Arkadaşlar, foruma yeni katılanalar için yayınlıyorum.Çok zevk aldığım ve tek başıma yaptığım bir geziydi..
Fotolar: Evrim Kavuncu
Bir Nehrin Kaynağına Yolculuk-Kaçkar Güncesi
http://img250.imageshack.us/img250/3271/clip4wc1.jpg
1. Gün:
Beni İstanbul'dan Rize'ye getiren otobüsten indiğimde bagajda beni bekleyen, muavinin "yassah" hışmından korunmak için iyice küçültülmüş,"kolu- bacağı" ayrılmış zavallı bisikletimi düşünüyordum. 20 saattir, üzerinde valizler,denklerle, karanlık ve dar bir hapishaneden kurtulma anı gelmişti benim zavallı bisikletimin.
Meraklı bakışlar eşliğinde bisikletimi hayata döndürürken,yavaş yavaş klasik sorular da gelmeye başlamıştı bile;ya abi yorulmuyo musun?, bu yükle nası çıkacak ya?.. Abi yalnız başına dağlarda korkmuyor musun? Ya karşına "ayı" çıkarsa? gibisinden sorular, ya da "motosiklet varken bisiklete ne gerek var abi" "gibi parlak fikirler. Hepsini sabırla cevaplamaya çalışıyordum.
Amacım Kaçkar'lardan doğup, Karadeniz'e dökülen ve Verçenik'te doğup gelişen kardeşi Fırtına deresiyle birleşen Hala deresinin kaynağına bisikletimle ulaşmaktı. Bir anlamda bir akarsuyun sonsuz yaşamının bir bölümünde zamanda geriye doğru bir yolculuk.
Pazar kasabasını geride bıraktıktan sonra Fırtına deresiyle ilk karşılaştığım nokta aynı zamanda artık bitmeyecek gibi görünen yokuşların(60 km) başlangıcıydı. Derenin Karadeniz'le kucaklaştığı yerde, sanki dolu dolu yaşanmış bir ömrün sonundaki olgun, ağırbaşlı, dingin bir kişilikle tanışmış gibiydim. Geniş yatağında ağır ağır akan derenin suyu billur berraklığındaydı.
http://img250.imageshack.us/img250/4667/clip3xw2.jpg
Akarsu bu berraklığı erozyona izin vermeyen,sık bitki örtüsüne borçlu. Çevrem o kadar yeşil ki, çıplak bir toprak parçası görmek hemen hemen olanaksızdı .Her yerden sular fışkırıyor, hatta asfalttan bile su sızıyordu.
İstanbul 'da eski yıllarda yaşanan susuzluğu düşünüyordum....
İlk 10-15 km'lik yol oldukça düzgün zeminli ve tatlı bir eğime sahipti. Oldukça süratli yol alıyordum. Kış başlangıcı olduğu için yanımda oldukça fazla malzeme vardı ve yüküm ağırdı. İçerilere doğru yol aldıkça derenin karakteri de değişiyordu. Yatağı daralan dere biraz daha hızlı ve canlı akıyordu. Sağdan ,soldan ona karışan derecikleri sanki bağrına basıp onlarla buluşmanın verdiği sevinçle daha da coşuyor, bu coşku ona vadileri, dağları isteğine göre şekillendirmede güç katıyordu.
http://img250.imageshack.us/img250/8172/clippx4.jpg
Minik çağlayanlardan zıplayan alabalıklar da bu şenliğe katılıyordu.Yol üzerindeki yamaçlara serpilmiş evlerden oluşan köylerden geçerken kısa molalar verip, canayakın Karadeniz insanlarıyla sohbet ediyordum. Geceyi geçirmek için kamp kuracağım Çamlıhemşin'e yaklaşırken yol da iyice dikleşmeye başlamıştı. Oraya ulaşmadan önceki son köyü de geride bıraktığım sırada artık hava da kararıyordu. Hala deresiyle ilk karşılaşmam Çamlıhemşin çıkışında oldu. Tarihi Zilkale'den eteklerini yalayarak geçip gelen Fırtına deresi işte bu noktada Kaçkarlar'ın karlı yamaçlarından doğan kardeşiyle birleşiyordu.
Kamp kurulabilecek uygun bir yer bulmam oldukça uzun sürdü. Her yer ya çok eğimliya da sık bitki örtüsüyle kaplıydı. Sonunda bulduğum en uygun yerde çadırımı kurup,yemek yedikten sonra iki kardeş derenin dinlendirici uğultusuyla uykuya daldım.
2.ve 3. Gün:
Ertesi günkü rotam yine Hala deresi boyunca artık iyice dikleşmiş bir yoldu. Hala deresi de daha da daralmış yatağında kabına sığmayan, kayadan kayaya sıçrayan genç bir dağ keçisi gibiydi. Ayder yolu heyelan yüzünden kapanmıştı. Bu sefer bisikletimi ben sırtlayıp, yol üzerindeki kayaları aşıp, yolun düzgün bölümüne geçtim. Öğlene doğru Ayder'e ulaştığımda iyice yorulmuş ve acıkmıştım. Şimdi aramızda olmayan dağcı arkadaşım Mehmet Yüregilli'nin ailesinin işlettiği , şirin ve tipik karadeniz evi "Otel Güroluk"ta birkaç gün iyice dinlenme fırsatı buldum. Orada kaldığım sürece bir kez daha bu yöre insanlarının ne kadar neşeli, misafirperver ve ince zekalı olduklarını anladım. Hele evin dedesinin onca yaşına rağmen elindeki her türlü işi pratik zekasıyla çözüvermesi, bir taraftan da Türkiye ve dünyada her olup -biten hakkında fikir yürütüp, tartışma açması beni oldukça etkiledi.
4. Gün:
Artık tırmanışın son ve en zorlu bölümünü gerçekleştirmeye gelmişti sıra. Ayder-Yukarı Kavran Yaylası arasındaki yolun oldukça dik ve yer yer iri taşlardan oluşması iyice ağır bisikletim ve benim için aşılması güç bir engel gibi gözüküyordu. Zaten orada bulunduğum sürece yapmak istediğim Ayder'lilere olanaksız gibi görünüyordu. Ekim sonu olduğundan kara yakalanma riskim oldukça yüksekti. Fakat tüm bunlara karşı önlemlerimi almıştım. Hala deresi de oldukça dik eğimin verdiği ivmeyle iyice coşmuş, çağlayanlar yaparak yaramaz bir çocuk gibi oradan oraya koşturuyordu. Kaçkar Dağına yaklaştıkça eğim daha da artıyordu.Hatta bir yerde eğim o kadar fazlaydı ki çamurlu zeminde bisikletim oldukça yüklü olmasına rağmen arka tekerim patinaj yaptı ve inip bisikleti- (hayatımda ilk kez) - kısa bir süre ittirmem gerekmişti.
Yaylacılar bölgeyi terkettikleri için çevrede kimseler yoktu. Sadece ben, bisikletim ve zirveleri dumandan görünmeyen büyüleyici sırtlar. Aşağı Kavran yaylasını da geçtikten sonra hava iyice serinlemişti ve ben 3 saattir dik yokuşta pedal basıyordum. Bu tip etkinliklerde beslenme çok önemli. Gerekenden az veya niteliksiz besin almak hiç tahmin edilemeyecek sonuçlar doğurabilir. Hemen kısa bir mola verip "enerji depolarımı" doldurdum. Birkaç kilometre sonra da kampımı kuracağım Yukarı Kavran yaylasına ulaştım. Çadırımı kurmak için bir yer ararken, şimdi aşağılardaki yayla insanlarının sanki benim için bıraktıkları mimari harikası bir evin kapısının açık olduğunu görüp, içine yerleştim. Biraz dinlendikten sonra çevrede dolaşmaya çıktım. Çevremde doruklardaki rüzgarın uğultusu ve yayladan geçen derenin şırıltılarından başka hiç bir ses duyulmuyordu. Kaçkar dağına doğru ilerledikçe manzara muhteşemdi.
http://img250.imageshack.us/img250/671/clip2my6.jpg
Ben de artık buradan çok uzaklarda tanıştığım dev bir akarsuyun artık doğum yerindeydim. Karlı doruklardan süzülen sular bazen minik buzul gölleri oluşturup, bazen de kayalara sızıp, yüzlerce değişik noktadan yeryüzüne çıkıyordu. Bu minik pınarlar sanki sözleşmiş gibi,aşağılarda bir yerlerde randevu yerlerine doğru ilerliyorlardı. Hepsinin birleştiği noktada sanki eski dostların buluşmasının yarattığı coşku ve sevinçle, hep birlikte, devamlı güçlenip gelişerek ve artık tek bir vücut olarak önlerine milyonlarca yıldır çıkan engelleri aşarak yollarına devam ettiler.
Gürsel Akay,1991
Merak edenlere not:
O gece o evde(ve yaylada) tek başıma yattıktan sonra, ertesi gün amacım o yüklerle (ve de tabii ki bisikletimle) dağı aşıp Artvin tarafına geçmekti..Ama öğlene doğru kar fırtınası başladı.. Apar topar toplanıp kendimi "aşağı attım"..Biraz geç kalsam beni herhalde 6 ay sonra "bisikletçi mumyası" olarak Rize müzesine koyarlardı Siz de beni orada ziyaret ederdiniz.. Neyse ki şimdilik mumya olmaktan kurtuldum..
Bu dağı aşma projesini 2 yıl sonra bu sefer bir arkadaşımla tekrar denedik.. Aynı mevsim, yine kar fırtınası, yine kendimizi zor "aşağı attık"..
Ama sonunda 1997'de ciddi bir organizasyonla 8 kişi birlikte bunu başardık..
Ek not: Yukarıdaki fotolar internetten alınmadır. Evrim Kavuncu'yu tanımıyorum.
Fotolar: Evrim Kavuncu
Bir Nehrin Kaynağına Yolculuk-Kaçkar Güncesi
http://img250.imageshack.us/img250/3271/clip4wc1.jpg
1. Gün:
Beni İstanbul'dan Rize'ye getiren otobüsten indiğimde bagajda beni bekleyen, muavinin "yassah" hışmından korunmak için iyice küçültülmüş,"kolu- bacağı" ayrılmış zavallı bisikletimi düşünüyordum. 20 saattir, üzerinde valizler,denklerle, karanlık ve dar bir hapishaneden kurtulma anı gelmişti benim zavallı bisikletimin.
Meraklı bakışlar eşliğinde bisikletimi hayata döndürürken,yavaş yavaş klasik sorular da gelmeye başlamıştı bile;ya abi yorulmuyo musun?, bu yükle nası çıkacak ya?.. Abi yalnız başına dağlarda korkmuyor musun? Ya karşına "ayı" çıkarsa? gibisinden sorular, ya da "motosiklet varken bisiklete ne gerek var abi" "gibi parlak fikirler. Hepsini sabırla cevaplamaya çalışıyordum.
Amacım Kaçkar'lardan doğup, Karadeniz'e dökülen ve Verçenik'te doğup gelişen kardeşi Fırtına deresiyle birleşen Hala deresinin kaynağına bisikletimle ulaşmaktı. Bir anlamda bir akarsuyun sonsuz yaşamının bir bölümünde zamanda geriye doğru bir yolculuk.
Pazar kasabasını geride bıraktıktan sonra Fırtına deresiyle ilk karşılaştığım nokta aynı zamanda artık bitmeyecek gibi görünen yokuşların(60 km) başlangıcıydı. Derenin Karadeniz'le kucaklaştığı yerde, sanki dolu dolu yaşanmış bir ömrün sonundaki olgun, ağırbaşlı, dingin bir kişilikle tanışmış gibiydim. Geniş yatağında ağır ağır akan derenin suyu billur berraklığındaydı.
http://img250.imageshack.us/img250/4667/clip3xw2.jpg
Akarsu bu berraklığı erozyona izin vermeyen,sık bitki örtüsüne borçlu. Çevrem o kadar yeşil ki, çıplak bir toprak parçası görmek hemen hemen olanaksızdı .Her yerden sular fışkırıyor, hatta asfalttan bile su sızıyordu.
İstanbul 'da eski yıllarda yaşanan susuzluğu düşünüyordum....
İlk 10-15 km'lik yol oldukça düzgün zeminli ve tatlı bir eğime sahipti. Oldukça süratli yol alıyordum. Kış başlangıcı olduğu için yanımda oldukça fazla malzeme vardı ve yüküm ağırdı. İçerilere doğru yol aldıkça derenin karakteri de değişiyordu. Yatağı daralan dere biraz daha hızlı ve canlı akıyordu. Sağdan ,soldan ona karışan derecikleri sanki bağrına basıp onlarla buluşmanın verdiği sevinçle daha da coşuyor, bu coşku ona vadileri, dağları isteğine göre şekillendirmede güç katıyordu.
http://img250.imageshack.us/img250/8172/clippx4.jpg
Minik çağlayanlardan zıplayan alabalıklar da bu şenliğe katılıyordu.Yol üzerindeki yamaçlara serpilmiş evlerden oluşan köylerden geçerken kısa molalar verip, canayakın Karadeniz insanlarıyla sohbet ediyordum. Geceyi geçirmek için kamp kuracağım Çamlıhemşin'e yaklaşırken yol da iyice dikleşmeye başlamıştı. Oraya ulaşmadan önceki son köyü de geride bıraktığım sırada artık hava da kararıyordu. Hala deresiyle ilk karşılaşmam Çamlıhemşin çıkışında oldu. Tarihi Zilkale'den eteklerini yalayarak geçip gelen Fırtına deresi işte bu noktada Kaçkarlar'ın karlı yamaçlarından doğan kardeşiyle birleşiyordu.
Kamp kurulabilecek uygun bir yer bulmam oldukça uzun sürdü. Her yer ya çok eğimliya da sık bitki örtüsüyle kaplıydı. Sonunda bulduğum en uygun yerde çadırımı kurup,yemek yedikten sonra iki kardeş derenin dinlendirici uğultusuyla uykuya daldım.
2.ve 3. Gün:
Ertesi günkü rotam yine Hala deresi boyunca artık iyice dikleşmiş bir yoldu. Hala deresi de daha da daralmış yatağında kabına sığmayan, kayadan kayaya sıçrayan genç bir dağ keçisi gibiydi. Ayder yolu heyelan yüzünden kapanmıştı. Bu sefer bisikletimi ben sırtlayıp, yol üzerindeki kayaları aşıp, yolun düzgün bölümüne geçtim. Öğlene doğru Ayder'e ulaştığımda iyice yorulmuş ve acıkmıştım. Şimdi aramızda olmayan dağcı arkadaşım Mehmet Yüregilli'nin ailesinin işlettiği , şirin ve tipik karadeniz evi "Otel Güroluk"ta birkaç gün iyice dinlenme fırsatı buldum. Orada kaldığım sürece bir kez daha bu yöre insanlarının ne kadar neşeli, misafirperver ve ince zekalı olduklarını anladım. Hele evin dedesinin onca yaşına rağmen elindeki her türlü işi pratik zekasıyla çözüvermesi, bir taraftan da Türkiye ve dünyada her olup -biten hakkında fikir yürütüp, tartışma açması beni oldukça etkiledi.
4. Gün:
Artık tırmanışın son ve en zorlu bölümünü gerçekleştirmeye gelmişti sıra. Ayder-Yukarı Kavran Yaylası arasındaki yolun oldukça dik ve yer yer iri taşlardan oluşması iyice ağır bisikletim ve benim için aşılması güç bir engel gibi gözüküyordu. Zaten orada bulunduğum sürece yapmak istediğim Ayder'lilere olanaksız gibi görünüyordu. Ekim sonu olduğundan kara yakalanma riskim oldukça yüksekti. Fakat tüm bunlara karşı önlemlerimi almıştım. Hala deresi de oldukça dik eğimin verdiği ivmeyle iyice coşmuş, çağlayanlar yaparak yaramaz bir çocuk gibi oradan oraya koşturuyordu. Kaçkar Dağına yaklaştıkça eğim daha da artıyordu.Hatta bir yerde eğim o kadar fazlaydı ki çamurlu zeminde bisikletim oldukça yüklü olmasına rağmen arka tekerim patinaj yaptı ve inip bisikleti- (hayatımda ilk kez) - kısa bir süre ittirmem gerekmişti.
Yaylacılar bölgeyi terkettikleri için çevrede kimseler yoktu. Sadece ben, bisikletim ve zirveleri dumandan görünmeyen büyüleyici sırtlar. Aşağı Kavran yaylasını da geçtikten sonra hava iyice serinlemişti ve ben 3 saattir dik yokuşta pedal basıyordum. Bu tip etkinliklerde beslenme çok önemli. Gerekenden az veya niteliksiz besin almak hiç tahmin edilemeyecek sonuçlar doğurabilir. Hemen kısa bir mola verip "enerji depolarımı" doldurdum. Birkaç kilometre sonra da kampımı kuracağım Yukarı Kavran yaylasına ulaştım. Çadırımı kurmak için bir yer ararken, şimdi aşağılardaki yayla insanlarının sanki benim için bıraktıkları mimari harikası bir evin kapısının açık olduğunu görüp, içine yerleştim. Biraz dinlendikten sonra çevrede dolaşmaya çıktım. Çevremde doruklardaki rüzgarın uğultusu ve yayladan geçen derenin şırıltılarından başka hiç bir ses duyulmuyordu. Kaçkar dağına doğru ilerledikçe manzara muhteşemdi.
http://img250.imageshack.us/img250/671/clip2my6.jpg
Ben de artık buradan çok uzaklarda tanıştığım dev bir akarsuyun artık doğum yerindeydim. Karlı doruklardan süzülen sular bazen minik buzul gölleri oluşturup, bazen de kayalara sızıp, yüzlerce değişik noktadan yeryüzüne çıkıyordu. Bu minik pınarlar sanki sözleşmiş gibi,aşağılarda bir yerlerde randevu yerlerine doğru ilerliyorlardı. Hepsinin birleştiği noktada sanki eski dostların buluşmasının yarattığı coşku ve sevinçle, hep birlikte, devamlı güçlenip gelişerek ve artık tek bir vücut olarak önlerine milyonlarca yıldır çıkan engelleri aşarak yollarına devam ettiler.
Gürsel Akay,1991
Merak edenlere not:
O gece o evde(ve yaylada) tek başıma yattıktan sonra, ertesi gün amacım o yüklerle (ve de tabii ki bisikletimle) dağı aşıp Artvin tarafına geçmekti..Ama öğlene doğru kar fırtınası başladı.. Apar topar toplanıp kendimi "aşağı attım"..Biraz geç kalsam beni herhalde 6 ay sonra "bisikletçi mumyası" olarak Rize müzesine koyarlardı Siz de beni orada ziyaret ederdiniz.. Neyse ki şimdilik mumya olmaktan kurtuldum..
Bu dağı aşma projesini 2 yıl sonra bu sefer bir arkadaşımla tekrar denedik.. Aynı mevsim, yine kar fırtınası, yine kendimizi zor "aşağı attık"..
Ama sonunda 1997'de ciddi bir organizasyonla 8 kişi birlikte bunu başardık..
Ek not: Yukarıdaki fotolar internetten alınmadır. Evrim Kavuncu'yu tanımıyorum.