Bisikletle Likya Yolu - Özgür İnsanların İzinde - 25-31 Ağustos 2014

MehmetAliB.

Forum Bağımlısı
Kayıt
20 Ekim 2013
Mesaj
2.121
Tepki
4.927
Şehir
Antalya
Merhaba Dostlar. Bisikletle Likya Yolu turu yaptım. Kimi gün Likya şehirlerinin taşlarında gezindim, kimi gün Caretta Carettaların konakladığı kumsallarda yüyüyüp, kimi gün de sahilde yüzerken samanyolunu izledim. Bazen yokuşlarda ağustos sıcağıyla soluk soluğa kalıp terden sırılsıklam bir ağaç gölgesi ararken bazen de akşam vakti buz gibi sularına giremediğim nehirler oldu. Yolda kimi zaman bir dağda çobanlarla karşılaştım, kimi zaman da sefere giden Büyük İskender'le. Bu yolda çoğunlukla tek başımaydım. Bir hayvana karşı fobim olduğu için itiraf ediyorum soluk soluğa uyandığım geceler oldu. Fakat korku gerçek bir duygu olmakla beraber cesarette gerçek bir duygudur. Ve cesaret korkuyu her zaman yenmiştir.

Bu güzergah boyunca ilerki günlerde iki turcu arkadaşla tanıştım ve yolun son kilometrelerini birlikte tamamladık. Bu dostları, karşılaştığım yardımsever insanları, az sayıda da olsa insanlıktan nasibini almamış ademoğlu müsveddelerini, hepsini yazacağım. Tarihi eserlere sahip çıkmanın ve bu şekilde turizm açısından gelişmenin örnek beldelerini bulacaksınız bu yazıda. Ama aynı zamanda Unesco Dünya Mirası'ında olup da sahip çıkılmadığı için rezil durumda kalan, hayvanların otladığı, eserleri çalınmış, taşları kırılmış, bu yüzden turistlerin konaklamadan geçip gittiği tarihi yerleri de okuyacaksınız.

Yol boyunca küçük bir günlük tuttum ve bazı kitaplardan yararlandım. İlk kitap elbette Cate Clow'un Likya Yolunda Yürümek adlı rehper kitabı. Bu kitap Likya yolunun yürüyüşle, başka bir değişle trekkingle ulaşılabilecek etaplarını içeren dünyaca ünlü kitabı. Yürüyüşle bu yolu yapmak isteyenler için başucu kitabıdır. Ancak bisikletle gitmek isteyenler için alınmasa da olur içeriktedir. Zira bu yolun haritasını aldığınızda tüm yolu rota olarak tamamen görebilirsiniz. Elbetteki asıl başucu kaynağım Likya Yolu haritası oldu. Bu haritaya Anyalyada Cumhuriyet meydanının yanındaki kitapçılarda bulabilirsiniz. Haritada tüm yollar mevcut. Hatta ikiyüzer metre yükseklik farkları farklı renklerle işaretlendiği için yükselti farkları da mevcut. Bu harita yardımıyla bisikletle gidilebilecek bütün Likya yerleşimlerini görebiliyorsunuz. Ana yol zaten D400 karayolu. Bu karayolundan çıktığınızda mevcut olan küçük yollar da haritada mevcut. Üçüncü ve asıl kaynağım ise URANUS yayınevinden çıkan LİKYA YOLLARINDA kitabı. Bu kitabı ve Likya yolu haritasını daima yanımda taşıdım. Zaten bu turu yapacaksanız bu iki rehper şart. Kitabı hazırlayan Erdal Yazıcı'ya sonsuz teşekkürler. Bu kitapta bütün Likya yerleşimlerini bulabilİrisiniz. Gittiğiniz yerlerde şehri gezerken bir yandan da bu kitap yardımıyla profesyonel rehper hizmeti alabiliyorsunuz. Likya Yolu güzergahında olan ve olmayan büyün yerleşimler mevcut.

Likya Yolu Nedir?
Likya Yolu Fethiye'den başlayıp Antalya'da biten bu güzergah üzerindeki patika yolların bir kısmının işaretlendirilmesiyle oluşmuş, ilk çalışmaların 1992 yılında başladığı ve 1999 yılında Cate Clow'un tamanını çıkardığı bir yürüyüş yoldur. Dünyanı en önemli 10 uzun yürüyüş yolundan biridir ve bir çok farklı rota içerir. Bu yol toplam 509 km'dir. Ancak yerel rehperler daha kestirme yollar bulup yolu kısmen kısaltmışlar. Bu yol Kimi zaman asfaltla kesişse dahi aslında köy yollarını ve patika yoları içeriyor. Hatta kimi zaman yol işaretlerini bulamayıp dağlarda kaybolmak da var. Likya Yolu güzergah boyunca bazı Likya yerleşimlerini içeriyor. Bazı diyorum zira bütün Likya yerleşimleri yok. Zira Likya yerleşimleri Akdenizde Teke yarımadasının tamamını içeren çok geniş bir saha. İşte ben bu yolun bisikletle gidilebilecek rotasını yaptım. Bu yolu bisikletle yaparken bu yürüyüşçülere muhakkak rastlayacaksınız. Sırtlarında büyük sırt çantaları, ayaklarında botlar, güneşten yanmış doğa ve kültür sevdalıları. E bizde doğanın demir atlı sevdalıları değil miyiz? Ben de size bu yolun bisiklet versiyonunu hazırladım. Gitmeniz gereken yerleri, bisikletle gidemeyeceğiniz yerleri, hatta gitmemeniz gereken yerleri bir bir çıkardım ve elimden geldiğince yazdım. Konaklayacağınız yerler ve yol bilgileri de mevcut.

Turuma neden Özgür insanların izinde dediğime gelince; Likyalılar özgürlüklerine çok düşkün insanlardı. Küçük bir millet oldukları halde binlerce yıl bu topraklarda yaşadılar. ilerleyen günlerde nasıl özgürlüklerine düşkün bir halk olduklarını anlayacaksınız. Şimdiden tarih anlatmak yerine, ilerleyen bölümlerde anlatıp bisiklet turuma başlayayım. 7 gün boyunca bütün seyahatimi bu başlıktan yazacağım. Keyifli okumalar.

1. Gün -25 ağustos 2014
Aksilikler günü
Bu bisiklet turuna daha önceden Frig Vadisi turunu yapmış olduğum arkadaşım Muhammet'le başladık. Ancak ne yazıkki o geri dönmek zorunda kaldı. Gün tam bir aksilikler günüydü.

Frig Vadisi turu için:
(link)

Zihinsel olarak bu tura çok önceden hazırlanmıştım. İş yorgunluğumun zirvesinde tura hazırlanmaya aylar öncesinden başladım. Alabildiğim en hafif, en taşınabilir, en kompakt malzemeleri aldım, evin bir köşesinde topladım. Tur boyunca yiyeceğim yemeklerin koruma kaplarını bile itinayla seçip seyehat boyu diş fırçasına kadar hazırladım. Yıllık iznimi arkadaşım Muhammet'in de gidebileceği güne göre ayarladım. Hatta bu yüzden izin günümü zor da olsa iki defa değiştirmek zorunda kaldım. Bu tura Yusuf da, namı diğer Turcubaba'da gelecekti ancak mazeretinden dolayı katılamadı.

İlk gün Muhammet'le Antalya'nın Kaleiçi semtinde buluştuk. Tura buradan deniz otobüsüne binerek başlamayı düşünüyorduk. Ancak iki görevliyi ikna edebildiğimiz halde sayın üçüncü görevliyi ikina edemediğimiz için, yer olsduğu halde gemiye binemedik. Buradan sayın aksi görevliye bolca sevgilerimi ileteterek Antalya büyüşehir belediyesine konuyla ilgili başvuru yaptığımı iletiyorum. Kimi ülkelerde metroya bile bisikletle binililirken bizim ülkemizde deniz otobüsüne bisiklet alınmamasının mantığını ben çözemedim. Bu konuyla uğraşacağım.

Tura Kemer'den başlayarak Likya Yolundan bir şey kaybetmiyorsunuz. Çünkü Likya yolu aslında yürüyüş bakımından Hisarçandırı'ndan, bisiklet bakımından ise Kemer'den başlıyor. Kemer otobüs durağında iki otobüse sığmayınca yola sürerek başlamayı tercih ettik ve Antalya'dan başladık yola. Sanırım saat 17:30 civarlarıydı. Yol boyunca sahil kenarından sürüp benim oturduğum mahalleden de geçip Beldibine doğru pedallamaya başladık. Dağları izleye izleye tünellerden gece gece Beldibi'ni vardık. Geçtiğimiz tünellerde basıklıktan ve hava azlığından dolayı terleyip yapış yapış oluyorduk. En uzun tünel 1 km 100 m uzunluğundaydı. Yol bu hat boyunca gayet düzgün. Antalya merkezden çıkınca güzel bir yokuş karşılıyor sizi ve hemen ardından iniş. Burası Kemer'e kadar Likya yolu güzergahı hakkında küçük bir ön gösterim sunuyor. İnişleriyle çıkışlarıyla gayet güzel bir yol. Bir nevi Likya Yolu'na hazırlık yolu diyebiliriz. Ancak asıl rota yüzünü Kemer'den sonra gösteriyor. Zaten Likya Yolu'da dediğim gibi asıl Kemer ilçesinden sonra başlıyor.

İkinci aksilik Kemer'e yarım saat kala bir mesafede ortaya çıktı. Muhammet'in dilini arı soktu. Evet bildiğimiz arı. Pardon bildiğimiz arı değil zira iğnesi baya büyüktü. Elimle iğneyi çıkarıp baktığımda epey büyük olduğunu gördüm. Çocukken defalarca arı sokmasına maruz kalmıştım. İğnesinin nasıl bir şey olduğunu bilirim ama bu iğne gül dikeni iğnesi kadar büyüktü. Muhammet'in arı iğnesi zehrine karşı alerjisi yokmuş ama yinede dili şişmeye başlayınca bir taksi bulup hataneye gitti. Ne olur ne olmaz.

Burada bir soru sorayım: Dünyada hayvandan kaynaklı ölümlerde en çok hangi hayvandan dolayı ölüm olur? İpucu da vereyim. Aslan, kaplan, köpek, köpekbalığı değil. Hayvandan dolayı en çok ölüm arıdan dolayı olur. Çünkü bunun zehri bazı insanların bünyesinde alerjik reaksiyondan dolayı öldürebiliyor. Eğer böyle bir alerjiniz varsa hastaneye gitmelisiniz. Bazen de katil arılar diye tabir edilen gökyüzünde bulut kümesi gibi dolaşan arılar çıkar piyasaya. Geçtikleri yerlerde konaklama yaptığı yerde çokca insanı telef etmişliği vardır. Hatta tarihte bir Likya şehrini telef etmişti ve İçindeki insanların kaçabilenleri burayı terketmek zorunda kalmıştı. O şehrin sırası geldiğinde bahsederim. Biz asıl gelelim Muhammet'in durumuna.
Muhammet dili şişince taksiyle doğruca hastaneye gitti. Ben de arkasından bisikletle oraya vardım. Vardığımda serum ve seruma katılmış ilaçla yatıyordu. Endişeli bir şekilde sordum:

-Nasılsın?
-Huble gubul hubhublle. Gulup hol hulbe
gibi bir şey söyledi.:)
-Hay Muhammet, ne çok konuşuyorsun arkadaş. Dilini eşek arısı soksun e mi. :D

Soğuk dondurma getirdim yedi. İlacında etkisyle olacak nice sonra dilinin şişliği geçmeye başladı. Konuşması açıldı tabi.
-Abi bu aksilik olunca tadım kaçtı. Ben turu bırakmayı düşünüyorum. Ne dersin?:confused:
Ne diyebilirim. Onca hazırlık, onca heves... Hastanenin bahçesine geçip bir sigara yakıp düşünmeye başladım. Bırakmak veya devam etmek. Bırakmak çok kolay. Basıp geri döneceğim. Devam etmekse tek başına benim için zor. Zor zira bir hayvana karşı fobim var ve daha önce hiç tek başıma tur yapmadım. Muhammet'te bunları biliyor. Herkes kendi seçiminde özgür.

Kendimi tanıyorum. Benim için Kafka'nında dediği gibi; ''Bir hedef belirdiğinde belirli bir noktadan sonra geri dönüş yoktur. O noktaya da erişmek gerekir'' Çünkü hedef belirmiştir.
Tabiki devam etmeye karar verdim.

Kemer turistik bir belde. Her taraf turist kaynıyor. Fiyatlar tuzlu. Burada Likya'nın küçük IDIROS yerleşiminden izler bulabilirsiniz. Ancak hemen belirteyim pek az. Görmeye değecek pek birşey yok. İlerleyen günlerde zaten bolca Likya eseri ve şehir yerleşimi göreceğinizden hiç aramayın bence. Bu arada bel çantamı karıştırırken müzekartımı evde unuttuğumu öğreniyorum. Bir başka aksilik daha. Neyseki Likya şehirlerine giriş yerlerinde yeniden çıkarılabiliyor. 50 TL karşılığında tüm müzeleri ve tarihi yerleri ücretsiz dolaşabiliyorsunuz.

Gece Kemer sahil kenarında bir kampingde kaldık. Yemek yiyip oraya vardığımızda vakit epeyce geç olmuştu. Duş alıp çadırımızı kurduk. Saat üçe kadar campingde müzik sesi vardı. Ben seste uyuyamayan birisiyim. Zaten tura tek devam etmenin sıkıntısı da eklenince sabahleyin güneş doğmasına yakın uykusuz bir vaziyette Muhammet'le vedalaşıp yola düştüm. Asıl Likya maceram da buradan sonra başladı. Çünkü aksiliklerin bitip asıl keyif aldığım macera buradan sonraydı. Likya şehirlerini gezmem, her gün başka bir sahilde denize girmem, taşların izini süre süre Likya savaşçılarından özgürlüğün tanımını öğrenmem, hani Sezar'ın ''Sen de mi Brütüs?'' dediği tarihin en ..... imparatoruyla karşılaşmam; Samanyolunu seyrederek yıldızların altında uyumanın zevkiyle, ağustos sıcaklarıyla boğuşmamın başlangıcı burasıydı. İlk gün fotoğraf yok ama ilerleyen günlerde bolca fotoğraf göreceksiniz.

Kekik kokularıyla bu başlıktan devam edecektir...
 
Scudo
Kayıt
29 Haziran 2012
Mesaj
3
Tepki
2
Şehir
istanbul - afyon
Bisiklet
Sedona
sana bir bisiklet turu borcum var abi. bu sefer arı da soksa eşşek de tepse kaçmak yok :) yazının devamını bekliyorum bakalım neler kaçırmışım :)
 
  • Beğen
Tepkiler: MehmetAliB.

MehmetAliB.

Forum Bağımlısı
Kayıt
20 Ekim 2013
Mesaj
2.121
Tepki
4.927
Şehir
Antalya
İkinci Gün - 26 Ağustos - Ağustos Sıcağıyla Beraber Phaselis Kokteyli
Bu gün tek başıma yola devam ediyorum. Kemer'den çıkıp biraz devam ettikten sonra yolun sağında ilk Likya Yolu tabelasını göreceksiniz. Biri D400 üzerinden PHASELİS'e diğeri ise tepelerin üzerinden KUZDERE'ye gidiyor. Likya Yolu'nun yürüyüşle ve bisikletle yapılabilecek etaplarının belirdiği ilk yer burası. Ben tabiki PHASELİS'e devam ediyorum.

Burada yol bariyerinin arkasında Likya yol işaretinin yanında Almanca bir yazı dikkatimi çekiyor. Yazıda bilgi verilerek Likya yolunun patikalarında yardımcı olabilecek kişinin adı ve kilometre yazıyor. Helal olsun dedim kendi kendime. Bizim burnumuzun dibindeki yere gezmezken adamlar ta kalkıp buraya tarihi eserleri gezmeye geliyorlar ve de başkalarına yardımcı olsun diye not bırakıyorlar. Evet her yıl sadece Likya Yolunda yürümek için 15.000'den fazla insan buraya geliyor.

Tabeladan sonra yoldan antik kente inişi gösteren işareti takip ederek ağaçların arasından PHASELİS antik kentine ulaştım. Müze kartımı evde unuttuğum için burada görevliler ücret mukabilinde yenisini çıkarttılar. Antik şehrin girişinden hemen sonra Likyalılardan kalma taşlar beni karşıladı. Müthiş bir heyecan duydum. İlerledikçe artan bir heyecan. Taşlar adeta dile gelmiş konuşuyorlardı:

-Hoş geldin.

Antik şehre vardığımda düşüncelerimin karşılığını buldum. İnanılmaz, büyüleyici, harika. Phaselis şehrine inerken neden burada kurulduğunu hemen anlıyorsunuz. Yüzünüze çarpan serinlik coğrafyadaki bir kuralı hatırlatıyor. Boğaz oluşturan dağlar arasında rüzgar boğaz boyunca eser. Doğal klima yüzünüze ferah ferah rüzgarını estiriyor. İkinci neden ise şehir kenarlarının doğal yüksek kayalarla kapalı olması. Şehre ya limandan gireceksiniz ya da benim girdiğim limandan. En aşağı indiğinizde limana varacaksınız. Limandan şehre doğru giren cadde nefes kesici güzellikte. Fotoğrafları cep telefonuyla çekmek yerine şu an bir fotoğraf makinemin olmasını çok isterdim.

Ana cadde üzerinde taşlara yazılmış Onurlandırma Yazıtları var. Çoğunlukla şehre hayrı dokunmuş kişiler için yapılmış. Likyalılarda yönetimin yanında halktan seçilmiş bir memur tabakası var. Bu tabaka ticaretle de uğraşabiliyor. Zenginleştikçe halka yönelik hayırsever yardımlar yaptıkları belli. Zira bazı yapıların yapılmasında maddi destek vermişler. Onurlandırma yazıtlarının çoğu onlar için dikilmiş. Onurlandırma yazıtlarının bazıları ise Likya ülkesi ile iyi geçinmiş, buraya gelen imparator, kral gibi kimseler için yapılmış. Örneğin Sezar için yapılan yazıt halen duruyor. Likyalıların Sezar'ı ne denli sevdiğini ve Brütüs'ten de ne denli nefret ettiğini ilerleyen günlerde bir şehri anlatırken yazacağım.

Onurlandırma yazıtlarında dikkat çeken başka bir grup ise sporcular. Çokca başarı göstermiş, yenilmeyen, geçilmeyen, sırtı yere gelmeyen her tür sporcu için onurlandırma yazıtı dikilmiş. Bu yazıtlar şehrin ana caddesi boyunca sağlı sollu Likya halkının gezdiği yol kenarında sergileniyor.

Bisiklet sporcuları ne yazıkki yok :)

Hamam, tiyatro, umumi tuvalet (tarihi) gibi yapıları gezdikten sonra ana caddeden şehrin diğer tarafındaki limana vardım. Burası sütliman bir vaziyette denizde hiç dalga yok. Zira koya dar bir ağızdan giriliyor. İçeri giren gemileri devasa bir hilal kucaklıyor. Çarşaf gibi denizde bu yüzden dalga olmasının imkanı yok. Yavaş yavaş turistleri getiren gemilerden botlarla turistler gelmeye başladı. Kimi antik şehri geziyor, kimi de denizin sularına kendini bırakıyor. Bozulmamış doğal yapısıyla hayran kaldığım bir yer.

Sularında dibi gözüken bir denizde yüzmemek olmazdı elbette.

Bir gün önceden sıfır uykuyla durduğum için yüzdükten sonra biraz dinlendim:uyku:

Ha bir önceki günde arılardan bahsetmiştim ya. Yaban arısı saldırısından dolayı şehri boşaltmak zorunda kalan Likya şehri burası. Tarihi kaynaklarda geçiyor. Kimi ölmüş, kimi de bir süre sonra arılar gidince geri dönmüş. Bu şehrin halkı Perslilerin işgalci saldırılarına karşı sayıları az da olsa karşı koymuş ve başarmış. Likya ülkesi küçük bir ülkeydi. Ancak yanlarındaki büyük ülkeler karşı özgürlüklerini korudular ve binyıllar boyu yaşadılar. Büyük İskender gibi Hümanist bir imparator geldiğinde ise şehri altın bir taçla vermişler. İskender bir süre burada kalıp doğuya sefere gider. M.Ö. 100 yıl gibi kent kontrolü korsanlara geçer. Korsanların bir zamanlar şehir ele geçirebildiklerini hatta ülkeden haraç bile alabildiğini buradan hatırlatayım. Bizim tarihimizdeki Barbaros Hayrettin Paşa'da aslında bir zamanlar bir korsandı. :)

Turistler dolmaya başladı. Ben artık gideyim. PHASELIS'i gördükten sonra tekrar yola çıktım. Artık rampalar başlayacak. Tekirova'ya geldiğimde beldeye girip yemek yedikten sonra anayola yakın bir kahvehanede mola verdim. Oradan geçerseniz mutlaka girişe yakın bu kahvehaneye girip bir soluklanın. Çünkü burada duş imkanı var.
Çeşme restaurant yine güzel bir yer. Altınızdan sular akarken bir yandan yemek yiyebilirsiniz.
İyi bir enerji depolayın, zira birazdan Köpek Soludan'' yokuşu başlayacak.;)

''Köpek Soludan'' yokuşuna geldiğinizde Likya Bisiklet Yolu'nun en zor iki yokuşundan birini tırmanıyor olacaksınız. Kilometreler boyu bitmeyen yokuşlar. Ağustos sıcağı insana illallah dedirtiyor.

Sıcak, ter, sıcak, güneş, bir yudum gölge, sıcak, su iç, çok sıcak... Başka da diyebileceğim bir şey yok. Yörenin insanın buraya neden Köpek Soludan dediği belli.
Phselis'te sohbet ettiğim birinin verdiği portakalların rampalarda işe yarayacağını nerden bilebilirdim :)

:rolleyes:

Yolda bir çeşme bulup mola verdim. Burada bisikletçi bir dost iki satır şiir karalamış. Buradaki tabela yokuşlar hakkında biraz umut veriyor. Likya Yolu burada yine bisikletçiler ve yürüyüşçüler için ikiye ayrılıyor.

Çıralı Yanartaş tabelasından sakın gitmeyin. Çıralı kenarındaki antik yerleşimde görülecek pek bir yer yok. Hem birazdan bahsedeceğim Kadir'in Yeri'nden oraya rehper eşliğinde tur düzenleniyor. Ayrıca Yanartaş'a tırmanmak için bisikleti bırakıp yürümeniz gerekecek.
Çıralı Yanartaş tabelasından hemen sonra OLYMPOS tabelasını göreceksiniz. 10 km kadar dik bir inişten sonra Kadir'in Ağaç Evleri ve buraya benzer pansiyonlar sizi karşılayacak.

Kadir'in Ağaç Evleri bir çok kuruluş tarafından ödüle layık görülmüş bir yer. Her yer ahşaptan yapılmış. Tasarım bakımından yörük usulü uygulanmış, aslında mimari açıdan pekte profesyonelce yapılmamış, tıklım tıklım dolan bir yer. Klimalı odaları da var. Günlük çadır kampı ücreti 25 tl. Duş ve WC tabiki var. Hatta çamaşır makinesi bile var. Ücrete sabah ve akşam yemekleri dahil. İtiraf etmeliyim sabah ve akşam yemekleri güzeldi.

Hemen yan tarafta jeep safari, dalış, kaya tırmanışı, rafting, yoga gibi aktiviteler için yer mevcut:

Bu fotoğraftaki kişi Kadir ve tabiki bendeniz.

Çadırımı ahşap evlerin arkasında gösterilen yerde kurdum. Bildiğiniz odun kesme yeri :)

Akşam yemek akabinde çaydı, şuydu, buydu vakit geçirip doğru uyumaya gittim. Ancak hiçte hesapta olmayan bir durumla karşılaştım. Kadir'in Yeri'nin Hangar barı. Daha doğrusu buradan taşan müzik gürültüsü. Ne kadar yorgun olursam olayım böylesi sesli bir ortamda uyuyamam. Hele hele bangır bangır çalan bir turistik belde müziğiyle hiç uyuyamam. Çadır kalsın, tulumu matı alıp doğru deniz kenarına uyumaya gittim. Jandarma OLYMPOS ören yerinden dolayı kimseyi geçirmiyor. Geri döndüm. Bara çıkıp müziğin kaçta biteceğini sordum. 23:00 dediler. İyi ben de o saate uyurum
Saat 23:00 olunca müzik kesildi ama ardından başka bir müzik başladı. Basların gürültüsü kulaklarımdan beynime iğdiş edercesine doluyor. Gittim sordum. Bu neyin nesi diye. Kadir'in Yeri'nin ikinci bir teranesi. Bull Bar'ın müziğiymiş. Öküz böğürtülerinin yeri anlaşıldı. Gittim uyumaya çalıştım ama imkanı yok. Bir gün öncenin uykusuzluğuna rağmen, Köpek Soludan'ın yorgunluğuna rağmen bir türlü uyuyamıyorum.
Aklıma bir fikir geldi. ''Bira iyi uyutur.'' Dört yıldır alkol içmememe rağmen
-Likya Yolu gazasındayım. Savaşta bazı haramlar mübahtır.
dedim. Doğru bara girip bir bira söyledim. Uyuyabildim mi? Hayır.
Saat 03:00 oldu. Müzik sona erdi ve ben uyudum. Yarın OLYMPOS'u gezeceğim.

***

Yeri gelmişken bir yemek tarifi vereyim. Antalya gibi sıcak memleketlerde lazım olur. Bildiğimiz kaktüsün meyvesi yenir arkadaşlar. Buna halk arasında frenk yemişi, inciri denir. Su tutma kapasitesi ve içeriğindeki mineral değerleri çok yüksektir. Tur yaparken mutlaka karşılaşırsınız.

Öncelikle kaktüsün meyvesini toplamarken çok dikkatli olunması gerektiğini belirteyim. Hiç bir yerine dokunmadan pet şişe gibi bir şeyle meyvesini kopartın. Dikenlerine dokunmasanız dahi ara yerlerinde gözle görülmeyen yüzlerce küçük dikeni olur. Cildi müthiş derecede yakar ve acı verir. Topladığınız meyveleri yine el değdirmeden pet şişe, leğen gibi bir şeyin içine koyun ve üstüne su dökün. Suyu bir kaç kez değiştirdikten sonra 10-30 dakika kadar bekletin. Suyun içinde küçük dikenleri dökülmeye başlayacaktır. Son kez sudan geçirip bıçak yardımıyla kabuğunu soyun ve afiyetle yiyin. Çok lezzetlidir. Soğuk suda yaparsanız daha lezzetli olur.

Tur yazısı yazmak çok zor. Fotoğrafları seç, yeniden boyutlandır, sırala, tek tek yükle, foruma ekle derken bir sürü zaman geçiyor. Yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen.
Devam edecek...
 

BF Okuru

Forum Bağımlısı
Kayıt
6 Eylül 2004
Mesaj
164.844
Tepki
789
Mehmet Ali beyden bir kültür turu daha. Yine çok güzel fotoğraflar, yine çok güzel bir yazı. Ve tabi hepsinin kaynağı olan çok güzel bir tur. Yusuf da katılabilseymiş eminim arı kardeş onunla ilgilenirdi. :) Gemlik'te Bilal'in itina ile seçtiği frenk yemişi reçelini hatırlattınız bana. Açıkçası o lezzetli şeyin bir kaktüsten çıkacağını zerre tahmin edemezdim. Sayenizde bunu da öğrenmiş oldum. Bu işe ilk başladığımda Sami dostum aklıma sokmuştu Likya'yı. Sonra ne olduysa olmadı. Belki önümüzdeki yıl gerçekleşir. Kim bilir? Sizin yazınız da rehber olacak bize. Çok teşekkürler.. Şimdiden bir not ekledim bile. "Kadir'in götürdüğü yere gitme!" :)
 

BF Okuru

Forum Bağımlısı
Kayıt
6 Eylül 2004
Mesaj
164.844
Tepki
789
İnan ki önceden söylesen tası tarağı toplar gelirdim.
Phaselis ve Olimpos çok mistik yerler, bu ikisini gördüm ve oralarda denize girdim, muhteşem. Ama devamı yok, devamını senden dinleyeceğiz.

Antalya müzesindeki eski Roma eserleri de beni benden almıştı. Bu antik yörelerde gizli bir manyetik alan olduğuna inanıyorum, yaklaşınca hafif bir ürpertiyle hissettiren.

Yeri gelmişken, Mehmet Ali resim ve yazı hazırlarken yazmak istiyorum.

Biliyorsunuz ben Anayurt dediğimiz Kazakistandayım. Parantez açayım, devlet başkanı Nazarbayev, "istan takılı isim bizi tam yansıtmıyor, biz uzbekistan veya turkmenistan herneyse, onlardan farklıyız. Devletimizin ismi "Kazak Eli" olmalı diyerek startı verdi. Tabi tepkiler de geldi, devletin isminin değişmesi kolay değil ancak tartışma başladı ve yavaş yavaş bu isme doğru yol alınacak gibi. Parantezi kapat.

Her ne kadar Kazaklarla, Özbeklerle, Kırgız ve Uygurlarla aynı atadan geldiğimizi, Orta Asya dan Anadoluya göç ettiğimizi söylesek te, buralardaki tarih bizimkinden biraz farklı. Madem kardeşiz, aynı kökteniz, o halde neden sizin gözleriniz çekik değil ve neden siz bizden çok Yunanlılara, İtalyanlara veya Fransızlara yani Akdenizlilere benziyorsunuz?

Ee kız aldık kız verdik, Anadoluda bulunan Roma Bizans yani Ermeni ve Rumlarla kaynaştık diyoruz, da biz görünen o ki hiç kız almayıp hep vermişiz, eriyip bitmişiz onların içerisinde. İlk kaynaklar Orta Asyadan gelen Türkleri, çekik gözlü, basık alınlı, kısa boylu, yani bugünkü Kazaklar gibi, MOğollar gibi tarif etmekte. Sizi bilmem ama ben aynaya baktığımda karşımda latin ırkından birisini görüyorum.

Açık söyliyeyim, Roma ırkından gelmeyi çok sorun etmiyorum, damarlarımda Türk kanı olduğunu düşünüyor ve kendimi Türk hissediyorum. Bununla beraber, Roma harabelerinde hissettiğim duygu ve özlem genlerimde onlardan bir parça kaldığını gösteriyor olabilir, emin değilim.

Aklınızda olsun dostlarım, Kazak veya Özbeklere "kazak Türkü veya Özbek Türkü" demenizi hoş karşılamıyorlar, neden bizi sanki Türklerin alt gurubuymuş gibi gösteriyorsun diyorlar. Biz Kazağız ya da Özbeğiz, ya da Kırgız ve ya Uyguruz.

Kazakça Türk kelimesi "Turuk" olarak söyleniyor. Oysa Turuklar, geçmişte Oğuzlarla (yani bizim asıl atalarımızla) çarpışan, düşman bir ulus. Ama ben bizlerin Turuklardan değil, Oğuzlardan geldiğimizi düşünmek istiyorum. lakin tarihle oynamamak lazım, neysek oyuz. Ne yapayım yani seksen nesil önce mesela Vikinglerden geldiysem, veya Ermeni veya Rum...ne farkeder? Önemli olan insan olmak. İşte eski adı Ermanikopolis olan bir yerde doğmuşum. Köyün eski adı ise Gargoryan...Orta Asyalılara gram benzemiyorum, ayan beyan ortada herşey.
 

Oktay Erkan

Daimi Üye
Kayıt
26 Kasım 2013
Mesaj
332
Tepki
829
Şehir
Kadıköy İstanbul
Bisiklet
Trek
Pedalına sağlık Mehmet Ali. Yine çok güzel bir tur yazısına benziyor. Girizgâhı okudum. Gerisini sonra...
Tebrikler...
 
  • Beğen
Tepkiler: MehmetAliB.

BF Okuru

Forum Bağımlısı
Kayıt
6 Eylül 2004
Mesaj
164.844
Tepki
789
çok güzel bir tur ve öyküsü, teşekkürler. olympos'u gezip phaselis'i es geçtiğim için pişman oldum.
 

MehmetAliB.

Forum Bağımlısı
Kayıt
20 Ekim 2013
Mesaj
2.121
Tepki
4.927
Şehir
Antalya
İyi dilekleriniz için cümleten ben teşekkür ederim.
***
Muhammet,
Bir sonraki tur yurtiçi mi olur, yurtdışı mı olur Allah bilir. Yalnız yine içinde tarih-doğa-keşif barındıran bir tur düşünüyorum. Bakalım nasip.
***
Uğur Başdağ,
Mutlaka bu Likya Yolu turunu yapın. İnsanı hayrete düşüren bir doğa ve tarih güzelliği var. Turistler buraya yanlızca deniz-kum-güneş için gelmiyor;)
Yalnız aman haziran ve ağustos ayları dışında olsun. Sıcaktan ziyade nem insanı tüketiyor.
***
Raşit S.
Beraber pedallamak isteyen dostlara her zaman yolda bir kişilik yer var. O mistik havayı ben de hisstettim. Bizans öncesi (Doğu Roma) bu topraklarda bambaşka bir atmosfer varmış.
Türklük hakkında Sovyetler döneminde Bugünkü Türki cumhuriyetlere ayrıştırıcı yönde eğitim ve propaganda yapıldığını biliyorum. Sen Özbeksin, sen Kırgızsın diye ayrı bir tarih müfredatı ve hatta ayrı bir yazı dili uygulandı. Bunun sonucunda Göktürk ve Hun dönemlerinde aynı dili ve aynı kültürü soluyan millet bugün o propagandaların sonucunda gayrı düşebiliyor. Türk tarihinin evreleri ilgi ve ihtisas alanlarımdan biri. Senin de dediğin gibi binyılların içinde mutlaka görünüş bakımından değişime uğradık. Tarihi serüvenimiz ve kültürümüz aynı kaynaktan doğmakta. Oğuz ya da Kıpçak fark etmez. Geçmişte aynı konuştuğumuz gibi aynı yaşamı yaşadık.
Irki yapı hakkında bir kaç ekleme ve düzeltmede bulunmak istiyorum. Mezarlardan günümüze kalan veriler çekik gözlü, kısa boylu değil; ortalama 1.75 boyunda, badem gözlü, bu gün Anadolu'da ay yüzlü diye tabir edilen çehre yapısında, brokisefal bir Türk Ademoğlunu gösteriyor. Yani sarı ırkın özelliklerini taşımayan bir yapı.
Kafatası anlayışı 2. Dünya Savaşıyla beraber gömüldü gitti. Irki değil harsi milliyetçilik daha doğru bir yaklaşım. Senin dediğin gibi bugün neye benzediğimizden çok, kültürel anlayışımız millet olgusunu temellendiriyor. Mutlaka Anadolu'daki zengin kültürlerle ve halklarla kaynaşıp; alıp verdik. Sonucunda çıkan sentez 1000 yıldır bu coğrafayayı mekan tutu. Ve benim gördüğüm o ki daha 1000 yıl daha var olacaktır. Güzergahım boyunca geçtiğim Likya yollarında köylülerin ağaçları yola taşıyorsa eğer; meyvesinden alabilir miyim? diye sorduğumda:
- ''Sormadan kopar. Duvarın bu tarafı bizim, diğer tarafı sizin'' diyorlar.
Anlayışın güzelliğine bak. Bu anlayış Türkiye'nin her yerinde geçerlidir. Benim gibi Döğer (Oğuz) boyundan olsun, Laz olsun, ne olursa olsun.
***
Erdem Konyalı
Phaselis diğer Likya şehirlerine göre bahsettiğim coğrafi konumundan dolayı daha serin, eserleri daha korunaklı, sütliman gizli koylarının doğal güzelliğiyle de daha görülesi bir yer. Başka zaman görürsünüz inşallah.
 

SerkanH

Forum Bağımlısı
Kayıt
27 Nisan 2014
Mesaj
3.494
Tepki
2.334
Yaş
44
Manzara, resimler anlatım her şey mükemmel! Paylaşım için çok teşekkür ederim..
 
  • Beğen
Tepkiler: MehmetAliB.

MehmetAliB.

Forum Bağımlısı
Kayıt
20 Ekim 2013
Mesaj
2.121
Tepki
4.927
Şehir
Antalya
27 Ağustos
Ne Görecen, Daş mı?

Çıralı sapağına geldiğimde bir servis şöförüne sormuştum. Çıralı'dan Olimpos'a geçiş var mı, görülecek yer var mı diye. Aslında bildiğim bir soruydu. Bir arkadaşım daha önce Yanartaş'ı ve çevresindeki tarihi eserleri gezmiş ve bana önermemişti. Elimdeki rehper kitapta da Çıralı'daki eserlerin azlığı ve Yanartaş'a tırmanarak çıkıldığı yazıyor. Dolayısıyla ben burayı pas geçip doğrudan Olimpos'a geçeceğim. Yine de buralardaki turistleri gezdiren bir servis şöförü olduğu için daha iyi bilir belki diye sordum:
- Çıralıdan Olimpos'a geçiş var mı, görülecek bir yer var mı?
Bu işten ekmek yiyen şöförün bisikletimi süzerek ve burun kıvırarak bana söylediği söz aynen şu oldu:
-Ne görecen, daş mı?
Sevgili şöför kardeşim bak bakalım neler görmüşüm..

Kadir'in Yerinden sabah uyanıp doğru kahvaltıya yürüdüm. Hani otellerde müşteri savma kabilinden (tövbe tövbe) iğrenç bir kahvaltı verilir ya. Tatsız bir zeytin, plastik kapta glikoz şuruplu reçel müsveddesi, en peynir olmayan peynir. İşte burası böyle bir yer değil. Yemekleri gayet düzgün. Afiyetle yiyip doğru Olimpos ören yerinin yolunu tuttum.
Aşağı inerken buranın sağlı sollu pansiyon ve dükkanlarının arasından geçip ören yerine girişe vardım. Jandarmalar hemen yan tarafa bir karakol yapmışlar. Aksi halde bu güzelim yerdeki eserler de ya çalınacak ya da kırılacak. Müzekartımıla geçip Olimpos'a girdim. Girer girmez ilk yapılar karşılıyor beni. Şehir tarihten bu yana ortadan akan nehrin iki yanına kurulmuş. Zaten yürüdüğünüz sıra boyunca bunu kolayca fark ediyorsunuz.

Yan yatarak büyümüş bir çam ağacında bir fotoğraf çektireyim dedim ama görünen oki biraz denge problemi yaşamışım. Bir bisikletçiye denge problemi yakışır mı hiç. Çok ayıp.

Koltuğumun altındkiler havlum, suyum ve güneş kremim. Tura başlamadan önce her gün denize gireceğim demiştim ve bu düşüncemi her gün gerçekleştiriyorum. Şükür yedi gün boyunca bir şekilde gece veya gündüz, yüzdüm ve duş aldım.
Yolun sağ tarafındaki yerler fazla gezilemiyor. Bir zamanlar bataklıkmış. Şimdi ise sık bitki örtüsü ile kaplı. İyiki böyle. Aman insanlar zarar vermesin de orada öyle beklesin eserler. Kim bilir belki bir gün iyi kıymet bilen birileri çıkarda adamakıllı kazı ve restorasyon yapar. Zaten yolun karşı tarafı planına baktığıma göre hemen hemen bu tarafla aynı.

Yolda giderken suyun birden bire kaynadığı bir nokta görünüyor. Çok serin suları var. Hayatımda haz aldığım bazı görüntüler vardır. Bir babayla küçük kızının görüntüsü gibi. Anatılmaz, izlenir.

Bir zamanlar kanaldan akan su yön değiştirlerek yeni yolundan akıyor. Muhtemelen buradaki kazı çalışmalarının bir sonucu.

Kaptan Eudemos'un mezarı. Kendi aslı Likyalı olmadığı halde çok gezmiş, çok bilen biri olduğu için Likyalılar tarafından sevilmiş ve değer verilmiş. İhtiyarlar meclisinde görev yaptıktan sonra ölünce buraya gömülmüş. Güzel de bir yazısı var. Uzun olduğundan eklemiyorum.

İkinci mezarın yazısı yok olmuş...

Sahile vardım ve biraz yüzdüm. Akdenizliler iyi bilir. Denizde yüzmenin en iyi saatleri sabah erken saatlerdir. Mümkünse güneş doğmadan denize girilmelidir. Karşıdan gelen komando vücutlu kız da kaya tırmanışı yapmış ve soğuk suda yüzmeye geliyor. Üniversiteyken bir ara ben de yapmıştım. Çalışarak okuduğum için zaman yetiremedim ve erken bıraktım. Komandoyu ayıp olmasın diye sadece uzak çekim yaptım. Soğuk su demişken Olimpos'un ortasından akan nehrin denize karıştığı yerler soğuk, denizin diğer yanları ise elbetteki sıcak. Nehrin içine vücudun her yerini sokmak cesaret istiyor. Bırrrrr buz gibi.

Sudan çıkıp etrafı geziyorum. Şehrin ortasını boylu boyunca bölen nehrin ortasında bir zamanlar bir köprü varmış. Üç gözlü bu köprünün ayak kısmlarının ve genel mimarisinin fotoğrafı çok romantik. Ayak kısmımlarında heykeller varmış. Umarım güzel bir restorasyonla tamamlanır. Ha şehirdeki kazı ve restorasyon çalışmalarının yavaş da olsa devam ettiğini ekleyeyim.

:rolleyes:

Ne zaman bir kemer görsem Mimar Sinan gelir aklıma. Büyük Usta kemer denince zirvedeki kişidir. Üstüne 1 milim daha başarılı kemer yapanı görmedim. Arabesk sitil kemerler dar olur sevmem. Bizans ve onun beslendiği Roma kemerleri de işlev ve güzellikten ziyade şatafata yöneliktir. Barokmuş, şuymuş, buymuş Sinan'ı geçecek adam henüz dünyaya ayak basmadı. Büyük Usta'nın kemerleri geniştir. Işık içeriye en doğal bir şekilde girerek aydınlatmayı sağlar. Estetik ve işlevin hasıdır ustanın kemerleri. Hayran kalırım onun yapıtlarını izlerken. Ustanın şehri Kayserililere selamlar.

Şehri tamamen gezip döndükten sonra bisikletime kilitli pedal benzeri pedallardan monte ettim. Bakalım işe yarayacak mı?

Şehirleri tamamen gezmeye çalıştığım halde yazılarıma tamamen nakledemiyorum. Çünkü hem çok fotoğraf, hem de çok yazı gerekiyor. Ayrıca elimden geldiğince Bizans öncesi Likya yaşamını göstermeye çalışıyorum. Eski Likya demokrasiye benzer idari yapılanmasıyla ve klasik dönem yaşam tarzıyla daha fazla ilgimi çekiyor. OLİMPOS'TAN çıkıyorum. Çıkışta 11 kilometrelik dik rampayı çıkmaktansa bisikleti servis otobüsüne koyarak anayola çıkabilirsiniz. Arkaya bisiklet sığıyor.

Gün yine rampalarla başladı. Dizlerimde biraz ağrı var. İyi bir dinlenme şart. Kadir'in yerinde müzik bangırtısı olmasaydı erkenden uyuyacaktım ama olmadı. Yüzerken esnetme gerdirme çalışması yapıyorum kendime. Bir nebze işe yarıyor. Vücudumun açıkta kalan yerleri güneşten yanmaya başladı. İyiki yanıma güneş kremimi almışım. Yoksa halim duman olurdu.

Ardasan Tabelasından sapmadan hep yokuş aşağı gidiyorsunuz. Artık rampalar bitti. Emniyet kemerlerini bağlayın. İnişe geçiyoruz. Hem öyle böyle değil. Çok yüksek hızlara çıkılıyor. Yolun kenarındaki mıcırlara dikkat. Bu kadar yüksek süratle kolayca kayabilir. Kıvım kıvrım yolları fotoğraftan fark edebilirsiniz. İlerde bereketli Kumluca ovası var. Buranın halkı ya seracılıkla uğraşır ya da tarımın her hangi bir dalıyla. Uzakta görünen dam benzeri yerlerin hepsi sera zaten. Kışın yediğimiz domatesin biberin her türlü meyve sebzenin merkezi, bu ovalardır.

Rampalardan aşağı hızlıca aktıktan sonra Kumluca'da bir mola verip Aşure yedim. Ben tur boyunca sürekli böyle karışık gıdalar yerim. Ki bütün besinleri alabileyim. Örneğin çantamda her zaman karışık kuruyemiş bulunur. Ne zaman nerde aç kalacağımız, ne zaman nerede beslenmeniz gerekeceği belli olmaz. Kuruyemişin içine kuru üzüm veya kayısı da attınız mı tam bir enerji deposu olur. Dedem rahmetliden öğrendim bunları.

Kumluca'dan Likya Yolu dışında da olsa KORYDOLLA şehrine gitmeyi düşünüyordum ama... Ne anlatayım ki? Kırılıp taş yerine köy evlerinde kullanılan eserleri mi? Kamyonlara doldurulup götürülen surları mı? Gavuristanlık denilen... Neyse. Canınız sıkılmasın. Biz sahip çıktıkça oralar yaşayacak, biz sahip çıkmayınca da Gavuristanlık denilip yok olacak.

İyi bir haber vereyim. Kumluca belediyesi ''Yahu biz sadece domates ve salatalıkla anılmayalım. Turistik yerimiz de olsun'' mu diye düşündü, ne düşündü bilemeyeceğim; yakınlardaki RHODIAPOLIS yerleşimi ayağa kaldırılmış. Hatta güvenliğine kadar her şeyi düşünmüşler. Son durum nedir bilemiyorum. Birgün oraları da görürüm bakalım. Haydi hayırlısı.

Gelelim seyehate. Kumluca içinden düz devam ettikten sonra domates ve salatalıklı kavşaktan sola dönüp Finike'ye doğru devam ediyorum. Finike'de Likyalılar zamanında başkkentlik yapmış önemli bir şehri göreceğim. Yol güzelce devam ediyor.

İletişim her zaman önemlidir. Arkadaşla konuşurken de, topluma hitap ederken de. Kumluca'da suyumun sıcaklaştığını fark ettim. İçinde maden suyu olduğu için dökmeye kıyamadım. Bir birahaneye yanaştım. Etrafı sulayan adama sordum:
-Birahaneci baba, kolay gelsin, bu yolcuya verecek buzun var mı?
-Sen böyle konuştun ya; buz da var su da var. Hatta dur bidonunu maden suyuyla doldurayım. demez mi!... Oturtdum, biraz sohbet ettim.

Dilimde ''Cesi bağlarında dolanıyorum, Yitirdim yarimi aman aranıyorum'' türküsü sahil kenarından süre süre Finike'ye vardım. Merkeze varmadan doğruca LİMYRA antik kentine saptım. Tabela elbette mevcut. Bütün yol boyunca antik kentler için tabela koymuşlar. Finike de Kumluca gibi seracılık yapar. Farkı turizmle de meşgul olmasıdır. Bolca yazlıkçısı vardır. Finike demişken portakalı unutmamak gerekir. Buranın portakalı dünyaca meşhurdur. Birinci kalitesini biz yiyemeyiz ama. Doğruca yurtdışına gider ve tek tek paketlenir. Uzuunca ve harika bir sahili vardır. Kamp kuracak yer endişem yok. Zira buralarda eskiden çalışmıştım. Sahil boyunca duş, wc ve kamp için ücretlisi ücretsizi bolca yeri var. Ha bir de burada kışın dahi her türlü meyve bulunur.

Lİmyra antik yerleşimine giderken yol boyunca üzüm, limon gibi meyvelerden kopardım. Koparabilir miyim diye sorduğunuzda cevap belli:
-Tabiki koparabilirsin. Çitin bu tarafı bizim, dışarı taşanlar sizin.

Mezarlar yol boyunca ilk dikkati çeken kalıntılar. Yanlarına kadar tırmanıp kayalarda dolaştım.

Biraz ilerledikten sonra suların yerden fışkırdığı iki antik mezar ve karşı tarafında Kafi Baba türbesi olan yere geldim. Kafi baba Hacı Bektaş halifesi bir eren. Geçmiş dün ve bugün birbirinin içine girmiş adeta. Dua edip suya yürüdüm. Buranın adı Saklısu. Aynı adı gibi bir yer. Burada yer çökmesinden dolayı sular yukarı çıkıyor. Bunun bir anlamı daha var: LMYRA aşağı doğru iniyor ve sular altında kalıyor. Neyseki kısmen çalışma yapılmış ve bazı eserler gün yüzü görmüş.

Bir Bektaşi mezarı. Simgeler ve sembollerden anlayanlar mevzuyu çözeceklerdir.

Karanlık çökmeye başladığı için acele ediyorum. Şehir deprem gibi nedenlerle tam üç defa yeni baştan yapılmış. Dikkat ederseniz sur duvarlarından da bunu anlayabilirsiniz.

Taşlardaki delikleri bir türlü çözemedim. Çözebilen varsa bilmek isterim. Antik yerleşimin yanına yavaş yavaş alkol alanlar gelmeye başladı. ''Hello turist'' laf atmalarına iyi akşamlar deyip geçiyorum. Gördüğü ilk Efes Pilsen buzdolabından bira alıp, izbe yer arayanlarla; başka bir değişle karısıyla geçireceği akşamın bu saatlerini alkolle geçirenlerle işim olmaz.

Limyra'dan biraz bahsetmek gerekirse Limyros nehrinin kaynaklarının çıktığı bolca kalıntının olduğu bir Likya şehri. Ben akşama denk geldiği için fazla gezemedim. Tarihinde büyük bir deprem görmüş. Boşalmasının nedenlerinden biri de toprak çöküntüleri. Yukarıdan izlendiğinde çöküntü anlaşılabiliyor. Bir de yukarı çıkan suları eklediğinzde genel manzara anlaşılabiliyor. Geceye denk geldiğinden fotoğraf çekemdim. Bu şehirle ilgili Antalya müzesinde bolca eser varmış. Fethiye müzesini gezdim ama henüz Antalya müzesini görmedim. Bakalım nasip.

Antalya'da gezipte köfte-piyaz yememek olmaz. Antalya'nın köfte-piyazı meşhurdur. Merkezde, Aksu ilçesinde ve Finike'de çok güzel yaparlar. Piyazına soğan konulmaz ve bolca tahin eklenir. Köfteside mutlaka pişmiş soğanla ikram edilir.

Gece sahile inip bir çay bahçesi işletmesinin yakınına çadırımı kurdum. Burada yakında üç çadır daha var. Denize girip duş aldıktan sonra Samanyolu'nu seyredip uyudum. Çok uzun zaman olmuş Samanyolu'nu seyretmeyeli.

-Ne görecen, daş mı?
-Hayatı görüyorum, geçmişiyle ve bugünüyle.
Ve biliyor musun? Yaşadığımı hissediyorum.
 

İbrahim Yurtseven

Forum Demirbaşı
Kayıt
17 Nisan 2007
Mesaj
463
Tepki
1.370
Yaş
66
Şehir
KIRKLARELİ - lÜLEBURGAZ
İsim
İbrahim YURTSEVEN
Bisiklet
Specialized
Mehmet Ali merhaba. Akdeniz turuna hazırlandığım bu günlerde, Akdeniz'in bir bölümü içinde olsa verdiğin detaylı bilgiler benim için bulunmaz nimet oldu. Tebrikler. Tur yazısı ve resim yüklemenin sıkıntılarını çok iyi biliyorum. Anlatımınız da harika. Not almadan aklımda kalıyor diyebilirim.:)) Sağlıkla kalın arkadaşım.
 
  • Beğen
Tepkiler: MehmetAliB.

MehmetAliB.

Forum Bağımlısı
Kayıt
20 Ekim 2013
Mesaj
2.121
Tepki
4.927
Şehir
Antalya
Demreli Noel Baba - 28 Ağustos
Eğer hayatınızın hep aynı şekilde gittiğini düşünüyorsanız ve bu gidiş size sıkıntı vermeye başladıysa yapılacak en iyi şey bir yolculuktur. Nereye? Canınızın istediği her yere veya hiç bilmediğiniz bir yere. Kavgadan, gürültüden, ...pulardan, ....venklerden, ...vestilerden , her gün kaçan arabalardan, aile içi tartışmalardan, uyuşturucudan, hırsızlıktan, alkollü kişilerden, kumarhanelerden, her türlü pislikten bıktım. Benim işim bunlarla mücadele etmek. Kafamı boşaltacak bir yer arıyorum. Bu yer işim her hariç her yer. Ve mümkünse uzaklar.
Mevlana'nın güzel bir şiiri var:
Her gün bir yerden göçmek
Ne iyi
Her gün bir yere
Konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan
Akmak ne hoş
Dünle beraber
Gitti cancağızım
Ne kadar söz varsa
Düne ait
Şimdi yeni şeyler
Söylemek lazım.
Rutine bağlanmış bir yaşamın ilacı seyehat. Kafamda Likya Yolu denen yerİ çoktan proglamlanmıştım. Doğa, tarih ve keşif benim sevdiğim alanlar. Her zaman bunlara karşı meraklı biri olmuşumdur. Likya maceramın kodları aslında böyle şekilleniyor. Ernest Hemingway'in bisikletle seyehate dair güzel bir sözü var. Hatırladığım kadarıyla ''Bir ülkeyi gezecekseniz en iyi bisikletle tanırsınız. Kıvrımlarından dağlarına kadar beyninize kazımanın yolu bisikletle seyehat etmektir.'' gibi bir söz söylemiş. Bu turu bisikletle yaparak ne denli doğru bir şey yaptığımı şimdi daha iyi anlıyorum. Teknolojik çağın fotoğraf denen icadı hafıza kartımdan bir şekilde silinip gitse dahi buralar hep beynimde kazılı kalacak.
***
Güne iyi bir uyku çekip başladıktan sonra sabah kahvaltısını kendi taşıdığım yiyeceklerle yapıp çadırımı toplamaya başladım. Bu çadır toplamak ne kadar kötü bir şey. Bütün tur boyunca en sıkıldığım şey bu çadırı kurup toplama işi oldu. Üstelik çadırı kurarken gölge yere gelecek şekilde kurmamışım. şimdiden terlemeye başladım. Siz siz olun çadır kurarken gölgeye gelecek şekilde çadır kurun. Aksi takdirde güneş doğunca sıcaktan erkenden kalkmak zorunda kalırsınız. Tabi Akdeniz kenarı bir yerdeyseniz nemin de etkisiyle hemen terlemeye başlarsınız.
Finike'de marinasını gezerek şöyle bir turlayıp, merkezdeki kültür-sanat evinde de çay takviyesi yapıp yola çıktım.

Kıvrım kıvrım kıvrılan yollarda sürüyorum. Virajın biri bitiyor biri başlıyor. Kah tırmanıyor, kah iniş yapıyorum. Güneş tepemden vurmaya başladı. Ağustos ve Akdeniz ikilisinden sıcak ve nem şarkıları dinleye dinleye yol aldım. Yeni fark ettiğim bir şey oldu. Mataramın birini doldurmadan çıkmışım. İdareli kullanmalı.
Gölge bir yer bulup güneş kremini sürdükten sonra devam. Bu tür yaz turlarında ışık ülkesi Likya'da olmasanız dahi, güneş bulutların arkasından arada bir gözükse dahi güneş kremi şart. Sürekli açık havada olmak yanmak demek. Güneş bulutun arkasında olsa bile ışınlarının %70'e yakını yine de geçiyor.
Su bitmeye yakın. Havlu her zaman lazım olduğu için çantaya koymak yerine bagajın üstüne koydum. Havlu bohçamı açıp içinden dün Finike'de kopardığım limoları çıkardım. Kabuklarını soyup tümden mideye. Ohh. iyi geldi.

Suyum bitti. Nefesim tükendi. Mataranın birini doldurmamanın cezasını çekiyorum. Kıvrım kıvrım dönen yolların birinden Demre çok uzaktan göründükten sonra gördüğüm ilk restaurantta durdum. Yüzüme bir garibe bakar gibi garip garip bakan garsona tek telime söyleyebildim:

Su

Öğlen oldu. deniz kenarında bir parkta azığımı açıp yemek yedim. İçine kekik katılmış zeytinyağı, Çörekoto katılmış bal, salam ve zahter. Zahter Hatay-Adana taraflarının iyi bildiği on çeşit kadar baharat ve bitkinin karıştırılmasıyla oluşmuş bir kahvaltılık. Ekmeği önce zeytinyağına sonra da zahtere batırıyorum. Nefis bir tat. Çörekotu malum Anadolu'da binlerce yıldır bilinen Hz Peygamberin tavsiye ettiği bir yiyecek. Balın içine katınca enerji deposu oluyor.

Bisikletimin yanına bir motosikletli gelip park etti. BMW R1200 GS. Ardından bir Harley Davidson. Ben Boxer motorları severim. Çalışma prensipleri değişiktir. Silindirleri dikey değil, yatay çalışır. Homurtulu ama bağırmayan, güçlü ama gürültülü çalışmayan bir sesi vardır bu makinenin. Almanların dünya savaşları esnasında her türlü hava koşulunda çalışabilsin diye geliştirdikleri bir motor tipi. Bir milyon iki yüz bin kilometreyi devirmişi tarafımdan görülmüştür. Benim sattığım BMW R1150 Rockster geliyor aklıma.

-Yahu arkadaş nereden düştüm bu bisiklet sevdasına. Şimdi motosikletle turlamak vardı.
Ben insanlardan ve maddi olandan uzaklaşmak için bisikleti tercih ettim. Bir nevi modern hayat kaçışı yani. Hırsın, paranın, başkalarının üstüne basarak yaşamanın dışında bir var oluş. Tüketim çılgınlığının zirvesinde bir toplumdan, televizyondan, siyasettten, kargaşadan dışarı kaçış. Edebi bir akım olan Romantizm'de de böyledir. İnsanlar zamanının çirkinliğinden kaçmak için geçmişe ya da tarihe giderler. Duygusal olana daima bir yatkınlık vardır bu tür eserlerde. Kahramanları toplumun istediği şeyden çok kendi düşündüklerini yaparlar. Bu yüzden tip değil karakterler ön plandadır. Doğanın kendisi ve sevgisi romantizmde önemli bir yer tutar. Bütün bunlardan dolayı romantizmi severim.
Karnımı doyurup demir atı dehledim. Demre'ye varınca gördüklerim işte şunlar.

Noel Baba: Aziz Nikolas : Santa Klaus
Popüler kültürde Noel zamanları geyiklerin çektiği arabaya binip çocuklar uyrken hediye dağıtan adam bildimiz bizim Likyalı Nikolas Amca... Bu adam M.S. 3. yüzyılın ikinci yarısında Likya Patara'da doğmuş. Zengin bir adamın oğlu olan Nikolas gezgin ruhlu bir insanmış. Döndüğünde Myra'a da kalıp burada pisikoposluk yapmış. Yardımsever biri olduğu için zamanında çok sevilen biriymiş. Öldüğünde gerçekleştirdiği düşünülen mucizelerden dolayı aziz ilan edlmiş ve gömüldüğü yere kilisesi inşa edilmiş. Zamanında imparator bilmem kimin Hristiyanlara uyguladığı baskı nedeniyle bir dönemi hapislerde geçmiş. Din bilgisi geniş olan arkadaşlara 1. İznik konsülüne katıldığını ekleyeyim. Ki ne denli önemli biri olduğu anlaşılsın.
Mucizeleri ile ilgili bolca rivayet mevcut. Bu yüzden çocukların, denizcilerin, haksız yere hapis düşenlerin, yolcuların azizi kabul ediliyor. Rusların çok sevdiği bir kişi. Zaten Ruslar Hristiyanlığın Ortodoks mezhebine mensup olduğu için azizlere ve ikonalarına ayrı bir önem verirler. Ayrıca Rus çarının buraya çeşitli zaman dilimlerinde maddi yardımlar yaptığı biliniyor. Neyse ben geleyim Nikolas Amca'ya

Nikolas amca nereden bilebilirdi kar yağmaz Akdeniz kıyılarındayken karlı noel günü kızaklarla hediye dağıtacağını. Kuzey mitleriyle birleşen Nikolas karizması ren geyikli bir profil çıkarmış ortaya ve insanlar buna inanıyor. Hatta New York'u koruyan aziz olarak ünü bile varmış :)
Kilise 1034 yılında Arap akınlarıyla ve depremle yıkılmış. Ruslar tekrar yaptırmışlar. Ne mutluki Türk hoşgörüsüyle Selçuklulardan ta 19. yüzyıla kadar kilisede ibadet yapılmaya devam etmiş. Şu anda profesyonelce ve çok güzel bir restorasyon çalışması yapılıyor ve Noel Baba Müzesi adıyla buraya bolca gelen Ruslara ve isteyen herkese açık.

Denizcilerin koruyucusu aziz olduğu için haça çapa motifi eklenmiş. Hatta denizciler yola başlarken ''Dümenini Nikolas tutsun'' derlermiş.

Süsleme kütüphanesi gibi. Zamanı gelince restorasyondaki yerlerini bulurlar.

Farklı renklerle yapılmış bir yer mozaği. Işık ülkesi Likya'yı simgeliyor.

Çeşitli zamanlarda restorasyon geçirdiğini söylemiştim. Burada yer döşemesi olarak eskiden duvarlarda olan devasa yazılı taşlar da var.

Biraz mola verip bisikleti Myra yerleşimine sürdüm. Buraya fazla uzak değil.
Yol boyunca maden suyundan meyve sularına bol bol sıvı tükettim. Bu sefer taze sıkılmış portakal suyu.

MYRA
MYRA Likya birliği içinde 3 oy hakkına sahip 6 Likya kentinden biri. Dolayısıyla önemi büyük bir yer. Bir dönem başkentlik dahi yapmış. Önem nedenlerinden biri de yukarıda bahsetmiş olduğum Nikolas Amca'dan kaynaklanıyor. Demre ismi adının Myra kelimesinden Türkler tarafından devşirerek almış. Demre çayının getirdiği alüvyonlar nedeniyile deniz kenarından tam 5 km içerde kalmış. Başka bir değişle burada neredeyse her evin altında bir tarih yatıyor.

Antik yerleşimden günümüze bolca eser kalmış. Halen daha bulunmaya devam ediyor. Demre'yi geleceğin önemli bir şehri olarak görürsek hiç şaşmayın. Demreliler tarıma dayalı bir toplumken artık turizme yönelik faaliyetlere başlamışlar. Kazı ve restorasyon burada hızlanmış. Kazı çalışmalarının hızlanmasının bir nedeni de sahile yakın yerdeki yanılmıyorsam SURA antik yerleşimin sular altında kalmaya başlaması. MYRA şehrinde bolca eser gördüm. İyi korunmuş helal olsun

Bu tiyatroda Likya'nın Roma eyaleti olduğu dönemlerde gladyatör dövüşleri yapılmış.

Girişte Roma'nın şatafatlı süslemeleri var. Burası süslenip püsleniyor, üzerindeki yerlerde farklı enstrümanlarla müzik yapılıyormuş. Halkın bağırtılarının yankısı hissediliyor. Hazır olun gladyatörler. Birazdan kanlar toprağa dökülecek. Kemik sesleri arasında cesetler yere serilirken insanlar coşkuyla haykıracaklar. Gladyatör dövüşleri bana göre Roma'nın azmış bir insan kıyımı eğlencesi. Bu yüzden tek bir gladyatörüm var. Spartaküs.

Şehrin nasıl alüvyonlar altında kaldığı bu fotoğraftan çok iyi anlaşılıyor.

Farlı yerlerdeki eseleri de görüp geri girişe döndüm. Burada bisiklet sever bir Demreli ile sohbet edip bolca bilgi aldım. Sağolsun bir şeyler ısmarladı. Kendisi de bir tur düşünüyormuş. Bisikletler hakkında fazla bilgisi olmadığından bana yapabileceği en hızlı tur için bisiklet sordu. Ben de Cannondale Synapse dedim. 2014 model olanında bagaj bağlama yeri var. Endurance yol bisikleti. Demre'nin altında daha bolca tarih yatıyor. Bu yüzden çalışmalar halen devam ediyor.

Böyle renk cümbüşlerine bayılıyorum

Bugün eldiven kullanmadım. Zira terimi silmekten dolayı mavi rengi bırakıp kirli mavi kahverengi arası bir renk aldılar. Artık acuçlarımın ve parmaklarımın sertleştiğini hissediyorum. Kirli çamaşırlarım da baya birikti. Hergün elbise değiştiryorum. Tozdan ve terlemekten dolayı elbiseler çabuk kirleniyor. Kirlenenler için bir poşeti kirli çamaşır torbası yaptım. Neyseki bulduğum KENT PANSİYON'da çamaşır makinesi var ve kullandırtıyorlar.
Gezme bitince bir pansiyon aradım ve Kent pansiyonu buldum. Duş, klima sabah yemeği, çamaşır yıkama 50 tl. Biraz pazarlık yaptım. Sahibi buranın yörüklerinden Salih abi. Buraların her tarafını avucunun içi gibi biliyor. Likya Yolu yürüyüşçülerini istedikleri yerden araçla alıp araçla bırakıyor. İsteyene rehperlik hizmeti de veriyor. Rehperlik şart değil. Her türlü bilgiyi ondan alabilirsiniz. Bisikletle Likya Yolu turu için aşağıya KEKOVA'ya kadar inecektim ama yol çok uzayacak. Hem aşağıki yol asfalt dışına da çıkılan bir yol olduğu için benim amortisörüsüz ince lastikli bisiklet oralarda sorun yaşayabilir. Turuma bir gün daha eklemek zorunda kalacağım. Eğer evli ve zamanı kısıtlı biri olmasaydım o yolu seçerdim. Görecek bir kaç şehir birden var. Hem adada kurulan DOLITHISKE şehrini görürdüm. Başka bahara artık. yarın yola üstten devam etmeye karar verdim. D400 karayolundan devam.
Pansiyona üç Likya Yolu yürüyüşçüsü daha geldi. Geçerken selamlaşmıştık. Biraz sohbet ettik. Kalın botları, büyük sırt çantaları ve tozlu görünümleriyle tam bir trekkingçiler. Ha bu arada odalarda TV yok. Gazete bile okumuyorum arık. İyiki de yok. Bugün haberlerde ne olduğunun pek bir önemi yok benim için. Tek bir şeyin önemi var:
-Bugün ne yaşayacağım.
Akşam yemeğini Salih Abi ve ailesiyle yaptıktan sonra mis gibi çayını içtim. Misafirleri de gelmiş. Çok içten insanlardı. Demli bir sohbet ve gece bitti. Burayı herkese tavsiye ederim.
KENT PANSİYON - Salih Kopuz
535-440-25altmışaltı
***
Devam edecek...
 

BF Okuru

Forum Bağımlısı
Kayıt
6 Eylül 2004
Mesaj
164.844
Tepki
789
akdenizi seviyorum seneye inşallah bende yapmayı düşünüyorum,baştan aşağı okudum süper