Tarih; 3 Eylül Pazartesi…
Yer; Bodrum
Bodrum’a gelişimi daha önce bir yazımda anlatmıştım. Şimdi sıra Bodrum’dan İzmir’e dönüş (malesef)! ‘e geldi.
Bir yeri seviyorsanız ve orada olmaktan mutluysanız dönmek için hiç acele etmezsiniz ya, ben de aynı gün izmir’de okul kaydımın olduğunu bile bile bodrum’dan yola sabaha karşı 5 otobüsüyle çıkmak için bilet ayırttım.
O akşam önceki günden kalma rakı sefasının etkilerini atmaya çalışarak valizimi topladım. Sonra Ozan’dan gelen ’son
Ozan;bir bisiklet gezintisi’ yapmaya teşvik eden fikirle çıktık evden. İstikamet Kale! Ardından Gümbet… Çorba & dürüm ikilisini midelere gönderdikten son
ra eve dönmek için pedallara yüklendik! Ve o andan sonra başımızı kaldırıp saate baktığımızda evden çıkma vaktinin ne kadar da çabuk geldiğini farkettik.
Yine bisikletlerle garaja doğru ilerlemeye başladık. Ancak ‘aa o da ne?, dur dur dur km saatim çalışmıyor!!’ şeklindeki nidamla durduk. İnceledik, bu sorunun kaynağını garajda çözmeye karar verdik ve soluğu garajda aldık. Gördük ki km saatimin kablosu kopmuş. ‘Yahu ne kadar şanssızım, her şey de beni bulur!’ tipindeki karamsarlığımı Ozan (spherex) ‘Önemli bir şey değil, İzmir’e gidince Çankaya’da lehimletirsin onu’ diyerek yok etmeye çalıştı ve başarılı da oldu!
Derken beni götürecek olan otobüs burnumuza kadar yanaştı. Hulusi Kentmen’imsi (imtırak) şöför ve kel muavinin otobüsten indikleri esnada yanımızdaki bisikletlerden hiç hazetmedikleri yüzlerindeki ekşi ifadeden rahatça anlaşılıyordu. Bu tezimizin doğru olduğu ise birazdan gerçekleşecek olan olayla kanıtlanacaktı!
Ozan; Bisikleti bagaja alabilir miyiz?
Muavin; (Kendini çok zeki ve açıkgöz sanarak) Bu bisiklet bagajda yer kaplar {hadi canım gerçekten yer mi kaplayacak? vay bee} Bagaj parası almamız gerekiyor!
Yağmur; (İçinden) Sen bayağı zekisin yahu!
Ozan;(Sakindir) Neden?
Muavin; Bagaj parası almamız lazım!!
Ozan; Neden??
Yağmur; (İçinden) Yazık… Sorulan soruyu algılayamama sorunu var galiba.
Muavin; Bakın bu bagajdan bir eşya kayboldu mu bize bin ytl ceza kesiyorlar. {Ne alaka şimdi kardeşim?} Para almamız lazım.
Ozan; Ben daha önce de Pamukkale ile seyahat ettim bisikletimle. Ancak ilk defa böyle bir talep de siz bulunuyorsunuz. Ayrıca izin verirseniz ben yerleştirdiğimde bisikletin çok fazla bir yer kaplamayacağını göreceksiniz.
Muavin; Bagaj benim sorumluluğumdadır! (Şöföre seslenerek) Dayı! Bak bu arkadaşlar ne diyor! (Bize döner) Dayımla konuşun.
Dayısıyla.. Yani şöförle konuşmaksa ayrı bir dert…
Ozan; Daha önce de bisikletimle İzmir’e gittim, geldim. Bagaj parası bir siz istiyorsunuz. Kaldıki benim 30 kg’a kadar eşya taşıma hakkım var. Bu bisiklet 14 kg!
Şöför; Ya bisikletin pedalı diğer yolcuların çantalarını keserse?! {Nasıl yani? Şaka sorusu mu bu?}
Ozan; Gelin bakalım isterseniz pedallar nasıl?
Şöför; Muavin arkadaşa sorun!
Ozan; O da bizi size yönlendirdi…
Şöför; Pekala…
Böylelikle bisikletim bagajda yer almaya hak kazandı. Ben de koltuğuma oturdum ve yolculuk başladı.
Her zamanki gibi yine uyurken ‘horlayan’ bir bayanın yanına denk geldiğim için ‘herhalde kaderim böyle!’ diye düşünerek kabullenme sürecimi başarıyla aştım. Tıngır, mıngır yol bitti. Saat 8:30′da İzmir’de buldum kendimi. Bu sefer savaşta tek başımaydım. Karşımdakiler ise Narlıdere hattının şöförleri idi.
Yağmur; (İyimser, gülerekten) Merhaba! Bagajı açsanız da şu bisikleti oraya koysam olur mu?
Şöför; Abla sığmaz o oraya! {Nasıl yani? abla mı??!}
Yağmur; Ön tekerleği çıkaracağım, öyle sığıyor. Gelirken o şekilde gelmiştim.
Bu arada meraklı bir diğer şöför yanıma yaklaştı!
Meraklı Şöför; (Amortisörün kilidine el atarak) Nasıl çıkıyor ön tekerlek? Buradan mı??
Yağmur; Hayır! Siz bırakın. Çıkarılacağı zaman ben çıkarırım.
Şöför; Bu arabaya alamayız Abla! Sen büyük arabayı bekle.
Yağmur; Ne yapalım. Tamam
Meraklı Şöför; Ne bisikleti bu? Dağ bisikleti mi?
Yağmur; Evet…
Diğer şöförler ve halk bu sonsuz bekleme sırasında bana uzaylıymışım gibi bakıp durdular. Burdan hepsine sevgilerimi(!) yolluyorum. Devam…
Dakikalar sonra Narlıdere’ye gitmek üzere, yeni bir araç geldi. Dolayısıyla yeni şöförle tanışık eyledim.
Yağmur; Pardooon! Şu bisikleti bagaja alabilir miyiz?
Yeni Şöför; Bagaja sığmaz ki…
Yağmur; Benim bu gün okul kaydım var. Geç kalıyorum. Bari otobüs dolmadan alalım içeriye, ben bacaklarımın arasına alırım, çok yer kaplamaz.
Yeni Şöför; Ama bu araba kiralık çizilmemesi lazım.
Yağmur; Neden çizilsin?. Çizilmez. Yol boyunca tutacağım, gerçekten. Hadi lütfen.
Yeni Şöför; Peki. Aslında bisiklet taşımıyoruz ama…
Yağmur; Çok sağolun.
Bu konuşmadan sonra Narlıdere’ye erkenden varabilecek olmanın sevinciyle yerime oturdum. Geldiğimde ise benden mutlusu yoktu! Sahil yolundan bisikletle rahat rahat Güzelbahçe’ye doğru uzanmaya başladım.
Yanımdan geçerken nedenini anlayamadığım bir şekilde inatla kornaya basan sürücüler ise umrumda bile değildi. Nihayetinde eve çok ama çok az kalmıştı! Ve artık kimseye derdimi anlatmak zorunda değildim…
-Son-
Yer; Bodrum
Bodrum’a gelişimi daha önce bir yazımda anlatmıştım. Şimdi sıra Bodrum’dan İzmir’e dönüş (malesef)! ‘e geldi.
Bir yeri seviyorsanız ve orada olmaktan mutluysanız dönmek için hiç acele etmezsiniz ya, ben de aynı gün izmir’de okul kaydımın olduğunu bile bile bodrum’dan yola sabaha karşı 5 otobüsüyle çıkmak için bilet ayırttım.
O akşam önceki günden kalma rakı sefasının etkilerini atmaya çalışarak valizimi topladım. Sonra Ozan’dan gelen ’son
Ozan;bir bisiklet gezintisi’ yapmaya teşvik eden fikirle çıktık evden. İstikamet Kale! Ardından Gümbet… Çorba & dürüm ikilisini midelere gönderdikten son
ra eve dönmek için pedallara yüklendik! Ve o andan sonra başımızı kaldırıp saate baktığımızda evden çıkma vaktinin ne kadar da çabuk geldiğini farkettik.
Yine bisikletlerle garaja doğru ilerlemeye başladık. Ancak ‘aa o da ne?, dur dur dur km saatim çalışmıyor!!’ şeklindeki nidamla durduk. İnceledik, bu sorunun kaynağını garajda çözmeye karar verdik ve soluğu garajda aldık. Gördük ki km saatimin kablosu kopmuş. ‘Yahu ne kadar şanssızım, her şey de beni bulur!’ tipindeki karamsarlığımı Ozan (spherex) ‘Önemli bir şey değil, İzmir’e gidince Çankaya’da lehimletirsin onu’ diyerek yok etmeye çalıştı ve başarılı da oldu!
Derken beni götürecek olan otobüs burnumuza kadar yanaştı. Hulusi Kentmen’imsi (imtırak) şöför ve kel muavinin otobüsten indikleri esnada yanımızdaki bisikletlerden hiç hazetmedikleri yüzlerindeki ekşi ifadeden rahatça anlaşılıyordu. Bu tezimizin doğru olduğu ise birazdan gerçekleşecek olan olayla kanıtlanacaktı!
Ozan; Bisikleti bagaja alabilir miyiz?
Muavin; (Kendini çok zeki ve açıkgöz sanarak) Bu bisiklet bagajda yer kaplar {hadi canım gerçekten yer mi kaplayacak? vay bee} Bagaj parası almamız gerekiyor!
Yağmur; (İçinden) Sen bayağı zekisin yahu!
Ozan;(Sakindir) Neden?
Muavin; Bagaj parası almamız lazım!!
Ozan; Neden??
Yağmur; (İçinden) Yazık… Sorulan soruyu algılayamama sorunu var galiba.
Muavin; Bakın bu bagajdan bir eşya kayboldu mu bize bin ytl ceza kesiyorlar. {Ne alaka şimdi kardeşim?} Para almamız lazım.
Ozan; Ben daha önce de Pamukkale ile seyahat ettim bisikletimle. Ancak ilk defa böyle bir talep de siz bulunuyorsunuz. Ayrıca izin verirseniz ben yerleştirdiğimde bisikletin çok fazla bir yer kaplamayacağını göreceksiniz.
Muavin; Bagaj benim sorumluluğumdadır! (Şöföre seslenerek) Dayı! Bak bu arkadaşlar ne diyor! (Bize döner) Dayımla konuşun.
Dayısıyla.. Yani şöförle konuşmaksa ayrı bir dert…
Ozan; Daha önce de bisikletimle İzmir’e gittim, geldim. Bagaj parası bir siz istiyorsunuz. Kaldıki benim 30 kg’a kadar eşya taşıma hakkım var. Bu bisiklet 14 kg!
Şöför; Ya bisikletin pedalı diğer yolcuların çantalarını keserse?! {Nasıl yani? Şaka sorusu mu bu?}
Ozan; Gelin bakalım isterseniz pedallar nasıl?
Şöför; Muavin arkadaşa sorun!
Ozan; O da bizi size yönlendirdi…
Şöför; Pekala…
Böylelikle bisikletim bagajda yer almaya hak kazandı. Ben de koltuğuma oturdum ve yolculuk başladı.
Her zamanki gibi yine uyurken ‘horlayan’ bir bayanın yanına denk geldiğim için ‘herhalde kaderim böyle!’ diye düşünerek kabullenme sürecimi başarıyla aştım. Tıngır, mıngır yol bitti. Saat 8:30′da İzmir’de buldum kendimi. Bu sefer savaşta tek başımaydım. Karşımdakiler ise Narlıdere hattının şöförleri idi.
Yağmur; (İyimser, gülerekten) Merhaba! Bagajı açsanız da şu bisikleti oraya koysam olur mu?
Şöför; Abla sığmaz o oraya! {Nasıl yani? abla mı??!}
Yağmur; Ön tekerleği çıkaracağım, öyle sığıyor. Gelirken o şekilde gelmiştim.
Bu arada meraklı bir diğer şöför yanıma yaklaştı!
Meraklı Şöför; (Amortisörün kilidine el atarak) Nasıl çıkıyor ön tekerlek? Buradan mı??
Yağmur; Hayır! Siz bırakın. Çıkarılacağı zaman ben çıkarırım.
Şöför; Bu arabaya alamayız Abla! Sen büyük arabayı bekle.
Yağmur; Ne yapalım. Tamam
Meraklı Şöför; Ne bisikleti bu? Dağ bisikleti mi?
Yağmur; Evet…
Diğer şöförler ve halk bu sonsuz bekleme sırasında bana uzaylıymışım gibi bakıp durdular. Burdan hepsine sevgilerimi(!) yolluyorum. Devam…
Dakikalar sonra Narlıdere’ye gitmek üzere, yeni bir araç geldi. Dolayısıyla yeni şöförle tanışık eyledim.
Yağmur; Pardooon! Şu bisikleti bagaja alabilir miyiz?
Yeni Şöför; Bagaja sığmaz ki…
Yağmur; Benim bu gün okul kaydım var. Geç kalıyorum. Bari otobüs dolmadan alalım içeriye, ben bacaklarımın arasına alırım, çok yer kaplamaz.
Yeni Şöför; Ama bu araba kiralık çizilmemesi lazım.
Yağmur; Neden çizilsin?. Çizilmez. Yol boyunca tutacağım, gerçekten. Hadi lütfen.
Yeni Şöför; Peki. Aslında bisiklet taşımıyoruz ama…
Yağmur; Çok sağolun.
Bu konuşmadan sonra Narlıdere’ye erkenden varabilecek olmanın sevinciyle yerime oturdum. Geldiğimde ise benden mutlusu yoktu! Sahil yolundan bisikletle rahat rahat Güzelbahçe’ye doğru uzanmaya başladım.
Yanımdan geçerken nedenini anlayamadığım bir şekilde inatla kornaya basan sürücüler ise umrumda bile değildi. Nihayetinde eve çok ama çok az kalmıştı! Ve artık kimseye derdimi anlatmak zorunda değildim…
-Son-