21 Ekim – 31 Ekim 2017 İstanbul-Bozcaada-İstanbul Bisiklet Turu

akınt

Üye
Kayıt
9 Şubat 2015
Mesaj
4
Tepki
24
Yaş
48
Şehir
istanbul
İsim
akın
Bisiklet
Scott
Herkese merhaba,

Bu forumdaki arkadaşların yaptığı birbirinden güzel turları okuya okuya içimde biriken heyecana en sonunda yenik düşerek aşağıda okuyacağınız ufak turu gerçekleştirdim. Hem ilk uzun turum olmasının verdiği heyecandan dolayı, hem de bu işe benim gibi yeni atılan arkadaşlara fikir vermesi amacıyla biraz ayrıntılı yazdım. Kafa şişirirsem şimdiden affola.

Aslında aklımda ne zamandır olan bir rotaydı, yazın yapmayı düşünüyordum, ama iş güçten dolayı ağustos ve eylül aylarını kaçırdım. Takvim ekim ortasına gelince, ekim sonunda becerebilir miyim, havalar sorun olur mu diye kara kara düşünürken, arkadaşlarımın sürpriz davetiyle, fırsat bu fırsattır diyerek yola çıkmaya karar verdim. Arkadaşların Geyikli-Bozcaada iskelesine yakın bir köyde evi var, haftasonu için beni köy evlerine davet ettiler; ben de bunu fırsat bilerek aşağıdaki küçük maceraya atıldım.

Nasıl bir rota izlesem, nereden gitsem diye planlar yaparken, benim bisiklet turunu haber alan babam “Benim de Kumburgaz’a gitmem lazım, seni arabayla bırakayım Tekirdağ’a” dedi. Bu teklif benim için çok uygun, zira aksi halde arkadaşların cumartesi akşamı yemek davetine yetişmem mümkün değil.

Yolculuk başlıyor. 21 Ekim Cumartesi günü sabah 5.30’da yola koyuluyoruz. Müthiş uykusuzum, çünkü hem son anda tura çıkmaya karar verdiğim için önceki gece çantaları hazırlamakla ve bisikletin bakımıyla uğraştım, hem de zaten yolculuk öncesi heyecandan pek iyi uyuyamam. Toplam 1 saatlik bir uykuyla sabah arabaya bisikleti ve çantaları yüklüyorum. Ön tekeri söküp bisikleti arabanın bagajına koyuyorum, anca ucu ucuna sığıyor. Derken yola çıkıyoruz. Feci bir sis var. Göz gözü görmüyor. O yüzden yavaşça, pürdikkat yol alıyoruz. Sis, neredeyse Silivri’ye kadar yakamızı bırakmıyor, o yüzden epey vakit kaybediyoruz. Ancak saat 8.30’da Tekirdağ’a varabiliyoruz. Burada kahvaltı ederken, babam “istersen seni Gelibolu’ya bırakayım” diyor. Bu teklife de istemeye istemeye evet diyorum, aslında amacım mümkün olduğunca bisikletle yol almak, ama sis yüzünden planladığımdan çok daha geç Tekirdağ’a vardık. Kafamda hesap yapınca Tekirdağ’dan bisikletle hedefime uygun bir zamanda ulaşmamın mümkün olmadığını anlıyorum. Bunun üzerine tekrar yola koyulup Gelibolu’ya varıyoruz. Hava artık iyice ısınmış durumda. Kilometre saatinin termometresi 25 dereceyi gösteriyor. Gelibolu çıkışında babamla hızlıca çay-kahve içip ayrılıyoruz. Saat 11.00’e yaklaşıyor. Artık bisikletimle baş başayım. Bir an Gelibolu’dan mı vapura binip karşıya geçsem diye düşünüyorum, ama forumda bazı arkadaşların Lapseki-Çanakkale arasındaki yolun kötü olduğuna dair sözleri geliyor aklıma, vazgeçip Eceabat’a doğru pedallıyorum.

Aklımda sürekli “Acaba hava kararmadan yetişebilecek miyim?” endişesiyle var gücümle pedallara asılıyorum. Neyse ki rüzgâr sert esmiyor. Amacım saat 13’teki Eceabat-Çanakkale feribotuna yetişmek. Eceabat’a vardığımda elbette feribotu kaçırmış durumdayım. Bir sonraki feribotu mu beklesem, yoksa Kilitbahir’e devam edip oradan mı binsem diye düşünüyorum. Beklemek yerine, Kilitbahir seçeneği daha mantıklı görünüyor, yeniden asılıyorum pedallara. İnternette yazdığına göre, saat 13.45’te bir feribot var. Kilitbahir iskelesine geliyorum, ama ortada feribot falan görünmüyor. Oradaki görevli, kış tarifesinde feribotların saatte bir kalktığını söylüyor, yani bir sonraki feribot 14.15 feribotu. Feribotu beklerken, bisikleti kontrol ediyorum, bir aksaklık var mı diye. Sonra çantaları düzenliyorum. Sabah apar topar yola çıktığım için her malzemeyi heybelere yerleştiremedim, bir kısmını sırt çantasına koydum. Sırt çantasıyla bisiklet sürmek biraz eziyet olduğu için, sırt çantasındakilerin bir kısmını heybelerin orasına burasına sıkıştırmaya çalışıyorum. Ama gene de sırt çantasını tam boşaltamıyorum, mecbur o çanta benim sırtta yolculuk edecek:) Belli ki fazla eşya almışım. Nihayet feribot geliyor ve biniyorum.

IMG_20171021_141101.jpg

Kısa bir yolculuktan sonra Çanakkale’ye yanaşıyoruz. Çanakkale çok sevdiğim bir yerdir, o yüzden çarşısında biraz dolaşıp vakit geçirsem mi diye düşünüyorum, ama öyle yaptığım takdirde belli ki karanlığa kalacağım, o yüzden Çanakkale’de vakit geçiremeden Kepez’e doğru pedallıyorum. Amacım mümkün olduğunca yan yollardan gidip İzmir-Çanakkale otoyoluna ilerde bağlanmak. Yol sorduğum bir amca beni tebrik ediyor, kendisinin de bir zamanlar bisikletle epeyce yol katettiğini, beni görünce o güzel gençlik günlerini hatırladığını söylüyor. Gerçi ben genç değilim, 42 yaşındayım, ama bu tatlı amcaya gençlik günlerini hatırlatmak hoşuma gidiyor:) Amcayla biraz lafladıktan sonra tekrar yola koyuluyorum. Kepez’den sonra hedef Güzelyalı. Ancak Güzelyalı’ya giden yol üzerinde hummalı bir yol çalışması var. Vinçler, kamyonlar yolu kapamış. Oradaki işçilerden biri, yolun 1 kilometrelik bir kısmının kapalı olduğunu, istersem yolun yanındaki araziden gidebileceğimi, ileride tekrar yola kavuşacağımı söylüyor. Yolun yanındaki araziyi kamyonlar ve vinçler de bol bol kullandığı için oldukça bozuk. Burada bisikletten inip mecbur elde taşıyorum. Gitgide azalan vaktimin bir kısmını da burada kaybediyorum. İleride tekrar yola kavuşunca, Google Maps’i açıyorum, güzergâhı kontrol etmek için. Ve Google Maps’in meşhur azizliğine ilk burada uğruyorum:) Çünkü Google’ın harita uygulamasında görünen yollar ile önümde uzanan yollar uyuşmuyor. Herhalde bu yollar değiştirilmiş. Haritaya boş verip Güzelyalı yol tabelalarına bakarak ilerlemeye başlıyorum. Ama Güzelyalı’ya giden ara yollar oldukça bozuk. Oradan geçmekte olan birine yolun hep böyle bozuk mu olduğunu soruyorum. Güzelyalı yolunun çok bozuk olduğunu, Truva yönüne gitmek için en iyisinin İzmir-Çanakkale yoluna çıkmam olduğunu söylüyor ve otoyola nasıl çıkacağımı tarif ediyor. Ben de doğruca otoyola pedallıyorum. Otoyola çıkınca düz asfalta kavuşuyorum, hem ben hem de bisiklet bir oh çekiyor. Temiz asfalta çıkınca bütün gücümle pedallara asılıyorum. Hava iyice ısınmış durumda. Rampa çıktığım kesimlerde iyice terliyorum. Üstelik yanıma su almayı da unutmuşum. Acemilik işte… Önümde benzin istasyonu da görünmüyor. İleride koca bir tır sağa çekmiş bekliyor. Hiç olmazsa tır şoföründen su isterim diyerek tıra yanaşıyorum. Bir de bakıyorum ki zaten tır şoförü de yol kenarındaki çeşmeden su doldurmak için durmuş. Burada tırcı abiyle biraz laflayıp mataramı doldurduktan sonra tekrar yola koyuluyorum. Az eğimli bir rampayı tırmanırken, yol kenarında bekleyen bir kadın bana sesleniyor. Kadın, önünde bir tabak, yere oturmuş. Tabakta domates ve haşlanmış yumurta var. Orada o halde ne eder ne yapar bilmiyorum. Yanına gelince kadın böyle yüklü bisikletle nereye gittiğimi soruyor. Ben “Bozcaada’ya gidiyorum” deyince, kadın “ben deliyim, ama sen benden de delisin, bu şekilde Bozcaada’ya gidilir mi, bin otobüse git, hayatımda böyle şey görmedim” diyor. Gülerek böyle seyahat etmenin daha çok hoşuma gittiğini söylüyorum. Biraz daha lafladıktan sonra tekrar yola koyuluyorum. Gücümün sonuna kadar pedallara asılıyorum. Derken, İzmir-Çanakkale yolunun meşhur rampalarından biri çıkıyor karşıma. Burada epey zorlanıyorum. Rampanın ucundaki benzin istasyonuna ulaştığımda, sıcağın da etkisiyle neredeyse tükenmiş durumdayım. Benzincide ufak bir mola verip, oradaki görevlilerle sohbet ediyorum. Bundan sonra kayda değer bir rampa olmadığını söylüyorlar. Tekrar yola koyulup son hız ilerliyorum. Beni davet eden arkadaşlar Bozcaada sapağından girmemi tavsiye etmişti. Aslında bana kalsa Truva sapağından girip öyle gideceğim Kumburun köyüne. Ama buraları onlar benden daha iyi bilir sonuçta diyerek, Bozcaada sapağından giriyorum. Saat 18’e yaklaşıyor. Önümde yaklaşık 20 km’lik bir yol kaldı. Hesaplarıma göre, iyi bir tempo tutturursam, hava zifiri karanlık olmadan epey yol alabileceğim. Ama ne yazık ki evdeki hesap çarşıya uymuyor. Zira Bozcaada sapağından girdikten bir müddet sonra emniyet şeridi yok oluyor ve iki yönden kocaman kamyonlar vızır vızır geçip duruyor. Sürekli sağa çekip durmak zorunda kalıyorum.
bozcaada yolu1.PNG
Bozcaada sapağından sonraki yolun sakinleri genelde bu araçlar


Oradan geçen bir köylüye yol durumunu sorduğumda, bu civarda çimento fabrikaları olduğunu, dolayısıyla epeyce kamyonla karşılaşacağımı söylüyor. Gerçekten de ömrümde bu kadar kamyonu bir arada görmedim desem yeridir. Gidiş-geliş yönü vızır vızır kamyon. Keyfim biraz kaçıyor, belli ki karanlığa kaldım, zira ancak yavaş yavaş sürerek gidebileceğim. Başa gelen çekilir diyerek pürdikkat ilerliyorum. Kamyonlar belirince sağa çekip bekliyorum. Böyle böyle ilerliyorum. Tabii ki köy yollarında gittiğim için kamyonlar dışında başka yoldaşlarım da var: Köpekler:) Bol bol çoban köpeği çıkıyor karşıma. Kimi başıboş, kimisi sürüsünün başında. Köpek dostlarımızla karşılaştığımda mecbur bisikletten inip, yürüyerek ilerliyorum. Havanın aydınlık olduğu değerli dakikaların bir kısmı da böylece yitip gidiyor. Derken hızlıca karanlık çöküyor. Havanın nasıl bu kadar hızla karardığına şaşıyorum. Neredeyse birkaç dakika içinde güneş kayboluverdi. Ön ve arka farı açarak yavaşça ilerliyorum. Bu arada, o güne dek hiçbir sorun çıkarmayan cep telefonum kendi kendine kapanıyor. Açma düğmesine bastığımda hayat belirtisi yok telefonda. Yani haritadan mahrum kaldım. Gerçi önümde kıvrıla kıvrıla giden tek bir köy yolu var, o yüzden haritasızlık o kadar da dert değil, ama hedefime kaç kilometre kaldığını bilsem iyi olurdu tabii. Karanlıklar içinde ilerliyorum. Etrafta tek bir ışık bile olmadığından ortalık basbayağı karanlık. Ürpertiyle karışık bir dinginlik duyuyorum. Rüzgârın sesi ve yaprakların hışırtısı dışında ses yok. Kamyonlar artık azalmış durumda, arada tek tük araba geçiyor. İçimden “umarım karşıma köpek çıkmaz” diyerek ilerliyorum, zira artık bir an önce hedefime varmak istiyorum, iyice yorulmuş durumdayım, üstelik sağ bacağıma hafif hafif kramp giriyor. O yüzden ara sıra bisikletten inip yürümek zorunda kalıyorum. Denize doğru gitmeme rağmen hâlâ rampa çıkmak tuhafıma gidiyor, bugün rampa konusunda şanssız günümdeyim herhalde diyorum içimden:) O sırada ileride tek tük ışıklar görünce, bir köye yaklaşmakta olduğumu anlıyorum. Belki benim köydür bu diyerek pedallara asılıyorum. Köy tabelasını görünce hayallerim suya düşüyor, çünkü tabelada Kumburun yazmıyor. Köyün içindeki bakkalda bir maden suyu molası veriyorum. Bakkala “hem denize doğru gidiyorum, hem rampa çıkıyorum, nasıl bir iştir bu” dediğimde, kendilerinin de aynı dertten muzdarip olduğunu söyleyerek esprili bir cevap veriyor. Kumburun köyünü sorduğumda, önümde bir köy daha olduğunu, sonra Kumburun’a varacağımı söylüyor. Anlayacağınız, git git bitmeyen bir yoldayım. Turum boyunca en zorlandığım kısım bu oldu zaten. Tekrar yola koyulup ilerliyorum. Şansıma, hava karardıktan sonra, uzaklardan havlamalar duysam da karşıma köpek çıkmıyor. Bakkalın bahsettiği köyün içinden geçiyorum. Artık hedefime az kaldı. 4-5 kilometre daha gittikten sonra, karşıdan gelen bir araba bana selektör yapıyor. İyice yaklaşınca ismimin seslendiğini duyuyorum. Meğer, benim arkadaşlar bana telefonla ulaşamayınca başıma bir şey geldiğini düşünerek beni aramaya çıkmış. Zaten köye de 1 km. yol kalmış. Onlar arabayla önde ben bisikletle arkada ilerliyorum. Nihayet arkadaşların evine varıyoruz. Oldukça bitap düşmüş durumdayım. Sabah kahvaltıdan sonra doğru dürüst bir şey yemediğimden de feci halde açım. Arkadaşların kurduğu enfes sofraya oturunca yorgunluğumu biraz olsun unutuyorum. Sohbet ve güzel yemekler eşliğinde günü tamamlıyoruz.

Ertesi gün arkadaşlar İstanbul’a dönmek üzere yola çıkıyorlar. Evin anahtarı artık bana emanet. Köy bakkalına gidince, bakkal bana epey bir soru soruyor. Meğer, arkadaşlar köydeki birkaç kişiye benim bisikletle geleceğimi söylemiş, bu laf da kulaktan kulağa dolaşa dolaşa, ne hikmetse, “İstanbul’dan köyümüze bisikletle meşhur bir yazar geliyor” söylentisine dönüşmüş. Yani köyün gözünde ben meşhur bir yazarım:) O yüzden bakkal soru üstüne soru soruyor. Tabii ben gerçekleri anlatınca yazar falan olmadığım ortaya çıkıyor.

Sonraki gün, sabah erkenden Bozcaada iskelesine gitmek üzere yola çıkmayı planlıyorum. Tabii erken kalkamayınca, saat 11 feribotuna yetişiyorum ancak. Kaldığım köy eviyle Geyikli feribot iskelesi yaklaşık 10 km. Acele etmeden iskeleye varıyorum. Feribotun kalkmasına daha var. İskele civarındaki bir çay bahçesine oturunca, yan masadakilerle sohbet başlıyor. Oralara kadar bisikletle geldiğimi duyunca hem hayret hem tebrik ediyorlar. Çay ısmarlıyorlar. Biraz lafladıktan sonra feribotun yolu görünüyor bana.

Bozcaada, sezonun kapanmasından dolayı epey ölü. Çoğu tesis kepenkleri kapamış. Merkezdeki çay bahçesinde biraz soluklanıp, Bozcaada’yı turlamaya başlıyorum. Etrafta in cin top oynuyor. Merkez dışında hayat belirtisi yok. Sessiz yollarda pedallamak hoşuma gidiyor.

bozcaada3.PNG
Ada yollarında benden başkası yok

Yaklaşık 20 km pedal çevirdikten sonra karnımı doyurmak üzere Çamlık bölgesindeki mesire yerine gidiyorum. Burada birkaç arkadaş mangal yapıyor, yanlarından geçerken selamlaşıp sohbet ediyoruz. Meraklı gözlerle bisikletime bakıyorlar. İstanbul’dan geldiğimi söylediğimde şaşırıyorlar. Onlar da Edremit’ten motosikletle günübirliğine gelmişler. Yanlış hatırlamıyorsam, bu arkadaşlar Edremit Motor Kulübü üyeleriymiş. Bisikletle seyahat etmenin zor olduğunu, bisikletin yük kapasitesinin sınırlı olduğunu söyleyip, en kısa zamanda motosiklete terfi etmemi öğütlüyorlar. Sohbetten sonra piknik masalarından birine oturup yemeğimi pişiriyorum. Çok geçmeden, motorcu arkadaşlar, sağolsun, mükellef bir mangal tabağı ikram ediyorlar bana. Gözlerim ve midem bayram ediyor. Yemekten sonra Bozcaada’yı turlamaya devam ediyorum. Daha önceki ada ziyaretlerimde görmediğim kısımlara gidiyorum. Manzarayı seyrede seyrede bisikletimi sürerken akşam çökmeye başlıyor.

bozcaada2.PNG
Bozcaada manzara yönünden zengin

Hava durumuna bakılırsa, gece kuvvetli bir sağanak var. O yüzden kendime korunaklı bir kamp yeri bulmam lazım. Haliyle tek seçeneğim ormanlık alan. Yeniden mesire yerine gidiyorum. Deminki motorcu arkadaşlar gitmiş. Sadece mesire alanının girişine yakın, ağaçların arasında iki tane çadır görünüyor. Ormanlık alanın içine girip, gözlerden uzak bir nokta belirleyip çadırı kuruyorum. Bir süre sonra sağanak başlıyor. Gündüz hava mis gibiyken, gece kızılca kıyamet olmasına şaşıyorum. Demek, ada havası böyle oluyormuş. Delifişek bir hava. Çadır su alır mı acaba diye yarı uyur yarı uyanık sabahı ediyorum. Yağmur ertesi gün de devam ediyor. Böylece bir gün daha Bozcaada’da kalmak farz oluyor. Yağmurlu bir havada Bozcaada’da sessiz sakin bir gün geçiriyorum. Sonraki gün hedefim gidonu Assos’a çevirmek. Tabii hava izin verirse.

bozcaada4.PNG
Neyse ki arada göz kırpanlar da oluyor:)

Ertesi sabah bulutların dağıldığını görünce öğlen feribotuyla tekrar Geyikli iskelesine geçiyorum. İlk durak Dalyan. Geyikli iskelesinden Dalyan’a giden yolda pek kimse yok. Marketler de dahil pek çok tesis kapalı. Sessiz sakin yolda rahat rahat gidiyorum. Dalyan’a yaklaşırken, karşıdan gelen bisikletli bir beyefendi selam verip yanıma geliyor. Civardaki bir sitede oturuyormuş ve ne zaman bir bisikletli görse muhakkak durdurup sohbet edermiş. Ben de bu uygulamadan nasibimi alıyorum tabii:) Ismarladığı çaylar eşliğinde tatlı bir sohbete dalıyoruz. Konuştukça anlıyorum ki spora ve bisiklete epey meraklı bir insan. Afrika’yı bisikletle dolaşan ahbaplarından bahsediyor bana. Onları duyunca kendi yaptığımın ne kadar eften püften bir iş olduğunu düşünüyorum. Epeyce sohbetten sonra müsaade isteyip yeniden yola düşüyorum.

İstanbul’dan yola çıkmadan önce güzergâhım üzerinde gezip görülecek yerleri haritaya işaretlemiştim. Haritama göre, Dalyan’ı geçince yolumun üzerinde bir antik kent var. Tarihe meraklı olduğumdan muhakkak gezeceğim. Dalyan geride kaldıktan bir müddet sonra antik kent karşıma çıkıyor. Etrafta gene kimseler yok. Girişin ücretsiz olduğu yazıyor. Ören yerinin girişine birkaç piknik masası koymuşlar, burada kendime bir kahve molası veriyorum. Ardından giriş kapısına yanaştığımda, kapının kilitli olduğunu görüyorum. Demir parmaklıkların üzerinden atlamak benim için zor değil, ama bisiklet için biraz zor. Bisikleti gözümün önünden ayırmak istemediğimden, ileride parmaklıkların biraz alçaldığı kısımda bisikleti güç bela parmaklıkların öteki tarafına geçiriyorum, kendim de tırmanıp atlıyorum. Etkileyici bir antik kent burası. Manzara muhteşem.

alexander troas.PNG
Bu antik kenti kuranlar iyi yer seçmiş

Açıklayıcı yazıları okuyarak etrafı geziyorum. Sonra bisikleti tekrar parmaklıklardan aşırıp dışarı çıkıyorum. Açıklayıcı yazılarda bir de antik limandan bahsediyor, onu da görmek istiyorum. Yazılanlara bakılırsa, antik limana Dalyan Köyü’nün içinden ulaşılıyor. O yüzden tekrar Dalyan Köyü’ne dönüyorum. Antik liman tabelalarını takip ederek, yoldaki insanlara sora sora sahile kadar iniyorum. Ortalıkta antik liman falan yok. Belli ki yanlış geldim. Sahildeki kahvehaneye gidip antik limanı soruyorum. Yaşlıca bir beyefendi yanıma gelip “Kusura bakma, yanlış anlama, ama biz buraya her gelene sorarız, sen tarihi eser kaçakçısı değilsin değil mi, çünkü ara sıra böyle geliyorlar, antik sütunları kaçırıp götürüyorlar” diyor. Ben de gülerek şaka yollu, bisikletin heybelerinde antik sütunlar için yer kalmadığını, o yüzden bu seferlik yanıma alamayacağımı söylüyorum. Karşı tarafın hiç gülmediğini görünce, hemen işi ciddiyete bindirip sadece tarihe meraklı bisikletli bir gezgin olduğumu söylüyorum. Bunu duyunca beyefendi yumuşuyor, başlıyor antik kentin tarihini anlatmaya. Sonra antik limanı tarif ediyor, ardından da “Hadi sana rehberlik edeyim” diyerek beni antik limana kadar götürüyor. Hem limanla ilgili tarihi bilgiler veriyor, hem de kendi hayatından hikâyeler anlatıyor. Limana bakan tepede biraz harap durumda bir bina var. Meğer bu bina eskiden okulmuş, hatta bana rehberlik eden beyefendi bu okulda okumuş. Manzara enfes. Böyle bir okulda okumak için neler vermezdim. Epeyce sohbet ettikten sonra rehberimle vedalaşıp tekrar yola koyuluyorum.

Assos yönüne doğru sürüyorum, ama hava kararmaya başladığından yol üzerinde ilk uygun yerde kamp atmam lazım. Bugün pek de yol katedemeden akşamı ettim. Ama güzel bir gün geçirdiğimden kilometrelerin önemi yok. Demin gezdiğim antik kentin yanından geçip gözüme kestirdiğim ağaçlık bir alanda çadırımı kuruyorum.

Ertesi günkü hedefim Assos. Ancak sabah uyandığımda burnum akıyor, boğazımda da hafif bir ağrı var. Yani hastalık kapıyı çalıyor. Hava durumu da bir sonraki gün gene yağmur bildirince, Assos planından vazgeçip gerisin geri arkadaşların köy evine dönüyorum. Zira İstanbul’a dönüşü de bisikletle yapmak istediğimden, iyice hasta olmamam lazım.

Köy evinde birkaç gün dinlendikten sonra dönüş günü gelip çatıyor. Sabah 7’de kalkıp bisiklete çantaları yüklerken ön lastiğin yerle bir olduğunu görüyorum. Ne zaman patladı acaba diye düşünerek iç lastiği çıkarıp kontrol ediyorum. Bir patlak görünmüyor. Leğene su doldurup lastiği kontrol ediyorum. Patlak yok gibi. Gene de her ihtimale karşı yedek iç lastiği takıyorum. Herhalde siboptan bir şekilde hava kaçırdı. Bu işlem bana yarım saate mal oluyor. Kayıp vakti yolda telafi ederim diyerek başlıyorum dönüş yolculuğuna.

Amacım Geyikli üzerinden Ezine, oradan da Bayramiç-Çan-Biga yolunu takip ederek Bandırma’ya ulaşıp feribota binmek. İnternetten kontrol ettiğimde Bandırma’dan son feribotun saat 18.30’da kalktığını öğreniyorum. Yani ne yapıp edip bir sonraki gün bu feribota yetişmem lazım. Feribot iskelesine kadar önümde 200 küsur km.’lik bir yol var. Bu yüzden pedallara var gücümle asılıyorum. Geyikli’ye vakit kaybetmeden ulaşıp Ezine yoluna sapıyorum. Rampaları soluksuz çıkıyorum. Ezine girişinde yol çar çamur içinde. Ezine’nin içi daha da beter. Yoldan geçen bir amcaya Bayramiç yoluna nasıl çıkacağımı sorduğumda, Ezine’nin içine girmememi, çünkü 1 senedir kanalizasyon çalışması yapıldığını, her yerin berbat olduğunu söylüyor. Gerçekten de en kötü köy yollarını mumla aratacak bir manzara var önümde. Ayakkabılar ve bisikletin tekerleri çamur içinde kalıyor. Amcanın tarif ettiği alternatif yola sapıyorum. Bu yol nispeten daha az çamurlu. Buradan Bayramiç yoluna çıkıyorum. Ama Bayramiç yolu da sorunlu. Burada da yol çalışması var. Asfalt sökülmüş, geçen günlerde yağan yağmurlar yüzünden olsa gerek, yol delik deşik. Bu kısmı hızım oldukça düşük katediyorum mecburen. Hava kararmadan Çan’a ulaşmam lazım. Öğlen vakti güç bela Bayramiç’e ulaşıyorum. Bir çay bahçesinde hızlıca çay-tost molası verdikten sonra tekrar yola koyuluyorum. Bayramiç’ten sonra yolun manzarası güzelleşiyor. Ama her gülün dikeni olduğundan, bu güzel manzaranın da dikeni var: Rampalar. Söylene söylene rampaları çıkıyorum. Hava akşam 6 gibi kararmaya başladığından artık mola vermeden ilerlemem lazım. Ama rampalar yakamı bırakmıyor. Bir köyün çıkışındaki rampayı çıkarken, artık dayanamayıp gerisin geri rampa aşağı iniyorum. Çünkü rampanın başında güzel bir ağaç altı görmüştüm, orada biraz soluklanacağım, yoksa bu rampayı çıkmam mümkün değil. Matımı çıkarıp ağaç altında 15-20 dakika kestiriyorum. Biraz abur cubur da atıştırınca kendime geliyorum.

IMG_20171030_150214.jpg
Rampa öncesi ağaç altı molası


Demin yarım bıraktığım rampaya devam. Manzarayı seyrede seyrede ilerliyorum. Gerçi çok da manzaraya dalmam mümkün değil, önüme bakmalıyım çünkü yolun büyük kısmında emniyet şeridi yok. Neyse ki çok yoğun bir yol değil. Köylerin içinden geçe geçe nihayet Balıkesir-Çanakkale yoluna bağlanıyorum. Artık düzgün asfalta kavuştum, var gücümle ilerliyorum. Hava kararmaya başlıyor. Çan’a az bir yolum kaldı. İlerideki benzincide ihtiyaç molası veriyorum. Benzincideki görevli beni tebrik ediyor, kendisinin de motosiklet tutkunu olduğunu, ama bisikletle böyle yolculuk etmenin bayağı cesaret istediğini söylüyor. Çan’a az bir yol kaldığını, artık başka rampayla karşılaşmayacağımı belirtiyor. Vedalaşıp tekrar yola çıkıyorum. Rampa yok dense de gene de ufak rampalar tabii ki var. Çan tabelasını görünce büyük bir sevinçle anayoldan sapıyorum. Neyse ki Çan’ın merkezine kadar yol yokuş aşağı. Pedal çevirmeme gerek kalmadan merkezdeyim. Daha önceden haritada işaretlediğim bir pansiyonu telefonla arayıp yer soruyorum. Şükür ki pansiyon bulunduğum yere çok yakın. Çünkü artık 2-3 kilometre bile bisiklet sürecek halim kalmadı. Pansiyona yerleştikten sonra, resepsiyon görevlisi oralara kadar bisikletle gelmiş olmamı büyük şaşkınlıkla karşılıyor. O soğukta nasıl bisiklet sürdüğümü anlamadığını söylüyor. Gerçekten de Çan’ın havası farklı. Bayağı ayaz gibi bir soğuk var hava kararınca. Sohbet sırasında, görevli arkadaş, şansıma o akşam Çan’da Yeni Türkü konseri olduğunu söylüyor. Yeni Türkü gençliğimde severek dinlediğim bir grup olduğundan bunu duymak beni sevindiriyor. Akşam yemeğimi yedikten sonra doğruca konser alanına gidiyorum. Epeyce insan toplanmış. Çok yorgun olmama ve havanın soğuğuna rağmen, konseri neredeyse sonuna kadar izliyorum. Sonra adeta koşar adımlarla pansiyona dönüp hemen yatağa giriyorum.

IMG_20171030_211320.jpg
Bedavaya konser, daha ne isterim ki...

Ertesi sabah 7’de ayaktayım. Hazırlanıp 7.30’da yola koyuluyorum. Ne de olsa hava sıcaklığı dünküyle aynıdır diyerek dün giydiğim kıyafetleri giydim. Çan’dan Biga yoluna sapıp 5 kilometre kadar gittikten sonra, her yanım buz kesmiş durumda. Ayak ve el parmaklarımı hissetmiyorum. Nasıl bu kadar soğuk olabildiğine şaşıyorum. Bir köy çıkışında müsait bir yerde bisikleti kenara çekip üstümü değiştiriyorum. Ayağıma iki kat yünlü çorap, elime de 3 kat eldiven giyiyorum. İyi ki fazladan eldiven getirmişim, çünkü 3 kat eldiven de kâr etmedi, parmaklarım gene üşüdü. O eldivenler olmasaydı, büyük ihtimal bu satırları yazamayacaktım:) Bu durum, bana büyük bir ders oluyor, zira ekim sonu bile olsa hava resmen kış ayazı olabiliyormuş, bunu acı da olsa öğrenmiş oldum. Yol kenarında biraz hoplayıp zıplayıp ısınma hareketleri yaptıktan sonra yola koyuluyorum. Karşıdan buz gibi sert bir rüzgâr esiyor. Akşam son feribota yetişme derdi olmasa, bir yerde mola verir, güneşin tepeye çıkıp havanın ısınmasını beklerdim. Ama böyle bir lüksüm yok, soğuk falan dinlemeden mecbur süreceğim. Çan-Biga arasındaki yolun sunduğu güzel manzaralara bakarak ilerliyorum. Sonbaharın geldiği, kışın yavaş yavaş yaklaşmakta olduğu, ağaç yapraklarının renklerinden okunuyor. Gerçekten de çok hoş bir yol burası. Nihayet Biga’ya geliyorum. Aslında Biga’nın merkezine girip sıcak bir çorba içmek isterdim, ama vaktim kısıtlı. Biga’ya uğramadan doğruca Bandırma yoluna giriyorum. Yol üzerindeki bir benzincide ihtiyaç molası için duruyorum. Her zamanki gibi, görevli arkadaşla sohbet başlıyor. Bu soğukta nasıl gittiğimi merak ediyor. Sabah arabada göstergenin 3 derece gösterdiğini söylüyor. Sabah ilk yola çıktığımda niye küçük bir donma vakası yaşadığım ortaya çıkıyor. Görevli arkadaş, Çan ve Biga civarının kışın çok soğuk olduğunu, Ankara’yı aratmadığını söylüyor. Rampa durumunu sorduğumda, Bandırma’ya yaklaşırken önümde uzun bir rampanın olduğunu, arabaların bile zor çıktığını söylüyor. Bunlar duymak istediğim şeyler değil, ama başa gelen çekilir diyerek veda edip gene yollara düşüyorum. Meşhur rampanın öncüsü küçük rampaları ine çıka ilerliyorum. Herhalde havanın soğuğundan olacak, canım feci halde çay-kahve istiyor. Ama yol üstünde hiçbir tesis gözüme çarpmıyor. Ayrıca hangi benzin istasyonuna sorduysam, çay ve kahve servislerinin olmadığını söylüyor. Artık feribotta içerim diyerek, sıcak bir içecek hayaliyle pedallıyorum.

donus6.PNG
Çanakkale'ye elveda...

Biga-Bandırma arasındaki yol düzgün, yeterli emniyet şeridi de var, ama çoğu yerde manzara açısından çok keyifli bir yol değil. Ayrıca çoğu yerde yolun iki tarafında geniş düzlükler uzandığı için epey rüzgâr alan bir yol. Üstelik rüzgâr neredeyse sabahtan beri karşımdan esiyor. Meşhur rampayı merakla bekleyerek yol alıyorum. Derken, bizim rampa karşıma çıkıyor. Dinlene dinlene çıkıyorum. Artık rampalara alıştığımdan mıdır nedir, bu rampa bana çok da aman aman bir rampa gibi görünmüyor. Rampanın bitimindeki benzincide de çay-kahve için şansımı deniyor ve gene olumsuz cevap alıyorum. Çay-kahvenin bu kadar kıymete bindiği bir gün daha yaşamamıştım:) Meşhur rampayı geride bıraktıktan sonra, artık Bandırma ile aramda önemli bir engel kalmadı. Daha doğrusu, ben öyle zannediyorum.

Yolun iki yanında ara ara fabrikaların belirmeye başlamasıyla Bandırma’ya yaklaştığımı anlıyorum. Fabrikaların önünden geçerken, beni gören azman bekçi köpekleri avazı çıktığı kadar havlıyor, ama zincirle bağlı olduklarından korkuya, endişeye ne hacet:) Biraz sonra, az eğimli bir rampayı çıkarken, yanından geçmekte olduğum bir fabrikanın bekçi köpekleri de beni görünce havlamaya başlıyor, ama bu köpeklerin daha öncekilerden önemli bir farkı var: Bağlı değiller. Haliyle, birden bire etrafımı pitbull’a benzer bir köpek, bir Alman kurdu, bir de Sibirya kurdu çeviriyor. Hemen bisikletten iniyorum, ama ne yapacağımı da bilemiyorum. Daha önce karşılaştığım köpeklerin aksine bu arkadaşlar epeyce asabi ve kabadayı görünüyor. Özellikle de Alman kurdu, hırlayıp dişlerini göstererek, üstüme atlayacakmış gibi hamleler yapıyor. Geriye dönmem mümkün değil, yolun karşısına da geçemem, son sürat vızır vızır arabalar geçiyor. Fabrikanın girişine bakıyorum, birileri çıkarsa seslenip yardım isteyeceğim, ama ortalıkta kimse yok. Tam o sırada, köpekler benimle ilgilenmeyi bırakıp ileri doğru koşturmaya başlıyorlar. Zira karşı yoldaki fabrikanın bekçi köpekleri de dışarı fırlamış durumda, benim köpeklerle atışıyorlar. Benimkiler yolun ilerisinde karşıdaki köpeklerle havlaşırken, yavaş yavaş yürüyerek ilerliyorum. Gerçi köpeklere doğru yürüyorum, ama yapabileceğim başka bir şey yok zaten. Yanlarına yaklaşırken, ilgileri ne yazık ki gene bana dönüyor. Bir iki adım atarak, biraz bekleyerek çok yavaşça ilerliyorum. Amacım mıntıkalarından bir an önce çıkmak. Nihayet köpekler arkamda kalıyor. Tedbiri elden bırakmayarak biraz daha bisiklet elde ilerliyorum. Sonra son sürat yola devam.

Bu köpek hadisesi bana 20 dakikaya mal oluyor. Saat 17’ye yaklaşıyor. 18.30 feribotuna yetişme gayretiyle artık bütün gücümle pedallara asılıyorum. Feribot levhasını ilk gördüğüm sapaktan giriyorum. Elimdeki harita başka bir yol tarif ediyor, ama feribot işaretini gördüm ya, sevinçten dayanamayıp hemen sapıyorum. Yokuş aşağı hızla iniyorum. Önümdeki arabaları takip ediyorum, ne de olsa onlar da feribota gidiyordur diyerek. Feribot iskelesine yaklaşırken son bir dik rampanın da üstesinden gelerek nihayet hedefime varıyorum. Saat 17.50. Hiç vakit kaybetmeden hemen biletimi satın alıp, beklemeye başlıyorum. O anki mutluluk ve rahatlık hissi tarif edilemez. Hem feribota yetiştim, hem de birazdan kahve içebileceğim:)

Feribotun saat 21.00 civarı Yenikapı’ya yanaşmasıyla beraber, yolculuğumun son adımı başlıyor. Oturduğum ev Sarıyer’de olduğu için, önümde kat etmem gereken 30 küsur kilometrelik bir yolum kaldı. Metroya da binebilirim elbette, ama bisikletle gitmek istiyorum. Yenikapı sahilinin emniyet şeritsiz yolunda ilerliyorum. Turum boyunca trafik açısından en çok tehlike yaşadığım yol Yenikapı-Ortaköy arası oldu. Halk otobüsleri neredeyse iki parmak açıktan gidona teğet geçiyor.

donus8.PNG
Yolda tanık olduğum tek kaza... Tabii ki İstanbul'da...

Ortaköy’den sonra hem yola aşina olduğum için, hem de yol trafik açısından biraz rahatladığı için, rahatça gidiyorum. Saat 22’yi buldu. Yorgunluk iyice çöktü üzerime. Emirgan sahilinde ufak bir mola verip, manzarayı seyrediyorum, ilk uzun turumu gerçekleştirmiş olmamın zevkini duyarak. Son anda başıma bir şey gelmesin diyerek, yavaşça ve dikkatle bisikletimi sürerek, nihayet saat 23'e doğru eve varıyorum. Eve vardığımda ilk yaptığım iş tabii ki çay demlemek oluyor. Ömrümde içtiğim en lezzetli çay da oydu sanırım:)

Sabırla okuduğunuz için teşekkür ederim.
 
Scudo

Metin_S

Gezgin
Kayıt
15 Mayıs 2017
Mesaj
125
Tepki
138
Şehir
Angora
İsim
Metin S
Bisiklet
Diğer
Tebrik ederim güzel bir tur yapmışsın.Tekirdağ,Geyikli arası biraz uzun tutmussun mesafeyi.İlk tur için fazla zorlamasanda olurdu.
Sende tadı aldın uzun turun,artık iflah olman(bırakmazsın)
Bir de bu kadar uzun yazınca okumak zor oluyor;aralara foto sık at millet sıkılmasın okumaktan.
Kutlarim soğuk,yağışlı mevsimde güzel bir tur yapmışsın.Devamı gelir inşallah.
 

akınt

Üye
Kayıt
9 Şubat 2015
Mesaj
4
Tepki
24
Yaş
48
Şehir
istanbul
İsim
akın
Bisiklet
Scott
@Metin S. Teşekkür ederim... Haklısın, ilk tur için mesafeler biraz uzun oldu. Açıkçası bayağı zorlandım zaten. Bundan sonraki gezilerde hem tur planlaması hem de fotoğraf açısından daha iyi olacağımı umuyorum.
 
  • Beğen
Tepkiler: Metin_S

KuzeydenGaliba

Daimi Üye
Kayıt
4 Ağustos 2007
Mesaj
252
Tepki
266
Şehir
izmir
İsim
KuzeydenGaliba
Başlangıç
1988—89
Bisiklet
Cube
Bisiklet türü
Şehir - Tur
Tebrikler, güzel bir tur ve anlatım olmuş.
 

Cevat_MD

Forum Bağımlısı
Kayıt
20 Aralık 2011
Mesaj
818
Tepki
1.971
Yaş
57
Şehir
LÜLEBURGAZ - ÇORLU
İsim
Cevat Bayhan
Başlangıç
2011—12
Bisiklet
Merida
Bisiklet türü
Yol bisikleti
Bu kadar etkileyici bir turun anlatımı çok güzel ama fotolar az olmuş. Ayağınıza sağlık.