24 Haziran 2005 – 5. gün – Küçükkuyu - Bademli Köyü - Sona yaklaşıyoruz .
4:45’te uyanıyoruz. Bugün almamız gereken çok yol var çünkü rotanın oldukça gerisindeyiz. Dün sabah Babakale’ye uğramamız ve Assos’ta oyalanmamız bize yaklaşık 50 km’ye mâl oldu. Bugün sıkı bir gün olacak. Her ne kadar Gülpınar’dan aldığım kocaman ekmek hala çantamda dursa da kahvaltıyı ilk durağımız Edremit’e erteleyerek toparlanıyoruz. Ayrılmadan önce bahçesinde kaldığımız bu sevimli insanlara bir not bırakıyoruz. “Sözlü yetmedi, bir de yazılı yapmak istedik. Çayınıza, duşunuza, tatlınıza, sohbetinize, gönlünüze bir kez daha teşekkür ederiz. Sevgiler, Ayşe, Yasin ve Bülent”.
Yola çıktığımızda saat 5:45'i gösteriyor ve ilk kez güne başlarken yokuş çıkmıyoruz. Dümdüz kaymak gibi yolda, sabahın o hoş serinliğinde yaklaşık 23 km ortalamayla ilerleyerek Edremit'e varıyoruz. Simit ve tostla yapılan hoş bir kahvaltı, Yasin’in sakal tıraşı ve Bülent’in mini park gezisinden sonra güneş kremi almak üzere Tansaş’a uğruyoruz. Güneş yanıklarımız ciddi boyutlara varmış. Hele ilk günlerde krem kullanmamakta inat eden Yasin’in yanıkları hiç de iyi görünmüyor. Bisikletsever bir çiftle muhabbet ettikten sonra tekrar yoldayız. “Ören’e de uğrayalım” diyoruz ama çok uzaklarda bir deniz ve oraya buraya gelişigüzel yapılan evlerden başka dikkatimi çeken bir şey olmuyor. Ören’den çıktıktan sonra, Burhaniye-Ayvalık arasında, araçların hızla geçtiği ana yolda ilerlemeye devam ediyoruz...
Cunda (Alibey) Adası’na vardığımızda saat 1’e geliyor. Dümdüz yolda Edremit’ten bu yana 55 km yapmışız. Sıkıldığımı itiraf etmeliyim, yokuşlu ve inişli yollar sanırım daha keyifli. Cunda Adası’na daha önce gelmiştim, oldukça popüler bir yer. Kısaca söylemek gerekirse eski ve İstanbullular tarafından restore edilmiş taş evleriyle meşhur sevimli bir yarımada. Ara sokaklarda birçok güzel eve rastlayabilirsiniz. Ayvalık’a kadar gelmişken tostunu yemeden ayrılmak olmaz, her birimiz 2’şer Ayvalık tostunu midemize indirip, bol bol ayran, çay ve soda içtikten sonra sandalyelerin üzerinde uyuklamaya başlıyoruz. Yasin, “ben uyuyacak bir park bulmaya gidiyorum” diyerek ayrılınca Bülent’le ikimiz minik bir tura çıkıyoruz. Çok sıcak olduğu için mümkün olduğunca gölgelerden ilerliyoruz. Saat 16’ya doğru tekrar yoldayız. İstikametimiz Çandarlı, ve daha gidecek 50 km’den fazla yol var…
Ayvalık'a gelince Sarımsaklı plajına giden yoldan sola dönerek Altınova’ya doğru ilerliyoruz. Yol dar ve dümdüz, hava hala sıcak ve yoğun trafik de can sıkıcı. Bir süre sonra fark ediyorum ki Yasin'le Bülent yolun sol tarafında bir eve doğru ilerliyorlar. Yaklaşınca evin önündeki mini kasada karpuz satıldığını görüyorum... 3 kişi kocaman karpuzu sonunda bitiriyoruz. Dün sabahtan bu yana taşıdığım ekmeği ben bir yerde bırakacakken Bülent kıyamayıp benden almıştı. Sonunda güzel kepekli ekmeğimizi buradaki köylü kadına bırakarak şişmiş midelerimizle pedal basmaya başlıyoruz
Dikili’ye 5 km kadar kala Yasin, yolun sağındaki bir köy kahvesinde -“Emlak Alım Satım” yazan bir tabelanın dibindeki büyük çınar ağaçlarının altındaki kahve- mola veriyor. Kahvedekiler, Dikili’ye kahvenin hemen yanındaki ara yoldan girerek sahilden gitme önerisinde bulunmuşlar. Geldiğimiz yol çift taraflı kötü bir trafiğin olduğu yoldu ve öneri çok cazip geliyor. (Bu rotayı yapmak isteyen arkadaşlara minik bir not: Bu kahveyi kaçırmayın.). Ben de kahvedekilerle sohbet etmek istiyorum ama bakışlar beni biraz rahatsız etti. Sağdaki yan yola girip, bir çınar ağacının gölgesinde gözlerimi kapatıp etrafı dinliyorum. Yolda biraz ilerledikten sonra sağımızdaki meyve ağaçlarını görünce saşırıyoruz çünkü zeytin ağaçlarına çok alışmıştık. Güzel kayısıları kimseye aldırmadan yiyoruz . Dikili’ye sahilden giden bu ara yol hem güzel hem de dinlendirici. Gün boyu kalabalık yollarda, araba gürültüleri içinde ilerledikten sonra bu keyifli sürüş hepimize iyi geliyor.
Dikili’nin girişinde mısır almak üzere duruyorum. Bir baktım Yasin ve Bülent de alıyor. “Eee, oldu olacak gölge bir yerde yiyelim” deyince kendimizi yolun karşısındaki “Köfteci Seyfettin” de buluyoruz. Kendi deyimi ile “sosyal köfteci” olan Seyfettin, Açıköğretim’de iktisat okuyor, şiir yazıyor, yerel gazeteye yazılar gönderiyor ve gelen her ziyaretçisinin telefonlarını ve köftesi üzerine yorumlarını mutlaka alıyor. Oldukça uzun ve gereksiz bir konuşmanın sonunda ıslama köftesinin "meşhur" olduğunu öğrendik. Köftesi ve özel bir sosa batırarak yaptığı ekmek kızartmaları gerçekten lezzetli. Ayrılırken not defterini elime tutuşturmayı da ihmal etmiyor. Bülent ve Yasin önden ayrıldıkları için, “Ayşe, burada köfte yedi ve çok beğendi” diye saçmalayarak yazmak da bana düşüyor . Çandarlı’ya doğru yola çıktığımızda saat 20:30’a geliyor ve önümüzde 18 km daha var...
Çandarlı’ya direkt gitmeyi planlarken -Esentepe yolu üzerinden- kendimizi Bademli Köyü’nde buluyoruz. Yanlış bir yoldayız ama Bademli Köyü’nün güzelliği ve sonunda vardığımız minik balıkçı sahili “iyi ki de yanlış yola sapmışız” dedirtiyor bize. Hava nerdeyse karardı ve değişen yeni rotamızla Çandarlı’ya 25 km daha var. Bu sevimli balıkçı köyünde kalmaktan başka çaremiz yok. Sahildeki balıkçılarla konuştuktan sonra kalınacak pek de yer olmadığını, İstanbul’dan ve Almanya’dan gelen Türklerin yaptığı villaların kocaman bahçelerinde konaklamaya izin vermeyeceklerini öğreniyoruz. Balıkçılardan biri konaklamamız için teknesini bile öneriyor. Sonunda en yakınımızdaki evin bahçesine Bülent’le birlikte girerek bahçelerinde bir gecelik konaklama için ricada bulunuyoruz. Cevap olumlu: “Evet, kalabilirsiniz”.
Burası şimdiye kadar gördüğüm yerler içinde en saklı ve en sessiz olanı. Buna rağmen buranın da keşfedilmiş olmasından rahatsız oldum. Bu memlekette farkına varılmamış, sadece yerli halkın yaşadığı hiç mi bir köşe bucak kalmamış diye kendi kendime isyan ediyorum... Yıldızlar hiç bu kadar çok olmamış, hiç bu kadar parlamamıştı. Başımı çadırdan çıkarıp çıkarıp gökyüzüne bakmaktan kendimi alıkoyamadım. Ahh, bir de şu sinekler olmasa, dışarıda, yıldızlara bakarak uykuya dalardım...
5.günün sonu
Toplam km: 151
Ortalama hız: 21.7
Fotograflar Burhaniye yolu ve Cunda adasina giderken...
4:45’te uyanıyoruz. Bugün almamız gereken çok yol var çünkü rotanın oldukça gerisindeyiz. Dün sabah Babakale’ye uğramamız ve Assos’ta oyalanmamız bize yaklaşık 50 km’ye mâl oldu. Bugün sıkı bir gün olacak. Her ne kadar Gülpınar’dan aldığım kocaman ekmek hala çantamda dursa da kahvaltıyı ilk durağımız Edremit’e erteleyerek toparlanıyoruz. Ayrılmadan önce bahçesinde kaldığımız bu sevimli insanlara bir not bırakıyoruz. “Sözlü yetmedi, bir de yazılı yapmak istedik. Çayınıza, duşunuza, tatlınıza, sohbetinize, gönlünüze bir kez daha teşekkür ederiz. Sevgiler, Ayşe, Yasin ve Bülent”.
Yola çıktığımızda saat 5:45'i gösteriyor ve ilk kez güne başlarken yokuş çıkmıyoruz. Dümdüz kaymak gibi yolda, sabahın o hoş serinliğinde yaklaşık 23 km ortalamayla ilerleyerek Edremit'e varıyoruz. Simit ve tostla yapılan hoş bir kahvaltı, Yasin’in sakal tıraşı ve Bülent’in mini park gezisinden sonra güneş kremi almak üzere Tansaş’a uğruyoruz. Güneş yanıklarımız ciddi boyutlara varmış. Hele ilk günlerde krem kullanmamakta inat eden Yasin’in yanıkları hiç de iyi görünmüyor. Bisikletsever bir çiftle muhabbet ettikten sonra tekrar yoldayız. “Ören’e de uğrayalım” diyoruz ama çok uzaklarda bir deniz ve oraya buraya gelişigüzel yapılan evlerden başka dikkatimi çeken bir şey olmuyor. Ören’den çıktıktan sonra, Burhaniye-Ayvalık arasında, araçların hızla geçtiği ana yolda ilerlemeye devam ediyoruz...
Cunda (Alibey) Adası’na vardığımızda saat 1’e geliyor. Dümdüz yolda Edremit’ten bu yana 55 km yapmışız. Sıkıldığımı itiraf etmeliyim, yokuşlu ve inişli yollar sanırım daha keyifli. Cunda Adası’na daha önce gelmiştim, oldukça popüler bir yer. Kısaca söylemek gerekirse eski ve İstanbullular tarafından restore edilmiş taş evleriyle meşhur sevimli bir yarımada. Ara sokaklarda birçok güzel eve rastlayabilirsiniz. Ayvalık’a kadar gelmişken tostunu yemeden ayrılmak olmaz, her birimiz 2’şer Ayvalık tostunu midemize indirip, bol bol ayran, çay ve soda içtikten sonra sandalyelerin üzerinde uyuklamaya başlıyoruz. Yasin, “ben uyuyacak bir park bulmaya gidiyorum” diyerek ayrılınca Bülent’le ikimiz minik bir tura çıkıyoruz. Çok sıcak olduğu için mümkün olduğunca gölgelerden ilerliyoruz. Saat 16’ya doğru tekrar yoldayız. İstikametimiz Çandarlı, ve daha gidecek 50 km’den fazla yol var…
Ayvalık'a gelince Sarımsaklı plajına giden yoldan sola dönerek Altınova’ya doğru ilerliyoruz. Yol dar ve dümdüz, hava hala sıcak ve yoğun trafik de can sıkıcı. Bir süre sonra fark ediyorum ki Yasin'le Bülent yolun sol tarafında bir eve doğru ilerliyorlar. Yaklaşınca evin önündeki mini kasada karpuz satıldığını görüyorum... 3 kişi kocaman karpuzu sonunda bitiriyoruz. Dün sabahtan bu yana taşıdığım ekmeği ben bir yerde bırakacakken Bülent kıyamayıp benden almıştı. Sonunda güzel kepekli ekmeğimizi buradaki köylü kadına bırakarak şişmiş midelerimizle pedal basmaya başlıyoruz
Dikili’ye 5 km kadar kala Yasin, yolun sağındaki bir köy kahvesinde -“Emlak Alım Satım” yazan bir tabelanın dibindeki büyük çınar ağaçlarının altındaki kahve- mola veriyor. Kahvedekiler, Dikili’ye kahvenin hemen yanındaki ara yoldan girerek sahilden gitme önerisinde bulunmuşlar. Geldiğimiz yol çift taraflı kötü bir trafiğin olduğu yoldu ve öneri çok cazip geliyor. (Bu rotayı yapmak isteyen arkadaşlara minik bir not: Bu kahveyi kaçırmayın.). Ben de kahvedekilerle sohbet etmek istiyorum ama bakışlar beni biraz rahatsız etti. Sağdaki yan yola girip, bir çınar ağacının gölgesinde gözlerimi kapatıp etrafı dinliyorum. Yolda biraz ilerledikten sonra sağımızdaki meyve ağaçlarını görünce saşırıyoruz çünkü zeytin ağaçlarına çok alışmıştık. Güzel kayısıları kimseye aldırmadan yiyoruz . Dikili’ye sahilden giden bu ara yol hem güzel hem de dinlendirici. Gün boyu kalabalık yollarda, araba gürültüleri içinde ilerledikten sonra bu keyifli sürüş hepimize iyi geliyor.
Dikili’nin girişinde mısır almak üzere duruyorum. Bir baktım Yasin ve Bülent de alıyor. “Eee, oldu olacak gölge bir yerde yiyelim” deyince kendimizi yolun karşısındaki “Köfteci Seyfettin” de buluyoruz. Kendi deyimi ile “sosyal köfteci” olan Seyfettin, Açıköğretim’de iktisat okuyor, şiir yazıyor, yerel gazeteye yazılar gönderiyor ve gelen her ziyaretçisinin telefonlarını ve köftesi üzerine yorumlarını mutlaka alıyor. Oldukça uzun ve gereksiz bir konuşmanın sonunda ıslama köftesinin "meşhur" olduğunu öğrendik. Köftesi ve özel bir sosa batırarak yaptığı ekmek kızartmaları gerçekten lezzetli. Ayrılırken not defterini elime tutuşturmayı da ihmal etmiyor. Bülent ve Yasin önden ayrıldıkları için, “Ayşe, burada köfte yedi ve çok beğendi” diye saçmalayarak yazmak da bana düşüyor . Çandarlı’ya doğru yola çıktığımızda saat 20:30’a geliyor ve önümüzde 18 km daha var...
Çandarlı’ya direkt gitmeyi planlarken -Esentepe yolu üzerinden- kendimizi Bademli Köyü’nde buluyoruz. Yanlış bir yoldayız ama Bademli Köyü’nün güzelliği ve sonunda vardığımız minik balıkçı sahili “iyi ki de yanlış yola sapmışız” dedirtiyor bize. Hava nerdeyse karardı ve değişen yeni rotamızla Çandarlı’ya 25 km daha var. Bu sevimli balıkçı köyünde kalmaktan başka çaremiz yok. Sahildeki balıkçılarla konuştuktan sonra kalınacak pek de yer olmadığını, İstanbul’dan ve Almanya’dan gelen Türklerin yaptığı villaların kocaman bahçelerinde konaklamaya izin vermeyeceklerini öğreniyoruz. Balıkçılardan biri konaklamamız için teknesini bile öneriyor. Sonunda en yakınımızdaki evin bahçesine Bülent’le birlikte girerek bahçelerinde bir gecelik konaklama için ricada bulunuyoruz. Cevap olumlu: “Evet, kalabilirsiniz”.
Burası şimdiye kadar gördüğüm yerler içinde en saklı ve en sessiz olanı. Buna rağmen buranın da keşfedilmiş olmasından rahatsız oldum. Bu memlekette farkına varılmamış, sadece yerli halkın yaşadığı hiç mi bir köşe bucak kalmamış diye kendi kendime isyan ediyorum... Yıldızlar hiç bu kadar çok olmamış, hiç bu kadar parlamamıştı. Başımı çadırdan çıkarıp çıkarıp gökyüzüne bakmaktan kendimi alıkoyamadım. Ahh, bir de şu sinekler olmasa, dışarıda, yıldızlara bakarak uykuya dalardım...
5.günün sonu
Toplam km: 151
Ortalama hız: 21.7
Fotograflar Burhaniye yolu ve Cunda adasina giderken...