Artvin-trabzon bisiklet turu 2. gün : kendini tanımak

BF Okuru

Forum Bağımlısı
Kayıt
6 Eylül 2004
Mesaj
164.844
Tepki
789
"Simsiyah gölgelerin içinden,
Güneş olup suretimi püskürsem.
Yamaçlarda çay toplayan kad'n-ana
Uzatsan da, hürmetle elini öpsem.
Ardıç olsam, kayın olsam , büyüsem...
Çam dalında sallanan gamsız kozalak;
Tıpkı senin gibi, toprağa düşsem..."


Kimileri; neşesinden yerinde duramaz bir seyahatte. Yolda olmanın verdiği heyecan ve mutluluk her bir tasayı unutturur zat-ı âlîlerine. Hani paçalarından tutup silkelesek, içlerinden kelebek çıkar. Kimileri ise; bir türlü yıkamaz suratındaki mahkeme duvarlarını. Aklı hâlâ geldiği yerdedir. Odaklanamaz. Onları silkelemeye gerek yok. İçlerinden çıksa çıksa mübaşir çıkar. Ben mi? Bense sadece şarkı söylerim...

Kül rengindeki bulutların arasında bir görünüp bir kaybolan güneş, savaşı kaybedip vatanını terketmişti. Bize bıraktığı bir kaç damla ışık ile uyandığımda hiç horoz sesi duymadım. Emrah'ın hâlâ pineklediğini görünce tekrar çadırıma girdim. Hava oldukça soğuktu. Gece boyunca tepemde dalaşan köpeklerin mesaileri henüz bitmişti. Sarışın olan, az ilerideki taksi durağını korumakla görevliydi. Esmer olan ise diğerini kışkırtmakla...Yan taraftaki çay ocağından sesler yükselmeye başlamıştı bile. Selamlar, sabahlar, günaydınlar... Onlar duymasa da her birini içtenlikle cevapladım.

Belli bir hedefiniz yoksa nereye gittiğinizin de önemi yoktur. Şuursuzca ilerlersiniz. Karşınıza çıkan her viraj yeni sürprizler doğurur. Kimi zaman yüzünüz bayram şekeri tadı verir, kimi zaman ise bir zemberek. Fakat her iki sonuçta da bir şeyler öğrenirsiniz.

İşte böyle şuursuzca çıktık yola. Pedala basar basmaz bir rüzgâr karşıladı cepheden , sanki bizi bekliyormuşçasına. Öyle ki, geri püskürtecek! Rüzgâra karşı pedal çevirmek zordur, yüklü bir bisikletle daha da zor... Zaman zaman yer değiştirip birbirimizin ardına sığınsak da rüzgârdan kaçmaya başaramadık. Planlarımızda yaylalara girmek de vardı, fakat Kaçkarlar'daki yoğun kar ve üzerimizdeki ince kıyafetler bir kez daha düşünmemize sebep oldu. Ayder'i gösteren tabelaya hüzünlü bir bakış attıktan sonra yolumuza devam etme kararı aldık. Bu noktadan sonraki hedeflerimiz değişti; Rize'ye var, Çaykur paketleme bölümünü bul, Melih Açık ile tanış!

Öğle yemeği için yol ortasındaki nezih "Oropa Restoranı" nı seçtik. İki yol ayrımının ortasında kalan yemyeşil bir bahçede konuşlanmış su oluklarına kurulmadan önce bisikletlerimizi, "Banket Park" a park etmiştik. Su oluklarına yerleşip barbunya pilakilerimizi midemize indirdik. Daha sonra çoraplarımızı dahi çıkartıp çimlere uzandık. Yoldan geçen vatandaşların gözüyle baktığımızda manzara korkunçtu.

O an, pek çok şeyi irdeledim. Neden buradaydık? Neden yoldaydık? Neden bisiklet?... Benzer bir soruyu bu turdan aylar sonra Yusuf (Kargınoğlu) da sormuştu. Çektiği belgesel için yönelttiği bu soruya bir cevabım olmamıştı. Neden bisiklet? Şimdi düşündüm de; "Bir toprak parçasına çıplak ayakla basıp, boylu boyunca uzanabilmek için... Saçlarınızın arasında karıncalar dolaşmalı mesela ya da bir kertenkeleyi avcunuza alıp başını okşayabilmelisiniz." (Yediğini iddia edenler de var. Gönderme 1.)

Tekrar yola koyulduğumuzda kayda değer bir şey ile karşılaşmadık. Yol, deniz, tepe, şehir merkezi. Yol, deniz, tepe, şehir merkezi. Yol, deniz, tepe... Bir şeylerin yanlış gittiği kesindi. İlk turumun beni eğiteceğini düşündüğüm için her türlü sürprize açıktım. Kuvvetli rüzgâr, hava şartları , kıyafet tercihleri vs. pek çok yeni bilgiyi tecrübe etme şansım oldu. Bazı bilgileri okuyup ezberlemekten ziyade yaşayarak tecrübe etmek daha eğiticidir insan için. Fakat hiç okumadığım, hiç karşılaşmadığım bir şeyi de tecrübe etmiş bulundum ister istemez. Nasıl bir tur istediğim... Hedeflenmiş iki nokta arasında ilerleyip, varılan hedefin zaferini kutlamak mı? Yoksa; hedeflenmiş iki nokta arasını keşfetmek mi? İstediğim şey ikinci seçenekti fakat ben birincisini uyguluyordum. İşte bu keşif benim için en büyük tecrübe olmuştu. Bu noktadan sonra yapmam gereken tek şey keyif almaya bakmaktı ve öyle de yaptım.

Rize şehir merkezine girdikten sonra Melih ile irtibat kurup, kendisini nasıl bulabileceğimizin bilgisini aldık. Verdiği tarife uyarak çalıştığı kuruma ulaştık. Sadece Çaykur personeline sunulan o enfes çaydan ikram edildikten kısa bir süre sonra, Melih'in de izin alması ile oradan ayrıldık. Melih'in evine kadar sahilden yürümeyi tercih ettik. Yol boyunca kendisinden Rize hakkında pek çok bilgi aldık. İtiraf etmeliyim hayatımda ikinci kez Türkçe'yi bu kadar düzgün konuşan bir insan tanıdım. İlki hayatını "metal eşya parlatma" ile idame ettirmeye çalışan eski bir müzisyendi. Piyano ve gitar çalan elleri artık zamak ve bakıra kul olsa da, bünyesinden bazı alışkanlıkları atamamıştı. Fûlâr takmak mesela.

"Ah o derya! Ne hoştu.
Gece kara, gündüz kara.
Bir sen değil elbet,
Misal; aşka fukarâ!
Lâkin o dalgalar;
Deli gibi sarhoştu."

(Birisine ithafen)


*Çay, duş, seccâde, yatak, çorba ve de nohutlu mantı bir yana; gösterdiği güler yüz ve misafirlik ile o güzel dostluğu için Melih Açık'a sonsuz teşekkürler. Öğrermenlik hayatında başarılar dilerim.

Kaynak:
 
Scudo