naz34
Forum Bağımlısı
- Kayıt
- 10 Ağustos 2007
- Mesaj
- 829
- Tepki
- 1.120
- Şehir
- Pendik, İstanbul
- Bisiklet
- Carraro
Dün sabah ( Sevgililer Günü'nde, sevgili Çılgın'ımı minik köpeğimi defnettim.. Çok üzgünüm, dünden beri gözümün yaşı dinmiyor...
Yeğenim bana 14 sene önce doğum günü hediyesi olarak getirmişti 6 aylık yavruydu ..O bir terrier - kaniş kırması , altın topacı gibi sarı kıvırcık tüylü, zeytin gözlü erkek bebekti bana geldiğinde..
Son 2 aydır hastaydı..Ayaklarının hiçbiri tutmuyordu..uyutulması gerektiğini anlamıştım ama bi türlü kıyamıyordum.. Ona hayatını ben vermemiştim ki , nasıl uyutulmasına karar verebilirdim..
Cumartesi günü onu beslerken, gözlerindeki hüznü hissettim..
( -koşup oynayamıyorum, acı çekiyorum ) der gibiydi..
Tamam ,dedim ...Pazartesi olsun seni veterinere götüreceğim...
Pazar sabahı mamasını vermek için yuvasına baktığımda cansız bedeniyle karşılaştım.. O kısacık ömrü bitmişti işte..
Kararın bana kalmamasına sevindim, acısının bitmesine sevindim..Ama dile kolay, 14 yıldır benimle yaşayan, oğlum diye sevdiğim sarı topacım yoktu artık...Dünden beri hiç iyi değilim....
Sabah öğlen akşam onu beslemek ve tuvaletine çıkarmak...O saatler geldiğinde ister istemez gözüm sürekli yattığı yerlere gidiyor..Ama yok artık...
Çılgın'ımı çok özlüyorum........
İlk okuduğumda beni çok hüzünlendiren, şimdi ise yaralı yüreğimi kanatan ;
sevgili Can Dündar'ın köpeği ile veda yazısını da sizlerle paylaşmak istedim.:
Özleme Dair
Yüreğimi sıkıştıran bu kesif hüzün, belki de terketmişlere özgü gizli bir terkedilme duygusudur.
Özledim seni...
Ayrılık yüreğimi karıncalandırıyor nicedir...
Beynimi uyuşturuyor özlemin...
Çok sık birlikte olamasak bile benimle olduğunu bilmenin bunca yıl içimi nasıl ısıttığını yeni yeni anlıyorum.
Yokluğun, hatırlandıkça yüreğime saplanan bir sızı olmaktan çıkıp mütemadi bir boşluğa dönüşüyor.
Sabahlara seni okşayarak başlamaları akşamları, her işi bir kenara koyup seninle başbaşa karşılamaları özlüyorum; oynaşmalarımızı, hırlaşmalarımızı, yürüyüşlerimizi, sevimli haşarılığını, çocuksu küskünlüğünü...
Nasıl da serttin başkalarına karşı beni savunurken; ve ne yumuşak, bir çift kısık gözle kendini ellerimin okşayışına bırakırken... ya da kolyeni çözdüğümde kollarıma atlarken...
Hasta olduğunda, o korkunç kriz gecelerinde günler, geceler boyu nöbet tuttuk başında... o şen kahkahalarına yeniden kavuşabilmek için sessiz dualar ederek...
"Atlattı" müjdesini kutlarken yorgun bedenindeki yaraları okşayarak, doktorun böldü sevincimizi:
"Yaşayamaz artık bu evde... yüksek binalar ve beton duvarların gri kentinde" dedi, "O gitmeli... ve kendine yeni bir hayat çizmeli..."
Bilsen, ne zor gitmen gerektiğini bile bile "Kal" demek sana...
Ne zor, senin için ebedi mutluluğun beni unutmandan geçtiğini bilmek...
Gitmeni asla istemediğim halde, buna mecbur olduğumuzu görmek ve sana bunları söyleyemeden "Git artık" demek...
"Beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa" demek sana ne zor...
Sesimi, kokumu çekip alıvermek beyninden, sesin, kokun hâlâ beynimdeyken...
seni görmemek ve belki yıllar sonra karşılaştığımızda bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...
... yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek...
... ve sonra kendi ellerimle bindirip seni yabancı bir arabanın arka koltuğuna, birlikte güneşlendiğimiz onca yazı, yanyana titreştiğimiz onca kışı, paylaştığımız bunca acıyı, onca kahkahayı ve bütün o uzak yeşillikleri katıp yorgun bedeninin yanına, arkandan pişmanlık gözyaşları dökmek ne zor...
... ne zor hiç tanımadan seni emanet ettiğim bir şoföre "Hızla uzaklaş buradan ve gidebileceğin kadar uzağa git" demek...
... yokluğunu beklemek, ne zor...
* * *
Bunları düşündükçe, şu anda uzakta bir yerlerde üşüdüğünü sezinleyerek panikliyorum. Bütün engelleri aşıp terkedilmiş caddeleri, kimsesiz sokakları. yalnız bulvarları arşınlayarak sana ulaşmak, sessizce başını okşamak, kulağına sevgi sözcükleri fısıldamak ve yavaşça üzerini örtmek geçiyor içimden...
Paylaştığımız bir mazinin, yitirdiğimiz bir geleceğe dönüşmesinden hicran duyuyorum.
Gizli gizli hüzünlendiğim akşamlardan birinde, terketmişlere özgü bir terkedilme korkusunu da yüreğimin derinlerinde duyarak sana koşmak, yaptıklarım ve daha çok da yapamadıklarım için özür dilemek ve
"Geri dön bebeğim" demek istiyorum:
"Geri dön... kulüben seni bekliyor..........Can Dündar
.
Yeğenim bana 14 sene önce doğum günü hediyesi olarak getirmişti 6 aylık yavruydu ..O bir terrier - kaniş kırması , altın topacı gibi sarı kıvırcık tüylü, zeytin gözlü erkek bebekti bana geldiğinde..
Son 2 aydır hastaydı..Ayaklarının hiçbiri tutmuyordu..uyutulması gerektiğini anlamıştım ama bi türlü kıyamıyordum.. Ona hayatını ben vermemiştim ki , nasıl uyutulmasına karar verebilirdim..
Cumartesi günü onu beslerken, gözlerindeki hüznü hissettim..
( -koşup oynayamıyorum, acı çekiyorum ) der gibiydi..
Tamam ,dedim ...Pazartesi olsun seni veterinere götüreceğim...
Pazar sabahı mamasını vermek için yuvasına baktığımda cansız bedeniyle karşılaştım.. O kısacık ömrü bitmişti işte..
Kararın bana kalmamasına sevindim, acısının bitmesine sevindim..Ama dile kolay, 14 yıldır benimle yaşayan, oğlum diye sevdiğim sarı topacım yoktu artık...Dünden beri hiç iyi değilim....
Sabah öğlen akşam onu beslemek ve tuvaletine çıkarmak...O saatler geldiğinde ister istemez gözüm sürekli yattığı yerlere gidiyor..Ama yok artık...
Çılgın'ımı çok özlüyorum........
İlk okuduğumda beni çok hüzünlendiren, şimdi ise yaralı yüreğimi kanatan ;
sevgili Can Dündar'ın köpeği ile veda yazısını da sizlerle paylaşmak istedim.:
Özleme Dair
Yüreğimi sıkıştıran bu kesif hüzün, belki de terketmişlere özgü gizli bir terkedilme duygusudur.
Özledim seni...
Ayrılık yüreğimi karıncalandırıyor nicedir...
Beynimi uyuşturuyor özlemin...
Çok sık birlikte olamasak bile benimle olduğunu bilmenin bunca yıl içimi nasıl ısıttığını yeni yeni anlıyorum.
Yokluğun, hatırlandıkça yüreğime saplanan bir sızı olmaktan çıkıp mütemadi bir boşluğa dönüşüyor.
Sabahlara seni okşayarak başlamaları akşamları, her işi bir kenara koyup seninle başbaşa karşılamaları özlüyorum; oynaşmalarımızı, hırlaşmalarımızı, yürüyüşlerimizi, sevimli haşarılığını, çocuksu küskünlüğünü...
Nasıl da serttin başkalarına karşı beni savunurken; ve ne yumuşak, bir çift kısık gözle kendini ellerimin okşayışına bırakırken... ya da kolyeni çözdüğümde kollarıma atlarken...
Hasta olduğunda, o korkunç kriz gecelerinde günler, geceler boyu nöbet tuttuk başında... o şen kahkahalarına yeniden kavuşabilmek için sessiz dualar ederek...
"Atlattı" müjdesini kutlarken yorgun bedenindeki yaraları okşayarak, doktorun böldü sevincimizi:
"Yaşayamaz artık bu evde... yüksek binalar ve beton duvarların gri kentinde" dedi, "O gitmeli... ve kendine yeni bir hayat çizmeli..."
Bilsen, ne zor gitmen gerektiğini bile bile "Kal" demek sana...
Ne zor, senin için ebedi mutluluğun beni unutmandan geçtiğini bilmek...
Gitmeni asla istemediğim halde, buna mecbur olduğumuzu görmek ve sana bunları söyleyemeden "Git artık" demek...
"Beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa" demek sana ne zor...
Sesimi, kokumu çekip alıvermek beyninden, sesin, kokun hâlâ beynimdeyken...
seni görmemek ve belki yıllar sonra karşılaştığımızda bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...
... yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek...
... ve sonra kendi ellerimle bindirip seni yabancı bir arabanın arka koltuğuna, birlikte güneşlendiğimiz onca yazı, yanyana titreştiğimiz onca kışı, paylaştığımız bunca acıyı, onca kahkahayı ve bütün o uzak yeşillikleri katıp yorgun bedeninin yanına, arkandan pişmanlık gözyaşları dökmek ne zor...
... ne zor hiç tanımadan seni emanet ettiğim bir şoföre "Hızla uzaklaş buradan ve gidebileceğin kadar uzağa git" demek...
... yokluğunu beklemek, ne zor...
* * *
Bunları düşündükçe, şu anda uzakta bir yerlerde üşüdüğünü sezinleyerek panikliyorum. Bütün engelleri aşıp terkedilmiş caddeleri, kimsesiz sokakları. yalnız bulvarları arşınlayarak sana ulaşmak, sessizce başını okşamak, kulağına sevgi sözcükleri fısıldamak ve yavaşça üzerini örtmek geçiyor içimden...
Paylaştığımız bir mazinin, yitirdiğimiz bir geleceğe dönüşmesinden hicran duyuyorum.
Gizli gizli hüzünlendiğim akşamlardan birinde, terketmişlere özgü bir terkedilme korkusunu da yüreğimin derinlerinde duyarak sana koşmak, yaptıklarım ve daha çok da yapamadıklarım için özür dilemek ve
"Geri dön bebeğim" demek istiyorum:
"Geri dön... kulüben seni bekliyor..........Can Dündar
.