Yıllar evvel, yanılmıyorsam 2011'de, çocukluğumdan beri hasretini çektiğim Bianchi'yi edindiğimde aklımda herhangi bir blog açmak yoktu. Ee, bu durumda "Hangi yazı daha çok tıklanacak abi?" sorusu da fink atmıyordu kafamda. Güzel günlerdi. Gaz yağıyla bisikletin zincirini temizlediğimde "Bundan bir blog yazısı çıkar!" demiyordum. Olsa olsa "Lan ev halkı gaz yağının kokusunu almadan bitse şu iş!" demişimdir. Hatırlamıyorum şimdi.
Zaman değişti tabii. İnsanlar kendilerine yeni oyuncaklar buldu. Çılgın aplikasyonlar yüklediğimiz dört çekirdekli bol akıllı telefonlarımız, her yerde internete girmemize olanak sağlıyor artık. Check-in'ler, durum bildirimleri havalarda uçuşuyor. Hal böyle olunca, kimin ve neyin daha fazla beğeni aldığı meselesi ortaya çıkıyor. "(link)" türünden samimiyetsiz reklam müzikleri kulağımızı tırmalarken, dilimiz kulağımıza ihanet ederek aynı şarkıyı tekrar tekrar mırıldanıyor.
Her ne kadar dukunmatik bir telefon veya tablet sahibi olmasam da bu boktan duruma ben de dahil oluyorum. Blog açtık babacan. Kim okumuş? Hangi yazıyı okumuş? Kaç dakika blogda kalmış? Bir süre sonra fark etmeden bu sanal uyuşturucunun esiri oldum. Oğlumuzun içkisi sigarası yok, blogu var.
Zaman içinde çoğu şey önemini yitiriyor, fark etmişsinizdir. Mesela "Bounce" diye bir oyun yüklüydü Nokia marka telefonlarda. İlk renkli ekranlılarda vardı bu oyun. Kırmızı bir topu patlatmadan ilerliyorduk. Sonra ne olduysa, Flappy Bird'e kadar vardı iş. Ama yazının konusu oyunlar değil, hepsinin canı cehenneme (yılan hariç. 3310'a selam.). Benim için önemini kaybeden -veya benim ellerimle öldürdüğüm- bir şey var: Tur ruhu. Doğru yazdım lan, tuz ruhu filan değil, tur ruhu. Bisikletinizle yeni bir yer gördüğünüzde kalbinizin hızlı atması gibi. Pülümür'den geçerken, Karapınar çöplüğüne yanlışlıkla daldığımda, Meke Gölü'nün bataklığa dönüştüğünü gördüğümde olan şeyler. Şimdi ne oldu? O günler sadece aklımda.
http://3.bp.blogspot.com/-2jtEfqSCi0s/U60FrUuJhdI/AAAAAAAAA1M/lx3_D1N-G88/s1600/Bounce-Cheats.jpg Bounce baba.
Aslında dijital fotoğraf makinesi almamla başladı işlerin boka sarışı. Hayalim sert kapaklı bir defter alıp güzel manzaraları karalamaktı. Öyle daha samimi olacaktı. Sonra "Dijital fotoğraf makinesi alayım." dedim. Sonra "Blog açıp yazılarımı paylaşayım." dedim. Sonra Google Analytics filan derken... Tur ruhunu, turcu ruhunu öldürdüm. Artık yeni bir yer gördüğümde bir zamanlar duyduğum heyecan yok oldu. Fotoğrafını çekeyim diyorum, yazıda şu kadar yer ayırayım diyorum. Oturup izlemiyorum, fotoğrafını çekiyorum. Hafıza kartına hapsedip, her baktığımda heyecanlanmayı umuyorum. Boşa çaba; olmuyor.
Kameranın pili de bitmiyor ki anasını satayım. Belki o heyecanı yakalardım böylece...
***
Bu da bonus olsun.
http://4.bp.blogspot.com/-Ux0QnJT0BJk/U60K-9TstkI/AAAAAAAAA1c/7OrU93eGrvg/s1600/sontuslular.jpg
Zaman değişti tabii. İnsanlar kendilerine yeni oyuncaklar buldu. Çılgın aplikasyonlar yüklediğimiz dört çekirdekli bol akıllı telefonlarımız, her yerde internete girmemize olanak sağlıyor artık. Check-in'ler, durum bildirimleri havalarda uçuşuyor. Hal böyle olunca, kimin ve neyin daha fazla beğeni aldığı meselesi ortaya çıkıyor. "(link)" türünden samimiyetsiz reklam müzikleri kulağımızı tırmalarken, dilimiz kulağımıza ihanet ederek aynı şarkıyı tekrar tekrar mırıldanıyor.
Her ne kadar dukunmatik bir telefon veya tablet sahibi olmasam da bu boktan duruma ben de dahil oluyorum. Blog açtık babacan. Kim okumuş? Hangi yazıyı okumuş? Kaç dakika blogda kalmış? Bir süre sonra fark etmeden bu sanal uyuşturucunun esiri oldum. Oğlumuzun içkisi sigarası yok, blogu var.
Zaman içinde çoğu şey önemini yitiriyor, fark etmişsinizdir. Mesela "Bounce" diye bir oyun yüklüydü Nokia marka telefonlarda. İlk renkli ekranlılarda vardı bu oyun. Kırmızı bir topu patlatmadan ilerliyorduk. Sonra ne olduysa, Flappy Bird'e kadar vardı iş. Ama yazının konusu oyunlar değil, hepsinin canı cehenneme (yılan hariç. 3310'a selam.). Benim için önemini kaybeden -veya benim ellerimle öldürdüğüm- bir şey var: Tur ruhu. Doğru yazdım lan, tuz ruhu filan değil, tur ruhu. Bisikletinizle yeni bir yer gördüğünüzde kalbinizin hızlı atması gibi. Pülümür'den geçerken, Karapınar çöplüğüne yanlışlıkla daldığımda, Meke Gölü'nün bataklığa dönüştüğünü gördüğümde olan şeyler. Şimdi ne oldu? O günler sadece aklımda.
http://3.bp.blogspot.com/-2jtEfqSCi0s/U60FrUuJhdI/AAAAAAAAA1M/lx3_D1N-G88/s1600/Bounce-Cheats.jpg Bounce baba.
Aslında dijital fotoğraf makinesi almamla başladı işlerin boka sarışı. Hayalim sert kapaklı bir defter alıp güzel manzaraları karalamaktı. Öyle daha samimi olacaktı. Sonra "Dijital fotoğraf makinesi alayım." dedim. Sonra "Blog açıp yazılarımı paylaşayım." dedim. Sonra Google Analytics filan derken... Tur ruhunu, turcu ruhunu öldürdüm. Artık yeni bir yer gördüğümde bir zamanlar duyduğum heyecan yok oldu. Fotoğrafını çekeyim diyorum, yazıda şu kadar yer ayırayım diyorum. Oturup izlemiyorum, fotoğrafını çekiyorum. Hafıza kartına hapsedip, her baktığımda heyecanlanmayı umuyorum. Boşa çaba; olmuyor.
Kameranın pili de bitmiyor ki anasını satayım. Belki o heyecanı yakalardım böylece...
***
Bu da bonus olsun.
http://4.bp.blogspot.com/-Ux0QnJT0BJk/U60K-9TstkI/AAAAAAAAA1c/7OrU93eGrvg/s1600/sontuslular.jpg