five
Part time turcu
- Kayıt
- 29 Temmuz 2005
- Mesaj
- 1.453
- Tepki
- 3.960
- Yaş
- 52
- Şehir
- İstanbul-Bostancı
- Başlangıç
- 1995—96
- Bisiklet
- Diğer
- Bisiklet türü
- Şehir - Tur
6. Gün : Kotor – Dubrovnik
Sabah kahvaltıyı hostelde hallettikten sonra bisikletleri alabilmek için hostel master’a haber verip bizi dün akşam uzun uzun yürüten arkadaşı beklemeye başladık. Uzun uzun da bekledik Sonunda eleman geldi. Bizi bisikletler yerinde duruyor mu diye düşünürken yolu bitirdik. Neyse ki bisikletlerde bir sıkıntı yoktu. Yükledik ve sabah sabah Kotor fotoğrafları çektikten sonra yola çıktık.
Kotor körfezi denizden 3 katmanla içeri giren, kabaca 5 bölüme ayrılabilecek ilginç bir coğrafik oluşum. Bu sebeple de Kotor gibi denize oldukça mesafeli olan bir yere bile koca koca Cruise gemileri yanaşabiliyor, bu durum Kotor’a deniz turistlerinin de ulaşmasını sağlıyordu. Turistikliğine turistiklik katıyordu. Normal şartlarda yolu kısaltmak için denizi kıyının sol kesiminden takip ederek karşı yakaya geçmek için Lepetane-Kemanary arasında çalışan feribotlara ulaşılabilirdi. Fakat biz yolu uzatıp bu muhteşem körfezin tamamını dolaşacaktık. Bu da 13 km. yerine bu muhteşem doğada 28 Km. yol demekti. Kotor Körfezi’nin bir göl fonu oluşturduğu yol dar ve biraz hareketliydi. Etraftaki tarihi ve turistik yerlerle ilgili levhalar göz alıcı büyüklükte ve bilgi verici özellikteydi. Ülkemizdeki turistik yerlerin levhalarında sadece yer ismi yazar. Orada ne olduğu konusunda levha üzerinde bir bilgi bulamazsınız. Yani, eğer o yerde ne olduğunu bilmiyorsanız o isim sizin için hiçbir şey ifade etmez. Burada ise dikkatimi çeken ve hoşuma giden şey, o kocaman levhalarda hem yerin isminin hem de orada ne olduğuna dair grafikle ve yazıyla bilginin yer alması oldu. Yani bizdeki gibi sadece “Efes” yazmayıp yanında antik kent olduğunu gösteren bir grafikle birlikte “Antik kent”,”M.Ö. 10 Yüzyıl Roma” gibi yazılar da bulunuyordu. Bu bilgilerle insanların ilgisi çekilebilir ve hiç bilmedikleri bir yere gitme kararı alabilirler.
Kotor’un yanı başındaki gibi, iki kıyının birbirine çok yaklaştığı bir noktadan çıkıp saat yönünün tersine devam ediyorduk yola. Karşı dağlar buranın adının neden “Montenegro” olduğunu kanıtlarcasına kara kara ve heybetliydi. Küçük köylerin ve sayfiye evlerinin arasından geçiyorduk Gökalp önde ben arkada. Arada fotoğraf çekmek için durunca mesafemiz açılıyordu. Gölün içindeki iki küçük adanın üzerinde kiliseler yer alıyordu. Kıyıdan teknelerin gidip geldiğini görebiliyordum. Bulunduğum nokta her iki yakaya da yakın olan ilginç bir noktaydı ve ilerledikçe yine uzaklaşacaktık karşı kıyılardan. Risan’ı geçerken aslında büyük bir U çiziyorduk. Yine Gökalp’ten uzakta bir noktadaydım fotoğraf çekmek için. Harekete geçtiğimde, birden önümde arabaları durdurarak trafiği kesen bir bisikletli gördüm. Dağ bisikleti kullanıyordu ve sırt çantası vardı. Merhabalaşıp geçtiğimdeyse trafiği kesmesinin nedenini anladım. Yaklaşık 25-30 kişilik bir grup dağ bisikletleriyle körfez turu yapıyordu. Tam yanlarına geldiğimde de hareket etmeye başlamışlardı. Yanlarından bir bir geçerken bol bol “hello”laşıyorduk karşılıklı. Ben onların neşelerine ortak oldum onlar da benim uzun yol hayallerime Tüm grubu geçip devam ettim. Gökalp yoldaki bir ayrım noktasına yakın oldukça kısa menzilli bir mağaranın girişinde mola vermişti. Ben de durdum. Gökalp’e bisikletli gruptan bahsettim. Bahsetmemden kısa bir süre sonra da grubun öncüsü önümüzden geçti. Arkasından da kısa aralıklarla tüm grup… Hepsine tekrar selam verip telefonuma kaydettim geçişlerini. İçlerinden biri yolda onları geçmeme atıfta bulunarak “Bak biz de seni geçtik” dedi. Harika bir anı olmuştu bizim için.
Küçücük mağaranın bulunduğu noktadaki ayrımdan yol dik bir yokuşla yukarıya çıkıyor ve Niksiç istikametine gidiyordu. Yukarıdaki yolu gözümle takip ettiğimde bir de tünele girdiğini gördüm. Eminim harika bir manzarası vardı ama biz göl, pardon deniz seviyesinden devam ederek Karadağ’dan çıkıp Hırvatistan’a, Dubrovnik’e doğru sürecektik demir atlarımızı Yine büyük bir U çizip bu sefer güney doğuya doğru döndük. Bundan sonraki dönüş ise bildiğimiz 90 derece ile sağa doğru olacak ve Kotor Körfezi’ne girişi oluşturan boğaz kıyısından devam edecektik. Feribot limanını geçerken karşı kıyıya baktık buradan da geçebilirdik ama diye ama biz çok daha iyisini yapmıştık. Harika bir körfezi dolaşmıştık. Yemek zamanı Herceg Novi’de olmak için pedallara asıldık. Yemek sonrasında içerilere giren yol sınıra kadar yine yükseldi. Gökalp’e “Yine tepeye kurmuşlar sınır kapılarını.” dedim. Bu sözün sebebi, Gürcistan turundan dönerken Türkgözü sınır kapısından Türkiye’ye girmek için epeyce yokuş tırmanmamız olmuştu. Bundan sonra da birçok sınır kapısını tepelerde bulacaktık. “Montenegro Goodbye” yazan levha bize bu küçük ve güzel ülkeye veda ettiğimizi hatırlatıyordu. Kısa bir süre kalmış ama çok beğenmiştik. Bisikletli ya da bisikletsiz tekrar gelmeyi ve diğer şehirlerini de görmeyi hayal ederek ayrıldık.
Hırvatistan sınır girişi, bir Avrupa birliği ülkesi olduğu için, bize daha ciddi bir sınır kontrolü olacağı izlenimini vermişti. Her yerde “EU” ibareli levhalar, güvenlik… Tabi burada “Joint” bir durum yoktu. Yani herkesin kapısı kendine… Hırvatların pasaport kontrolünde, Yunanistan’dan Makedonya’ya geçerken hariç, Schengen vizesi ilk defa gerekiyordu. Gökalp’te yeşil bende de vize olduğu için geçişte bir sorun yoktu. Genelde sınır kapılarında arabalar kuyruk oluşturuyordu. Biz onların yanından geçip öne ya da uygun bir gişeye giriyorduk. Burada da motorcu abilerimiz bize yol veriyorlardı. Zaten Dalmaçya kıyıları bisiklet ve motorla turlayanlar cennetiydi. Kıyılar harika, kamp yerleri harika, yollar harika, trafikte bisikletlilere saygı da harika.
Hırvatistan toprağına girmiştik ama aslında Dubrovnik’in içinde bulunduğu bu kısmın ana ülke topraklarından ayrıydı. Sanki bir ada gibi çevresi Karadağ ve Bosna Hersek’le çevrilmişti. Ana ülke topraklarına geçmek için Bosna Hersek’ten geçmeniz gerekiyordu ki biz de geçecektik. Yol Dubrovnik Havaalanı’nın yanından geçiyordu. Sonunda da Adriyatik sahiline ulaşıyordu ki manzaralar da muhteşemdi öğleden sonranın akşama bağlandığı saatlerde. İnişler ve çıkışlar da arka arkayaydı. Yol denizi yukarıdan görüyordu ve biz her dönemeçte Dubrovnik’i uzaktan da olsa görmeyi hayal ediyorduk. Ama ne yazık ki göremiyorduk. Yine tırmanıyor yine iniyorduk kısa kısa… Artık iniş dediğimiz bir noktada Gökalp bana “Abi önden buyur.” dedi. Ben “Haydi bakalım” deyip inişe geçme hayalindeyken yokuşu görüp “Hay Allah!” dedim. “Bir tane daha…” ama aklımdan da Gökalp’i geçirdim. İniş beklerken yokuş çıkınca sinir basmıştır kendisini… Hem de bu kadar hazırlanmışken… Tepeye tırmandığımda arkama baktım. Gökalp’i göremeyince de yolun deniz tarafındaki park alanında durdum. Bir amca elindeki levhayı gösterip kalacak yer arayıp aramadığı sordu. Hayır dedim. Beklemeye başladım. Sonra park alanındaki duvarın üzerine çıkıp bekledim. Sırtımı dayayıp bekledim. Biraz içim geçti gözlerimi kapadım bekledim. Gökalp’in epey bir vakit geçtiği halde gelmediğini fark ettim. Meraklandım. Bekledim… Bekledim… “Gökalp de aşağıda dinleniyordur.” dedim, bekledim. “İniş beklerken yokuşa sinirlenmiştir.” dedim, bekledim. Tabi telefonla da aradım ama telefon yurtdışına açık olduğu halde şebekeye bağlanmıyordu burada. Bu da ciddi bir sorun oluşturuyordu bize. İletişim kesilmişti Gökalp’le. Bekledim de bekledim ama yoktu görünürde. Elinde levha tutan yaşlı amcaya yarı İngilizce yarı el yordamıyla “Bu taraftan bu taraf biri bisikletli geçti mi ?” diye sordum. Adam “Evet.” dedi. Sonra başka bir bisikletlinin de aksi istikamette gittiğini işaret etti. Yanlışlık olmasın diye tarif ettim. Arkada çantası var dedim. Adam arkada tek çantası olan bu tarafa iki çantası olan bu tarafa gitti deyince hışımla bisiklete atlayıp Dubrovnik’e doğru inişe başladım. Yolun manzarası ve Dubrovnik’in tarihi merkezi muhteşem görünüyordu yukarıdan ama bende bunları görecek göz yoktu şu an. Tek derdim merkeze ulaşmak ve orada bir şekilde Gökalp’le buluşmaktı. Game Of Thrones dizisine mekanlık yapan merkezdeki kale-şehir Kotor’dakinden bile ihtişamlıydı. Trafik de bir o kadar yoğun… Ama tek derdim merkeze ulaşmaktı ve ulaştım ama görünürde bir bisikletli yoktu. Dolayısıyla Gökalp de… Çevreme bakıp ne yapabileceğimi düşünürken bisikleti koyabileceğim uygun ve merkezi bir yer bulup çevreyi gözlemlemeye başladım. Bir yandan da “İnternet bulabilirsen belki Gökalp’e ulaşırım. O da gelip bir yerden internete girmiş olabilir.” diye düşünüyordum. Bu emelime ulaşmama merkezdeki kafenin bayan garsonu yardımcı oldu ve kafenin internetine bağlandım. Ama Gökalp’e sadece not bırakabildim. Görünürde yoktu. Zamana epeyce ilerlemiş ve artık Gökalp’i bulma umudumu kaybetmeye başlamıştım. B Planı olarak kalacak bir yer bulup ilerleyen saatlerde ya da ertesi gün Gökalp’le buluşabileceğimi düşünmeye başlamıştım. Tüm senaryolarım Gökalp’in beni geçtiği ve merkeze geldiği üzerineydi ama oradan ayrılmadan son kurşunumu atıp geriye dönmeyi ve yolu kontrol etmeye karar verdim. Aklıma kötü bir şey getirmiyordum. Sadece buluşamıyorduk.
Bisikleti merkezdeki kafenin yakınına, yardımsever garson hanımefendiye de haber vererek bıraktım. Karşı sıradaki taksilerden ilkine binip geriye doğru gitmek istediğimi söyledim şoföre. Ve bir bisikletli aradığımı… Şehir merkezinde yollar genelde tek yöndü. Geriye dönmek bu anlamda geldiğiniz süreden daha uzun sürüyordu. Yukarıya doru çıkıp anayoldan önceki kırmızı ışıkta beklerken bir bisikletlinin aşağıya doğru indiğini fark ettim. Ve fark ettim ki o Gökalp’ti. İşte o an gerçekten çok sevindim ve çok rahatladım. Taksiciye aradığım kişiyi bulduğumu söyledim ve takip etmesini istedim. Fakat ters istikametteydik. Geriye dönmek biraz zaman kaybettirdi. Neyse ki taksici çabuk davranıp döndü. Ben de bir kavşakta kafamı camdan çıkarıp Gökalp’e seslendim. Sesimi duyup beni fark edince durdu. Sonunda kendisine ulaştık. Merkezde beklemesini söyledim. Sonra merkezde benim bisikletin yanında bir araya gelebildik. Birbirimizi kaybedeli uzun bir zaman olmuştu. Tabi başına ne geldiğini de o anda öğrenmiş oldum. Benim onu geçip iniş yerine yokuş gördüğüm ve pedallara asıldığım yerde zincir (janta doğru) atmış ve pedala kuvvet verince de jantı 4 telini kırmış. O halde, ben de yokken, daha da beter bir hale getirmemek için bisiklete de binmemiş. Kırık telleri de çıkaramamış ve yoldan geçenlerden yardım istemiş. Hatta bunun için bir naylon torbayı düz hale getirip üzerine zincirdeki yağla “Help” yazmış. Sonunda da bisiklete atlayıp olabildiğince merkeze gelmeye karar vermiş. Allah’tan teller usturuplu kırılmış da hareket edebilmiş. Tabi o benim niye geri dönmediğimi merak etmiş. Ben de ona ne olduğunu merak ettim. İkimiz de kendi yaşadıklarımız anlattık. Sonra da günlük derdimizle baş başa kaldık. “Nerede kalacağız ?” Etrafa sorduk. Bizi tarihi kısmın dışındaki semtlere yönlendirdiler. Gece vakti telefonumdaki Citymaps2go uygulamasının offline Dubrovnik haritasından konumumuzu kontrol ettik. Gecenin o vaktinde Lapad bölgesinde bir iki oteli denedik ama kapı duvardı. Hatta birinin içine girip insan aradım ama ilgili kimseyi bulamadım. Sonunda ana caddenin üzerinde bir apart bulduk ve sahibi olan Nina ile anlaştık. Kendisi çok yardımsever bir hanımdı. Dubrovnik’te 2 gece kalma planımız vardı. Ertesi günü de burada geçirecektik ama bu akşam için planlayabileceğimiz hiçbir aktiviteye zaman kalmamıştı. Sadece karnımızı doyurabilecektik. Duş ve yemek, uyku öncesi halletmemiz gereken işlerdi ama asıl benim kafamı meşgul eden, eğer Gökalp’le buluşamasaydık o gecenin nasıl geçeceğiydi? Ertesi güne önemli bir işimiz vardı. Jant tellerinin tamir edilmesi… Bu kadar büyük bir şehirde bisiklet tamircisi bulabileceğimiz düşüncesiyle geceyi sonlandırdık. Ama bu, düşündüğümüz kadar kolay olmayacaktı.
6. Gün : Kotor-Dubrovnik
Mesafe : 97.98 km.
Yolda geçen süre : 6:42 saat
Ortalama hız : 14.59 km/s
Maksimum hız : 49.61 km/s
Ortalama eğim çıkış : %4
Maksimum eğim çıkış : %10
Ortalama eğim iniş : %-3
Maksimum eğim iniş : %-13
Mapmyride linki
(link)
Kotor “Old Town”
Gökalp bakışlarıyla bir kızı eritti. Muma çevirdi
Kotor’da kaldığımız hostel
Koca koca cruise gemileri şehrin merkezinde
Yola çıkmaya hazırız
Kotor Körfezi
Kotor Körfezi’ndeki ada kiliseler
Kotor Körfezi’ndeki boğaz
Mağara molası
Kotor Körfezi’nde kıyı boyu
Karadağ’a veda
Bu levhanın Türkiye’de olmayacağını sanırdım ama gördüm.
Dubrovnik’e doğru Adriyatik kıyıları
Bu da geldiğimiz taraftaki manzara
Gökalp son kontrolleri yapıyor ama sonra başımıza neler geliyor
Dubrovnik’teki telaşımızdan önce son kare
Gökalp’ten kareler
Kotor merkezindeki hostelimizin sabah manzarası
Arka jant telleri kırılınca…
”Help” lere dikkat
Sabah kahvaltıyı hostelde hallettikten sonra bisikletleri alabilmek için hostel master’a haber verip bizi dün akşam uzun uzun yürüten arkadaşı beklemeye başladık. Uzun uzun da bekledik Sonunda eleman geldi. Bizi bisikletler yerinde duruyor mu diye düşünürken yolu bitirdik. Neyse ki bisikletlerde bir sıkıntı yoktu. Yükledik ve sabah sabah Kotor fotoğrafları çektikten sonra yola çıktık.
Kotor körfezi denizden 3 katmanla içeri giren, kabaca 5 bölüme ayrılabilecek ilginç bir coğrafik oluşum. Bu sebeple de Kotor gibi denize oldukça mesafeli olan bir yere bile koca koca Cruise gemileri yanaşabiliyor, bu durum Kotor’a deniz turistlerinin de ulaşmasını sağlıyordu. Turistikliğine turistiklik katıyordu. Normal şartlarda yolu kısaltmak için denizi kıyının sol kesiminden takip ederek karşı yakaya geçmek için Lepetane-Kemanary arasında çalışan feribotlara ulaşılabilirdi. Fakat biz yolu uzatıp bu muhteşem körfezin tamamını dolaşacaktık. Bu da 13 km. yerine bu muhteşem doğada 28 Km. yol demekti. Kotor Körfezi’nin bir göl fonu oluşturduğu yol dar ve biraz hareketliydi. Etraftaki tarihi ve turistik yerlerle ilgili levhalar göz alıcı büyüklükte ve bilgi verici özellikteydi. Ülkemizdeki turistik yerlerin levhalarında sadece yer ismi yazar. Orada ne olduğu konusunda levha üzerinde bir bilgi bulamazsınız. Yani, eğer o yerde ne olduğunu bilmiyorsanız o isim sizin için hiçbir şey ifade etmez. Burada ise dikkatimi çeken ve hoşuma giden şey, o kocaman levhalarda hem yerin isminin hem de orada ne olduğuna dair grafikle ve yazıyla bilginin yer alması oldu. Yani bizdeki gibi sadece “Efes” yazmayıp yanında antik kent olduğunu gösteren bir grafikle birlikte “Antik kent”,”M.Ö. 10 Yüzyıl Roma” gibi yazılar da bulunuyordu. Bu bilgilerle insanların ilgisi çekilebilir ve hiç bilmedikleri bir yere gitme kararı alabilirler.
Kotor’un yanı başındaki gibi, iki kıyının birbirine çok yaklaştığı bir noktadan çıkıp saat yönünün tersine devam ediyorduk yola. Karşı dağlar buranın adının neden “Montenegro” olduğunu kanıtlarcasına kara kara ve heybetliydi. Küçük köylerin ve sayfiye evlerinin arasından geçiyorduk Gökalp önde ben arkada. Arada fotoğraf çekmek için durunca mesafemiz açılıyordu. Gölün içindeki iki küçük adanın üzerinde kiliseler yer alıyordu. Kıyıdan teknelerin gidip geldiğini görebiliyordum. Bulunduğum nokta her iki yakaya da yakın olan ilginç bir noktaydı ve ilerledikçe yine uzaklaşacaktık karşı kıyılardan. Risan’ı geçerken aslında büyük bir U çiziyorduk. Yine Gökalp’ten uzakta bir noktadaydım fotoğraf çekmek için. Harekete geçtiğimde, birden önümde arabaları durdurarak trafiği kesen bir bisikletli gördüm. Dağ bisikleti kullanıyordu ve sırt çantası vardı. Merhabalaşıp geçtiğimdeyse trafiği kesmesinin nedenini anladım. Yaklaşık 25-30 kişilik bir grup dağ bisikletleriyle körfez turu yapıyordu. Tam yanlarına geldiğimde de hareket etmeye başlamışlardı. Yanlarından bir bir geçerken bol bol “hello”laşıyorduk karşılıklı. Ben onların neşelerine ortak oldum onlar da benim uzun yol hayallerime Tüm grubu geçip devam ettim. Gökalp yoldaki bir ayrım noktasına yakın oldukça kısa menzilli bir mağaranın girişinde mola vermişti. Ben de durdum. Gökalp’e bisikletli gruptan bahsettim. Bahsetmemden kısa bir süre sonra da grubun öncüsü önümüzden geçti. Arkasından da kısa aralıklarla tüm grup… Hepsine tekrar selam verip telefonuma kaydettim geçişlerini. İçlerinden biri yolda onları geçmeme atıfta bulunarak “Bak biz de seni geçtik” dedi. Harika bir anı olmuştu bizim için.
Küçücük mağaranın bulunduğu noktadaki ayrımdan yol dik bir yokuşla yukarıya çıkıyor ve Niksiç istikametine gidiyordu. Yukarıdaki yolu gözümle takip ettiğimde bir de tünele girdiğini gördüm. Eminim harika bir manzarası vardı ama biz göl, pardon deniz seviyesinden devam ederek Karadağ’dan çıkıp Hırvatistan’a, Dubrovnik’e doğru sürecektik demir atlarımızı Yine büyük bir U çizip bu sefer güney doğuya doğru döndük. Bundan sonraki dönüş ise bildiğimiz 90 derece ile sağa doğru olacak ve Kotor Körfezi’ne girişi oluşturan boğaz kıyısından devam edecektik. Feribot limanını geçerken karşı kıyıya baktık buradan da geçebilirdik ama diye ama biz çok daha iyisini yapmıştık. Harika bir körfezi dolaşmıştık. Yemek zamanı Herceg Novi’de olmak için pedallara asıldık. Yemek sonrasında içerilere giren yol sınıra kadar yine yükseldi. Gökalp’e “Yine tepeye kurmuşlar sınır kapılarını.” dedim. Bu sözün sebebi, Gürcistan turundan dönerken Türkgözü sınır kapısından Türkiye’ye girmek için epeyce yokuş tırmanmamız olmuştu. Bundan sonra da birçok sınır kapısını tepelerde bulacaktık. “Montenegro Goodbye” yazan levha bize bu küçük ve güzel ülkeye veda ettiğimizi hatırlatıyordu. Kısa bir süre kalmış ama çok beğenmiştik. Bisikletli ya da bisikletsiz tekrar gelmeyi ve diğer şehirlerini de görmeyi hayal ederek ayrıldık.
Hırvatistan sınır girişi, bir Avrupa birliği ülkesi olduğu için, bize daha ciddi bir sınır kontrolü olacağı izlenimini vermişti. Her yerde “EU” ibareli levhalar, güvenlik… Tabi burada “Joint” bir durum yoktu. Yani herkesin kapısı kendine… Hırvatların pasaport kontrolünde, Yunanistan’dan Makedonya’ya geçerken hariç, Schengen vizesi ilk defa gerekiyordu. Gökalp’te yeşil bende de vize olduğu için geçişte bir sorun yoktu. Genelde sınır kapılarında arabalar kuyruk oluşturuyordu. Biz onların yanından geçip öne ya da uygun bir gişeye giriyorduk. Burada da motorcu abilerimiz bize yol veriyorlardı. Zaten Dalmaçya kıyıları bisiklet ve motorla turlayanlar cennetiydi. Kıyılar harika, kamp yerleri harika, yollar harika, trafikte bisikletlilere saygı da harika.
Hırvatistan toprağına girmiştik ama aslında Dubrovnik’in içinde bulunduğu bu kısmın ana ülke topraklarından ayrıydı. Sanki bir ada gibi çevresi Karadağ ve Bosna Hersek’le çevrilmişti. Ana ülke topraklarına geçmek için Bosna Hersek’ten geçmeniz gerekiyordu ki biz de geçecektik. Yol Dubrovnik Havaalanı’nın yanından geçiyordu. Sonunda da Adriyatik sahiline ulaşıyordu ki manzaralar da muhteşemdi öğleden sonranın akşama bağlandığı saatlerde. İnişler ve çıkışlar da arka arkayaydı. Yol denizi yukarıdan görüyordu ve biz her dönemeçte Dubrovnik’i uzaktan da olsa görmeyi hayal ediyorduk. Ama ne yazık ki göremiyorduk. Yine tırmanıyor yine iniyorduk kısa kısa… Artık iniş dediğimiz bir noktada Gökalp bana “Abi önden buyur.” dedi. Ben “Haydi bakalım” deyip inişe geçme hayalindeyken yokuşu görüp “Hay Allah!” dedim. “Bir tane daha…” ama aklımdan da Gökalp’i geçirdim. İniş beklerken yokuş çıkınca sinir basmıştır kendisini… Hem de bu kadar hazırlanmışken… Tepeye tırmandığımda arkama baktım. Gökalp’i göremeyince de yolun deniz tarafındaki park alanında durdum. Bir amca elindeki levhayı gösterip kalacak yer arayıp aramadığı sordu. Hayır dedim. Beklemeye başladım. Sonra park alanındaki duvarın üzerine çıkıp bekledim. Sırtımı dayayıp bekledim. Biraz içim geçti gözlerimi kapadım bekledim. Gökalp’in epey bir vakit geçtiği halde gelmediğini fark ettim. Meraklandım. Bekledim… Bekledim… “Gökalp de aşağıda dinleniyordur.” dedim, bekledim. “İniş beklerken yokuşa sinirlenmiştir.” dedim, bekledim. Tabi telefonla da aradım ama telefon yurtdışına açık olduğu halde şebekeye bağlanmıyordu burada. Bu da ciddi bir sorun oluşturuyordu bize. İletişim kesilmişti Gökalp’le. Bekledim de bekledim ama yoktu görünürde. Elinde levha tutan yaşlı amcaya yarı İngilizce yarı el yordamıyla “Bu taraftan bu taraf biri bisikletli geçti mi ?” diye sordum. Adam “Evet.” dedi. Sonra başka bir bisikletlinin de aksi istikamette gittiğini işaret etti. Yanlışlık olmasın diye tarif ettim. Arkada çantası var dedim. Adam arkada tek çantası olan bu tarafa iki çantası olan bu tarafa gitti deyince hışımla bisiklete atlayıp Dubrovnik’e doğru inişe başladım. Yolun manzarası ve Dubrovnik’in tarihi merkezi muhteşem görünüyordu yukarıdan ama bende bunları görecek göz yoktu şu an. Tek derdim merkeze ulaşmak ve orada bir şekilde Gökalp’le buluşmaktı. Game Of Thrones dizisine mekanlık yapan merkezdeki kale-şehir Kotor’dakinden bile ihtişamlıydı. Trafik de bir o kadar yoğun… Ama tek derdim merkeze ulaşmaktı ve ulaştım ama görünürde bir bisikletli yoktu. Dolayısıyla Gökalp de… Çevreme bakıp ne yapabileceğimi düşünürken bisikleti koyabileceğim uygun ve merkezi bir yer bulup çevreyi gözlemlemeye başladım. Bir yandan da “İnternet bulabilirsen belki Gökalp’e ulaşırım. O da gelip bir yerden internete girmiş olabilir.” diye düşünüyordum. Bu emelime ulaşmama merkezdeki kafenin bayan garsonu yardımcı oldu ve kafenin internetine bağlandım. Ama Gökalp’e sadece not bırakabildim. Görünürde yoktu. Zamana epeyce ilerlemiş ve artık Gökalp’i bulma umudumu kaybetmeye başlamıştım. B Planı olarak kalacak bir yer bulup ilerleyen saatlerde ya da ertesi gün Gökalp’le buluşabileceğimi düşünmeye başlamıştım. Tüm senaryolarım Gökalp’in beni geçtiği ve merkeze geldiği üzerineydi ama oradan ayrılmadan son kurşunumu atıp geriye dönmeyi ve yolu kontrol etmeye karar verdim. Aklıma kötü bir şey getirmiyordum. Sadece buluşamıyorduk.
Bisikleti merkezdeki kafenin yakınına, yardımsever garson hanımefendiye de haber vererek bıraktım. Karşı sıradaki taksilerden ilkine binip geriye doğru gitmek istediğimi söyledim şoföre. Ve bir bisikletli aradığımı… Şehir merkezinde yollar genelde tek yöndü. Geriye dönmek bu anlamda geldiğiniz süreden daha uzun sürüyordu. Yukarıya doru çıkıp anayoldan önceki kırmızı ışıkta beklerken bir bisikletlinin aşağıya doğru indiğini fark ettim. Ve fark ettim ki o Gökalp’ti. İşte o an gerçekten çok sevindim ve çok rahatladım. Taksiciye aradığım kişiyi bulduğumu söyledim ve takip etmesini istedim. Fakat ters istikametteydik. Geriye dönmek biraz zaman kaybettirdi. Neyse ki taksici çabuk davranıp döndü. Ben de bir kavşakta kafamı camdan çıkarıp Gökalp’e seslendim. Sesimi duyup beni fark edince durdu. Sonunda kendisine ulaştık. Merkezde beklemesini söyledim. Sonra merkezde benim bisikletin yanında bir araya gelebildik. Birbirimizi kaybedeli uzun bir zaman olmuştu. Tabi başına ne geldiğini de o anda öğrenmiş oldum. Benim onu geçip iniş yerine yokuş gördüğüm ve pedallara asıldığım yerde zincir (janta doğru) atmış ve pedala kuvvet verince de jantı 4 telini kırmış. O halde, ben de yokken, daha da beter bir hale getirmemek için bisiklete de binmemiş. Kırık telleri de çıkaramamış ve yoldan geçenlerden yardım istemiş. Hatta bunun için bir naylon torbayı düz hale getirip üzerine zincirdeki yağla “Help” yazmış. Sonunda da bisiklete atlayıp olabildiğince merkeze gelmeye karar vermiş. Allah’tan teller usturuplu kırılmış da hareket edebilmiş. Tabi o benim niye geri dönmediğimi merak etmiş. Ben de ona ne olduğunu merak ettim. İkimiz de kendi yaşadıklarımız anlattık. Sonra da günlük derdimizle baş başa kaldık. “Nerede kalacağız ?” Etrafa sorduk. Bizi tarihi kısmın dışındaki semtlere yönlendirdiler. Gece vakti telefonumdaki Citymaps2go uygulamasının offline Dubrovnik haritasından konumumuzu kontrol ettik. Gecenin o vaktinde Lapad bölgesinde bir iki oteli denedik ama kapı duvardı. Hatta birinin içine girip insan aradım ama ilgili kimseyi bulamadım. Sonunda ana caddenin üzerinde bir apart bulduk ve sahibi olan Nina ile anlaştık. Kendisi çok yardımsever bir hanımdı. Dubrovnik’te 2 gece kalma planımız vardı. Ertesi günü de burada geçirecektik ama bu akşam için planlayabileceğimiz hiçbir aktiviteye zaman kalmamıştı. Sadece karnımızı doyurabilecektik. Duş ve yemek, uyku öncesi halletmemiz gereken işlerdi ama asıl benim kafamı meşgul eden, eğer Gökalp’le buluşamasaydık o gecenin nasıl geçeceğiydi? Ertesi güne önemli bir işimiz vardı. Jant tellerinin tamir edilmesi… Bu kadar büyük bir şehirde bisiklet tamircisi bulabileceğimiz düşüncesiyle geceyi sonlandırdık. Ama bu, düşündüğümüz kadar kolay olmayacaktı.
6. Gün : Kotor-Dubrovnik
Mesafe : 97.98 km.
Yolda geçen süre : 6:42 saat
Ortalama hız : 14.59 km/s
Maksimum hız : 49.61 km/s
Ortalama eğim çıkış : %4
Maksimum eğim çıkış : %10
Ortalama eğim iniş : %-3
Maksimum eğim iniş : %-13
Mapmyride linki
(link)
Kotor “Old Town”
Gökalp bakışlarıyla bir kızı eritti. Muma çevirdi
Kotor’da kaldığımız hostel
Koca koca cruise gemileri şehrin merkezinde
Yola çıkmaya hazırız
Kotor Körfezi
Kotor Körfezi’ndeki ada kiliseler
Kotor Körfezi’ndeki boğaz
Mağara molası
Kotor Körfezi’nde kıyı boyu
Karadağ’a veda
Bu levhanın Türkiye’de olmayacağını sanırdım ama gördüm.
Dubrovnik’e doğru Adriyatik kıyıları
Bu da geldiğimiz taraftaki manzara
Gökalp son kontrolleri yapıyor ama sonra başımıza neler geliyor
Dubrovnik’teki telaşımızdan önce son kare
Gökalp’ten kareler
Kotor merkezindeki hostelimizin sabah manzarası
Arka jant telleri kırılınca…
”Help” lere dikkat