasa da sıcakta insanı ekstra bunaltıyordu. Şumnu’ya yaklaştığımda uzaktan muhteşem Şumnu anıtını gördüm. Tepeye dikilmiş, koca bir beton bloğun işlenmesiyle oluşturulmuş bir anıttı. Rota planı yaparken buraya çıkmayı hayal etmiştim ama 110 km. üzerine o yokuşu çıkmayı gözüm almayınca merkeze yönelip kalacak yer arayışına girdim. Bir iki yerde aradığım yerleri bulamayınca geriye dönüp şirin, küçük bir otelde konaklamaya karar verdim. Bu arada bisikletim için alttaki marketin deposunu gösterdiler. Gayet uygun bir yerdi. Duş alıp yemek ve gezmek için dışarı çıktım. Pazar günü ortalık oldukça ıssızdı. Ama bu durum ana caddeden yukarılara doğru çıkıp yaya bölgesine girmemle değişti. İşte asıl merkez burasıydı. Yemek yemek için uygun bir yer arıyordum ama genelde inşaların oturduğu yer kafe formatındaydı. Aşağıdaki ana yoldan ileri gidip buradaki yaya yolundan geriye doğru gidiyordum. Birden bi ara sokakta Türkçe “lahmacun” yazısını gördüm. İşte aradığım şey diyerek direkt girdim. Küçücük dükkanın içindeki adama direkt “merhaba” dedim. Adam da hiç şaşırmadan “merhaba” ile karşıladı beni. Sonra ne yiyebileceğimi sordum. Aslında fırınları kapanmış ve dükkanı da kapatıyormuş adam. Türk’tü. Nereli olduğunu hatırlayamıyorum ama çok temiz bir Türkçe ile konuşuyordu. Çorba yoktu ama yemek olarak kurufasulye de vardı. Ondan istedim. Dışarıdaki masalarda oturanlar Türkiye’den düğün için gelenlerdi. Onlar da lahmacun yemek istedikleri için mekan sahibi bana da sordu kaç tane yersin diye. Sonuçta fırın tekrar yakılacaktı. Sonuçta biraz bekledik ama bir memleket tadını da aldık. Direkt gözlerimi parlatan şeyse adamın şişe suyu olarak Abant su servis etmesiydi. Memleketten arkadaşım gelmiş gibi oldum. 2 tane içip 3 tane de yanıma aldım. Yolda en azından bir süre lezzetli bir su içerim diye… Geceyi uzatmadan otele döndüm.
.
Mesafe : 112,08 km.
Yolda Geçen Zaman : 07:20 saat
Ortalama Hız : 15,3 km/s
Max. Hız : 55,6 km/s
Yükseklik kazancı : 1136 m.
Yükseklik kaybı : 978 m.
Min Yükseklik : -117 m.
Maks Yükseklik : 290 m.
Ort. Sıcaklık : 29,6 C