iğrenç bir durumdur. başına gelenler bilir. bir arkadaşınız, karşı cinsten biriyle muhabbeti koyulaştırır. bir gün yanınıza gelir ve "adamım ben evleniyom valla." diyiverir. iyi birader, git evlen. sen bir cins-i latifin dest-i izdivacına talip olabilirsin de... niye beni "kız isteme" muhabbetine dahil edersin ki? hiç hazzetmem böyle gelenek ve gelmişken bir de görenek durumlarından. olayın toplumsal ve ananevi durumu ayrıca sayfalar doldurur da, şimdi burda yazsam bana yazık, okusanız size yazık, tartışalım desem incirin çekirdeğine yazık. arkadaşın ana babası uzak memlekette olunca, artık buradan kimi toparlayabildiyse... ben tanımam bir de okul müdürü varmış bunun. e biz de kankasıyız. kısaca, duhul olduk efendim muhabbete. hayır, kimin malını kimden isteyeceksek artık.
yenge hanım tarafı da pek bir enteresan. yemeğe gideceğiz efendim. ben hiç duymadımdı. gidip bi acı kahvelerini içer, fincan soğumadan da allahın emrini yerine getirip atmaca gibi alır kaçardık kızı. neyse. bizim kanka, müdür, müdürün hanımı, ben, dayandık kapıya. teşekkül eksiksiz. çikolata, çiçek, fiyonk, kravat, sahte tebessümler, herşey tamam. yalnız asansörde hafif bir alkol kokusu vuku buldu ki, koku müdür beyin midesindeki ucuz viskiden mi, hanımının gerdanındaki ucuz parfümden mi, çıkartamadım.
lafı uzatmayalım, "nasılsınız-hamdolsun-siznasılsınız-iyilikçokşükür" faslını hızlı geçelim.
üçbeş muhabbet edildi, böylece tanışıldı, kaynaşıldı, hatta yakında akraba bile olunacak.
müstakbel kayınvalide pek bi muhabbet, pek bi civelek kadın. pakize suda ile emel sayın arası
desem anlaşılır herhalde. müstakbel kayınpeder için ne desem ki...hani usta bir marangozun eline geçse iki adet hela kapısı çıkar. hammadde kıvamında adam. müstakbel yengemiz annesine çekmiş belli. yalnız kız kardeşi, nasıl desem, kesinlikle o aileden değil. hatta bizim galaksimizden bile olduğunu sanmıyorum. baba tarafı her ne kadar ork'lardan da olsa, kız kesin elf. elini ayağını nereye koyacağını şaşırıyor insan, öyle söyleyeyim.
masaya geçtik. biz kankayla yan yana, hanım kızlar karşımızda. allahtan kayınpeder görüş alanında değil. ancak müdür bey her nasılsa kadrajda. çorba önümde, kaşık elimde, kız karşımda. ye yiyebilirsen. düşün neo, there is no spoon. ben tam ilk kaşığı atacakken,
müdür düşüncelerimi okumuş olmalı ki çorba kasesini bıyıklarıyla sıyırıyordu. karısı da maşallah doldurmuş bilekleri dizi dizi bileziklerle, her lokmasında ağzına boynunda çıngıraklarıyla bir sığır sürüsü girip çıkıyor sanki, şıngır mıngır. karı koca pek bi iştahlılar. kayınvalide ha bire muhabbette. zaten masada müdürle ikisinden başka konuşan da yok. müdür içli köfteleri lüpletirken bir yandan da cevap yetiştiriyor. adamın her olayla ilgili bir anısı var. maazallah biraz da sarhoş. dur bakalım.
ben ağzımda büyüyen lokmalarla geviş getirmeye çalışırken, laf döndü dolaştı çoluk çocuğa geldi. artık tek dertlerinin kızların mürüvveti olduğunu söyledi evin hanımı. yaşlandığından, yüzünün toprağa baktığından dem vurdu. müdür ağzını doldura doldura şöyle bir "estağfurullah" çekti, kadını iyice bir süzüp: "cami yıkılmış ama mihrap yerinde".
içli köfte burnumdan çıktı. baktım, bileziklerin şıngırtısı kesilmiş. kayınvalide ağzının içinde sabunlu bez varmış gibiydi. kayınpeder sigarasını yaktı. baldızla göz göze geldik. daha doğrusu onun gözü benim burnuma geldi. ricamı kırmayıp lavaboyu gösterdi. döndüğümde müdür beyin tatlısı, kayınpederin ikinci sigarası, benimse karizmam bitmişti. masadakilerin yüzlerine bakılacak olursa müdür ben yokken de susmamıştı.
masadan kalkıp “kahvelerinizinasılalırdınız” faslına geçilecek. ben kahve içmem ki. kankayla birbirimize baktık. yüzünde yağmurda kalmış köpek yavrusu gibi bir ifade. kahve son şansımız olabilirdi. bunu hissettik. evet. müdüre kahve şarttı. tam şebinkarahisar lisesindeki maceralarını bitirirken kahveler gelmişti. tabii kızlar da.
işte ne olduysa ondan sonra oldu.
(devam edebilir)
İsmail Akman
akmanismail@gmail.com
yenge hanım tarafı da pek bir enteresan. yemeğe gideceğiz efendim. ben hiç duymadımdı. gidip bi acı kahvelerini içer, fincan soğumadan da allahın emrini yerine getirip atmaca gibi alır kaçardık kızı. neyse. bizim kanka, müdür, müdürün hanımı, ben, dayandık kapıya. teşekkül eksiksiz. çikolata, çiçek, fiyonk, kravat, sahte tebessümler, herşey tamam. yalnız asansörde hafif bir alkol kokusu vuku buldu ki, koku müdür beyin midesindeki ucuz viskiden mi, hanımının gerdanındaki ucuz parfümden mi, çıkartamadım.
lafı uzatmayalım, "nasılsınız-hamdolsun-siznasılsınız-iyilikçokşükür" faslını hızlı geçelim.
üçbeş muhabbet edildi, böylece tanışıldı, kaynaşıldı, hatta yakında akraba bile olunacak.
müstakbel kayınvalide pek bi muhabbet, pek bi civelek kadın. pakize suda ile emel sayın arası
desem anlaşılır herhalde. müstakbel kayınpeder için ne desem ki...hani usta bir marangozun eline geçse iki adet hela kapısı çıkar. hammadde kıvamında adam. müstakbel yengemiz annesine çekmiş belli. yalnız kız kardeşi, nasıl desem, kesinlikle o aileden değil. hatta bizim galaksimizden bile olduğunu sanmıyorum. baba tarafı her ne kadar ork'lardan da olsa, kız kesin elf. elini ayağını nereye koyacağını şaşırıyor insan, öyle söyleyeyim.
masaya geçtik. biz kankayla yan yana, hanım kızlar karşımızda. allahtan kayınpeder görüş alanında değil. ancak müdür bey her nasılsa kadrajda. çorba önümde, kaşık elimde, kız karşımda. ye yiyebilirsen. düşün neo, there is no spoon. ben tam ilk kaşığı atacakken,
müdür düşüncelerimi okumuş olmalı ki çorba kasesini bıyıklarıyla sıyırıyordu. karısı da maşallah doldurmuş bilekleri dizi dizi bileziklerle, her lokmasında ağzına boynunda çıngıraklarıyla bir sığır sürüsü girip çıkıyor sanki, şıngır mıngır. karı koca pek bi iştahlılar. kayınvalide ha bire muhabbette. zaten masada müdürle ikisinden başka konuşan da yok. müdür içli köfteleri lüpletirken bir yandan da cevap yetiştiriyor. adamın her olayla ilgili bir anısı var. maazallah biraz da sarhoş. dur bakalım.
ben ağzımda büyüyen lokmalarla geviş getirmeye çalışırken, laf döndü dolaştı çoluk çocuğa geldi. artık tek dertlerinin kızların mürüvveti olduğunu söyledi evin hanımı. yaşlandığından, yüzünün toprağa baktığından dem vurdu. müdür ağzını doldura doldura şöyle bir "estağfurullah" çekti, kadını iyice bir süzüp: "cami yıkılmış ama mihrap yerinde".
içli köfte burnumdan çıktı. baktım, bileziklerin şıngırtısı kesilmiş. kayınvalide ağzının içinde sabunlu bez varmış gibiydi. kayınpeder sigarasını yaktı. baldızla göz göze geldik. daha doğrusu onun gözü benim burnuma geldi. ricamı kırmayıp lavaboyu gösterdi. döndüğümde müdür beyin tatlısı, kayınpederin ikinci sigarası, benimse karizmam bitmişti. masadakilerin yüzlerine bakılacak olursa müdür ben yokken de susmamıştı.
masadan kalkıp “kahvelerinizinasılalırdınız” faslına geçilecek. ben kahve içmem ki. kankayla birbirimize baktık. yüzünde yağmurda kalmış köpek yavrusu gibi bir ifade. kahve son şansımız olabilirdi. bunu hissettik. evet. müdüre kahve şarttı. tam şebinkarahisar lisesindeki maceralarını bitirirken kahveler gelmişti. tabii kızlar da.
işte ne olduysa ondan sonra oldu.
(devam edebilir)
İsmail Akman
akmanismail@gmail.com