1.Gün : Kardeşliğe Pedal
. Bulutlar nadasa çekilmişti sanki. O bucaksız gök toprağına güneş sürülmüş gibiydi parmak parmak. Çok susamıştım. Sahi seferiydim d'i mi ben? Mataramdaki yarı kaynar suyla küçük dilimi haşlamaya çalıştım evvela. Beceremeyince iyi bir aşçı olmadığım kanısına vardım. Hani ; makarnayı atsan on dakikaya pişerdi.
. Ekip nerede kalmıştı böyle? Elimde sadece Bilal'in numarası vardı. Onu da telefonumu değiştirirken sim kartıma aktarmayı unutmuştum. Hay aksi! Neden not etmedim ki? Mataramdaki suyun buharlaşmasını seyrederken; "Bir telefon rehberi hazırlamalıyım en kısa zamanda." diye kendimi telkin ediyordum. Başka neleri kaçırmıştım acaba hayatımda. Atladığımız bazı basit ayrıntılar, bazen ne kadar da önemli olabiliyor.
. Düşünmek istiyordum sadece. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmek. Bunun için 5 günlük bir zamanım olacaktı. Çemberler her döndüğünde, bir göktaşı kayacaktı yer kürenin simetrisinde. Ve ben bunun farkına varacaktım. "Hey kuyruklu Sarışın! Seni gördüm!"
. Az ilerden 4 bisikletli , güneşe karşı pedal çevirerek, bana doğru yaklaşıyorlardı. Evet! Bunlar bizimkiler! Ayağa kalkıp el salladım. Beni fark etmemişlerdi. Issız adada sıkışıp kalmış Robinson'un, gemi görmüş edasıyla sıçramaya başladım. Her sıçramada garip seslerle dikkat çekmeye çalışıyordum. Neden bu kadar çaba sarf ettiğimi hala anlamış değilim. Zira bir metre yanımdan geçmişlerdi...
Yusuf (Turcu Baba), Gökden ve Ali ile de tanıştıktan sonra feribot iskelesine doğru ilerledik. Güvenlik noktasından Yusuf'un can dostunu nasıl geçireceğimizin planlarını yaparken, Gökden'den muazzam bir fikir geldi. Hemen arka bagajın üzerinde konuşlandırılmış, dostumuz "Balta'yı" sırt çantasını üzerine koyarak kapattık. Gökden saklama olayını biraz abartınca. "Üzerine kapaklanalım!" fikrini sundum. Yusuf ise; " Hatta burada balta yok diyelim!" fikrini ortaya attı. Biz bu mesele için yeni kurgular hazırlarken, Bilal'in gözleri büfenin dışarıdaki reyonlarına dizilmiş mataralardaydı. "Lan şunlardan alsak mı? Böyle bir şey arıyordum ne zamandır?"
. Feribot umduğumuz kadar kalabalıktı. Bisikletlerimize en uygun yeri ayarladıktan sonra rüzgarın tadını çıkarmaya koyulduk. Feribota binmeden önce meşrubat almayı düşünüyorduk fakat aklımızdan çıkmıştı. İçeride fiyatlar oldukça pahalıydı. 3,5 ₺ ye buzlu çay mı içilir? Biz içtik.
. Güneş hala batmak bilmiyordu. Yalova bize el sallarken ben geride kalan İstanbul'u görmeye çalışıyordum. Her ne kadar ebediyen kurtulmayı arzu etsem de kendisinden, doğup büyüdüğüm şehre; yine de ihanet edemiyordum.
. Feribot, iskeleye yanaşır yanaşmaz hareketlendik. Arkamızdan havlayan sevimli kopekler, yeniden karaya ayak basmalarıyla sakinleşmeye başladılar. Hatta yanımdan geçerken birisi, alaylı bir biçimde dilini çıkardı. Biraz daha rahatlasa sanırım yüzümü yalayacaktı.
. Evvela bir market aradık. Akşam olmak üzereydi ve acıkmıştık. Henüz pek bisiklet sürdüğümüz söylenemezdi. Hava kararana kadar alacağımız mesafe de çok fazla olmayacaktı. Alışveriş faslını geçip yola koyulduk. Sahilden Armutlu yönüne doğru ilerliyorduk. Hedefimiz yoktu. Güneşin elveda dediği yerde kamp atacaktık. Küçük, mini minnacık tırmanışları atlattıktan sonra güzel bir iniş; "Hadi iyisiniz!" dedi. Hürmeten elimi kalbime götürüp, başımı eğip "Eyvallah!" diyerek karşılık verdim. Kafamı kaldırdığımda Gökden'in yüklüğünden düşen su varilinin yuvarlanarak bana doğru geldiğini fark ettim. Ve ben 53 km hızla üzerine doğru gidiyordum. Küçük bir manevra ile yanından geçerek 'nanik' yaptım edepsizce. Ya üzerinden geçseydim?
. Yokuş bitiminde bir Camii karşıladı bizi. Sanırım burada bir yerleşim yeri var.Yusuf hafifçe nefes alarak; "Daha fazla hava kararmadan uygun bir yere kamp atalım." dedi. Haklıydı. Kamp atmalıydık ama nereye? Köy içine doğru ilerledik. Yol boyunca denize paralel gittiğimizden bu ilerleyiş bizi sahile çıkardı. Kumsallardan ayrılan halk iftar için olsa gerek, evlerine doğru yola koyulmuştu. Küçük ve hoş bir yerleşim yeri idi "Koru" beldesi. Kumsalda yerimizi tayin ettikten sonra yedek su, şeker ve tuz gibi eksiklerimiz için tekrar markete gitmeyi planlıyorduk. Çadır için yer beğenirken kumsalda boylu boyunca yatan karartıyı işaret etti bir halk kahramanı. Yaklaştığımızda bunun bir yunus cesedi olduğunu gördük. Yüzgeçlerinin çoktan çürümüş olduğu aşikardı. Muhtemelen öldükten sonra karaya vurmuştu. Çadırlarımızı kurup markete gittiğimizde, orada bulunan insanlara durumu bildirdik. Gün boyunca böyle bir şeye rastlamadıklarını söylediler. Sanırım bizim geldiğimiz vakitlerde karaya vurmuştu hayvancağız. Yetkililere haber vereceğiz sözünü alıp alışverişi tamamladıktan sonra yemek faslına geçtik. Yusuf meşhur garnitürlü makarnasını hazırlarken, biz cephaneye barbunya füzelerini yüklüyorduk. Ali ve Gökden klasik kardeş atışmalarıyla bizleri güldürüyor,Yusuf ve Bilal klasik kardeş kavuşmalarını yaşatıyorlardı. Özlem dolu, duygusal fakat dokunmadan.
. Bu muhteşem kardeşleri izleyedururken bir burukluk olmadı değil hani içimde." Benim de bir kardeşim olsaydı keşke" demişimdir hep. O esnada Yusuf bir çay uzattı, Bilal şeker,Ali kaşık. Gökden ise ayağını. Galiba 4 tane kardeşim olmuştu. Yunus ninnileriyle müthiş bir uyku el ediyordu usulca. Tuttum. Uyudum...
Not : Turun diğer günlerini anlatan yazıları, imkanım oldukça bu konu içinde paylaşmaya devam edeceğim...
. Bulutlar nadasa çekilmişti sanki. O bucaksız gök toprağına güneş sürülmüş gibiydi parmak parmak. Çok susamıştım. Sahi seferiydim d'i mi ben? Mataramdaki yarı kaynar suyla küçük dilimi haşlamaya çalıştım evvela. Beceremeyince iyi bir aşçı olmadığım kanısına vardım. Hani ; makarnayı atsan on dakikaya pişerdi.
. Ekip nerede kalmıştı böyle? Elimde sadece Bilal'in numarası vardı. Onu da telefonumu değiştirirken sim kartıma aktarmayı unutmuştum. Hay aksi! Neden not etmedim ki? Mataramdaki suyun buharlaşmasını seyrederken; "Bir telefon rehberi hazırlamalıyım en kısa zamanda." diye kendimi telkin ediyordum. Başka neleri kaçırmıştım acaba hayatımda. Atladığımız bazı basit ayrıntılar, bazen ne kadar da önemli olabiliyor.
. Düşünmek istiyordum sadece. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmek. Bunun için 5 günlük bir zamanım olacaktı. Çemberler her döndüğünde, bir göktaşı kayacaktı yer kürenin simetrisinde. Ve ben bunun farkına varacaktım. "Hey kuyruklu Sarışın! Seni gördüm!"
. Az ilerden 4 bisikletli , güneşe karşı pedal çevirerek, bana doğru yaklaşıyorlardı. Evet! Bunlar bizimkiler! Ayağa kalkıp el salladım. Beni fark etmemişlerdi. Issız adada sıkışıp kalmış Robinson'un, gemi görmüş edasıyla sıçramaya başladım. Her sıçramada garip seslerle dikkat çekmeye çalışıyordum. Neden bu kadar çaba sarf ettiğimi hala anlamış değilim. Zira bir metre yanımdan geçmişlerdi...
Yusuf (Turcu Baba), Gökden ve Ali ile de tanıştıktan sonra feribot iskelesine doğru ilerledik. Güvenlik noktasından Yusuf'un can dostunu nasıl geçireceğimizin planlarını yaparken, Gökden'den muazzam bir fikir geldi. Hemen arka bagajın üzerinde konuşlandırılmış, dostumuz "Balta'yı" sırt çantasını üzerine koyarak kapattık. Gökden saklama olayını biraz abartınca. "Üzerine kapaklanalım!" fikrini sundum. Yusuf ise; " Hatta burada balta yok diyelim!" fikrini ortaya attı. Biz bu mesele için yeni kurgular hazırlarken, Bilal'in gözleri büfenin dışarıdaki reyonlarına dizilmiş mataralardaydı. "Lan şunlardan alsak mı? Böyle bir şey arıyordum ne zamandır?"
. Feribot umduğumuz kadar kalabalıktı. Bisikletlerimize en uygun yeri ayarladıktan sonra rüzgarın tadını çıkarmaya koyulduk. Feribota binmeden önce meşrubat almayı düşünüyorduk fakat aklımızdan çıkmıştı. İçeride fiyatlar oldukça pahalıydı. 3,5 ₺ ye buzlu çay mı içilir? Biz içtik.
. Güneş hala batmak bilmiyordu. Yalova bize el sallarken ben geride kalan İstanbul'u görmeye çalışıyordum. Her ne kadar ebediyen kurtulmayı arzu etsem de kendisinden, doğup büyüdüğüm şehre; yine de ihanet edemiyordum.
. Feribot, iskeleye yanaşır yanaşmaz hareketlendik. Arkamızdan havlayan sevimli kopekler, yeniden karaya ayak basmalarıyla sakinleşmeye başladılar. Hatta yanımdan geçerken birisi, alaylı bir biçimde dilini çıkardı. Biraz daha rahatlasa sanırım yüzümü yalayacaktı.
. Evvela bir market aradık. Akşam olmak üzereydi ve acıkmıştık. Henüz pek bisiklet sürdüğümüz söylenemezdi. Hava kararana kadar alacağımız mesafe de çok fazla olmayacaktı. Alışveriş faslını geçip yola koyulduk. Sahilden Armutlu yönüne doğru ilerliyorduk. Hedefimiz yoktu. Güneşin elveda dediği yerde kamp atacaktık. Küçük, mini minnacık tırmanışları atlattıktan sonra güzel bir iniş; "Hadi iyisiniz!" dedi. Hürmeten elimi kalbime götürüp, başımı eğip "Eyvallah!" diyerek karşılık verdim. Kafamı kaldırdığımda Gökden'in yüklüğünden düşen su varilinin yuvarlanarak bana doğru geldiğini fark ettim. Ve ben 53 km hızla üzerine doğru gidiyordum. Küçük bir manevra ile yanından geçerek 'nanik' yaptım edepsizce. Ya üzerinden geçseydim?
. Yokuş bitiminde bir Camii karşıladı bizi. Sanırım burada bir yerleşim yeri var.Yusuf hafifçe nefes alarak; "Daha fazla hava kararmadan uygun bir yere kamp atalım." dedi. Haklıydı. Kamp atmalıydık ama nereye? Köy içine doğru ilerledik. Yol boyunca denize paralel gittiğimizden bu ilerleyiş bizi sahile çıkardı. Kumsallardan ayrılan halk iftar için olsa gerek, evlerine doğru yola koyulmuştu. Küçük ve hoş bir yerleşim yeri idi "Koru" beldesi. Kumsalda yerimizi tayin ettikten sonra yedek su, şeker ve tuz gibi eksiklerimiz için tekrar markete gitmeyi planlıyorduk. Çadır için yer beğenirken kumsalda boylu boyunca yatan karartıyı işaret etti bir halk kahramanı. Yaklaştığımızda bunun bir yunus cesedi olduğunu gördük. Yüzgeçlerinin çoktan çürümüş olduğu aşikardı. Muhtemelen öldükten sonra karaya vurmuştu. Çadırlarımızı kurup markete gittiğimizde, orada bulunan insanlara durumu bildirdik. Gün boyunca böyle bir şeye rastlamadıklarını söylediler. Sanırım bizim geldiğimiz vakitlerde karaya vurmuştu hayvancağız. Yetkililere haber vereceğiz sözünü alıp alışverişi tamamladıktan sonra yemek faslına geçtik. Yusuf meşhur garnitürlü makarnasını hazırlarken, biz cephaneye barbunya füzelerini yüklüyorduk. Ali ve Gökden klasik kardeş atışmalarıyla bizleri güldürüyor,Yusuf ve Bilal klasik kardeş kavuşmalarını yaşatıyorlardı. Özlem dolu, duygusal fakat dokunmadan.
. Bu muhteşem kardeşleri izleyedururken bir burukluk olmadı değil hani içimde." Benim de bir kardeşim olsaydı keşke" demişimdir hep. O esnada Yusuf bir çay uzattı, Bilal şeker,Ali kaşık. Gökden ise ayağını. Galiba 4 tane kardeşim olmuştu. Yunus ninnileriyle müthiş bir uyku el ediyordu usulca. Tuttum. Uyudum...
Not : Turun diğer günlerini anlatan yazıları, imkanım oldukça bu konu içinde paylaşmaya devam edeceğim...