Hollanda örneğinin genellikle "Ülke düz, ondan oluyor" şeklinde yorumlandığını görüyorum. Ama bence bu sadece kolaylaştırıcı bir etken olabilir.
Haftasonu Eskişehir'deydim. Görebildiğim kadarıyla pek çok Anadolu kentine göre düz sayılabilecek bir yerleşim yeri. Cumartesi akşam saatlerinde ana kavşaklarda trafik İstanbul'u pek aratmıyor. (Özel olarak Eskişehir'i eleştirmeye çalışmıyorum, bu nedenle lütfen Eskişehir'li arkadaşlar üstlerine alınmasınlar). Buna rağmen görebildiğim bisiklet sayısı iki elin parmaklarını geçmez.
Türkiye için durum "yollarımız engebeli" diye açıklanabilecek kadar basit değil sanki. Bazı arkadaşların dediği gibi bugün bir akıllı telefonun fiyatı orta üstü bir bisiklet fiyatına eşdeğer. Ama hepimizin malumu olduğu üzere tercihler akıllı telefondan yana kullanılıyor. Çünkü o fazladan enerji gerektirmediği gibi sağladığı "prestij" de çok daha fazla.
Son zamanlarda trafik iyice çekilmez olduğu için metro ve metrobüsü daha sık kullanmaya başladım. Gördüğüm şu: Bütün bu toplu ulaşım araçları zaman öldürmenin en iyi yolu olmuş. Bir metrobüste belki 200 kişi var ama elinde kitap, gazete (bahis gazeteleri hariç) ya da dergi olan kişi sayısı 1 bilemediniz 2. Hemen "sen o metrobüste nasıl seyahat edildiğini biliyor musun?" söylemlerinin geleceğini biliyorum ama tekrar söylüyorum: Ben de o metrobüsün içindeyim ve ne olduğunu bilerek konuşuyorum.
(link) linkinden görüleceği üzere ortalama yolculuk sayısı 11.500.000 civarında. (Sabah işe gidip akşam dönenler için toplam 2 yolculuk sayılıyor). Ortalama seyahat süresi 30 dakika olsa, toplam 5.750.000 saatlik toplam mesai demek. Günlük çalışma 9 saat desek, 638.889 adamxgün eder, yani her birinde 1.000 kişi çalışan 638 fabrikanın toplam mesaisi.
Buna bir de akşam televizyon karşısında geçen boş zamanı da (dizi izlemek şöyle kötü, böyle berbat falan demiyorum, genel olarak iyi yazılmış bir senaryodan çekilen bir film ya da dizi izlemenin de bir çeşit okuma eylemi sayılabileceğini düşünüyorum, ama bizimkilerin kalitesi konusunda takdir sizin) eklerseniz ortaya çıkan işgücü kaybını düşünebiliyor musunuz?
Bu kadar zaman kitap okunarak geçirilse 400 değil 10 yıl sonra Hollanda olmak işten bile değil bence. Hollanda buraya sadece okuyarak geldi demek istemiyorum, neredeyse tüm Avrupa ülkeleri gibi onların da geçmişlerinde sömürgecilik = başkasının emeğine bedava konma hali var. Ama sonuç olarak gelişmişlik durumları da ortada. Burada gelişmişliği genel olarak insanların birbirine saygısı diye alıyorum, sadece kişi başı gelir olarak değil.
Bizi ancak üretmek kurtarır. Üretmek için de vatandaşın sistemi zorlaması gerekiyor ve bunun için de önce durumunun farkına varması gerek. Bunun yolu da okumaktan geçiyor bence. İktisatçı değilim ama şunu biliyorum: Sermaye sahibini kendi haline bırakırsanız parasıyla en kolay nasıl kazanabilecekse oraya yatırım yapar. Örneğin İstanbul'daki fabrikasını kapatıp yerine rezidans yapar ve fabrikadan kazandığının fazlasını kazanır.
Geçenlerde işle ilgili bir nedenle Levent'teki gökdelenlerden birinin 40.katına çıktım. Bir tarafta Karadeniz görülüyor, diğer tarafta Marmara Denizi. Bakınca Anadolu yakasında oturduğum semti de görüyorum, Avrupa yakasında çalıştığım semti de. Yani İstanbul avuç içi kadar bir yer aslında ama ben evden işe bazen 2 saatte ulaşıyorum.
Sorun, bu kadar bir alanda resmi olarak 15 milyon kişiden fazlasının yaşıyor olmasında. Ama bu 15 milyon kişi karnını üreterek doyurmuyor ne yazık ki. Ekonomimiz genel olarak üretim dışı faaliyetlerle işliyor. 15 milyonluk Hollanda genel olarak çiçek, özel olarak lale konusunda Dünya'daki en büyük üreticilerden biri. Hatırlatırım lale Hollanda'ya Osmanlı'dan gitmiştir.
Neyse uzun oldu. Uzadıkça da konuyu dağıttığımı farkettim.
Özetle, sömürgeci olmadığımıza göre (iyi ki de değiliz) ilerlemenin yolu okumaktan ve üretmekten geçiyor demek istiyorum.