ulas
Forum Bağımlısı
- Kayıt
- 5 Mayıs 2006
- Mesaj
- 3.954
- Tepki
- 9.588
- Şehir
- İstanbul
- Bisiklet
- Geotech
Bisikletli Kadının İstanbul Macerası..
Bu yazı kaçmaz..
Peki biri İtalya’dan gelip Gebze’de Azrailliyle karşılaşan, değeri Danimarka’dan kalkıp Yozgat’ta tecavüz ve gaspa uğrayan yine de canını kurtardığı için diğerine göre şanslı sayılabilecek olan iki kadının başlarına gelen felaketten kurtulma şansları olabilir miydi? Felaketi engelleyebilmek için ne yapmalı, neyi asla yapmamalıydılar?
Genelleyecek olursak, Türkiye’de yalnız başına dolaşan genç ve güzel bir kadın nelere dikkat etmeli?
Soruyu bir de bizim tarafımızdan soralım. Ülkemize gelen yalnız ve güzel bir kadın hangi hareketiyle bize ne anlatmak istemektedir? Onun davranışlarını nasıl yorumlamalıyız?
İşte tüm bu soruların yanıtlarını bulmak için tıpkı Pippa Bacca gibi bir oyuncu olan ve aynı zamanda mankenlik de yapan Senem Selçuk’la birlikte İstanbul’un caddelerini, sokaklarını, meydanlarını dolaştık. İşte bisikletiyle İstanbul’u gezen yalnız ve güzel bir kadının yaşadıkları.
Oyuncu-manken Senem Selçuk, ulaşım aracı olarak bisikleti seçtiği için buna uygun rahat kıyafetler giymişti. Yani kıyafeti onu bisiklet üstünde rahat ettirecek bir sporcu taytı, kolsuz bir tişort ve sandaletten ibaretti. Ancak daha yola çıkar çıkmaz bu kıyafetin çok dikkat çekici hatta kışkırtıcı olduğunu fark etti. Genç oyuncuyu gören hemen bütün erkekler onu şöyle bir baştan ayağa süzmeden edemiyordu.
Taksicinin gerçek niyeti neydi?
Senem bisikletiyle bir süre yol aldıktan sonra yol kenarında durup çantasındaki suyu çıkardı. Hava o kadar sıcaktı ki, daha bir saat önce buz gibi olan su ısınmış, ılık komposto kıvamına gelmişti. Bu sırada yanına yaklaşan genç bir tinerci ondan para istedi. Senem Türkçe bilmeyen bir turist rolü oynadığı için tinercinin ne dediğini anlamamış gibi görünüyordu. Tinercinin de bu sıcakta onunla çok da fazla uğraşmaya niyeti yoktu, elindeki su şişesini kapıp oradan uzaklaştı. Senem kaçan çocuğun ardından bakarken olayı gören bir taksici genç kızın yanında ani bir frenle durdu. Ona yüzünde sevecen bir ifadeyle elindeki buz gibi soğutulmuş su şişesini uzatıyordu. Sıcaktan ve az önce yaşadığı olaydan dili damağı kurumuş olan Senem taksicinin uzattığı suyu İngilizce olarak teşekkür ederek aldı. İngilizceden çat pat anlayan taksici kızın yüzündeki tebessümden cesaret alarak hemen atağa geçti ve ona nereye gitmek istediğini sordu ve taksisiyle bırakabileceğini söyledi. Su için bir kez daha teşekkür eden Senem, taksiye ihtiyacı olmadığını, istediği yere bisikletiyle gidebileceğini anlattı. Senem’in kendisine uzun uzun izahat vermesi üzerine cesareti bir kat daha artan taksici bu defa ısrara başladı. “Lütfen seni gitmek istediğin yere götürmeme izin ver. Bisikletini de bagaja atarız. Bu sıcakta buram buram terlemene gönlüm razı gelmedi..” Taksicinin ısrarının nereye varacağını tahmin eden Senem, ona kararlı bir şekilde bir kez daha teşekkür ettikten sonra daha fazla konuşmasına fırsat vermeden bisikletini taksinin kendisini takip edemeyeceği yaya yoluna doğru sürdü.
Önce fotoğraf, sonra yemek, sonra da ev
Pedallara hızlı hızlı basıp yapışkan taksiciden uzaklaşan Senem bir süre sonra yaya trafiği iyice artınca bisikletinden inmek zorunda kaldı.Yürürken pek çok kişi onu adeta gözleriyle yiyiyordu. Bazıları ise gözünü iyice karartıp sanki yabancı ülkeden gelmiş çok önemli bir kişiymiş gibi onunla fotoğraf çektirmek istiyordu. Senem birlikte fotoğraf çektirmek isteyenleri kırmıyordu ama bu fotoğraf çektirme işinin bir de ikinci adımı vardı ki bunu Senem’in tek başına karşılaması mümkün değildi. Çünkü fotoğraf çektiren herkes birazcık muhabbetten sonra gülümsemesinden cesaret alıp hemen Senem’i yemeğe davet ediyordu. Zaten yemeğe gitse ondan sonra hangi teklifin geleceği de malum. Hatta bazıları iyice sabırsız davranıp yemekten sonraki aşamayı da bir çırpıda söyleyiveriyordu:
“Önce güzel bir yemek yeriz sonra da bizim eve gideriz. Ben orada sana hem İstanbul’u anlatırım hem de Türk misafirperverliğinden örnekler sergilerim”.
Senem, “ne gibi örnekler” diye sormaya cesaret edemese de karşı tarafın ne demek istediğini gözlerindeki ifadeden açık seçik anlıyordu. Yani Senem’in her yemek davetini bir başına kabul etmesi imkansızdı. Bunu yapsa yemek yiye yiye bir hafta içinde yirmi otuz kilo alması işten bile değildi. Bu durumda da bisiklete binemezdi. Senem yemek davetlerinin hepsini kibarca reddediyor ve daveti yapan misafirperverin yanından uzaklaşıyordu.
Genç kadına genelev uyarısı
İstanbul’daki gezisi sırasında Senem’e gerçekten iyi niyetle yardımcı olanlar da çıkmadı değil. Mesela bir alt geçidin merdivenlerinden bisikletini çıkarmasına yardım edenlere ya da harita üzerinden sorduğu bir adresi adam gibi tarif etmeye çalışanlara da rastladı Senem İstanbul’da.
Senem’e yardımcı olma konusunda ihtiyatı iyice abartıp acaip uyarılarda bulunanlar bile oluyordu. Mesela Sirkeci’den Galata Kulesi’ni gösterip, oraya nasıl gidebileceğini sorduğu bir genç Senem’i oraya giderken yolu çok iyi seçmesi için uzun uzun uyardı. Delikanlı Galata Kulesi’nin yolunu tarif ederken, “Oraya birkaç yoldan gidebilirsin, hepsi de dik yokuşlardır. Ama bu yokuşlardan birini asla tercih etmemelisin” diyordu. Senem yollardan birini neden tercih etmemesi gerektiğini ısrarla sormasına rağmen bu soruya doyurucu bir yanıt alamıyordu bir türlü. Delikanlı, “Girişinde Zürafa Sokağı yazan yola sakın sapma” diyor başka da bir şey demiyordu. Kısacası delikanlının terbiyesi, “Galata Kulesi’ne çıkacağım derken yanlışlıkla genelevin yoluna sapma, orada başına ne gelir bilinmez” demeye yetmiyordu ama turist sandığı Senem’i genelevin sokağına sapmaması için usturuplu bir şekilde uyarmaktan da kendini alamıyordu. Nedenini tam olarak anlamasa da uyarılardan gözü korkan Senem ne olur ne olmaz yanlışlıkla adamın girme dediği yola girer de başıma iş alırım diye düşünüp Galata Kulesi’ne gitmekten vazgeçti.
Konuksever Mısırcı
“Galata Kulesi’ne gidemedim bari Yeni Cami’nin gölgesinde biraz serinleyeyim” diye düşünen Senem’e burada Eminönü’nün güvercinleri, “hoş geldin” diyordu. Ama güvercinlerin ondan bir bardak buğdaydan başka hiçbir istekleri yoktu. Sadece sevabına bir bardak buğday. Hayvanseverlerin yerlere saçtığı buğdayları iştahla yiyen güvercinleri seyre dalan Senem, uzun süredir bisiklet üstünde olduğunu ve saatlerdir ağzına bir lokma yiyecek koymadığını hatırladı. Ve bunu hatırlamasıyla birlikte müthiş bir açlık hissetti. Açlığımı nasıl yatıştırırım diye şöyle bir etrafına baktığında gözüne ilk olarak yoldan geçmekte olan mısırcı takıldı. Hemen kalkıp ona doğru yöneldi. Mısırcı da onun geldiğini fark etmişti. Bir şey satın almak isteyen her turistin yaptığı gibi Senem’in ilk işi de mısırın fiyatını sormak oldu. Turist kılığında İstanbul’u dolaşan güzel oyuncunun “How much” sorusunu, “One Turkish Lira” yani bir lira diye yanıtlayan mısırcı Senem’e kazanın içinden seçtiği en sütlü mısırı uzatırken bir yandan da “hediye hediye” diyordu. Senem mısırı teşekkür ederek aldı ama bu hediyenin karşılığında mısırcının kendisinden ne isteyeceğini de merak ediyordu. Mısırcı, “afiyet olsun” deyip arabasını sürmeye başlayınca Senem adamın arkasından bakakaldı. Çünkü o yaşadığı deneyimden mısırcının kendisine bedava mısır vermesinin karşılığında mutlaka bir şeyler isteyeceğini tahmin etmişti. Ama mısırcı onu yanılttı. Galiba adam gerçekten sadece misafirperverlik olsun diye bedava vermişti mısırı. Çok da güzeldi ama karnını doyurmaya yetmemişti bu mısır Senem’in. Çünkü sabahtan beri bir yandan pedal çeviriyor bir yandan da durduğu her yerde çevresini sarıp sarmalayan ilgi çemberinden kurtulabilmek için çaba harcıyordu. Yani harcadığı enerjiyi, yaktığı kaloriyi bir mısırla karşılayamazdı. Acaba ne yesem diye düşünürken yolun karşısında, deniz kenarında, “balık ekmek balık ekmek” diye bağıran orta yaşlı balıkçının sesini duydu. Aynı anda tavada kızaran mis gibi balığın kokusu da burnuna kadar gelmişti. Hemen o tarafa doğru yöneldi.
Balıkçının İlginç Teklifi
Senem balık tezgahının önüne geldiğinde adam hala bağırmaya devam ediyordu:
“Balık ekmek balık ekmek.. Taze taze.. Zihni açar bunlar.. Adamı akıl küpü yapar..”
Tezgaha yaklaşan Senem, müşteri çekmek için bağırmaya devam eden ve kendisinin geldiğini fark etmeyen balıkçıya balık ekmeğin fiyatını sordu. Bisikletli genç kadını bir anda karşısında gören balıkçı susmuştu. Dili tutulmuş gibiydi. Güzel, yabancı, genç bir kadın karşısına geçmiş yüzüne gülümseyerek ona bir soru soruyordu. Kadının ne sorduğu hiç önemli değildi. Önemli olan onunla diyaloga girmiş olmasıydı. Senem gülümseyerek sorusunun yanıtını bekleyedursun balıkçı da ilk anın şokundan yavaş yavaş sıyrılmaya başlamıştı. Oyuncu-manken Senem’i şöyle bir süzdükten sonra, “Af buyur ne sormuştunuz” diyebildi. Senem bu defa çat pat Türkçe bilen bir turisti oynuyordu, eliyle kaç para işareti yaparak “Balik ekmek kaç para” diye az önce sorduğu soruyu tekrarladı. Balıkçı bu defa soruyu anlamıştı. Şimdi hızlı düşünüp ona güzel bir yanıt vermesi ve ayağına kadar gelmiş bir kısmet, oltaya takılmış bir balık olarak gördüğü bu güzel yabancıyı bir an önce ve de ürkütmeden eve atması gerekiyordu. Balıkçı bunları düşünürken kız gözlerinin içine hala gülümseyerek bakıyor ve sorduğu sorunun yanıtını bekliyordu. Karşısına geçip yüzüne gülümseyen bu genç ve güzel kadın balıkçıya işi gücü unutturmuştu. Ama bisikletli kadının karşısında böyle dut yemiş bülbül gibi durmaya devam ederse balık oltaya takılmadan kaçabilirdi. Onun için aklına ilk gelen sözler ağzından dökülmeye başladı ve balıkçı ile Senem arasında şu ilginç diyalog yaşandı:
• Bu balık sana gelmez güzelim.
• Neden?
• Bunlar ithal uskumru.. Norveç’ten geliyor bunlar.
• Ama ben Norveç’i çok severim.
• Norveç’i seversin de bu balık be ablacığım. Bizim Marmara’nın Karadeniz’in balığına hiç biri ulaşamaz.
• Marmara balık?
• Marmara balık ya.. Sen mevsiminde bir uskumru bir lüfer yiyecek ki..
• Ama benim karın çok aç. Şimdi yemek istiyor.
Konuşma tam da balıkçının istediği gibi gidiyordu. Şöyle bir etrafa göz attı. Tezgahın arkasındaki gençlerden birine ben gidiyorum birazdan gelirim manasına gelecek bir işaret çaktı, Senem’in koluna girerken, “Gel ben seni eve götüreyim, kıştan dipfirize atmıştım şahane lüfer var.” Gerçekten turist olsa belki de balıkçının kendisini iyilik olsun diye evine davet ettiğini düşünebilirdi ama Senem onun teklifinin altında neler olduğunu anlamıştı. Çünkü o, ne de olsa bir Türk kızıydı ve bir Türk erkeğinin balık malık derken neyi kastettiğini anlayabilecek yaştaydı. Anladığı bir şey de bu muhabbeti daha fazla uzatmanın tehlikeye davetiye anlamına geleceğiydi. Balıkçının elinden sıyrılıp yine bisikletine atladı ve oradan hızla uzaklaştı.
Yolculuğun Sonu
Karnını balık ekmekle doyurmaktan vazgeçen Senem açlığını karşısına çıkan ilk hamburgercide bastırdıktan sonra yine yola koyuldu. Yayaların yoğun olduğu bir alandan geçerken yine bisikletinden inip yürümek zorunda kaldı. Bu sırada fotoğraf meraklısı bir genç Senem’e fark ettirmeden fotoğraflarını çekmeye başladı. Ama genç adam fotoğraf makinesinin objektifini sürekli aynı noktaya yöneltiyordu. Bisikletli kızın kıyafeti ilgisini çekmiş olmalıydı. Senem üzerine yönelen bu zarsız ilgiyi fark etmeden yoluna devam ederken, fotoğraf meraklısı gencin kızın peşinde olduğunu gören iki adam aralarında şöyle konuşuyordu:
• Böyle giyinilir mi kardeşim. Burası Türkiye. Adama ne yaparlar..
• Sen sırf fotoğrafını çektiklerine dua et.. Issız bir yerde olsa sırf fotoğraf vermekle kurtulamazsın ya..
• Baksana yüzünden de gülücük eksik olmuyor. Gelene geçene gülüp duruyor.
• Üstelik her laf atanla da konuşmaya çalışıyor.
• Bunlar hiç gazete okumuyorlar mı ya? Yalnız kadınların başına neler geldiğini bilmiyorlar mı?
Bisikletli yalnız turist kadın rolünde İstanbul’u dolaşan oyuncu manken Senem Selçuk’un ardından iki vatandaşın yaptığı bu konuşma aslında durumu çok iyi özetliyordu. Bu konuşmada Türkiye’de yalnız başına dolaşmak isteyen genç ve güzel bir kadının nelere dikkat etmesi gerektiğine dair bütün şifreler mevcut. Birincisi dolaşmaya başlarken Türk erkeklerinin nefsini uyandıracak kıyafetler giymekten kaçınılacak. İkincisi ıssız, tenha yerlere girilmeyecek, üçüncüsü sevimli olma gayretiyle herkese gülücük dağıtılmayacak ve dördüncüsü her önüne gelenle diyaloga girilmeyecek.
Bu yazı dizisinden Türk erkekleri olarak bizim çıkarmamız gereken ders ise şu; ülkemize gelen turist kadınların rahat davranışlarına hemen farklı anlamlar yüklemememiz gerekir. Çünkü onlar farklı kültürlerin insanları. Mesela bazı kültürlerde erkeğin gözünün içine bakarak gülümsemek ille de “senden hoşlandım” demek anlamına gelmeyebiliyor. Bir kadınla erkeğin girdiği her muhabbet de flört başlangıcı anlamına gelmiyor. Bu tür davranışlar günümüzde ülkemizdeki gençler arasında da görülebilmekte. Sözün kısası bizler Türk erkekleri olarak yüzümüze her gülen kadının bizden hoşlandığı anlamını çıkarmamalı. Bir kadınla erkek arasında yardım amaçlı ya da dostça geçen her konuşmayı flört yani sevgili olmanın başlangıcı olarak görmemeliyiz.
Bu yazı kaçmaz..
Peki biri İtalya’dan gelip Gebze’de Azrailliyle karşılaşan, değeri Danimarka’dan kalkıp Yozgat’ta tecavüz ve gaspa uğrayan yine de canını kurtardığı için diğerine göre şanslı sayılabilecek olan iki kadının başlarına gelen felaketten kurtulma şansları olabilir miydi? Felaketi engelleyebilmek için ne yapmalı, neyi asla yapmamalıydılar?
Genelleyecek olursak, Türkiye’de yalnız başına dolaşan genç ve güzel bir kadın nelere dikkat etmeli?
Soruyu bir de bizim tarafımızdan soralım. Ülkemize gelen yalnız ve güzel bir kadın hangi hareketiyle bize ne anlatmak istemektedir? Onun davranışlarını nasıl yorumlamalıyız?
İşte tüm bu soruların yanıtlarını bulmak için tıpkı Pippa Bacca gibi bir oyuncu olan ve aynı zamanda mankenlik de yapan Senem Selçuk’la birlikte İstanbul’un caddelerini, sokaklarını, meydanlarını dolaştık. İşte bisikletiyle İstanbul’u gezen yalnız ve güzel bir kadının yaşadıkları.
Oyuncu-manken Senem Selçuk, ulaşım aracı olarak bisikleti seçtiği için buna uygun rahat kıyafetler giymişti. Yani kıyafeti onu bisiklet üstünde rahat ettirecek bir sporcu taytı, kolsuz bir tişort ve sandaletten ibaretti. Ancak daha yola çıkar çıkmaz bu kıyafetin çok dikkat çekici hatta kışkırtıcı olduğunu fark etti. Genç oyuncuyu gören hemen bütün erkekler onu şöyle bir baştan ayağa süzmeden edemiyordu.
Taksicinin gerçek niyeti neydi?
Senem bisikletiyle bir süre yol aldıktan sonra yol kenarında durup çantasındaki suyu çıkardı. Hava o kadar sıcaktı ki, daha bir saat önce buz gibi olan su ısınmış, ılık komposto kıvamına gelmişti. Bu sırada yanına yaklaşan genç bir tinerci ondan para istedi. Senem Türkçe bilmeyen bir turist rolü oynadığı için tinercinin ne dediğini anlamamış gibi görünüyordu. Tinercinin de bu sıcakta onunla çok da fazla uğraşmaya niyeti yoktu, elindeki su şişesini kapıp oradan uzaklaştı. Senem kaçan çocuğun ardından bakarken olayı gören bir taksici genç kızın yanında ani bir frenle durdu. Ona yüzünde sevecen bir ifadeyle elindeki buz gibi soğutulmuş su şişesini uzatıyordu. Sıcaktan ve az önce yaşadığı olaydan dili damağı kurumuş olan Senem taksicinin uzattığı suyu İngilizce olarak teşekkür ederek aldı. İngilizceden çat pat anlayan taksici kızın yüzündeki tebessümden cesaret alarak hemen atağa geçti ve ona nereye gitmek istediğini sordu ve taksisiyle bırakabileceğini söyledi. Su için bir kez daha teşekkür eden Senem, taksiye ihtiyacı olmadığını, istediği yere bisikletiyle gidebileceğini anlattı. Senem’in kendisine uzun uzun izahat vermesi üzerine cesareti bir kat daha artan taksici bu defa ısrara başladı. “Lütfen seni gitmek istediğin yere götürmeme izin ver. Bisikletini de bagaja atarız. Bu sıcakta buram buram terlemene gönlüm razı gelmedi..” Taksicinin ısrarının nereye varacağını tahmin eden Senem, ona kararlı bir şekilde bir kez daha teşekkür ettikten sonra daha fazla konuşmasına fırsat vermeden bisikletini taksinin kendisini takip edemeyeceği yaya yoluna doğru sürdü.
Önce fotoğraf, sonra yemek, sonra da ev
Pedallara hızlı hızlı basıp yapışkan taksiciden uzaklaşan Senem bir süre sonra yaya trafiği iyice artınca bisikletinden inmek zorunda kaldı.Yürürken pek çok kişi onu adeta gözleriyle yiyiyordu. Bazıları ise gözünü iyice karartıp sanki yabancı ülkeden gelmiş çok önemli bir kişiymiş gibi onunla fotoğraf çektirmek istiyordu. Senem birlikte fotoğraf çektirmek isteyenleri kırmıyordu ama bu fotoğraf çektirme işinin bir de ikinci adımı vardı ki bunu Senem’in tek başına karşılaması mümkün değildi. Çünkü fotoğraf çektiren herkes birazcık muhabbetten sonra gülümsemesinden cesaret alıp hemen Senem’i yemeğe davet ediyordu. Zaten yemeğe gitse ondan sonra hangi teklifin geleceği de malum. Hatta bazıları iyice sabırsız davranıp yemekten sonraki aşamayı da bir çırpıda söyleyiveriyordu:
“Önce güzel bir yemek yeriz sonra da bizim eve gideriz. Ben orada sana hem İstanbul’u anlatırım hem de Türk misafirperverliğinden örnekler sergilerim”.
Senem, “ne gibi örnekler” diye sormaya cesaret edemese de karşı tarafın ne demek istediğini gözlerindeki ifadeden açık seçik anlıyordu. Yani Senem’in her yemek davetini bir başına kabul etmesi imkansızdı. Bunu yapsa yemek yiye yiye bir hafta içinde yirmi otuz kilo alması işten bile değildi. Bu durumda da bisiklete binemezdi. Senem yemek davetlerinin hepsini kibarca reddediyor ve daveti yapan misafirperverin yanından uzaklaşıyordu.
Genç kadına genelev uyarısı
İstanbul’daki gezisi sırasında Senem’e gerçekten iyi niyetle yardımcı olanlar da çıkmadı değil. Mesela bir alt geçidin merdivenlerinden bisikletini çıkarmasına yardım edenlere ya da harita üzerinden sorduğu bir adresi adam gibi tarif etmeye çalışanlara da rastladı Senem İstanbul’da.
Senem’e yardımcı olma konusunda ihtiyatı iyice abartıp acaip uyarılarda bulunanlar bile oluyordu. Mesela Sirkeci’den Galata Kulesi’ni gösterip, oraya nasıl gidebileceğini sorduğu bir genç Senem’i oraya giderken yolu çok iyi seçmesi için uzun uzun uyardı. Delikanlı Galata Kulesi’nin yolunu tarif ederken, “Oraya birkaç yoldan gidebilirsin, hepsi de dik yokuşlardır. Ama bu yokuşlardan birini asla tercih etmemelisin” diyordu. Senem yollardan birini neden tercih etmemesi gerektiğini ısrarla sormasına rağmen bu soruya doyurucu bir yanıt alamıyordu bir türlü. Delikanlı, “Girişinde Zürafa Sokağı yazan yola sakın sapma” diyor başka da bir şey demiyordu. Kısacası delikanlının terbiyesi, “Galata Kulesi’ne çıkacağım derken yanlışlıkla genelevin yoluna sapma, orada başına ne gelir bilinmez” demeye yetmiyordu ama turist sandığı Senem’i genelevin sokağına sapmaması için usturuplu bir şekilde uyarmaktan da kendini alamıyordu. Nedenini tam olarak anlamasa da uyarılardan gözü korkan Senem ne olur ne olmaz yanlışlıkla adamın girme dediği yola girer de başıma iş alırım diye düşünüp Galata Kulesi’ne gitmekten vazgeçti.
Konuksever Mısırcı
“Galata Kulesi’ne gidemedim bari Yeni Cami’nin gölgesinde biraz serinleyeyim” diye düşünen Senem’e burada Eminönü’nün güvercinleri, “hoş geldin” diyordu. Ama güvercinlerin ondan bir bardak buğdaydan başka hiçbir istekleri yoktu. Sadece sevabına bir bardak buğday. Hayvanseverlerin yerlere saçtığı buğdayları iştahla yiyen güvercinleri seyre dalan Senem, uzun süredir bisiklet üstünde olduğunu ve saatlerdir ağzına bir lokma yiyecek koymadığını hatırladı. Ve bunu hatırlamasıyla birlikte müthiş bir açlık hissetti. Açlığımı nasıl yatıştırırım diye şöyle bir etrafına baktığında gözüne ilk olarak yoldan geçmekte olan mısırcı takıldı. Hemen kalkıp ona doğru yöneldi. Mısırcı da onun geldiğini fark etmişti. Bir şey satın almak isteyen her turistin yaptığı gibi Senem’in ilk işi de mısırın fiyatını sormak oldu. Turist kılığında İstanbul’u dolaşan güzel oyuncunun “How much” sorusunu, “One Turkish Lira” yani bir lira diye yanıtlayan mısırcı Senem’e kazanın içinden seçtiği en sütlü mısırı uzatırken bir yandan da “hediye hediye” diyordu. Senem mısırı teşekkür ederek aldı ama bu hediyenin karşılığında mısırcının kendisinden ne isteyeceğini de merak ediyordu. Mısırcı, “afiyet olsun” deyip arabasını sürmeye başlayınca Senem adamın arkasından bakakaldı. Çünkü o yaşadığı deneyimden mısırcının kendisine bedava mısır vermesinin karşılığında mutlaka bir şeyler isteyeceğini tahmin etmişti. Ama mısırcı onu yanılttı. Galiba adam gerçekten sadece misafirperverlik olsun diye bedava vermişti mısırı. Çok da güzeldi ama karnını doyurmaya yetmemişti bu mısır Senem’in. Çünkü sabahtan beri bir yandan pedal çeviriyor bir yandan da durduğu her yerde çevresini sarıp sarmalayan ilgi çemberinden kurtulabilmek için çaba harcıyordu. Yani harcadığı enerjiyi, yaktığı kaloriyi bir mısırla karşılayamazdı. Acaba ne yesem diye düşünürken yolun karşısında, deniz kenarında, “balık ekmek balık ekmek” diye bağıran orta yaşlı balıkçının sesini duydu. Aynı anda tavada kızaran mis gibi balığın kokusu da burnuna kadar gelmişti. Hemen o tarafa doğru yöneldi.
Balıkçının İlginç Teklifi
Senem balık tezgahının önüne geldiğinde adam hala bağırmaya devam ediyordu:
“Balık ekmek balık ekmek.. Taze taze.. Zihni açar bunlar.. Adamı akıl küpü yapar..”
Tezgaha yaklaşan Senem, müşteri çekmek için bağırmaya devam eden ve kendisinin geldiğini fark etmeyen balıkçıya balık ekmeğin fiyatını sordu. Bisikletli genç kadını bir anda karşısında gören balıkçı susmuştu. Dili tutulmuş gibiydi. Güzel, yabancı, genç bir kadın karşısına geçmiş yüzüne gülümseyerek ona bir soru soruyordu. Kadının ne sorduğu hiç önemli değildi. Önemli olan onunla diyaloga girmiş olmasıydı. Senem gülümseyerek sorusunun yanıtını bekleyedursun balıkçı da ilk anın şokundan yavaş yavaş sıyrılmaya başlamıştı. Oyuncu-manken Senem’i şöyle bir süzdükten sonra, “Af buyur ne sormuştunuz” diyebildi. Senem bu defa çat pat Türkçe bilen bir turisti oynuyordu, eliyle kaç para işareti yaparak “Balik ekmek kaç para” diye az önce sorduğu soruyu tekrarladı. Balıkçı bu defa soruyu anlamıştı. Şimdi hızlı düşünüp ona güzel bir yanıt vermesi ve ayağına kadar gelmiş bir kısmet, oltaya takılmış bir balık olarak gördüğü bu güzel yabancıyı bir an önce ve de ürkütmeden eve atması gerekiyordu. Balıkçı bunları düşünürken kız gözlerinin içine hala gülümseyerek bakıyor ve sorduğu sorunun yanıtını bekliyordu. Karşısına geçip yüzüne gülümseyen bu genç ve güzel kadın balıkçıya işi gücü unutturmuştu. Ama bisikletli kadının karşısında böyle dut yemiş bülbül gibi durmaya devam ederse balık oltaya takılmadan kaçabilirdi. Onun için aklına ilk gelen sözler ağzından dökülmeye başladı ve balıkçı ile Senem arasında şu ilginç diyalog yaşandı:
• Bu balık sana gelmez güzelim.
• Neden?
• Bunlar ithal uskumru.. Norveç’ten geliyor bunlar.
• Ama ben Norveç’i çok severim.
• Norveç’i seversin de bu balık be ablacığım. Bizim Marmara’nın Karadeniz’in balığına hiç biri ulaşamaz.
• Marmara balık?
• Marmara balık ya.. Sen mevsiminde bir uskumru bir lüfer yiyecek ki..
• Ama benim karın çok aç. Şimdi yemek istiyor.
Konuşma tam da balıkçının istediği gibi gidiyordu. Şöyle bir etrafa göz attı. Tezgahın arkasındaki gençlerden birine ben gidiyorum birazdan gelirim manasına gelecek bir işaret çaktı, Senem’in koluna girerken, “Gel ben seni eve götüreyim, kıştan dipfirize atmıştım şahane lüfer var.” Gerçekten turist olsa belki de balıkçının kendisini iyilik olsun diye evine davet ettiğini düşünebilirdi ama Senem onun teklifinin altında neler olduğunu anlamıştı. Çünkü o, ne de olsa bir Türk kızıydı ve bir Türk erkeğinin balık malık derken neyi kastettiğini anlayabilecek yaştaydı. Anladığı bir şey de bu muhabbeti daha fazla uzatmanın tehlikeye davetiye anlamına geleceğiydi. Balıkçının elinden sıyrılıp yine bisikletine atladı ve oradan hızla uzaklaştı.
Yolculuğun Sonu
Karnını balık ekmekle doyurmaktan vazgeçen Senem açlığını karşısına çıkan ilk hamburgercide bastırdıktan sonra yine yola koyuldu. Yayaların yoğun olduğu bir alandan geçerken yine bisikletinden inip yürümek zorunda kaldı. Bu sırada fotoğraf meraklısı bir genç Senem’e fark ettirmeden fotoğraflarını çekmeye başladı. Ama genç adam fotoğraf makinesinin objektifini sürekli aynı noktaya yöneltiyordu. Bisikletli kızın kıyafeti ilgisini çekmiş olmalıydı. Senem üzerine yönelen bu zarsız ilgiyi fark etmeden yoluna devam ederken, fotoğraf meraklısı gencin kızın peşinde olduğunu gören iki adam aralarında şöyle konuşuyordu:
• Böyle giyinilir mi kardeşim. Burası Türkiye. Adama ne yaparlar..
• Sen sırf fotoğrafını çektiklerine dua et.. Issız bir yerde olsa sırf fotoğraf vermekle kurtulamazsın ya..
• Baksana yüzünden de gülücük eksik olmuyor. Gelene geçene gülüp duruyor.
• Üstelik her laf atanla da konuşmaya çalışıyor.
• Bunlar hiç gazete okumuyorlar mı ya? Yalnız kadınların başına neler geldiğini bilmiyorlar mı?
Bisikletli yalnız turist kadın rolünde İstanbul’u dolaşan oyuncu manken Senem Selçuk’un ardından iki vatandaşın yaptığı bu konuşma aslında durumu çok iyi özetliyordu. Bu konuşmada Türkiye’de yalnız başına dolaşmak isteyen genç ve güzel bir kadının nelere dikkat etmesi gerektiğine dair bütün şifreler mevcut. Birincisi dolaşmaya başlarken Türk erkeklerinin nefsini uyandıracak kıyafetler giymekten kaçınılacak. İkincisi ıssız, tenha yerlere girilmeyecek, üçüncüsü sevimli olma gayretiyle herkese gülücük dağıtılmayacak ve dördüncüsü her önüne gelenle diyaloga girilmeyecek.
Bu yazı dizisinden Türk erkekleri olarak bizim çıkarmamız gereken ders ise şu; ülkemize gelen turist kadınların rahat davranışlarına hemen farklı anlamlar yüklemememiz gerekir. Çünkü onlar farklı kültürlerin insanları. Mesela bazı kültürlerde erkeğin gözünün içine bakarak gülümsemek ille de “senden hoşlandım” demek anlamına gelmeyebiliyor. Bir kadınla erkeğin girdiği her muhabbet de flört başlangıcı anlamına gelmiyor. Bu tür davranışlar günümüzde ülkemizdeki gençler arasında da görülebilmekte. Sözün kısası bizler Türk erkekleri olarak yüzümüze her gülen kadının bizden hoşlandığı anlamını çıkarmamalı. Bir kadınla erkek arasında yardım amaçlı ya da dostça geçen her konuşmayı flört yani sevgili olmanın başlangıcı olarak görmemeliyiz.


