Suyun izinde

revan55

Üye
Kayıt
28 Mayıs 2012
Mesaj
53
Tepki
22
Şehir
SAMSUN/ANKARA
İsim
Recep V.
Bisiklet
Kron
Merhaba,
22 Temmuz 2015 tarihinde Ankara cikisli bir tura basliyorum. Turumun adi 'suyun izide'. Cunku tur boyunca akdeniz bolgesinde bulunan goller yoresindeki cogu golu gezmeyi hedefliyorum. En sonunda da denize ulasacagim. Minimum 16 gun surecek olan bu turu, icinde 9 tane sehir merkezinden gecerek Izmirde sonlandiracagim. Gollerin disinda, doganin bize sunmus oldugu çesitli yerleri, muzeleri ve antik kentleri gezmeyi planladim. Turdan sonra -eger sag kalirsam- biriktirdigim anilarimi sizlerle bu konu altinda paylasacagim. Su an icin Denizli, Mugla ve Selcuk/Izmirde kalacak yer ayarlayamadim. Ulasmak isteyen olursa ozel mesaj yoluyla ulasabilirsiniz.Saglicakla kalin.
 
Scudo

gmfaruk

Forum Bağımlısı
Kayıt
13 Kasım 2013
Mesaj
1.096
Tepki
1.090
Şehir
istanbul
Bisiklet
Kron
Hayirli yolculuklar
Tura dair anilarinizi gunasiri bekliyoruz
 

revan55

Üye
Kayıt
28 Mayıs 2012
Mesaj
53
Tepki
22
Şehir
SAMSUN/ANKARA
İsim
Recep V.
Bisiklet
Kron
Merhaba
Yazımı erken yazmamdan mütevellit anlamış olacaksınız ki turumu erken bitirme kararı aldım. Bunda en önemli etken havaların aşırı sıcak olması, ayrıca gezdiğim 400 küsur kilometre boyunca kayda değer pek bir şey görmemiş olmamdır. Tur, genel olarak sıkıntısız geçti. Şu an içimde her ne kadar turu erkenden bitirmemin bir sıkıntısı olsa da, daha çok eve gelmenin verdiği huzur içinde olduğumu belirtmek isterim. Turda alışık olmadığım iklim şartlarından olsa gerek dudaklarım günden güne kuruyup çatlamaya, rengi değişmeye başladı. Bunun yanı sıra uçuk da çıkınca, benim moralim iyice bozuldu. Bu durum artık acı vermeye başlamıştı. Kararımı verdikten sonra içime bir rahatlık çöküp, üzerimden yük kalktığını hissettim. Yolda karşılaştığım kişiler bu havada bisiklet mi sürülür, senin gündemden haberin yok mu, buralar tehlikelidir, sen manyak mısın, gülmemek için kendimi zor tutuyorum… gibi türlü türlü beni caydırmaya çalışan insanların çokluğu düşündürdü beni. Bu kadar kişi yanılıyor olamazdı. Bir şeylerin yerli yerine oturmadığını fark ettim.
Bunların yanı sıra, belki şans belki kader belki milletimize ait olan misafirperverlik duygusu ne desem bilemiyorum, her gittiğim yerde çok hoş karşılandım. Herkes yardımcı olmaya çalıştı. Tur yaptığım beş gece boyunca çadır kurma fırsatı yakalayamadım. Ki bu benim için güzel bir durumdu. Çoğunlukla sadece uyku tulumunu kullandım. Hatta havalar uyku tulumu kullanmak için bile fazla sıcaktı. Yemek malzemelerimi hiç kullanmadım. Yemek ihtiyacımı ya lokantadan ya da marketlerden hazır gıdalarla geçiştirmeye çalıştım. Saymadım ama günde litrelerce su, meyve suyu gibi sıvı tükettim. Normal zamanda çok su içen bir insan değilim. Bu turda içtiğim su, sanırım normal bir zamanda bir yıllık içtiğim suya eşdeğerdir. Çok terlemedim, çünkü hava o kadar sıcaktı ki ter anında kuruyordu. Turdan önce yaptığım günlük 150 km’lik etapların, tur esnasında haddinden fazla olduğunu fark ettim. Bu etapları iki günde kat ettim. Tur için günlük 80 kilometrenin aşılmaması gerektiğini söylemeliyim, en azından benim için. Daha fazlasını yapmak için kendimi zorlamam gerekiyor ve bu bana ertesi günü eksi olarak geri dönüyordu. Tur esnasında birinci kalite pedli tayt kullandım. Bu beni gerçekten büyük bir acıdan korudu. Ancak taytın bedeni sıkıp, kan akışına etki etmesi sebebiyle, brooks sele kullanımını daha cazip buluyorum. Bendeki brooks olmadığından, tayt kullanmaya mecburdum. Üzerimde de forma vardı. Yıkayıp kuruması açısından pratik. Bütün bunlardan bahsettikten sonra, şimdi turda neler oldu onları biraz ayrıntıya inerek anlatmaya çalışacağım.
Birinci günü 22 temmuz olarak belirlememe rağmen, vaktim olduğu için 21 temmuzda, Ankara’da kaldığım evden yola çıktım. Öğlen geç vakitte uyandığım için, öğleden sonra saat üç gibi evden ayrıldım. O gün toplam 50 kilometre kadar yol yaptım. Belirli bir hedefim yoktu. Ne kadar gitsem o kadar iyiydi benim için, kendimi fazla zorlamak istemedim. Zaten bilen bilir, Ankara’dan Gölbaşı’na gitmek için çıktığım o yokuşu. Yiyecek içeceğimi Gölbaşı’nda bir marketten temin edip, bir petrolde konaklamaya karar verdim. Çadır kurmak için izin aldım, bana kanepe gösterdiler. Çadır kurmama gerek kalmadı. Üzeri ve iki yanı kapalı bir yerdi. Benim için gayet makul. Uyku tulumunu kanepenin üzerine serdim. Yemeğimi yedim. Yazımı yazdım. Uyumaya çalıştım ama uyuyamadım. Petrolün yanındaki şantiyede çalışan bir ağabeyimizle sohbet ettim, çay içtim. Sonra uyumak için döndüm yerime. Gece ama ne gece. Bir yandan rüzgar, bir yandan sivriler. Şu an bu yazıyı yazarken bile bir kaşınma geldi. Uyurken bir ara gözümü açtığımda, kaldığım yerin önünden kocaman bir köpek geçtiğini gördüm. Sonra sen gel de uyu burada. Ama uyumuşum. Sabah uyandığımda ellerimi komple sivriler sokmuştu. Toparlanıp yola koyuldum.
İkinci gün yolum dünün iki katı mesafedeydi. Şereflikoçhisar’a varacaktım. Bu gün toplamda yüz kilometre kat ettim. Öncelikle kaldığım petrolden Tuz Gölü’ne vardım. Her zamanki gibi yine kalabalıktı. Arabasına atlayan buranın yolunu tutmuştu sanki, çoluk çocuk… Ben de öğle sıcağının geçmesini beklemek adına burada vakit geçirdim bir kaç saat kadar. Fotoğraf çektim, ayağımı Tuz Gölü’nün şifalı olarak nitelendirilen suyunda gezdirdim. Yedik, içtik derken saat neredeyse 15.00 olmuştu. Yola çıkıp Şereflikoçhisar ilçesinin çıkışında bir petrole vardım. İznimi aldım, tam bisikletin üzerindeki malzemeleri indirdim çadırı kuracaktım, bir ağabeyimiz benim için boş bir oda olduğunu ve orada kalabileceğimi söyledi. O gecemi de çadır kurmadan geçirmiştim. Kendisi ve arkadaşı benim neredeyse kopmak üzere olan bagaj lastiklerimi tamir ettiler. Sohbet ettik, çay ısmarladılar. Gece oldu. Ben yine yazımı yazıp, yatağıma uzandım. O gece çok iyi geçmişti. Sabah olunca hazırlanıp çıktım yine yola.
Üçüncü günde hedefim Aksaray’dı. Bu gün toplamda Aksaray’a kadar olan yolum 80km idi. Şereflikoçhisar’dan çıkıp 10 kilometre kadar gitmiştim ki soldan esen kuvvetli rüzgarla savrulmamak için kendimi zor tutuyordum. Buna bir de tırların sebep olduğu çekim gücü eklenince yolda düzgün gitmek epey zorlaştı. Bu böyle bir 10 kilometre kadar sürdü. Yol boyunca karşıdan esen rüzgar hem gücümü tüketiyor hem de dizlerimi zorlamama sebep oluyordu. Ancak acelem yoktu. Bu sebeple kendimi fazla yormadan, sakin sakin gittim. Aksaray tabelasına vardığımda birkaç fotoğraf çekindim. O sırada yanıma yükünü yüklenmiş, benim gibi bir başka arkadaş geldi. Tesadüf ki kalacağımız yerler aynıydı. Beraber yola koyulduk. Aksaray’a varışımız öğlen 13.00 gibiydi. Vardığımızda dinlendik, sonra yüklerimizi kalacağımız yere bırakıp, bisikletle Aksaray’ın içine doğru yola çıktık. Kılıçarslan Parkı’na vardık. Bir şeyler yeyip içtik. Burada en çok dikkatimi çeken şey, fazlasıyla sinek olmasıdıydı. Sanırım bu parkın içinden geçen yapay nehirden kaynaklıydı. Parktan iki defa sivrisinek ilaçlama arabası geçti. Burada herkes piknik yapıyordu. Saat akşam 19.00 a gelirken Adese AVM’nin önüne gittik. Burada PAB Aksaray ile buluştuk. Şehir turu yaptık. Tur yaklaşık 30 kilometre kadar sürdü. Bu turda en çok dikkatimi çeken eğri minareli camiydi. Türkiye’nin pizza kulesi diyorlar ona. Akşam da yemeğimizi yeyip kalacağımız yere doğru yola çıktık. Saat epey geç olmuştu. Sabah da haliyle geç kalktım. Gece güzel geçti.
Dördüncü gün sabahında, Konya’ya doğru yola koyuldum. Tura çıkmadan önce müzekart almıştım. Aksaray’da gördüğüm müze tabelasına bir türlü takip edip de müzeye gidemeden çoktan Konya yoluna girmiştim bile. Haritada görüldüğü gibi yol üzerinde Sultanhanı bulunuyordu. Öncelikle buraya varıp gezecektim. Sonrasında yola devam. Sultanhanı’na vardım. Burada Selçuklu döneminden kalma bir kervansaray vardı. Kervansaray’ın önüne varır varmaz, peşimden elektrikli motosikletle gelen bir adam beni şaşırttı. Benim için geldiğini söyledi. Kervansarayın hemen yanında kamp alanı varmış. Ne yazık ki saat henüz erkendi ve ben burada kalmayı planlamamıştım. Bu sebeple teşekkür edip yola devam edeceğimi söyledim. Kervansarayın önünde birkaç fotoğrafımı çekti, sağ olsun. Kervansarayı ücretsiz gezdim. Normalde yabancılardan 5TL ücret talep ediyorlarmış kişi başı. Kervansarayda en çok dikkatimi çeken şey, odaların pencerelerine yuva yapan kuşlardı. Bu sebeple odaların içi kuş pisliği kokuyordu. Kervansaray restorasyondan geçmiş. Büyük bir yerdi. İçeride de birkaç fotoğraf çekip dışarı çıktım. Yemek yedim ve yola koyuldum. Yolda, yol yapım-bakım çalışmaları yapan işçilerle karşılaştım. Bana çay ısmarladılar. Sohbetten sonra tekrar yoluma devam ettim. Saat akşama yaklaşıyordu. Yorgunluk da var. Girdim bir petrole. Bahçesinde hortumu da vardı. Oracıkta duş aldım, kirli kıyafetlerimi de yıkadım. Bu sıcakta çok rahatlatmıştı bu beni. Bu rahatlıkla yoluma devam ettim. Güneş kendini saklamaya çalışırken, ben de de yorgunluk hat safhaya çıkmıştı. Açlık da bir yandan. Yolda bir yerler bulurum diye umuyordum, fakat yanıldığımı anlamıştım. Bugünkü hedefim Kızören’di. Sonunda vardım oraya, toplamda seksen kilometre yol gelmiştim. Bir petrolde durdum. Mescit’in girişindeki kanepeye serildim. Marketten meyve suyu, kek ve bisküvi almıştım. Bisküvi ve meyve suyunu yedim. İşlerimi halledip uyudum. O kadar güzel uyumuşum ki kendimi uyandırmaya kıyamadım. Zaten ben alarm kurmaktan nefret eden bir insanım. Hele turdayken de ne gerek var alarm kurmaya. Ben böyle düşünüyorum.
Turumun beşinci gününe uyanmıştım. Saat sabah 9.30u gösteriyordu. Öyle ki daha da uyumak istiyordum. Ama gidilmesi gereken yollar vardı. Dışarı çıkıp kilometre saatimimde bulunan sıcaklık değerine bakınca gözlerime inanamadım. Hava 57 santigrat dereceydi. Gitikçe de yükseliyordu. Aman allahım dedim. Hayatım boyunca gördüğüm en yüksek sıcaklık değeriydi bu. Çok şükür ki yola çıkınca rüzgarla beraber bu sıcaklık gittikçe düştü. Bugün Konya’ya varma zamanıydı. Ama yola bakıyorum, yol bana bakıyor. Kilometreler geçmek bilmiyordu. Sanki aynı yerde gidiyordum. Sağım tarla, solum tarla. Yolda hep aynı manzara. Kilometrelerce aynı görüntüde pedal çevirdim. Ne petrol var ne de bir köy. Bir yandan dudaklarımdaki çatlağın ve uçuğun vermiş olduğu acı. Sonunda Konya’ya yirmi kilometre kala bir petrolde duruverdim. Burada karşılaştığım bir ağabey ile biraz sohbet ettik. Artık iyice karar vermiştim. Kendisi beni kamyonla Konya’ya götürme teklifinde bulundu. Ne yazık ki bisikletim ve malzemelerimi koyacak kadar yer yoktu kamyonda. Bu sebeple üzülerek yoluna devam etti. Ben bu petrolde uzunca bir süre kaldım. Vakit öğleden sonraydı. Heybemi düzelttim, yola koyuldum. Bugün toplamda yetmiş kilometre kadar yol yaptım. Konya benim için son duraktı. Otogara varıp biletimi aldım. Bisikletimi ve eşyalarımı emanete bırakıp, şehir merkezine giden bir dolmuşa bindim. İlk işim Mevlana müzesini ziyaret etmekti. Ne yazık ki saat geç olduğundan müze kapalıydı. Ben de şehir merkezinde turladım. Bir yeri öğrenmenin en iyi yolu orada kaybolmaktır derler. Yol iz bilmeden sadece gezdim. Ayaklarım iyice yorulmuştu. Saat çok geç olmadan otogara varıp orada uyuyacaktım. Ancak yakınlarda bir otel bulup orada kalmak fikri daha cazip geldiği için böyle yapmaya karar verdim. Başladım ucuz otel aramaya. Sonunda bir pansiyon buldum. Beş lira kadar da indirim yaptı. Odaya geçince dedim ki keşke yirmi lira fazla verip, insanın barınabileceği bir yere gitseydim. Kaldığım aile pansiyonunda(!) temiz çarşafla yastık kılıfı, bir de sıcak su vardı. Yerde garip bir döşeme halı, yarı nemli, daha çok pis. Oda nem kokusuyla birleşmiş sigara kokuyordu. Ne temiz havlu, ne sabun. Hiçbir şey yoktu. Odanın penceresi koridora açılıyor, koridordan birisi geçince farketmiştim bunu. Banyosuna girdim 1,5 metrekare var ya da yok. Duş alıp kendimi dışarı attım tekrardan. Çay içtim, kendime geldim. Çay ocağındaki ağabey çok iyi davrandı. Müşterilere karşı olan tavrı çok içten ve sevecendi. Bir yandan fonda çalan eski müziklerle kendimi değişik dünyalarda gezdiriyordum. Saat gece vakitleri, ben yarı uyukluyordum zaten. Çok güzel vakit geçirdim orada. Ardından ayaklarım geri gide gide, pansiyona vardım ve uyudum. Sabah olduğunu anlamak için saate bakmam gerekiyordu, çünkü odaya ışık girmiyordu hiç.
Yola çıktıktan altı gün sonra, bisikletsiz bir şekilde Konya’yı gezmek için pansiyondan koşar adımlarla ayrılıp yola koyuldum. Mevlana müzesine gittim. Girişte formalite icabı verilen ücretsiz biletlerden alıp içeri girdim. İçerisi hayli kalabalıktı, halbuki müze açılalı belki daha bir saat olmuştu. Ayrıca hava oldukça sıcaktı. Burası beni gerçekten içten etkiledi. Mutlaka görülmesi gereken bir yer. Ancak özellikle gençlerin fotoğraf çekip, doğru düzgün bakmadan oradan geçip gitmesi beni üzdü. Bu müzenin diğer odalarında da durum böyleydi. El yapımı eserler görülmeye değer. Her bir noktası bir emek. İnce ince işlenmiş el yapımı eserler. Buradan çıkınca Konya’daki diğer müzeleri de gezdim. Bunların içinde en çok dikkatimi çeken arkeoloji müzesiydi. Milattan önce zamandan kalma eşyalar beni derinden etkiledi. Bin yıllar öncesinden insanların o eşyaları kullanmış olduklarını bilmek, onlara el sürmüş, onları kullanmış olduklarını bilmek beni çok etkiliyordu. Arkeolojiye karşı ayrı bir merakım var. Müzeyi gezdikten sonra burada görevli arkeologla kısa bir muhabbet ettik. Ardından çay içmek için tekrar bahsettiğim yere gittim. Sonra otobüsüme binmek üzere Konya otogarına vardım. Bisikletimi küçültüp paketledim. Eşyalarımı düzenleyip otobüsü beklemeye koyuldum. Kırk dakika rötardan sonra nihayet otobüs gelebildi. Hiçbir problem olmadan bisikletimi ve diğer eşyalarımı aldılar. Memleketime doğru yola koyulmuştum sonunda. Artık hiçbir şey düşünmüyordum.
Tur boyunca ortalama 15km/saat hız ile 425km yol yaptım.
Not: Teknik aksaklıktan ötürü fotoğraf makinemdeki fotoğrafları bilgisayara yükleyemedim. Birkaç gün içinde halletmeyi planlıyorum. Anlayışınız için teşekkür ederim.
 

five

Part time turcu
Kayıt
29 Temmuz 2005
Mesaj
1.453
Tepki
3.962
Yaş
52
Şehir
İstanbul-Bostancı
Başlangıç
1995—96
Bisiklet
Diğer
Bisiklet türü
Şehir - Tur
Merhaba @revan55,

Sıcaklar bisiklet turlarındaki büyük zorlukların başında geliyor. Bunu yazan kişi Cumartesi günü İznik'i bir kez daha turlamayı planlıyor bu sıcaklarda bu arada. :)

Çok güzel ve öğretici bir tur olmuş. Fotoğrafları da bekliyoruz.

Benim de dudaklarım çok hassas. Rüzgar ve güneşte hemen çatlıyor ve uçuk oluyordu. Turlarda dudak nemlendirici kullanmaya başladım. Şu an çok rahat ediyorum. Tavsiye ederim. (Nivea'nınki taşıma ve kullanım kolaylığı açısından güzel.)


Kazasız ve keyifli turlar

five
 

revan55

Üye
Kayıt
28 Mayıs 2012
Mesaj
53
Tepki
22
Şehir
SAMSUN/ANKARA
İsim
Recep V.
Bisiklet
Kron
DSC08234.JPG DSC08236.JPG DSC08240.JPG DSC08251.JPG DSC08252.JPG DSC08254.JPG DSC08257.JPG DSC08265.JPG DSC08270.JPG DSC08272.JPG DSC08279.JPG DSC08281.JPG DSC08284.JPG DSC08286.JPG DSC08292.JPG DSC08294.JPG DSC08295.JPG DSC08299.JPG DSC08301.JPG DSC08314.JPG DSC08318.JPG DSC08321.JPG DSC08325.JPG DSC08327.JPG DSC08331.JPG DSC08332.JPG DSC08359.JPG DSC08363.JPG DSC08372.JPG DSC08385.JPG DSC08391.JPG DSC08396.JPG DSC08402.JPG
 

Dosyalar

  • Beğen
Tepkiler: Edip D.

revan55

Üye
Kayıt
28 Mayıs 2012
Mesaj
53
Tepki
22
Şehir
SAMSUN/ANKARA
İsim
Recep V.
Bisiklet
Kron
DSC08403.JPG DSC08407.JPG DSC08410.JPGKonya_camii.png sultanhanı kervansaray_iç.jpg sultanhanı_kervansaray1.png

İlk fotoğraflar tura çıkışım ve tuz gölünden manzaralar. Aksaray tabelasından sonraki fotoğarflar Aksaray'da çektiğim fotoğraflar. Fotoğraftaki kalabalık gurup ise Aksaray PAB. Daha sonra Konya'ya geçiyorum. Gördüğünüz eski yapı Aksaray'dan Konya'ya giderken Sultanhanı'nda bulunan eski bir kervansaraya ait fotoğraflardır. Daha sonra Konya tabelasını görüyorsunuz. Bu tabeladan sonraki fotoğraflar ise Konya'da çektiğim fotoğraflardır. Mevlana Müzesi ve yanındaki camiiye ait fotoğraflar görmektesiniz. Müzenin içinde de fotoğraf çektim ancak, gezip görmeyenlerin oralara gidip görmesini istediğim için çok fotoğraf yüklemedim. Konya'da bulunan camiilerin mimarisi gerçekten çok güzel. İnsanı etkiliyor. Çoğu da eski zamanlardan kalma camiiler zaten. Fotoğraflarda bulunan büyük tesbihler, zikir tesbihidir. Eski taş heykeller de Konya Arkeoloji Müzesi'nde çektiğim fotoğraflardır. Gidip görülmesi gerekir. Gerçekten harika eserler var. Bir turu daha geride bıraktık. Darısı sizlerin başına diyorum Sağlıcakla kalın.