Hikayelerle karakter eğitimi

Turgay Ak

Forum Demirbaşı
Kayıt
3 Temmuz 2011
Mesaj
446
Tepki
240
Şehir
Eskişehir
Arkadaşlar, şimdiye kadar okuduğum en güzel kitap, en beğendiğim kitap, en mükemmel kitap, öve öve bitiremeyeceğim bir kitap var,
Ziya Köse - Hikayelerle Karakter Eğitimi..
Evet işte bu kitaptaki hikayeleri sizlerle de paylaşmak istiyorum;
Hikayeler çok o yüzden hepsini bir arada toplamak zorundayım,
elimden geldiğince hızlı olmaya çalışarak, her hikayeyi bir mesajda toplamaya çalışacağım
..
Teşekkürler..
 
Scudo

Turgay Ak

Forum Demirbaşı
Kayıt
3 Temmuz 2011
Mesaj
446
Tepki
240
Şehir
Eskişehir
Ah Şu Önyargılarımız..

Genç adam, evinin alt katında marangozluk yapıyordu. Kapı ve pencere konusunda uzmandı. Fakat plâstik pencereler yaygınlaşınca, ahşap olanlara rağbet azaldı. Bu yüzden işler iyi gitmiyordu. Üstelik de çocukları büyümüş, biri hariç okula başlamıştı. Masrafları artınca, yanındaki kalfasına yol verdi. İşe biraz daha erken koyulur, yardımcıya ayırdığı parayı, çocukların harçlığına katardı. Adam, bir gün çalışırken, elektrik kesildi. Ve uzun süre beklediği halde gelmedi. Aksi gibi, o akşam üzeri teslim etmesi gereken birkaç pencere vardı. Boş kalmayı sevmezdi. Planyayı yağladı, talaşları süpürdü. Biraz dinlenmek için eve çıkarken, sigortaya göz attı. Eğer yanılmıyorsa, bu iş normal değildi. Biri gelip sigortayı kapatmış olmalıydı. Şalteri kaldırınca, atölye aydınlandı. Tahminleri doğru çıkmıştı ama, bu işe bir anlam veremiyordu. Şaka dese, böyle bir şaka yapılmazdı. Kendisini kıskanacak bir düşmanı da yoktu. İşe koyulduğunda, yine aynı şey oldu. Ama bu sefer suçluyu görmüştü. Oğlu, evden atölyeye bağlanan merdiveni sessizce inmiş ve sigortayı kapattığı sırada, babasını karşısında bulmuştu. Adam, on yaşına gelmiş bir çocuğun böyle bir haylazlığını affedemezdi. Bütün günü, onun yüzünden mahvolmuştu. Bir kere yapmış olsa, ses çıkartmazdı. Ama tekrarlaması, hangi yönden bakılırsa bakılsın, büyük hataydı. Saçlarından yakalayıp sıkı bir tokat attı. Her şey onun iyiliği içindi. Belki vurduğu tokat, serseri olmasını engellerdi. Adam, oğlunun gözyaşlarını görmezden geldi ve eve çıktıktan sonra, eşine dert yanarak: - Bu çocuğun, okulda kimlerle düşüp kalktığını bilmemiz lazım!.. dedi. Eğer serbest bırakırsak, başımıza büyük dertler açacak!.. Adam, bir süre düşündü. Sonunda da en kolay yolu buldu. Oğlunun hiç aksatmadan tuttuğu günlüğünde, arkadaşlarına ait ipucu olmalıydı. Eşi istemese de, ona kulak asmadı ve çocuğunun günlüğünü okumaya başladı. Oğlu, en son sayfada: "Bu gece kötü bir rüya gördüm!.." yazmıştı. "Atölyede çalışırken, babamı elektrik çarpıyordu. Allah'ım onu koru!.. Ben elimden geleni yapacağım!.."
 

Turgay Ak

Forum Demirbaşı
Kayıt
3 Temmuz 2011
Mesaj
446
Tepki
240
Şehir
Eskişehir
Silkelenin ve Biraz Daha Yukarı Çıkın..

Bir gün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer. Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan saatlerce anırır. En sonunda çiftçi, hayvanın yaşlı olduğunu ve kuyunun da zaten kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyeceğine karar verir.
Bütün komşularını yardıma çağırır. Her biri birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar. Eşek ne olduğunu farkedince, önce daha beter bağırmaya başlar. Sonra, herkesin şaşkınlığına, sesini keser. Birkaç kürek toprak daha attıktan sonra, çiftçi kuyuya bakar. Gözlerine inanamaz. Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir şey yapmakta, toprağı aşağıya silkeleyerek yukarı çıkmasına basamak hazırlamaktadır. Bir süre sonra, komşular toprak atmaya devam edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek, kuyunun kenarından dışarı biradım atıp, koşarak uzaklaşır!
Hayat üzerinize hep toprak atacaktır; her türlü zorluk ile. Kuyudan çıkmanın sırrı, bu zorluğu silkeleyip bir adım yükselmektir. Sıkıntılarımızın her biri bir adımdır. En derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmayarak çıkabiliriz. Silkelenin ve biraz daha yukarı çıkın.
 

Turgay Ak

Forum Demirbaşı
Kayıt
3 Temmuz 2011
Mesaj
446
Tepki
240
Şehir
Eskişehir
Kıssadan Hisseler

Sokrat Ölüme mahkum edildiğinde, eşi:
- Haksız yere öldürülüyorsun, diye ağlamaya
başlayınca, Sokrat:
- Ne yani, demiş. Birde haklı yere mi
öldürülseydim!
----------------
Dünya nimetlerine ehemmiyet vermeyen yaşayış ve
felsefesiyle ünlü filozof Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta
zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla
karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir...
Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: "Ben bir serserinin önünden kenara
çekilmem" der. Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir:
- Ben çekilirim!!
----------------
Bir şemsiye tamircisi, yazmış olduğu şiirleri
incelemesi için
Sheaksper'a gönderdiğinde, ünlü yazarın cevabı şu olur:
- Dostum siz şemsiye yapın, hep şemsiye yapın,
sadece şemsiye yapın..
----------------
Meşhur bir filozofa:
- Servet ayaklarınızın altında olduğu halde neden
bu kadar fakirsiniz, diye sorulduğunda:
- Ona ulaşmak için eğilmek lazım da ondan, demiş.
----------------
Dostlarında biri, Fransız kralı 15. Lui' ye:
- Majesteleri, demiş. Akıl vergisi almayı hiç
düşündünüz mü? Hiç
kimse budalalığı kabul etmeyeceğine göre, herkes böyle
bir vergiyi seve seve öder.
Kral, alaylı alaylı gülerek:
- Hakikatten enteresan bir fikir, cevabını vermiş.
Bu buluşunuza karşılık,sizi akıl vergisinden muaf tutuyorum.
----------------
Kulaklarının büyüklüğü ile ünlü Galile' ye
hasımlarından biri:
- Efendim, demiş. Kulaklarınız, bir insan için
biraz büyük değil mi?
Galile:
- Doğru, demiş. Benim kulaklarım bir insan için
biraz büyük ama,
seninkiler bir eşek için fazla küçük sayılmaz mı?
----------------
Fransa hükümet ricalinden biri Napolyon' un bir
muharebede tenkide kalkışıp parmağını harita üzerinde gezdirerek:
- Önce şurasını almalıydınız, sonra buradan geçerek ötesini
zaptetmeliydiniz, gibi fikirler belirtmeye başlayınca, Napolyon:
- Evet, demiş. Onlar parmakla alınabilseydi dediğin gibi yapardım.
----------------
Bir toplantıda bir genç M. Akif küçük düşürmek için:
- Affedersiniz, siz veteriner misiniz? demiş. M.
Akif hiç istifini bozmadan şu cevabı vermiş:
- Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu?
----------------
İdam edilmek üzere olan bir mahkuma:
- Diyeceğin bir şey var mı? diye sorduklarında:
- Bu bana iyi bir ders oldu!!
----------------
Yavuz Sultan Selim, birçok Osmanlı padişahı gibi
sefere çıkacağı yerleri gizli tutarmış. Bir sefer hazırlığında,
vezirlerinden biri ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca, Yavuz ona:
- Sen sır saklamayı bilir misin? diye sormuş.
Vezir:
- Evet hünkarım, bilirim dediğinde, Yavuz cevabı yapıştırmış:
- Bende bilirim.
----------------
Sultan Alparslan 27 bin askeriyle bizans
topraklarında ilerlerken, keşfe gönderdiği askerlerden biri huzuruna gelip
telaşla:
- 300 bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor, der.
Alparslan hiç önemsemeyerek şöyle der:
-Bizde onlara yaklaşıyoruz.
----------------
Bir filozofa sormuşlar: Şansa inanır mısınız?
Filozof: Evet, yoksa sevmediğim insanların
başarısını neyle açıklardım
 

Turgay Ak

Forum Demirbaşı
Kayıt
3 Temmuz 2011
Mesaj
446
Tepki
240
Şehir
Eskişehir
İki Yaşlı Adamın Hikayesi

İleri derecede hasta iki adam aynı hastane odasındaydılar. Adamlardan birinin her öğleden sonra 1 saatliğine oturmasına izin veriliyordu, ciğerlerindeki suyun süzülmesi için. Bu hastanın yatağı odadaki tek pencerenin tam yanındaydı. diğer hasta ise hep sırtüstü yatmak zorundaydı.

Bu iki hasta saatlerce birbiriyle konuşur, eslerini, ailelerini, evlerini, işlerini, askerlik anılarını, tatilde gittikleri yerleri anlatırlardı birbirlerine. Pencerenin yanındaki hasta, her öğleden sonra oturmasına izin verdikleri saati diğer hastaya pencereden görebildiklerini anlatarak geçiriyordu. diğer hasta hep bir sonraki günü iple çekmeye başladı, dışarıdaki renkli ve hareketli dünyayı dinlemek için. Pencere, içinde çok güzel bir gol olan parka bakıyordu. Ördekler ve kuğular golde yüzerken çocuklar model bot'larını suda yüzdürüyorlardı. Genç aşıklar, gökkuşağının tüm renklerindeki çiçeklerin arasında kol kola dolaşıyorlardı. Ulu ağaçlar etrafı süslüyor, uzaktan şehrin silueti görünebiliyordu.

Pencere kenarındaki adam bunları muhteşem bir detayla anlatırken, odanın diğer ucunda yatan adam gözlerini kapar ve bu muhteşem manzarayı hayalinde canlandırırdı.

Sıcak bir öğleden sonra, pencerenin yanındaki adam geçmekte olan bir şenlik alayını tarif etti. diğer adam bando seslerini duyamasa bile hayalinde canlandırabiliyordu, pencere kenarındaki adamın tasviriyle. Günler ve haftalar geçti.

Bir sabah banyo yaptırmak için su getiren gündüzcü hemşire pencere kenarında yatan hastanın cansız bedeniyle karşılaştı: uykusunda, huzur içinde ölmüştü. Hüzünlendi, hastane görevlilerini cesedi dışarı taşımaları için çağırdı. Uygun zaman geçtiğine kanaat getirir getirmez, diğer hasta pencerenin kenarındaki yatağa taşınmasının mümkün olup olamayacağını sordu. Hemşire memnuniyetle isteğini yerine getirdi, hastanın rahat olduğundan emin olduktan sonra onu yalnız bıraktı. Yavaşça, duyduğu acıya aldırmadan, bir dirseğine yaslanarak dışarıdaki dünyaya bakmak üzere yatağından doğruldu adam. Sonunda, dışarıyı kendi gözleriyle görme zevkini yasayabilecekti. Pencereden dışarı bakabilmek için Yavaşça dönmeye zorladı kendisini. Pencere, bos bir duvara bakıyordu. Adam hemşireye, vefat eden oda arkadaşının pencerenin dışında görünen harika şeylerden bahsetmesine sebep olan şeyin olabileceği sordu. Hemşirenin cevabı, ölen adamın kör olduğu ve pencerenin önündeki duvarı görmediğiydi.

"Sanırım seni cesaretlendirmek istedi" dedi.

Diğer insanları mutlu etmek çok büyük mutluluk getirir, kendi durumunuz ne olursa olsun. Paylaşılan dertler yarısı kadar üzüntü verir, Paylaşılan mutluluklar ise iki kati artar.
 

Turgay Ak

Forum Demirbaşı
Kayıt
3 Temmuz 2011
Mesaj
446
Tepki
240
Şehir
Eskişehir
Halil İbrahim Bereketi

Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış.

Büyüğü Halil.

Küçüğü ise İbrahim...

Halil, evli çocuklu.

İbrahim ise bekârmış...

Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin...

Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş.

Bununla geçinip giderlermiş...

Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı.

İkiye ayırmışlar.

İş kalmış taşımaya.

Halil, bir teklif yapmış :

İbrahim kardeşim; Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle.

Peki, abi demiş İbrahim...

Ve Halil gitmiş çuval getirmeye... .

O gidince, düşünmüş İbrahim:

Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine

Böyle demiş ve

Kendi payından bir miktar atmış onunkine...

Az sonra Halil çıkagelmiş.

Haydi İbrahim. De miş, önce sen doldur da taşı ambara.

Peki abi.

İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola.

O gidince, Halil düşünür bu defa:

Der ki:

Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var.

Ama kardeşim bekâr.

O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek.

Böyle düşünerek,

Kendi payından atar onunkine birkaç kürek.

Velhasıl, biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine.

Bu, böyle sürüp gider.

Ama birbirlerinden habersizdirler.

Nihayet akşam olur.

Karanlık basar.

Görürler ki, bitmiyor buğdaylar.

Hatta azalmıyor bile.

Hak teala bu hali çok beğenir.

Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki...

Günlerce taşır iki kardeş, bitiremezler.

Şaşarlar bu işe...

Aksine çoğalır buğdayları.

Dolar taşar ambarları.

Bugün "Bereket" denilince, bu kardeşler akla gelir.
Bu bereketin adı: halil ibrahim bereketidir
 

Turgay Ak

Forum Demirbaşı
Kayıt
3 Temmuz 2011
Mesaj
446
Tepki
240
Şehir
Eskişehir
Çocuk Kalmanız Dileğiyle..

- Gel oğlum kalk bakalım tahtaya, sana bi sorum var.
- Buyurun, sorun öğretmenim
- Canlılar kaça ayrılır?
- Dörde ayrılır öğretmenim.
- Bana yanlış gibi geldi ama say bakalım..
- Bitkiler,Hayvanlar,İnsanlar,Çocuklar.
- Çocuklarda insan değilmi oğlum?
- Haklısınız, o zaman canlılar üçe ayrılır öğretmenim
- Peki, şimdi yeniden say bakalım..
- Bitkiler, Hayvanlar ve çocuklar..
- Oğlum insanlara ne oldu?
- Kalplerinde sevgiyi yeşertip düşünebilenleri hep çocuk kaldılar, diğerleri de hayvanlaştılar öğretmenim !
 

Turgay Ak

Forum Demirbaşı
Kayıt
3 Temmuz 2011
Mesaj
446
Tepki
240
Şehir
Eskişehir
Küçük Bir Test


Japonya’da saygın bir firmada yönetim, işe girmek isteyenlere bir soru sormuş ve soruya en uygun cevabı veren kişiyi de işe almışlar.

Sorunun ilginçliği, bu sorunun doğru ya da yanlış cevabının olmaması...

Soru şu:

Yağmur bulutları apaçık çok şiddetli bir fırtınanın gelmekte olduğunu söylüyor ...
Karanlık yağmurlu bir gece, şimşekler çakıyor, gök gürlüyor, tam bir fırtına var ve siz arabanızla gece saat 02:00 de yoldasınız.
Genelde tek başınıza yolculuk yapıyorsunuz ve...
O akşam da öyle yaparak ıssız bir yolda ilerlemeye başladınız...
Arabanız 2 kişilik... Ve ilerde bir otobüs durağı görüyorsunuz.

Arabanızla otobüs duraklarının yanından geçerken oracıkta bekleyen insanlar sizi hep hüzünlendirmiştir oldum olası...
Çünkü otobüs durakları size geçmişinizi hatırlatmaktadır...

Ve işte o yağmurlu ve fırtınalı gecede otobüs durağına yaklaşınca 3 kişinin beklemekte olduğunu fark ettiniz, bunlardan...

Birincisi bir doktor, sizi daha önce geçirdiğiniz kalp krizinden kurtarmış.

İkinci kişi, çok yaşlı ve neredeyse ölmek üzere olan birisi.

Üçüncüsü ise, hayatınızın rüyası, her zaman tanışmak istediğiniz birisi..

Burada dogru veya yanlis cevap diye bir sey yok sadece her bir kisinin durumu algılayışı ve ele alışı var.

Bu görüşmede cevapların % 90’ ı "yaşlı adamı alırdım" olmuş,
Ama sadece bir kişiyi işe almışlar.

O kişinin cevabı acaba nasılmış?

-
-
-
-

Arabadan inip anahtarı doktora veririm, doktor benim hayatımı kurtardığı gibi yaslı kişiyi de hastaneye yetiştirip iyileştirebilir.
Böylece ben de hayatımın insanıyla otobüs durağında baş başa kalıp onu tanıma firsatını elde edebilirim.
Bu cevapla o kişi hemen ise alınmış.
 

Turgay Ak

Forum Demirbaşı
Kayıt
3 Temmuz 2011
Mesaj
446
Tepki
240
Şehir
Eskişehir
Türk ve Japon

Dönemin Başbakanı Sayın Turgut Özal zamanında gerçekleşmiş bir olay şöyle anlatılır.

Japon eğitim uzmanları gelmiş ve ülkemizin eğitim sistemini incelemiş, Sayın Özal'ın bürokratlarının da hazır bulunduğu bir ortamda raporlarını sunmuş ve sonuç olarak şunu söylemişlerdi:

“Sizin eğitim sisteminizde milli ruh yok!” Turgut Özal'ın “Nasıl......?” sorusu üzerine şunu anlatmışlardı.

Biz Japonya'da okula başlayacak çocuklarımıza milli ruh şoklaması yaparız. Onları önce toplu halde hızlı trenlere bindirir, dev fabrikalarımızı, teknoloji merkezlerimizi gezdirir ülkemizin gücünü gösteririz.

Sonra da bu yavrularımızı alır Hiroşima ve Nagazagi'ye götürür, orada atom bombası atılan ve yıllardır ot dahi bitmeyen alanları gösterir deriz ki:

Eğer siz çalışmaz, bilinçlenmez ve az önce gördüğünüz teknolojiye sahip olmak için çalışmazsanız sonunuz böyle olur.

Bürokratlardan biri atılır: “Ama bizim Hiroşima'mız yok ki!”

Japon uzmanın cevabı tokat gibidir:

“Sizin Çanakkale'niz on Hiroşima eder!”
 

turist

Daimi Üye
Kayıt
1 Haziran 2011
Mesaj
214
Tepki
203
Şehir
İstanbul
Mesnevi'yi de öneririm.Ama günümüz türkçesine yakın bir baskıyı..Tek bir kelimeyi kaçırmamak için sözlükle birlikte mesela
 
  • Beğen
Tepkiler: Turgay Ak

Turgay Ak

Forum Demirbaşı
Kayıt
3 Temmuz 2011
Mesaj
446
Tepki
240
Şehir
Eskişehir
Kırılan Parmaklar

Adam yeni kamyonuna bakmak için evinden çiktiginda, üç yasindaki oğlunun gayet mutlu bir biçimde elindeki çekiçle kamyonunun kaportasini mahvettigini görmüs. Hemen oglunun yanina kosmus ve çocugun eline çekiçle vurmaya başlamis. Biraz sakinlesince oglunu hemen hastaneye götürmüs. doktor, çocugun kirilan kemiklerini kurtarmaya çalistiysa da elinden bir sey gelmemis ve çocugun iki elinin parmaklarini kesmek zorunda kalmis.

Çocuk ameliyattan çikip gözlerini açtiginda,bandajli ellerini fark etmis ve gayet masum bir ifadeyle,

“Babacigim,kamyonuna zarar verdigim için çok üzgünüm.” demis ve sonra babasina su soruyu sormus:
“Parmaklarim ne zaman yeniden çikacak?”

Birisi masaya süt döktügünde ya da bir bebegin agladigini isittiginizde bu öyküyü hatirlayin. Çok sevdiğiniz birine karsi sabrinizi yitirdiginizi anladiginizda,önce biraz düsünün. Kamyonlar onarilabilir, ama kirilan kemikler ve incinen duygular hiçbir zaman onarilamaz; genellikle kisiyle performansi arasindaki farki göremeyiz. Insan hata yapar. Hepimiz hata yapariz. Fakat öfkeyle ve düsünmeden yapilan seyler ,insani sonsuza kadar rahatsiz eder. Harekete geçmeden önce durun ve düsünün. Sabirli olun. Anlayis gösterin ve sevin.
 

Turgay Ak

Forum Demirbaşı
Kayıt
3 Temmuz 2011
Mesaj
446
Tepki
240
Şehir
Eskişehir
Duvardaki Kertenkele

Japon mimarlarından biri evini baştan aşağı yeniliyordu. Tamirat esnasında söktüğü kapılardan birinin duvarla irtibatlı bölümünde, iç kısmında, iki tahta arsında sıkışıp kalmış bir kertenkele buldu. Biraz daha dikkatle bakınca kertenkelenin canlı olduğunu fark etti.
Onu oradan kurtarmaya çalışırken bu kez kertenkelenin bir ayağından duvara çivilenmiş olduğunu gördü.
On yıl önce yapılan eve kapısı takılırken dışarıdan çakılan bir çivi, o an kapıyla duvar arasında bulunan kertenkelenin ayağına isabet etmiş olmalı diye düşündü Japon mimar.
Peki nasıl olmuştu da bu kertenkele, bir santim boyu bile kıpırdayamadığı bu karanlık duvar boşluğunda on yıldır canlı kalmayı başarmıştı?
Mimar, tamirat işlerini bir kenara bırakarak kertenkeleyi izleme ye başlı. Bu kertenkelenin sadece havayla beslenmediğine göre, bunca yıl yaşamını nasıl sürdürebildiğini merak ediyordu.
Bir süre sonra duvar boşluğunda bir hareket oldu. Japon mimar, nereden çıktığını fark edemediği başka bir kertenkelenin geldiğini gördü. Gelen kertenkele, yerinden kıpırdayamayacak halde olana ağzında yiyecek taşıyordu.
 

Turgay Ak

Forum Demirbaşı
Kayıt
3 Temmuz 2011
Mesaj
446
Tepki
240
Şehir
Eskişehir
Sözde ve Özde Sevgi

Sevginin yalnızca sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır? diye sordular bir bilgeye.
Bilge, büyük bir sofra hazırladı ve sevgiyi dillerinden eksik etmemelerine karşın, onu günlük yaşamlarında hiç kimseye göstermeyen kişileri yemeğe çağırdı. Sofrada herkes yerini aldıktan sonra, önlerine birer tas sıcak çorba, sonra da derviş kaşıkları denen, sapları bir metre uzunluğunda özel kaşıklar getirildi.
Ev sahibi konuklarına bu kaşıkları nasıl tutmaları gerektiğini söyledi Herkes kaşığının ucundan tutmak zorunda kaldı.
Konuklar, uçlarından tuttukları bir metre uzunluktaki kaşıkları güçlükle taslarına daldırıyorlar, fakat kaşıklarına çorba doldurup, ağızlarına götüremiyorlardı. Ağızlarına bir kaşık çorba koyabilmeyi beceremeyen konuklar, yemekten sonra kalktıklarında, karınlarını doyuramamışlar, kaşıklarından dökülen çorbalarla da sofranın üstünü kirletmişlerdi.
Bilge, bir gün sonra ikinci bir yemek daveti verdi. Bu kez, sevgiyi gerçekten bilen ve her gün sevgiyle yaşayan kişileri çağırdı. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgiyle gülümseyen pırıl pırıl kişiler geldiler ve bu kez onlar yerlerini aldılar, sofrada. Önlerine birer tas sıcak çorba ve sapları bir metre uzunluktaki derviş kaşıkları getirildi. Onlara da kaşıkları ancak,saplarının uçlarından tuta bilecekleri kuralı söylendi.
Ev sahibi bilgenin Buyurun, afiyet olsun sözünden sonra sofradaki herkes, önündeki kaşığı, sapının ucundan tuttu ve
Herkes kaşığını, karşısındaki kişinin tasına daldırıp, kaşığına aldığı çorbayı, karşısındaki kişinin ağzına uzattı. Bu yöntemle herkes karnını doyura bildi. Konuklar sofradan kalktıklarında ise, sofranın üstünde, dökülmüş tek damla çorba yoktu.
Sevginin yalnızca sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır sorusunu soranlara bu uygulamayla yanıt verdikten sonra bilge, bir de öğütte bulundu:
İşte, dedi. Kim ki yaşam sofrasında yalnızca kendini görür ve yalnızca kendini doyurmayı düşünürse, o kişi aç kalacağını da bilmelidir.
Ve kim ki başkalarına da düşünür ve o da kesinlikle doyurulacaktır. Çünkü yaşam denen bu pazarda, alan değil, veren kazançlıdır her zaman..
 

Turgay Ak

Forum Demirbaşı
Kayıt
3 Temmuz 2011
Mesaj
446
Tepki
240
Şehir
Eskişehir
Ah Şu Önyargılarımız 2..

Uzaklarda bir köyde, kocası, çocuğu doğmadan ölmüş, tek başına yaşayan hamile bir kadın vardı. Kadın, kendisine arkadaş olması için dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başladı.
Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmazdı. Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da, oldukça uysallaşmıştı.
Birkaç ay sonra kadının çocuğu doğdu. Tek başına tüm zorluklara göğüz germek ve yavrusuna bakmak oldukça zordu.
Günler geçti. Kadın bir gün birkaç dakikalığına da olsa evden ayrılmak ve yavrusunu evde bırakmak zorunda kaldı. Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlardı. Aradan biraz zaman geçti ve anne eve geldi. Gelinciği ve kanlı ağzını gördü. Anne çıldırmışçasına gelinciğe saldırdı ve oracıkta öldürdü hayvanı. Tam o sırada içerdeki odadan bir bebek sesi duyuldu. Anne odaya yöneldi Ve odada beşiği, beşiğin içindeki bebeği ve bebeğin yanında duran parçalanmış yılanı gördü.
 

Turgay Ak

Forum Demirbaşı
Kayıt
3 Temmuz 2011
Mesaj
446
Tepki
240
Şehir
Eskişehir
Küfe

Çin'in kırsal kesiminde yaşam savaşı veren bir aile vardı. Dede, baba, anne ve çocuktan oluşan bu aile oldukça sıkıntı çekiyordu.
Bir gün baba, yılların verdiği yorgunlukla bir köşede oturmaktan başka işe yaramayan dedeyi, pazar küfesine koyarak nehre doğru yola çıktı.
Nehrin kenarında arkadaşlarıyla oynayan çocuk, babasına ne yaptığı sordu. Baba:
Büyük babasının bize yük olmaktan başka yaptığı bir şey yok. Onu bu küfe ile beraber nehre atmaya karar verdim dedi.
Çocuk heyecanlanarak atıldı:Aman baba, küfeyi atma. Çünkü bir gün gelip sen de yaşlandığında o küfe bana lazım olacak
 

Turgay Ak

Forum Demirbaşı
Kayıt
3 Temmuz 2011
Mesaj
446
Tepki
240
Şehir
Eskişehir
Zehirli Gözyaşları..

Zamanın birinde bir kız varmış sürekli ağlayan. Gözünden gözyaşı hiç eksik olmazmış. Ne derdi ne sıkıntısı varmış ama ağlarmış işte. Kimse nedendir bilmezmiş derdini.Bir gün kapı çalmış ama kapıda kimseler yokmuş. Kapının önünde yalnızca bir kavanoz. Etrafa bakınmış kimseyi görememiş. Almış içeri kavanozu. Gözleri yaşlı açmış kapağını. İçinde turuncu bir balık görmüş. Tam o sırada gözlerinden bir damla gözyaşı damlamış kavanoza.
Balık birden kıpırdanmaya başlamış. Daracık kavanozun içinde oradan oraya dönmüş durmuş. Kız anlam verememiş neler olduğuna. Daha çok ağlamaya başlamış,üzülmüş balığın haline. Ağladıkça damlalar kavanoza dökülmüş. Balığın rengi morarmaya başlamış. Sonra anlamış gözyaşlarının küçük balığı zehirlediğini.Hemen gidip suyu değiştirmiş. Balık tekrar canlanmış eski haline geri dönmüş.Aradan günler geçmiş. Kız balığına şarkılar söylemiş durmadan.
Dertleşmiş,derdini anlatmış,balık dinlemiş. Ama ağlamamış hiç,balığım ölmesin diye. İçine akıtmış gözyaşlarını. O kadar çok sevmiş ki küçük balığı hiç ağlayamamış, hiç belli edememiş.Ama günler geçtikçe kız hastalanmaya başlamış,rengi solmuş,halsiz kalmış... Kimse ne olduğunu anlayamamış. Ama kimse bilememiş, içine akıttığı gözyaşlarının kendisini zehirlediğini. Asıl ağlarken daha mutlu olduğunu, zehrini böyle dışarı akıttığını kimse öğrenememiş. Ondan geriye yalnızca turuncu bir balık kalmış...
Daha mı değerliydi uğruna gözyaşlarımızı sakladığımız.. kendimizi zehirlemek daha mı kolay.. saklanmak.. kaçmak çözüm mü? Daha mı değerli turuncu balıklar? Daha mı değerli kendi hayatımızdan? Durma ağla...Durma akıt gözyaşlarını. Dök içindekileri, bırak gitsin gidenler. Bırak ölsün balıklar, bırak kırılsın kavanoz. Elbet bir balık var gözyaşlarında canlanacak, elbet bir kavanoz var gözyaşlarından kırılmayacak. Elbet bir balık var seni ağlatmayacak, gözyaşlarını dindirecek, senin sesinle konuşacak. Gözyaşlarında bir sorun yok...
Kapında bile olsa, tek mesele yanlış balık, yanlış kavanoz.
Ya da yanlış zaman,yanlış insan...
 

Turgay Ak

Forum Demirbaşı
Kayıt
3 Temmuz 2011
Mesaj
446
Tepki
240
Şehir
Eskişehir
Geleceğini Biliyordum

Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti,

-Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür. Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma.

Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. Siperdeki diğer arkadaşı;

-Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.

-Değdi, dedi, gözleri dolarak, -değdi…

-Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun?

-Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim.

Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:

-Geleceğini biliyordum… Geleceğini biliyordum…
 
  • Beğen
Tepkiler: halil fatih akbaş

Turgay Ak

Forum Demirbaşı
Kayıt
3 Temmuz 2011
Mesaj
446
Tepki
240
Şehir
Eskişehir
Asla Hayallerinizden Vazgeçmeyin

Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışta koşarak
atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin
genç oğluna kadar uzanır. Babasının işi nedeniyle
çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı.
Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak
istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası..
Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine
sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir
kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı.
Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi.
Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi.
Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000
metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.
Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev,
tam kalbinin sesiydi.. İki gün sonra ödevi geri aldı.
Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir
"0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı.
"Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk..
"Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal"
dedi, hocası.. "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun.
Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir.
Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da
alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız" ve ekledi:
"Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden
yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm."
Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.
"Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin.
Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!."
Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir
değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına..
"Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi..
"Ben de hayallerimi..".....

O orta 2 öğrencisi, bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki
1000 metrekarelik evinde oturuyor.
Yıllar önce yazdığı ödev şöminenin üzerinde
çerçevelenmiş olarak asılı...
 

Turgay Ak

Forum Demirbaşı
Kayıt
3 Temmuz 2011
Mesaj
446
Tepki
240
Şehir
Eskişehir
Kendini Gerçekleştiren Kehanet..

Nick adında bir demiryolu isçisinin öyküsü bu. Nick güçlü, sağlıklı bir işçi manevra sahasında çalışıyor. Arkadaşlarıyla ilişkisi iyi ve işini iyi yapan güvenilir bir insan. Ne var ki, kötümser biri, her şeyin kötüsünü bekler ve başına kötü şeyler geleceğinden korkar.
Bir yaz günü,tren isçileri,ustabaşının doğum günü nedeniyle bir saat önceden serbest bırakılırlar.Tamir için gelmiş olan ve manevra alanında bulunan bir soğutucu vagonun içine giren Nick,yanlışlıkla içerden kapıyı kapatır,kendini soğutucu vagona kilitler.Diğer işçiler Nick'in kendilerinden önce çıktığını düşünürler.Nick kapıyı tekmeler,bağırır,ama kimse duymaz,duyanlar da bu tür seslerin sürekli geldiği bir ortamda olduğu için pek kulak vermezler.Nick burada donarak öleceğinden korkmaya başlar.Eğer buradan çıkmazsam, burada kaskatı donacağım, diye düşünmeye başlar.İçerde yarısı yırtılmış bir karton kutunun içine girer.Titremeye başar. Eline geçirdiği bir kağıda karısına ve ailesine son düşündüklerini yazar: Çok soğuk, bedenim hissizleşmeye başladı.Bir uyuyabilsem!Bunlar benim son sözlerim olabilir?
Ertesi günü soğutucu vagonun kapısını açan işiler, Nick'in donmuş bedenini bulurlar. Üzerinde yapılan otopsi, onun donarak öldüğünü göstermektedir. Fakat bu olayı olağanüstü yapan, soğutucu vagonun soğutma motorunun bozuk ve çalışmıyor olmasıydı. Vagonun içindeki ısı 18 C idi, ve vagonda bol hava vardı.
Nick'in korkusu,kendini gerçekleştiren bir kehanet oluşturmuştu.
 

Turgay Ak

Forum Demirbaşı
Kayıt
3 Temmuz 2011
Mesaj
446
Tepki
240
Şehir
Eskişehir
Mermer Yontucusu

Bir zamanlar dağda, kızgın güneşin altında, mermer taşlarını yontmaktan bezmiş bir mermer yontucusu vardı. "Bu hayattan bıktım artık. Yontmak! Devamlı mermer yontmak… Öldüm artık! Üstelik bir de bu güneş, hep bu yakıcı güneş! Ah! Onun yerinde olmayı ne kadar çok isterdim, orada yükseklerde her şeye hâkim olacaktım, ışınlarımla etrafı aydınlatacaktım." diye söylenip dururdu. Bir mucize eseri olarak dileği kabul edildi ve yontucu o an güneş oldu. Dileği kabul edildiği için çok mutluydu; fakat ışınlarını etrafa yaymaya hazırlandığı sırada ışınlarının bulutlar tarafından engellendiğini fark etti. "Basit bulutlar, benim ışınlarımı kesecek kadar kuvvetli olduklarına göre benim güneş olmam neye yarar!" diye isyan etti. "Mademki bulutlar güneşten daha kudretli, bulut olmayı tercih ederim." O zaman hemen bulut oldu. Dünyanın üzerinde uçuşmaya başladı, oradan oraya koşuşturdu, yağmur yağdırdı fakat birden bire rüzgâr çıktı ve bulutları dağıttı. "Ah, rüzgâr olmak istiyorum." diye karar verdi. Ve dünyanın üzerinde esti durdu, fırtınalar estirdi, tayfunlar meydana getirdi; fakat birdenbire önünde kocaman bir duvarın ona mani olduğunu gördü. Çok yüksek ve çok sağlam bir duvardı. Bu bir dağdı. "Basit bir dağ beni durdurmaya yettiğine göre benim rüzgar olmam neye yarar!" dedi. O zaman dağa dönüştü. Ve o anda bir şeyin ona durmadan vurduğunu hisseti. Kendinden daha güçlü olan ve onu içinden oyan şeyi fark etti. Bu, küçük bir mermer yontucusuydu . . .