KevSerSeri
Forum Bağımlısı
- Kayıt
- 2 Ağustos 2006
- Mesaj
- 1.351
- Tepki
- 3.345
- Şehir
- Ankara
"Lastik Patladıkça Biz de Patladık!"
Merhaba Sevgili Bisiklet Severler,
Maceraya kaldığımız yerden devam ediyoruz ya da bitiriyoruz desek daha doğru olacak. Evet biliyorum üzücü bir durum, biz de bitmesin hiç bu rüya diyenleriz ama her güzel şey gibi turumuz da maalesef bitiyor.
Nasıl olsa acelemiz yok diye güzelce uyuyalım dedik. Tamam sabah 6’da kalkmadık ama öyle öğlene kadar da uyuyamadık. Güneşin sıcaklığını hissettirmeye başladığı anda çadırın içi adeta hamam gibi oluyor. “Ayh anam vay” diyerek fermuarı araladım ve kendimi tulumla beraber dışarı zor attım. Ohhh mis gibi havayı alınca kendime geldim. “Şimdi kalk elini yüzünü yıka, lensini tak, saçını topla, üstünü giyin” deyince iç ses amaaaan diyerek tekrar içeri girdim ama tabi bu fazla uzun sürmedi.
Hani o en son kazık yediğimiz kahvaltı vardı ya iyiki artan ekmekleri yanımıza almışız. Bugün kendimizi cezalandırıyoruz, öyle kahvaltıya falan para vermek yok. Çantalarda ne varsa onu yiyeceğiz. Ancak şöyle bir sorunumuz var ki gölge yok. 2000 metrelerde güneşe bu kadar yaklaşmışken insanın en çok ihtiyacı olan şeylerden biri gölge bir yer. Yoksa o kahvaltı keyfi eziyete dönüyor. Çamların arasına girecek yer yok girsek de gölge yok. Öyleydi böyeydi derken en son çadırı söküp pollerinden kaldırıyoruz. Arkasında kalan daracık gölgeye sığmaya çalışarak kahvaltımızı tamamlıyoruz. Hak vereceğiniz gibi öyle uzun uzun keyfini çıkaracak bir pozisyonda değiliz.
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040146.jpg
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040147.jpg
En kısa şekilde karnımızı doyurup iki gündür sökülü olan bagajlarımızı toplayıp bisikletlere yerleştiriyoruz. Şimdi yola çıkma zamanı. İnanılmaz berrak ve güzel bir gün. İs yok sis yok. Hemen aklıma kask kameramı bağlamak geliyor ve takıyorum tepeme. “Serkan sen önden git de seni çekeyim” diyorum. Serkan yükünün ağırlığıyla haklı olarak çok temkinli ve yavaş gidiyor. Arada sırada çekim yapıyorum bazen sıkılıp basıp gidiyorum sonra aşağıda onun gelmesini bekliyorum derken birbirimizden kopmamaya çalışıyoruz.
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040153.jpg
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040150.jpg
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040151.jpg
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040152.jpg
İki foto molası iki video molası derken bir anda “fııııs” diye bir ses geliyor ön tekerimden. “Aman yaa” diyorum oldu mu şimdi? Ne güzel keyifli keyifli gidiyorduk. Serkan ile birlikte ön tekeri çıkarıp bakıyoruz. Hımmm lastik fena yerden gitmiş. Tam sibobun dibinden yırtılmış. “Tüh be slimelı lastikti bir de. Demek kapatamadı yarığı” diyerek yedek lastiği hazırlıyorum. Bu arada jantlarım alev alev yanıyor. Hani hep derler ya mtb kullanacaksan disc fren olacak. Biz turcular da karşı çıkarız v-break olacak bakımı, tamiri kolay olacak diye. İşte hayatımda ilk defa bu yayladan inerken disc frenin eksikliğini hissediyorum. Şimdiye kadar Karadeniz’de gördüğüm en kötü yayla yolu Pokut’unki. 11km boyunca çok dik bozuk bir yolu tırmanıyorsunuz. “Neyse bundan sonra daha yavaş ve dikkatli git” diyor Serkan. Arkadaşlarım yokuş aşağı yüklü bile olsam hızlı gitmeyi ne kadar sevdiğimi bilirler. Ancak bu söz dinlenmeyecek bir zaman değil. Eğer bir kez daha olursa başka yedek lastiğimiz yok. Aslına bakarsanız vardı. Ama iki gün önce domuzlar gelmesin diye nemli kütükleri yakmaya çalışırken yamacanak olan lastiğin birini yakmak zorunda kalmıştık. O yüzden elde var sıfır.
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040159.jpg
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040160.jpg
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040158.jpg
Geçiyorum öne, Serkan arada yavaşlamamı söylüyor. Tam o sırada sağ tarafımdan vahşi bir hayvanın boğuşma, bağrışma sesleri geliyor. Sanki Tazmanya canavarı yanıbaşımda. Kafamı çevirip bakıyorum ama sarmaşıklardan hiçbir şey görünmüyor. Umarım Serkan bu sesi duymaz diyerek içimden geçiriyorum. Aramızda yaklaşık 15 m mesafe var. Sol tarafım uçurum ve 30m ötemde de çok keskin bir viraj bizi bekliyor. Serkan’ın sesi duymasıyla beraber nabzı yükseldi ve bana bağırmaya başladı. “Bas hacım bas bas baaaaaas.” “Serkan su sesidir o, hava yapmıştır” dedim. “Ne suyu ya bildiğin canavar, dikkatli hızlan” demesiyle biz bir hızlandık bir hızlandık. İlerideki viraja gelince mecbur yavaşlamak zorunda kaldık. Virajı döndükten sonra biraz ileride yavaşlayıp durduk. “Duydun mu, ben seni duymasın diye gürültü de yaptım” dedim. “Yahu o nasil bir sesti öyle, nasıl bir hayvan anlamadım ki.” “Bence İso buraya saklanmış bize şaka yapıyordu” dedim. Tanıyanlar bilir İso’nun da ona yakın sesler çıkarabildiğini hahah. ) Endişenin yerini gülme aldı.
Gidiyorum otla, böcekle, kamerayla oynarken zaman geçiyor bu sayede jantları soğutuyorum. Buna rağmen en son duymak istediğim o ses ikinci kez kulaklarımda yankılanıyor “fısssss”. “Aman ya kahretsin” deyip bisikleti kenara atıyorum. O kadar da dikkat ettim beklettim al işte yine gitti. Serkan “tamam hacım sakin ol, hele bi bakalım belki başka yerden gitmiştir” diyor. Ama maalesef yine aynı yerden patlamış. Siz siz olun ince siboplu jantı matkapla deldirip araba siboba çevirttiğinizde; bir zımparalama işini dikkatlice kendiniz yapın, iki deliği biraz geniş açın. Yoksa düzgün açılmayan deliğin etrafındaki çapaklar jant ısınıp genleştiğinde lastiği böyle parçalıyor. Biz şimdi yeni çözümler üretmek zorundayız. Serkan sibop etrafını zımparalarken ben de yamada siboba göre bir delik açıyorum. Başka şansımız yok. Elimizden gelenin en iyisini yapıp dua etmekten başka şansımız yok.
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040162.jpg
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040161.jpg
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040163.jpg
Hadi inşallah maşallah ile bir iki kilometre idare ediyor. Ama yine o iğrenç ses geliyor. Bir köyde durup mola veriyoruz. Köy dediysem Karadeniz köyleri işte. İki-üç ev bir araya geldiyse ona köy diyebilirsiniz. Yanımızdaki vişneli tangi çıkarıp mataraya döküyoruz üstüne de buz gibi bir su. Manzara o kadar muhteşem ki hani şu mesele aklımıza takılmasa şimdi semaverde çay hayal ederdik. Kuru kayısılar resmen boğazıma takılıyor. Kaşlarım çatık, mutsuz ve umutsuzum. Çünkü yardım isteyebileceğimiz bir tane bile araç yok. “Hacım sen benim bisikleti al bin, ben de seninikini aşağı kadar getiriyim” diyor Serkan. “Yok ya ben zaten seninkini kullanamam. Sen bin yavaş yavaş git ben de yürtüyerek gelirim” diyorum. Bisiklet yanımda yokuş aşağı frenleri sıkarak başlıyorum yürümeye. Yaklaşık 3km beton yola kadar yürüyorum. Kollarım da bacaklarım da ağrıyor.
Yüzümüz pek gülmüyor işte o anların videosu.
Şenyuva’ya indiğimizde çardakta oturup hem biraz dinlenelim hem de sabahtan beri eksikliğini hissettiğimiz çaylarımızı içelim diyoruz. Arkama yaslanıp kollarımı yana açarak dirseğimi tahtaya koyuyorum ki o da nesi? İnanılmaz bir yanma hissi! Kolumu kaldırmamla altından kalkan arıyı görmem bir oluyor. “Yahu niye hep aksilikler beni buluyor? Al işte bi de arı soktu durduk yerde, yanıyor alev alev” diyorum. Çardakta bizden başkaları da var. Sorular, cevaplar, tur, muhabbet derken zaman geçiyor. Halen üstesinden gelmemiz gereken bir lastik var bir yandan da çözüm üretmeye çalışıyoruz. Bu sefer öyle dahiyane bir fikir bulamadık. Evet açıklıyorum. Benim ön tekeri çıkarıp Serkan’ın bisiklete taktık hahahah ) Yok mok desem de defalarca hayır desem de “sen hızlı gidiyorsun düşersin, onu bana ver ben yavaş yavaş hava basa basa giderim” diyor canım kankam.
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040165.jpg
Az gittik uz gittik hep düz hep yokuş aşağı gittik. Bu ne sabır bu ne azimdir arkadaş! Her 15 dk’da bir hava basarak Serkan yol aldı. Ben hayatımda bu kadar sabırlı bir insan görmedim. En son 5. kez şişirdiğinde “yeter artık ama yaa vallaha küfredicegim” dedi. Ben de “bu mu yani bu mu bütün tepkin” dedim. Ben olsam pompayı da bisikleti de çoktan fırlatmıştım. Adamdaki sabır beni bir kez daha şaşırttı. En son bu böyle olmayacak dedik, bisikletleri kenara çektip otostop çekmek için elleri kaldırdık. Bu arada geldiğimiz nokta Çamlıhemşin kavşağından 3-4 km ileride. Aslına bakarsanız baya da yol geldik. O kadar pikapa otostop çektik ama hiçbiri durmadı. Kimisi dolu kimisi boş. Nihayet yardımımıza yine bir kamyoncu yetişti.
-Selamünaleyküm abi!
-Aleykümselam.
-Benim lastiğim patladı, yedek de yok. Bizi bi lastikçiye bırakır mısın?
-Tamam yükleyin. Hemen ışıkların orada bi lastikçi var. Sizi orada bırakıyım ben.
Kamyonun kapaklarını açtık, kocaman bir kablo rulosu var. Sanırım büyük elektrik kablolarından. Bisikletleri zar zor kenarlara sığdırıyoruz. Hoplaya zıplaya Ardeşen yolu kavşağına kadar gelip bisikletleri kamyondan indiriyoruz.
Lastikçi önce elektrikli bir şeyle güzel bir zımpara yapıyor. Sonra da yeşil değişik bir yapışkan sürüp bekliyor. “Bu sizi baya idare eder” diyor. “Cok da önemli değil bisikletçi bulana kadar idare etse yeter” diyoruz. Ardeşen’deki bisikletçiyi sora sora buluyoruz ancak bugün Pazar olduğu için bisikletçinin kapalı olduğunu görünce “aman yaa” diyorum yeniden.
Ne gündü yahu aksilik aksilik üstüne. Allah sonumuzu hayretsin inşallah. Bir gün daha burada kalmanın anlamı yok arkadaşlarımızı ziyaret edeceksek haydi yola çıkalım deyip otogarın yolunu tutuyoruz. Ha turumuz bitti bitmesine ama hazır Doğu Karadeniz’deyken dostlarımızı da ziyaret edip öyle Ankara’ya dönelim diyoruz. Önce Giresun’a gidip Murat’ı sonra da Ordu’ya gidip Emre’yi ziyaret edeceğiz. Madem ki vaktimiz var deyip yol kenarındaki büyük lokantalardan birine oturuyoruz. Neyse ki dertler bitti, başımıza yenilerini açmadan biz artık otobüsümüze binelim diyerek otogara gidiyoruz.
Eveeeet turumuzun 9. ve sonuncu gününde yine birlikteydik. Maalesef bitti ama merak etmeyin illa ki yenileri olacak ve sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz. Başından beri bizi takip eden, yazıları okuyan, sabırla yenilerinin yayınlanmasını bekleyen herkese teşekkürler. Bir sonraki turda görüşene kadar hoşça kalın, dostça kalın efeeem.
Tur Bilgileri
1 Ağustos 2010 Pazar
Sal Yaylası - Şenyuva - Ardeşen
Toplam Yol: 40 km
Otlama hız: Aman ne bilelim? Bu sefer yürüdük, bindik, otostop çektik hepsi karıştı.
Merhaba Sevgili Bisiklet Severler,
Maceraya kaldığımız yerden devam ediyoruz ya da bitiriyoruz desek daha doğru olacak. Evet biliyorum üzücü bir durum, biz de bitmesin hiç bu rüya diyenleriz ama her güzel şey gibi turumuz da maalesef bitiyor.
Nasıl olsa acelemiz yok diye güzelce uyuyalım dedik. Tamam sabah 6’da kalkmadık ama öyle öğlene kadar da uyuyamadık. Güneşin sıcaklığını hissettirmeye başladığı anda çadırın içi adeta hamam gibi oluyor. “Ayh anam vay” diyerek fermuarı araladım ve kendimi tulumla beraber dışarı zor attım. Ohhh mis gibi havayı alınca kendime geldim. “Şimdi kalk elini yüzünü yıka, lensini tak, saçını topla, üstünü giyin” deyince iç ses amaaaan diyerek tekrar içeri girdim ama tabi bu fazla uzun sürmedi.
Hani o en son kazık yediğimiz kahvaltı vardı ya iyiki artan ekmekleri yanımıza almışız. Bugün kendimizi cezalandırıyoruz, öyle kahvaltıya falan para vermek yok. Çantalarda ne varsa onu yiyeceğiz. Ancak şöyle bir sorunumuz var ki gölge yok. 2000 metrelerde güneşe bu kadar yaklaşmışken insanın en çok ihtiyacı olan şeylerden biri gölge bir yer. Yoksa o kahvaltı keyfi eziyete dönüyor. Çamların arasına girecek yer yok girsek de gölge yok. Öyleydi böyeydi derken en son çadırı söküp pollerinden kaldırıyoruz. Arkasında kalan daracık gölgeye sığmaya çalışarak kahvaltımızı tamamlıyoruz. Hak vereceğiniz gibi öyle uzun uzun keyfini çıkaracak bir pozisyonda değiliz.
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040146.jpg
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040147.jpg
En kısa şekilde karnımızı doyurup iki gündür sökülü olan bagajlarımızı toplayıp bisikletlere yerleştiriyoruz. Şimdi yola çıkma zamanı. İnanılmaz berrak ve güzel bir gün. İs yok sis yok. Hemen aklıma kask kameramı bağlamak geliyor ve takıyorum tepeme. “Serkan sen önden git de seni çekeyim” diyorum. Serkan yükünün ağırlığıyla haklı olarak çok temkinli ve yavaş gidiyor. Arada sırada çekim yapıyorum bazen sıkılıp basıp gidiyorum sonra aşağıda onun gelmesini bekliyorum derken birbirimizden kopmamaya çalışıyoruz.
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040153.jpg
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040150.jpg
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040151.jpg
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040152.jpg
İki foto molası iki video molası derken bir anda “fııııs” diye bir ses geliyor ön tekerimden. “Aman yaa” diyorum oldu mu şimdi? Ne güzel keyifli keyifli gidiyorduk. Serkan ile birlikte ön tekeri çıkarıp bakıyoruz. Hımmm lastik fena yerden gitmiş. Tam sibobun dibinden yırtılmış. “Tüh be slimelı lastikti bir de. Demek kapatamadı yarığı” diyerek yedek lastiği hazırlıyorum. Bu arada jantlarım alev alev yanıyor. Hani hep derler ya mtb kullanacaksan disc fren olacak. Biz turcular da karşı çıkarız v-break olacak bakımı, tamiri kolay olacak diye. İşte hayatımda ilk defa bu yayladan inerken disc frenin eksikliğini hissediyorum. Şimdiye kadar Karadeniz’de gördüğüm en kötü yayla yolu Pokut’unki. 11km boyunca çok dik bozuk bir yolu tırmanıyorsunuz. “Neyse bundan sonra daha yavaş ve dikkatli git” diyor Serkan. Arkadaşlarım yokuş aşağı yüklü bile olsam hızlı gitmeyi ne kadar sevdiğimi bilirler. Ancak bu söz dinlenmeyecek bir zaman değil. Eğer bir kez daha olursa başka yedek lastiğimiz yok. Aslına bakarsanız vardı. Ama iki gün önce domuzlar gelmesin diye nemli kütükleri yakmaya çalışırken yamacanak olan lastiğin birini yakmak zorunda kalmıştık. O yüzden elde var sıfır.
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040159.jpg
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040160.jpg
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040158.jpg
Geçiyorum öne, Serkan arada yavaşlamamı söylüyor. Tam o sırada sağ tarafımdan vahşi bir hayvanın boğuşma, bağrışma sesleri geliyor. Sanki Tazmanya canavarı yanıbaşımda. Kafamı çevirip bakıyorum ama sarmaşıklardan hiçbir şey görünmüyor. Umarım Serkan bu sesi duymaz diyerek içimden geçiriyorum. Aramızda yaklaşık 15 m mesafe var. Sol tarafım uçurum ve 30m ötemde de çok keskin bir viraj bizi bekliyor. Serkan’ın sesi duymasıyla beraber nabzı yükseldi ve bana bağırmaya başladı. “Bas hacım bas bas baaaaaas.” “Serkan su sesidir o, hava yapmıştır” dedim. “Ne suyu ya bildiğin canavar, dikkatli hızlan” demesiyle biz bir hızlandık bir hızlandık. İlerideki viraja gelince mecbur yavaşlamak zorunda kaldık. Virajı döndükten sonra biraz ileride yavaşlayıp durduk. “Duydun mu, ben seni duymasın diye gürültü de yaptım” dedim. “Yahu o nasil bir sesti öyle, nasıl bir hayvan anlamadım ki.” “Bence İso buraya saklanmış bize şaka yapıyordu” dedim. Tanıyanlar bilir İso’nun da ona yakın sesler çıkarabildiğini hahah. ) Endişenin yerini gülme aldı.
Gidiyorum otla, böcekle, kamerayla oynarken zaman geçiyor bu sayede jantları soğutuyorum. Buna rağmen en son duymak istediğim o ses ikinci kez kulaklarımda yankılanıyor “fısssss”. “Aman ya kahretsin” deyip bisikleti kenara atıyorum. O kadar da dikkat ettim beklettim al işte yine gitti. Serkan “tamam hacım sakin ol, hele bi bakalım belki başka yerden gitmiştir” diyor. Ama maalesef yine aynı yerden patlamış. Siz siz olun ince siboplu jantı matkapla deldirip araba siboba çevirttiğinizde; bir zımparalama işini dikkatlice kendiniz yapın, iki deliği biraz geniş açın. Yoksa düzgün açılmayan deliğin etrafındaki çapaklar jant ısınıp genleştiğinde lastiği böyle parçalıyor. Biz şimdi yeni çözümler üretmek zorundayız. Serkan sibop etrafını zımparalarken ben de yamada siboba göre bir delik açıyorum. Başka şansımız yok. Elimizden gelenin en iyisini yapıp dua etmekten başka şansımız yok.
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040162.jpg
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040161.jpg
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040163.jpg
Hadi inşallah maşallah ile bir iki kilometre idare ediyor. Ama yine o iğrenç ses geliyor. Bir köyde durup mola veriyoruz. Köy dediysem Karadeniz köyleri işte. İki-üç ev bir araya geldiyse ona köy diyebilirsiniz. Yanımızdaki vişneli tangi çıkarıp mataraya döküyoruz üstüne de buz gibi bir su. Manzara o kadar muhteşem ki hani şu mesele aklımıza takılmasa şimdi semaverde çay hayal ederdik. Kuru kayısılar resmen boğazıma takılıyor. Kaşlarım çatık, mutsuz ve umutsuzum. Çünkü yardım isteyebileceğimiz bir tane bile araç yok. “Hacım sen benim bisikleti al bin, ben de seninikini aşağı kadar getiriyim” diyor Serkan. “Yok ya ben zaten seninkini kullanamam. Sen bin yavaş yavaş git ben de yürtüyerek gelirim” diyorum. Bisiklet yanımda yokuş aşağı frenleri sıkarak başlıyorum yürümeye. Yaklaşık 3km beton yola kadar yürüyorum. Kollarım da bacaklarım da ağrıyor.
Yüzümüz pek gülmüyor işte o anların videosu.
Şenyuva’ya indiğimizde çardakta oturup hem biraz dinlenelim hem de sabahtan beri eksikliğini hissettiğimiz çaylarımızı içelim diyoruz. Arkama yaslanıp kollarımı yana açarak dirseğimi tahtaya koyuyorum ki o da nesi? İnanılmaz bir yanma hissi! Kolumu kaldırmamla altından kalkan arıyı görmem bir oluyor. “Yahu niye hep aksilikler beni buluyor? Al işte bi de arı soktu durduk yerde, yanıyor alev alev” diyorum. Çardakta bizden başkaları da var. Sorular, cevaplar, tur, muhabbet derken zaman geçiyor. Halen üstesinden gelmemiz gereken bir lastik var bir yandan da çözüm üretmeye çalışıyoruz. Bu sefer öyle dahiyane bir fikir bulamadık. Evet açıklıyorum. Benim ön tekeri çıkarıp Serkan’ın bisiklete taktık hahahah ) Yok mok desem de defalarca hayır desem de “sen hızlı gidiyorsun düşersin, onu bana ver ben yavaş yavaş hava basa basa giderim” diyor canım kankam.
http://i961.photobucket.com/albums/ae94/Kevss/Turkiye/Rize2010/P1040165.jpg
Az gittik uz gittik hep düz hep yokuş aşağı gittik. Bu ne sabır bu ne azimdir arkadaş! Her 15 dk’da bir hava basarak Serkan yol aldı. Ben hayatımda bu kadar sabırlı bir insan görmedim. En son 5. kez şişirdiğinde “yeter artık ama yaa vallaha küfredicegim” dedi. Ben de “bu mu yani bu mu bütün tepkin” dedim. Ben olsam pompayı da bisikleti de çoktan fırlatmıştım. Adamdaki sabır beni bir kez daha şaşırttı. En son bu böyle olmayacak dedik, bisikletleri kenara çektip otostop çekmek için elleri kaldırdık. Bu arada geldiğimiz nokta Çamlıhemşin kavşağından 3-4 km ileride. Aslına bakarsanız baya da yol geldik. O kadar pikapa otostop çektik ama hiçbiri durmadı. Kimisi dolu kimisi boş. Nihayet yardımımıza yine bir kamyoncu yetişti.
-Selamünaleyküm abi!
-Aleykümselam.
-Benim lastiğim patladı, yedek de yok. Bizi bi lastikçiye bırakır mısın?
-Tamam yükleyin. Hemen ışıkların orada bi lastikçi var. Sizi orada bırakıyım ben.
Kamyonun kapaklarını açtık, kocaman bir kablo rulosu var. Sanırım büyük elektrik kablolarından. Bisikletleri zar zor kenarlara sığdırıyoruz. Hoplaya zıplaya Ardeşen yolu kavşağına kadar gelip bisikletleri kamyondan indiriyoruz.
Lastikçi önce elektrikli bir şeyle güzel bir zımpara yapıyor. Sonra da yeşil değişik bir yapışkan sürüp bekliyor. “Bu sizi baya idare eder” diyor. “Cok da önemli değil bisikletçi bulana kadar idare etse yeter” diyoruz. Ardeşen’deki bisikletçiyi sora sora buluyoruz ancak bugün Pazar olduğu için bisikletçinin kapalı olduğunu görünce “aman yaa” diyorum yeniden.
Ne gündü yahu aksilik aksilik üstüne. Allah sonumuzu hayretsin inşallah. Bir gün daha burada kalmanın anlamı yok arkadaşlarımızı ziyaret edeceksek haydi yola çıkalım deyip otogarın yolunu tutuyoruz. Ha turumuz bitti bitmesine ama hazır Doğu Karadeniz’deyken dostlarımızı da ziyaret edip öyle Ankara’ya dönelim diyoruz. Önce Giresun’a gidip Murat’ı sonra da Ordu’ya gidip Emre’yi ziyaret edeceğiz. Madem ki vaktimiz var deyip yol kenarındaki büyük lokantalardan birine oturuyoruz. Neyse ki dertler bitti, başımıza yenilerini açmadan biz artık otobüsümüze binelim diyerek otogara gidiyoruz.
Eveeeet turumuzun 9. ve sonuncu gününde yine birlikteydik. Maalesef bitti ama merak etmeyin illa ki yenileri olacak ve sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz. Başından beri bizi takip eden, yazıları okuyan, sabırla yenilerinin yayınlanmasını bekleyen herkese teşekkürler. Bir sonraki turda görüşene kadar hoşça kalın, dostça kalın efeeem.
Tur Bilgileri
1 Ağustos 2010 Pazar
Sal Yaylası - Şenyuva - Ardeşen
Toplam Yol: 40 km
Otlama hız: Aman ne bilelim? Bu sefer yürüdük, bindik, otostop çektik hepsi karıştı.