Oktay Erkan
Daimi Üye
- Kayıt
- 26 Kasım 2013
- Mesaj
- 332
- Tepki
- 829
- Şehir
- Kadıköy İstanbul
- Bisiklet
- Trek
Hayır, hayır, yol bisikleti ile ilgisi yok. Ulubey Kanyonlarında geçirdiğimiz iki günlük turun ardından dönüş yolunda yaşadığım hezeyanlar. Tur mu? Tur güzeldi. İki paragrafla özeti aşağıda, fotoğraflar en altta. Gerisi hikaye...
İstanbul'dan 4 arkadaş, Unlimited Academy firmasının düzenlediği tura katıldık. Planlanmış bir rota üzerinde iki günlük bir turdu. Yolun yarısı asfalt, yarısı topraktı. Toprak yolların bir kısmı kanyona iniş ve çıkış olup bazı bölgeleri oldukça bozuktu. Ben, üzerinde orjinal dişsiz 32 lastikler olan Trek fx 7.3 ile katıldım. Ancak çok konforlu olduğunu söyleyemem. Yine de patlaksız ve sağlam bir şekilde tamamladım. Benzer türde başka bisikletler de vardı. Ama doğru tercih amortisörlü ve biraz daha geniş ve korumalı lastiklere sahip bir bisiklet olur.
Toplamda 40-45 kişilik bir gruptuk. Organizatör ekip grup üzerinde çok baskıcı olmamakla beraber grubun dağılmasını önleyecek kadar da düzenliydi. Özellikle kaybolmaya müsait yol ayrımlarının neredeyse hepsinde varlardı. Yiyecek-içecek desteği yoktu, yoldan tedarik edildi ve kendimiz taşıdık. Yolda kalanlar için destek aracı vardı. Alicem ve ekibine bir kez daha teşekkürlerimi iletiyorum.
Güneş batmış, hava henüz tam kararmamıştı. Minibüste dört bisiklet, iki günde 135km pedallayıp 2000m üzeri irtifa yapmış dört yorgun arkadaş, Uşak'ı geçmiş, Zafer havalimanı yönünde hızla gidiyorduk. İki şeritli bölünmüş yol düzgün ve boştu. Bir süredir konuşmalar kesilmiş, herkes kendi muhasebesine dalmıştı. "Düzgün, geniş yol, ne güzel," diye düşündüm, "o neydi öyle, Ulubey'den çıkamayacağız sandım."
Turun son pedallarını Ulubey'deki festivalin son gün kalabalığında araç hercümerci içinde basmak durumunda kalmıştık. Günlerden Pazar olunca ortalık ana baba günü olmuştu. Festival alanının çevresi yüzlerce otomobil, minibüs ve kamyonetle çevrilmiş, solumuzda akan trafik, sağımızda bu keşmekeş, zor atmıştık kendimizi kamp alanına. "Gidecekseniz yol kapalı," deyip bize toprak bir yolu tarif etti turun "süpürge" aracının yerel şoförü. Bahçesinde kahvaltı yaptığımız o şirin evde akşam için planladığımız duş alıp yola çıkma fikrinden bile vazgeçip bisikletleri yüklediğimiz gibi basıp gaza çıkmıştık Ulubey'den.
Düzgün, geniş yol... Ahmet abi geldi aklıma. İlk akşam mucizevi şekilde ortaya çıkmış, toz ve ter içinde geçen günün gecesinde temiz, pak bir şekilde uyku tulumlarımıza girebilmemizi sağlamıştı, sağ olsun. Bunun bir bedeli vardı tabii. Maddi bedeli sözünü etmeye değmez. Ellilerinin sonunda olduğunu tahmin ettiğim Kolombo pastanesinin sahibi Ahmet abi, şehir dışından konuşacak konuklar bulmuşken -küçük bir parti lideri ulusal kanallarda seçim propagandası fırsatı yakalamışçasına- bayağı bir içini dökmüştü. Hem pastane, hem restoran, hem pansiyon olan ama görünüşte hiçbirine benzemeyen dükkanın boş tezgah dolapları arkasında üst üste konmuş sandalyeleri düzelttirip oturtmuştu bizi, hemen ötede bitişik duran iki yataktan birine yarı uzanır vaziyette atarken kendini. Yatakların da ötesinde karanlığın içinde uzayıp kayboluyordu dükkan ama öyle uzun zamandan beri el değmemiş gibi görünüyordu ki daha derin incelemekten vazgeçivermiştim. İlk sırayı alan arkadaşımıza üst kattaki duşun yerini tarif edip "Karımı kanser etti, beni de bitirdi bu dükkan," diye başlamıştı anlatmaya, "şimdi çalıştıracak kimseyi bulamıyoruz." Kısa zamanda dükkandan Ulubey'e, oradan kanyona geçip, buranın nasıl tanıtılıp da turist çekilebileceğini, yerel yönetimlerin ve devletin şimdiye kadar hiçbir şey yapmadığını, şimdiki kaymakamın ilk kez bir şeyler yapmaya çalıştığını, sanki daha önce yazıp da görünmeyen bir kağıttan okuyormuşçasına anlatıvermişti.
Bense, dinlediklerim üzerinde pek de düşünmeyip sıramın gelmesini beklemiş, zor da olsa duşun yerini bulup günün bütün kirini ve yorgunluğunu çıplak banyonun taş zemininde biriken suya teslim etmiştim. Girerken değil ama rahatlamış vaziyette çıktığımda ancak farkettiğim sıvalı ancak boyasız duvarların labirentinden, arkasından konuşmalar ve gülüşmeler gelen, çerçevesine uymamış eğreti ve eski, yarı aralık oda kapılarının önlerinden geçip, mermerleri ve tırabzanı olmayan merdivenlerden dükkana döndüğümde Ahmet abi sırasını savmış, konu çok başka yerlere sapmıştı.
Şimdi, solumuzda alacakaranlıkta belli belirsiz seçilen Dumplupınar Şehitliği, o düzgün yolda hızla giderken Ahmet abinin sözleri hava kabarcıkları gibi derinlerden yüzeye çıkıyordu. Kanyon, doğa, turizm, turistler, istihdam, Ulubey'in makus talihi... Gerçekten Ulubey için güzel günler ufukta mıydı? Kaymakamın yapımına öncülük ettiği cam teras bunun işaret fişeği miydi? Bunun ardından bir tanıtım hamlesi, artan turist sayısına paralel açılan pansiyonlar, restoranlar, oteller, yeni yollar, daha çok tesis, daha çok bina... Dur bir dakika! Beynimdeki nöronlar nasıl oldu da buldu çıkardı bu resmi birden bire...
Yıl 1995, Çamlıhemşin, Ayder'deyim. Gece gelip kendimi ahşap pansiyona atmış, bol oksijen desteğiyle güzel bir uyku çekmiştim. Sabah mis kokulu zengin kahvaltının ardından ilk gün yürüyüşünün ilk adımlarını atmaya başlamıştım ki ileriden tanıdık ve fakat ortama göre çok yakışıksız bir homurtu duydum. Biraz sonra bunun Çeymakçur'a çıkan yolu genişletmek için bıçağını bir ağacın köküne saplamış bir greyder olduğunu gördüm. Orada geçirdiğim beş, altı gün boyunca her sabah biraz daha yukarıda karşıma çıktı bu azman. Ama Ayder'de ve daha yukarılarda gözlerime, ciğerlerime çektiğim ziyafet, döndükten kısa bir süre sonra bu cinayet girişimini silmişti zihnimden. Bir sene sonra bu sefer Yusufeli'nden yola çıkıp Trans Kaçkar yaparak geldiğim Ayder'de o yolu asfalt gördüğümde pek de şaşırmadım. Ama bir daha da gitmedim Davos'a, pardon Ayder'e.
Yıllar içinde sağda solda gördükçe, okudukça içim cız etmeye devam etti. Gezdiğim başka yerlerde benzer katliamlar gördükçe aklıma hep Ayder gelir. Uzungöl'ün son moda fotoğrafları mesela. Son olarak Samsun'dan Artvin'e tüm yaylaları birleştirecek "Yeşil Yol" projesini duyduğumda (yazarken yine tüylerim diken diken oldu bak) Tom Hanks'in mükemmel bir oyunculuk sergilediği, Türkçe'ye "Yeşil Yol" diye çevrilen, çok da sevdiğim "The Green Mile" filmi gelmişti aklıma. Amerikalıların "The Mile" dedikleri, ölüm cezası mahkumlarının elektrikli sandalyede infaza giderken yürüdükleri o kısa yolun rengine binaen "The Green Mile" olmuştu filmin adı. Bizim Yeşil Yol kimin, neyin infazına aracılık edecekti?
- E, iyi diyorsun da sayın çok duyarlı, pek de düşünceli yazar; bu güzelim yerleri herkes görmesin mi? Sadece belli bir zümre mi gezsin, görsün? Peki işsizlik bu seviyedeyken istihdam oluşturacak projelerin nesi kötü?
- Karıştırma!
Gençliğin enerjisiyle gruptan kopup neredeyse koşarak ulaştığım Kaçkar'ın zirvesinde oturup, ayaklarımın altına serilmiş bulut halısını büyülenmiş bir şekilde izleyerek grubu beklerken, herkesin bir gün bu tecrübeyi yaşaması gerektiğini düşünmüştüm. Yıllar içinde bu fikrim tam tersi yönde uç noktalara ulaştı. Şimdilerde turist olarak belli bölgeleri gezmek isteyenlerin bir çeşit ruhsat ya da lisansa sahip olması gerektiğini düşünüyorum. Aynı avcılık, balıkçılık ruhsatı gibi. Doğayı tüketerek istihdam yaratmaya çalışmak yerine tarımı reforme edip çiftçiyi doyuracak hale getirsek, hayvancılığı bitirip et ithal edecek duruma gelmek yerine destekleyip ayağa kaldırsak, çiftçinin iyi bir yaşam sürecek bir gelire sahip olup şehre göç etmesinin önüne geçsek...
- Hop, iyice politikaya girdin yazar bey, ayağını denk al!
- Haklısın, çok uzattım, dağıttım iyice. Nasıl toplayacağım?
Arkadan gelen ani ve kesik horlama sesiyle irkildim, kafamda toplaşan bulutlar biraz aralandı. Hemen ardından duyduğum gülüşmelere birkaç saniye sonra ben de katıldım. Uykucumuz derin uykusuna dalmıştı bile. Sol camı biraz aralayıp içeriyi temiz ve serin havayla dolduruken yanımdaki arkadaşla bakışıp tekrar güldük uykucuya.
İşte Zafer havalimanı tabelası. O güzel yol bizi kolayca buraya kadar getirmişti. İsteyen buradan uçakla dünyanın istediği noktasına hızlıca gidebilirdi. Turist olmak çok kolaydı. Yollar bunun içindi. Peki ya sonra?
(Gerçek kişi ve olaylardan esinlenilmiştir.)
Meraklısına okumalar:
(link)
(link)
(link)
(link) Ulubey Kanyonları
(link) (Çev: Turizm bir yöreyi öldürebilir mi?)
(link)
(link)
http://i61.tinypic.com/24nmr2q.jpg
http://i61.tinypic.com/i1lhjl.jpg
http://i61.tinypic.com/e5i9z5.jpg
http://i60.tinypic.com/24bonqb.jpg
Clandras köprüsü
http://i60.tinypic.com/30a8leq.jpg
Alicem soğuğa aldırış etmeden Clandras mesire yerindeki havuza dalıverdi
http://i57.tinypic.com/2ag25n9.jpg
Kırkyaren köyünde terk edilmiş harika bir ev
http://i59.tinypic.com/w7flea.jpg
Hasköy'den bir ev
http://i60.tinypic.com/2z4gwex.jpg
http://i59.tinypic.com/o6i6x4.jpg
http://i57.tinypic.com/b5llzo.jpg
Sizce de pedallamak için güzel bir yer değil mi?
http://i61.tinypic.com/10pppol.jpg
http://i62.tinypic.com/1yof9j.jpg
http://i62.tinypic.com/xkuiad.jpg
http://i59.tinypic.com/157gq40.jpg
http://i61.tinypic.com/x0nwr4.jpg
Blaundus antik kenti
http://i59.tinypic.com/1ow2nr.jpg
http://i58.tinypic.com/2h6rg1t.jpg
Selçuklu köprüsü olduğu söyleniyor
http://i62.tinypic.com/4pz3a8.jpg
http://i58.tinypic.com/2eahx7s.jpg
http://i61.tinypic.com/2ai0kxu.jpg
http://i59.tinypic.com/2hqedg2.jpg
http://i61.tinypic.com/34y8lqd.jpg
Ne güzel çiçeği var şu haşhaşın
http://i59.tinypic.com/152nfip.jpg
http://i61.tinypic.com/u0r47.jpg
Haşhaşi oldum
http://i62.tinypic.com/2z542ud.jpg
http://i61.tinypic.com/24lvf3k.jpg
Pes eden ayakkabılarım
http://i62.tinypic.com/16c3v9u.jpg
http://i61.tinypic.com/1zqesyc.jpg
http://i58.tinypic.com/24fcxg7.jpg
İstanbul'dan 4 arkadaş, Unlimited Academy firmasının düzenlediği tura katıldık. Planlanmış bir rota üzerinde iki günlük bir turdu. Yolun yarısı asfalt, yarısı topraktı. Toprak yolların bir kısmı kanyona iniş ve çıkış olup bazı bölgeleri oldukça bozuktu. Ben, üzerinde orjinal dişsiz 32 lastikler olan Trek fx 7.3 ile katıldım. Ancak çok konforlu olduğunu söyleyemem. Yine de patlaksız ve sağlam bir şekilde tamamladım. Benzer türde başka bisikletler de vardı. Ama doğru tercih amortisörlü ve biraz daha geniş ve korumalı lastiklere sahip bir bisiklet olur.
Toplamda 40-45 kişilik bir gruptuk. Organizatör ekip grup üzerinde çok baskıcı olmamakla beraber grubun dağılmasını önleyecek kadar da düzenliydi. Özellikle kaybolmaya müsait yol ayrımlarının neredeyse hepsinde varlardı. Yiyecek-içecek desteği yoktu, yoldan tedarik edildi ve kendimiz taşıdık. Yolda kalanlar için destek aracı vardı. Alicem ve ekibine bir kez daha teşekkürlerimi iletiyorum.
Güneş batmış, hava henüz tam kararmamıştı. Minibüste dört bisiklet, iki günde 135km pedallayıp 2000m üzeri irtifa yapmış dört yorgun arkadaş, Uşak'ı geçmiş, Zafer havalimanı yönünde hızla gidiyorduk. İki şeritli bölünmüş yol düzgün ve boştu. Bir süredir konuşmalar kesilmiş, herkes kendi muhasebesine dalmıştı. "Düzgün, geniş yol, ne güzel," diye düşündüm, "o neydi öyle, Ulubey'den çıkamayacağız sandım."
Turun son pedallarını Ulubey'deki festivalin son gün kalabalığında araç hercümerci içinde basmak durumunda kalmıştık. Günlerden Pazar olunca ortalık ana baba günü olmuştu. Festival alanının çevresi yüzlerce otomobil, minibüs ve kamyonetle çevrilmiş, solumuzda akan trafik, sağımızda bu keşmekeş, zor atmıştık kendimizi kamp alanına. "Gidecekseniz yol kapalı," deyip bize toprak bir yolu tarif etti turun "süpürge" aracının yerel şoförü. Bahçesinde kahvaltı yaptığımız o şirin evde akşam için planladığımız duş alıp yola çıkma fikrinden bile vazgeçip bisikletleri yüklediğimiz gibi basıp gaza çıkmıştık Ulubey'den.
Düzgün, geniş yol... Ahmet abi geldi aklıma. İlk akşam mucizevi şekilde ortaya çıkmış, toz ve ter içinde geçen günün gecesinde temiz, pak bir şekilde uyku tulumlarımıza girebilmemizi sağlamıştı, sağ olsun. Bunun bir bedeli vardı tabii. Maddi bedeli sözünü etmeye değmez. Ellilerinin sonunda olduğunu tahmin ettiğim Kolombo pastanesinin sahibi Ahmet abi, şehir dışından konuşacak konuklar bulmuşken -küçük bir parti lideri ulusal kanallarda seçim propagandası fırsatı yakalamışçasına- bayağı bir içini dökmüştü. Hem pastane, hem restoran, hem pansiyon olan ama görünüşte hiçbirine benzemeyen dükkanın boş tezgah dolapları arkasında üst üste konmuş sandalyeleri düzelttirip oturtmuştu bizi, hemen ötede bitişik duran iki yataktan birine yarı uzanır vaziyette atarken kendini. Yatakların da ötesinde karanlığın içinde uzayıp kayboluyordu dükkan ama öyle uzun zamandan beri el değmemiş gibi görünüyordu ki daha derin incelemekten vazgeçivermiştim. İlk sırayı alan arkadaşımıza üst kattaki duşun yerini tarif edip "Karımı kanser etti, beni de bitirdi bu dükkan," diye başlamıştı anlatmaya, "şimdi çalıştıracak kimseyi bulamıyoruz." Kısa zamanda dükkandan Ulubey'e, oradan kanyona geçip, buranın nasıl tanıtılıp da turist çekilebileceğini, yerel yönetimlerin ve devletin şimdiye kadar hiçbir şey yapmadığını, şimdiki kaymakamın ilk kez bir şeyler yapmaya çalıştığını, sanki daha önce yazıp da görünmeyen bir kağıttan okuyormuşçasına anlatıvermişti.
Bense, dinlediklerim üzerinde pek de düşünmeyip sıramın gelmesini beklemiş, zor da olsa duşun yerini bulup günün bütün kirini ve yorgunluğunu çıplak banyonun taş zemininde biriken suya teslim etmiştim. Girerken değil ama rahatlamış vaziyette çıktığımda ancak farkettiğim sıvalı ancak boyasız duvarların labirentinden, arkasından konuşmalar ve gülüşmeler gelen, çerçevesine uymamış eğreti ve eski, yarı aralık oda kapılarının önlerinden geçip, mermerleri ve tırabzanı olmayan merdivenlerden dükkana döndüğümde Ahmet abi sırasını savmış, konu çok başka yerlere sapmıştı.
Şimdi, solumuzda alacakaranlıkta belli belirsiz seçilen Dumplupınar Şehitliği, o düzgün yolda hızla giderken Ahmet abinin sözleri hava kabarcıkları gibi derinlerden yüzeye çıkıyordu. Kanyon, doğa, turizm, turistler, istihdam, Ulubey'in makus talihi... Gerçekten Ulubey için güzel günler ufukta mıydı? Kaymakamın yapımına öncülük ettiği cam teras bunun işaret fişeği miydi? Bunun ardından bir tanıtım hamlesi, artan turist sayısına paralel açılan pansiyonlar, restoranlar, oteller, yeni yollar, daha çok tesis, daha çok bina... Dur bir dakika! Beynimdeki nöronlar nasıl oldu da buldu çıkardı bu resmi birden bire...
Yıl 1995, Çamlıhemşin, Ayder'deyim. Gece gelip kendimi ahşap pansiyona atmış, bol oksijen desteğiyle güzel bir uyku çekmiştim. Sabah mis kokulu zengin kahvaltının ardından ilk gün yürüyüşünün ilk adımlarını atmaya başlamıştım ki ileriden tanıdık ve fakat ortama göre çok yakışıksız bir homurtu duydum. Biraz sonra bunun Çeymakçur'a çıkan yolu genişletmek için bıçağını bir ağacın köküne saplamış bir greyder olduğunu gördüm. Orada geçirdiğim beş, altı gün boyunca her sabah biraz daha yukarıda karşıma çıktı bu azman. Ama Ayder'de ve daha yukarılarda gözlerime, ciğerlerime çektiğim ziyafet, döndükten kısa bir süre sonra bu cinayet girişimini silmişti zihnimden. Bir sene sonra bu sefer Yusufeli'nden yola çıkıp Trans Kaçkar yaparak geldiğim Ayder'de o yolu asfalt gördüğümde pek de şaşırmadım. Ama bir daha da gitmedim Davos'a, pardon Ayder'e.
Yıllar içinde sağda solda gördükçe, okudukça içim cız etmeye devam etti. Gezdiğim başka yerlerde benzer katliamlar gördükçe aklıma hep Ayder gelir. Uzungöl'ün son moda fotoğrafları mesela. Son olarak Samsun'dan Artvin'e tüm yaylaları birleştirecek "Yeşil Yol" projesini duyduğumda (yazarken yine tüylerim diken diken oldu bak) Tom Hanks'in mükemmel bir oyunculuk sergilediği, Türkçe'ye "Yeşil Yol" diye çevrilen, çok da sevdiğim "The Green Mile" filmi gelmişti aklıma. Amerikalıların "The Mile" dedikleri, ölüm cezası mahkumlarının elektrikli sandalyede infaza giderken yürüdükleri o kısa yolun rengine binaen "The Green Mile" olmuştu filmin adı. Bizim Yeşil Yol kimin, neyin infazına aracılık edecekti?
- E, iyi diyorsun da sayın çok duyarlı, pek de düşünceli yazar; bu güzelim yerleri herkes görmesin mi? Sadece belli bir zümre mi gezsin, görsün? Peki işsizlik bu seviyedeyken istihdam oluşturacak projelerin nesi kötü?
- Karıştırma!
Gençliğin enerjisiyle gruptan kopup neredeyse koşarak ulaştığım Kaçkar'ın zirvesinde oturup, ayaklarımın altına serilmiş bulut halısını büyülenmiş bir şekilde izleyerek grubu beklerken, herkesin bir gün bu tecrübeyi yaşaması gerektiğini düşünmüştüm. Yıllar içinde bu fikrim tam tersi yönde uç noktalara ulaştı. Şimdilerde turist olarak belli bölgeleri gezmek isteyenlerin bir çeşit ruhsat ya da lisansa sahip olması gerektiğini düşünüyorum. Aynı avcılık, balıkçılık ruhsatı gibi. Doğayı tüketerek istihdam yaratmaya çalışmak yerine tarımı reforme edip çiftçiyi doyuracak hale getirsek, hayvancılığı bitirip et ithal edecek duruma gelmek yerine destekleyip ayağa kaldırsak, çiftçinin iyi bir yaşam sürecek bir gelire sahip olup şehre göç etmesinin önüne geçsek...
- Hop, iyice politikaya girdin yazar bey, ayağını denk al!
- Haklısın, çok uzattım, dağıttım iyice. Nasıl toplayacağım?
Arkadan gelen ani ve kesik horlama sesiyle irkildim, kafamda toplaşan bulutlar biraz aralandı. Hemen ardından duyduğum gülüşmelere birkaç saniye sonra ben de katıldım. Uykucumuz derin uykusuna dalmıştı bile. Sol camı biraz aralayıp içeriyi temiz ve serin havayla dolduruken yanımdaki arkadaşla bakışıp tekrar güldük uykucuya.
İşte Zafer havalimanı tabelası. O güzel yol bizi kolayca buraya kadar getirmişti. İsteyen buradan uçakla dünyanın istediği noktasına hızlıca gidebilirdi. Turist olmak çok kolaydı. Yollar bunun içindi. Peki ya sonra?
(Gerçek kişi ve olaylardan esinlenilmiştir.)
Meraklısına okumalar:
(link)
(link)
(link)
(link) Ulubey Kanyonları
(link) (Çev: Turizm bir yöreyi öldürebilir mi?)
(link)
(link)
http://i61.tinypic.com/24nmr2q.jpg
http://i61.tinypic.com/i1lhjl.jpg
http://i61.tinypic.com/e5i9z5.jpg
http://i60.tinypic.com/24bonqb.jpg
Clandras köprüsü
http://i60.tinypic.com/30a8leq.jpg
Alicem soğuğa aldırış etmeden Clandras mesire yerindeki havuza dalıverdi
http://i57.tinypic.com/2ag25n9.jpg
Kırkyaren köyünde terk edilmiş harika bir ev
http://i59.tinypic.com/w7flea.jpg
Hasköy'den bir ev
http://i60.tinypic.com/2z4gwex.jpg
http://i59.tinypic.com/o6i6x4.jpg
http://i57.tinypic.com/b5llzo.jpg
Sizce de pedallamak için güzel bir yer değil mi?
http://i61.tinypic.com/10pppol.jpg
http://i62.tinypic.com/1yof9j.jpg
http://i62.tinypic.com/xkuiad.jpg
http://i59.tinypic.com/157gq40.jpg
http://i61.tinypic.com/x0nwr4.jpg
Blaundus antik kenti
http://i59.tinypic.com/1ow2nr.jpg
http://i58.tinypic.com/2h6rg1t.jpg
Selçuklu köprüsü olduğu söyleniyor
http://i62.tinypic.com/4pz3a8.jpg
http://i58.tinypic.com/2eahx7s.jpg
http://i61.tinypic.com/2ai0kxu.jpg
http://i59.tinypic.com/2hqedg2.jpg
http://i61.tinypic.com/34y8lqd.jpg
Ne güzel çiçeği var şu haşhaşın
http://i59.tinypic.com/152nfip.jpg
http://i61.tinypic.com/u0r47.jpg
Haşhaşi oldum
http://i62.tinypic.com/2z542ud.jpg
http://i61.tinypic.com/24lvf3k.jpg
Pes eden ayakkabılarım
http://i62.tinypic.com/16c3v9u.jpg
http://i61.tinypic.com/1zqesyc.jpg
http://i58.tinypic.com/24fcxg7.jpg