Son günlerde futbol dünyası Sepp Blatter ve Michel Platini'nin aldığı cezalarla çalkalanıyor. Balığın baştan koktuğunun nadide bir kanıtı oldu bu iki futbol lordunun aldığı cezalar. Fakat bisiklette işler tam da öyle gitmedi. Bisiklet sporuna 1999-2005 arasında damgasını vuran ve ünlü Fransa Turu'nu (Tour de France) 7 kere kazanarak tarih yazan Lance Armstrong düşerken yanında sadece bir doktor ve birkaç ünsüz ismi götürdü. Armstrong'un doping yaptığının ortaya çıkmasından büyük başlar kolay sıyırdılar. Oysa göz yumulmuş olmasa, Armstrong'un 7 yıl boyunca ağır doping yaparak Fransa turu'nu kazanması mümkün olmazdı. Göz yumulmuştu çünkü Armstrong bisikleti Avrupa'dan çıkarıp Amerika'ya taşımış, popülerleştirmişti. Armstrong bir efsaneydi, İsa gibi bir figürdü! Nasıl mı? Lance Armstrong ölmüş ve ikinci kez dünyaya geri gelmişti, tıpkı İsa gibi!
Lance Armstrong, iyi bir biskletçiydi ama Fransa Turu'nu kazanacak ciğerlere sahip değildi. Küçük birkaç başarısı olmuştu, Tour de France'da (yine doping yardımıyla) bir etap kazanmak gibi. Fakat daha sonra Armstrong'un kanser olduğu ortaya çıktı. Kanseri yense de spor hayatının bittiği düşünülüyordu. Oysa Armstrong yeniden doğdu! Kanseri yenmekle kalmadı, bisikletin en prestijli yarışını kazandı! Artık o bir efsaneydi! Bütün zayıfların, hastaların deniz feneriydi, kurtuluş umuduydu! Bir mucize gerçekleştirmişti, demek ki mucizelere inanmak lazımdı! Armstrong Batı'nın yeni İsa figürüydü ve artık dokunulmazdı. Ve bisiklet sporuna yaptığı ticari katkıya paha biçmek imkansızdı.
Oysa David Walsh adlı bir gazeteci başından beri, Armstrong'un başarılarına inanmıyor, dopingsiz bu zaferlerin elde edilmesinin imkansız olduğunu görüyordu. Aklı olan da görürdü zaten. Ama görmek istemeyene ne yapsan boş!
Stephen Frears'in yönettiği "Son Efsane" Armstrong'un yükseliş ve düşüş sürecini, etliye sütlüye pek karışmadan, fazla derine inmeden anlatıyor. Yüzeyselliğine rağmen fena bir film değil "Son Efsane" ya da orijinal adıyla The Program. Batı dünyası, bir tür peygamberleştirdiği Armstrong'un düşüşünden derinden etkilendi. İki yıl önce de Alex Gibney'in yönettiğ "Armstrong Yalanı" adlı belgesel piyasaya çıkmıştı. Bu yıl İngiltere'de en beğenilen tiyatro oyunlarından biri de Armstrong'u konu alan bir komedi.
Bizde bisiklet sporu çok yaygın olmadığı ve hatta şehirlerde bisiklete binmek intihar eğilimli olmayı gerektirdiği için, Armstrong skandalından çok etkilenmedik. Hem bizim ülkemizde hayatta kalmak zaten başlıbaşına bir mucize, hergün ölüp ölüp diriliyoruz; o yüzden Armstrong filan bize işlemez, işlemedi de nitekim.
NOT:Birgün gazetesi yazarı Cüneyt CEBENOYAN'dan alıntıdır.