delibalta
Forum Bağımlısı
- Kayıt
- 24 Eylül 2004
- Mesaj
- 673
- Tepki
- 2.701
- Şehir
- kuzeyli
- Başlangıç
- 1997—98
- Bisiklet
- Bisan
- Bisiklet türü
- Dağ bisikleti
18 Temmuz 2011
Güçlü, yalnız, korkutucu ama güzel de bir şey. Bizi karşı tepkisiz, peşimizden koşmuyor ama eline düşersek hayır da demiyor, bizimle yarışmıyor, mücadele etmiyor. Ne kadar saldırsak ya da sevmeye çalışsak farketmiyor; bizi umursamadan, karşılaştığı diğer canlı ya da cansız varlıklardan ayırmadan yoluna devam ediyor. İşte Çoruh böyle birşey. Ve Çoruh ölüyor. Sağlıklı ve güçlüyken yakınlık kuramadığımız, bize olumlu ya da olumsuz bir duygu beslemeyen bir varlık ölürken ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Yardıma koşmak, eskiden olduğu gibi uzaktan izlemek, onu yendiğimizi düşünüp sevinmek, bizim olduğunu sanıp üzülmek.
Sanırım ben eskiden ne yapıyorsam onu yapmaya devam ediyorum. Oralara gidip biraz acı çekmek, biraz yalnız kalmak, ilkel duygular yaşamak, korkmak, paniklemek, saldırmak, koklamak, aramak, sığınacak yer bulmak... Sonra geri dönüp izole, mekanik, plastik ortamlarda o yerlerin hala orada olduğunu, geçtiğim patikanın belki kar altında ama hala orada olduğunu, su içtiğim minik şelalenin hala aynı sesle aktığını, ben yokolup moleküllerim doğaya geri döndükten çok çok sonra bile benim varlığıma ya da yokluğuma aldırmadan hala orada olacaklarını düşünmek.
Yol niye böyle düşüncelerle başlar sorusunun çok basit bir cevabı var. Çünkü benim yollarım genelde yalnız, uzun, zor, ıslak, sıcak, soğuk ve yalnız ve uzun oluyor. Çevir çevir, düşün düşün bitmiyor. Kendimi afrikalı bir kamyon şoförü gibi hissediyorum. Konforsuz, tehlikeli, kırılgan, toz toprak ya da çamur, bitmek bilmez, kuş uçmaz kervan geçmez bozuk yollarda geçen uzun saatler.
Neyse bu seferki yol Artvinden başlıyor. Önce Ormandibi ve Karadağ'a doğru nadir rastlanan başarısız bir operasyonda bozguna uğrayıp geri çekiliyor(kaçıyor). Ardından Barhal deresinden yukarı Ciro şelalesine uzanıp gemilerin yakıldığı bir rotadan iki suyun arasındaki sert ve zor tepeleri aşıp yeniden Yusufeli'ne dönüyor. Yol seferin sonunu sabrımı, sırtımı ve biraz da beynimi test edecek bir rotayla dağların tepelerin arasından yılan gibi kıvrılan, kenarına uzanıp ölünesi, çıkılası, inilesi, virajına yatılası bir asfalttan Erzurum'a bağlıyor.
Yol bu sefer evimden sahile yaptığım 5 km'lik inişle başlamadı çünkü zamanım ve gücüm azdı, ne demişler yokluk başladı mı zeka devreye girer. Pazar öğleden sonra Artvine giden bir otobüse binip ilk 270 km'yi hangarda bekleyen uçak, paketinde duran çikolata, namluda duran kurşun misali durağan ama potansiyelle dolu olarak geçirdim. Bölgeye yeni atanan öğretmenlerin önce sahil yolundaki hayranlıklarını ardından da cankurtaran geçidinin virajlarındaki emniyet kemeri arayışlarını izleyerek geçirdim.
Artvin öğretmenevine yerleşip karnımı doyurarak yattım. Bisikleti bıraktığım depoda başka bir bisikletliye ait bir trek 4500 vardı ama sahibiyle karşılaşmadık.
Neyse Artvinden yola çıkıyorum, ilk gün pek detay yok fotoğraf sayısı da kısıtlı.
uzaydan rota.
Güneşli bir sabah Artvin ve vadi. Saat 06:02
hızlı bir inişle pist başındayız. Yusufeli henüz levhalarda yok.
Varyant başlıyor. suyun kenarından tatlı bir eğimle giden eski yol havaya uçtuğundan bu yeni yol yapılmış. Baraj seviyesinin üstüne tırmanıp geri iniyor. tırmanış problem değil, sabahın tatlı serinliğiyle vurduk rampaya.
Artin sabah güneşiyle ısınmaya başlıyor. sabah serinliğinde etrafı açık bir yolda yükselmenin keyfi.
aşağıda eski yoldan kalan bir tünel, karşıda yeni yapılan yol.
yakından Deriner baraj duvarı.
Deriner.
yolun açılmasıyla şelaleye dönüşmüş minik dere.
frenin patlamasıyla sekize dönüşmüş ön teker, köpeğin ısırmasıyla eleğe dönmüş bacak, böceğin yutulmasıyla yeşile dönmüş surat. Bunlar ileride olabilecek başka şeyler.
manzara seyir terası. vadiyi ne hale getirdiğimizi en iyi göreceğiniz yer burasıdır. ileride manevra yapan bir uçaktan görünüyormuş gibi yan duran Artvin.
aşağıda hummalı bir çalışma var. Yeni yapılan yol onlarca tünelden geçiyor.
patlatma yapılan bölgeden geçiş kontrollü, araçlar sırada bekliyor. Tam hesapladığım gibi yolun açılmasına az bir zaman kala kontrol noktasına ulaştım. Buradan yol tekrar vadiye iniyor, bir süre aşağıya gidip Çoruh'la Ardanuç tarafından gelen Bulanık çay'ın buluştuğu yerden yukarı döneceğim.
Bulanık çay ve eski Artvin-Ardanuç-Ardahan yolu.
işe koyulmuş makinalardan biri. gayretli minik bir böcek gibi.
yol ayrımı az ileride. solda Yusufeli, sağda Artvin.
Eski yol, kısa sürede izleri silinmeye başlamış.
Buluşma yerindeyim. Yukarıda açılan yeni Artvin-Erzurum yolu.
Çoruhla Bulanık çay buluşuyor. Bulanık olan Çoruh ama.
Çoruh biraz sinirli.
Melö. Kısa, viraj ve karanlık bir tünel.
davetkar isimler, bu küçük yeşillik bölgede çok az rastlanır değerli birşey. sıcak, kurak, kayalık çok zorlu bir yer burası.
her virajın arkasında bir yapı, inşaat, patlatma..
ne diyordum..
yukarıda faaliyet devam ediyor, daha bekleyeceğiz. İyi de hava 40 derece ve sığınacak bir yerim yok. Millet arabalarda klimaları çalıştırıp oturabilir veya bekçi kulübesine sığınabilir. Ben gölge aramak için geri dönüyorum, hareket edip rüzgar almazsam bu sıcakta dayanmama imkan yok.
4-5 km geri gidip ancak altına girebileceğim yol kenarında bir ağaçcık buldum.
barajlar suyla dolduğunda bu direkler viyadükleri suyun dışında tutacak. O zaman acaba suyun altı nasıldır diye merak edecekseniz aha işte balık gözüyle böyle olacak.
bir tünel daha, geçici değil gelecekte barajın üstünden geçecek yolun kullanacağı tünellerden biri. birkaç yıl sonra o tünellen pedallıyor olabiliriz yani. Yine balık gözüyle görüyoruz.
Bütün bu aksiyonun döndüğü bölgenin bugünkü görüntüsü. Saat 11:30 yönünde Deriner duvarı. Suyun sağında yeni Ardaha yolu. Sol yanda yeni Erzurum yolu. Saat 7 yönünde levhasını gördüğümüz Ballıüzüm köyü. Ortada da Bulanık dere ile Çoruh'un birleşme noktası.
nereye baksam insanı küçük, çaresiz ve önemsiz gösteren dev gibi kayalıklar görüyorum, iki yanda göğe yükseliyorlar.
zorla yolu geçirmişiz kayanın altından. sürekli irili ufaklı taş düşüyor, kaskı aman çıkarmayın.
fotoğrafla o klostrofobi duygusunu anlatmak mümkün değil.
sonunda su. Bölgede su kaynağı az ve yakında herşey gideceğinden var olanlar da bakımsız ve akmıyor. Çeşmelerin çok azında su var. 2 matara taşıyıp her fırsatta doldurmak şart.
yolun dar bir yerine konvoy yaparak giriyorum.
karşıdan gelenler durup bekliyor. bölgede trafik kuralları biraz değişik, bilmek gerekiyor.
balık gözüyle bir viyadük.
İkinci bir viyadük daha.
Bu iki viyadüğün bu günkü halleri.
Ve aynı yerin 2004 yılındaki görüntüsü
karşıda yalnız bir ev ve ilkel(!) köprüsü
medeniyet yüksekten geçiyor.
hapiste bir bisiklet, dışarıda özgürce akan nehir. ya da tam tersi.
sarp arazide bir kere viyadük seviyesine çıktın mı arkası gelmez.
Deriner barajının seviyesini geçtik yani bu viyadükler su altında kalmayacak.
baraj inşaatlarının biri bitti diğeri başladı. Bu sefer Doğuş grubunun şantiye bölgesindeyim.
Bu seferki Artvin barajı.
düşen taşlardan bahsetmiştim.
Artvin Barajı aks yeri.
Bugün
2004.
yağış olmamasına rağmen ıslak kayalıklar, yukarıda bir şeyler oluyor. kafaya mazot bidonu, kamyon lastiği vb yuvarlanmadan uzayayım.
sağ ve yol yamaçlarda hiç değişmeyen görüntü, küçücük görünen sarı böcekler bitmeyen bir sabırla kımıldanıp duruyor, ufak ufak parçalar koparıyorlar.
bir patlatma daha, bu seferkinden bir aracın önderliğinde grup halinde geçiliyor, konvoydan kopmamak için toz içinde tam gaz çevirmem gerekti.
uzaklarda yalnız köyler. 20km buralarda dünyanın öbür ucu.
öfkeli bir su. Şimdi Artvin barajının dibi burası.
çok eski bir köprünün kalıntıları, ahşap binanın hemen dibinde ayağı hala duruyor.
Fotoğrafın çekildiği yer ortaya yakın binaların karşısı.
ve bugün.
Az kaldı ama sıcaktan tükendim. Sıcakla aram iyidir ama 35 derecenin altına düşmeyen, hız yapılmadığından yeterince serinleyemediğim, rüzgarsız, toz toprak içindeki vadi fazla geldi.
taş köprüden geri kalanlar. nereye geçiyor, karşıda ne var bilmiyorum.
Son büyük baraj yeri. Yusufeli'nin taşınmasına sebep olacak.
duvarı tam buradan yükselecek. birgün yapılır da tam duvarın altında ne olduğunu merak ederseniz balıkların bile inmeye cesaret edemeyeceği sıfır noktası işte burası.
ve hop greenpeace pansiyon 2 numaradayım. Buraya 2009 yılında Bayburt üzerinden ilk gelişimde de aynı odada kalmıştım. Geleneği bozmak istemedim.
(link)
bu sefer gündüz geldiğimden kaçkarlardan gelen Barhal çayını sadece duymuyor görüyorum da.
bisikletteki hac5 5 günün sonunda hafızası dolunca ilk kısmın üzerine yazmış. Son 1,5 saat için irtifa ve sıcaklık kaydı.
bu da profil, ilk 10 km hariç önemli bir tırmanma yok, zemin ve sıcak zorluk yaratıyor. Bir de vadinin dibindeki sıkışmışlık duygusu ve derin sessizlik. Ufak tefek yaşama ait sesler de suyun sesiyle yutuluyor. İnşaat olan yerlerde ki yolun 3'te biri inşaattır muhtemelen kendinizi tam gaz karşıya atmaya çalışıyorsunuz.
Tüm çekilenlere değer elbette.
Güçlü, yalnız, korkutucu ama güzel de bir şey. Bizi karşı tepkisiz, peşimizden koşmuyor ama eline düşersek hayır da demiyor, bizimle yarışmıyor, mücadele etmiyor. Ne kadar saldırsak ya da sevmeye çalışsak farketmiyor; bizi umursamadan, karşılaştığı diğer canlı ya da cansız varlıklardan ayırmadan yoluna devam ediyor. İşte Çoruh böyle birşey. Ve Çoruh ölüyor. Sağlıklı ve güçlüyken yakınlık kuramadığımız, bize olumlu ya da olumsuz bir duygu beslemeyen bir varlık ölürken ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Yardıma koşmak, eskiden olduğu gibi uzaktan izlemek, onu yendiğimizi düşünüp sevinmek, bizim olduğunu sanıp üzülmek.
Sanırım ben eskiden ne yapıyorsam onu yapmaya devam ediyorum. Oralara gidip biraz acı çekmek, biraz yalnız kalmak, ilkel duygular yaşamak, korkmak, paniklemek, saldırmak, koklamak, aramak, sığınacak yer bulmak... Sonra geri dönüp izole, mekanik, plastik ortamlarda o yerlerin hala orada olduğunu, geçtiğim patikanın belki kar altında ama hala orada olduğunu, su içtiğim minik şelalenin hala aynı sesle aktığını, ben yokolup moleküllerim doğaya geri döndükten çok çok sonra bile benim varlığıma ya da yokluğuma aldırmadan hala orada olacaklarını düşünmek.
Yol niye böyle düşüncelerle başlar sorusunun çok basit bir cevabı var. Çünkü benim yollarım genelde yalnız, uzun, zor, ıslak, sıcak, soğuk ve yalnız ve uzun oluyor. Çevir çevir, düşün düşün bitmiyor. Kendimi afrikalı bir kamyon şoförü gibi hissediyorum. Konforsuz, tehlikeli, kırılgan, toz toprak ya da çamur, bitmek bilmez, kuş uçmaz kervan geçmez bozuk yollarda geçen uzun saatler.
Neyse bu seferki yol Artvinden başlıyor. Önce Ormandibi ve Karadağ'a doğru nadir rastlanan başarısız bir operasyonda bozguna uğrayıp geri çekiliyor(kaçıyor). Ardından Barhal deresinden yukarı Ciro şelalesine uzanıp gemilerin yakıldığı bir rotadan iki suyun arasındaki sert ve zor tepeleri aşıp yeniden Yusufeli'ne dönüyor. Yol seferin sonunu sabrımı, sırtımı ve biraz da beynimi test edecek bir rotayla dağların tepelerin arasından yılan gibi kıvrılan, kenarına uzanıp ölünesi, çıkılası, inilesi, virajına yatılası bir asfalttan Erzurum'a bağlıyor.
Yol bu sefer evimden sahile yaptığım 5 km'lik inişle başlamadı çünkü zamanım ve gücüm azdı, ne demişler yokluk başladı mı zeka devreye girer. Pazar öğleden sonra Artvine giden bir otobüse binip ilk 270 km'yi hangarda bekleyen uçak, paketinde duran çikolata, namluda duran kurşun misali durağan ama potansiyelle dolu olarak geçirdim. Bölgeye yeni atanan öğretmenlerin önce sahil yolundaki hayranlıklarını ardından da cankurtaran geçidinin virajlarındaki emniyet kemeri arayışlarını izleyerek geçirdim.
Artvin öğretmenevine yerleşip karnımı doyurarak yattım. Bisikleti bıraktığım depoda başka bir bisikletliye ait bir trek 4500 vardı ama sahibiyle karşılaşmadık.
Neyse Artvinden yola çıkıyorum, ilk gün pek detay yok fotoğraf sayısı da kısıtlı.
uzaydan rota.
Güneşli bir sabah Artvin ve vadi. Saat 06:02
hızlı bir inişle pist başındayız. Yusufeli henüz levhalarda yok.
Varyant başlıyor. suyun kenarından tatlı bir eğimle giden eski yol havaya uçtuğundan bu yeni yol yapılmış. Baraj seviyesinin üstüne tırmanıp geri iniyor. tırmanış problem değil, sabahın tatlı serinliğiyle vurduk rampaya.
Artin sabah güneşiyle ısınmaya başlıyor. sabah serinliğinde etrafı açık bir yolda yükselmenin keyfi.
aşağıda eski yoldan kalan bir tünel, karşıda yeni yapılan yol.
yakından Deriner baraj duvarı.
Deriner.
yolun açılmasıyla şelaleye dönüşmüş minik dere.
frenin patlamasıyla sekize dönüşmüş ön teker, köpeğin ısırmasıyla eleğe dönmüş bacak, böceğin yutulmasıyla yeşile dönmüş surat. Bunlar ileride olabilecek başka şeyler.
manzara seyir terası. vadiyi ne hale getirdiğimizi en iyi göreceğiniz yer burasıdır. ileride manevra yapan bir uçaktan görünüyormuş gibi yan duran Artvin.
aşağıda hummalı bir çalışma var. Yeni yapılan yol onlarca tünelden geçiyor.
patlatma yapılan bölgeden geçiş kontrollü, araçlar sırada bekliyor. Tam hesapladığım gibi yolun açılmasına az bir zaman kala kontrol noktasına ulaştım. Buradan yol tekrar vadiye iniyor, bir süre aşağıya gidip Çoruh'la Ardanuç tarafından gelen Bulanık çay'ın buluştuğu yerden yukarı döneceğim.
Bulanık çay ve eski Artvin-Ardanuç-Ardahan yolu.
işe koyulmuş makinalardan biri. gayretli minik bir böcek gibi.
yol ayrımı az ileride. solda Yusufeli, sağda Artvin.
Eski yol, kısa sürede izleri silinmeye başlamış.
Buluşma yerindeyim. Yukarıda açılan yeni Artvin-Erzurum yolu.
Çoruhla Bulanık çay buluşuyor. Bulanık olan Çoruh ama.
Çoruh biraz sinirli.
Melö. Kısa, viraj ve karanlık bir tünel.
davetkar isimler, bu küçük yeşillik bölgede çok az rastlanır değerli birşey. sıcak, kurak, kayalık çok zorlu bir yer burası.
her virajın arkasında bir yapı, inşaat, patlatma..
ne diyordum..
yukarıda faaliyet devam ediyor, daha bekleyeceğiz. İyi de hava 40 derece ve sığınacak bir yerim yok. Millet arabalarda klimaları çalıştırıp oturabilir veya bekçi kulübesine sığınabilir. Ben gölge aramak için geri dönüyorum, hareket edip rüzgar almazsam bu sıcakta dayanmama imkan yok.
4-5 km geri gidip ancak altına girebileceğim yol kenarında bir ağaçcık buldum.
barajlar suyla dolduğunda bu direkler viyadükleri suyun dışında tutacak. O zaman acaba suyun altı nasıldır diye merak edecekseniz aha işte balık gözüyle böyle olacak.
bir tünel daha, geçici değil gelecekte barajın üstünden geçecek yolun kullanacağı tünellerden biri. birkaç yıl sonra o tünellen pedallıyor olabiliriz yani. Yine balık gözüyle görüyoruz.
Bütün bu aksiyonun döndüğü bölgenin bugünkü görüntüsü. Saat 11:30 yönünde Deriner duvarı. Suyun sağında yeni Ardaha yolu. Sol yanda yeni Erzurum yolu. Saat 7 yönünde levhasını gördüğümüz Ballıüzüm köyü. Ortada da Bulanık dere ile Çoruh'un birleşme noktası.
nereye baksam insanı küçük, çaresiz ve önemsiz gösteren dev gibi kayalıklar görüyorum, iki yanda göğe yükseliyorlar.
zorla yolu geçirmişiz kayanın altından. sürekli irili ufaklı taş düşüyor, kaskı aman çıkarmayın.
fotoğrafla o klostrofobi duygusunu anlatmak mümkün değil.
sonunda su. Bölgede su kaynağı az ve yakında herşey gideceğinden var olanlar da bakımsız ve akmıyor. Çeşmelerin çok azında su var. 2 matara taşıyıp her fırsatta doldurmak şart.
yolun dar bir yerine konvoy yaparak giriyorum.
karşıdan gelenler durup bekliyor. bölgede trafik kuralları biraz değişik, bilmek gerekiyor.
balık gözüyle bir viyadük.
İkinci bir viyadük daha.
Bu iki viyadüğün bu günkü halleri.
Ve aynı yerin 2004 yılındaki görüntüsü
karşıda yalnız bir ev ve ilkel(!) köprüsü
medeniyet yüksekten geçiyor.
hapiste bir bisiklet, dışarıda özgürce akan nehir. ya da tam tersi.
sarp arazide bir kere viyadük seviyesine çıktın mı arkası gelmez.
Deriner barajının seviyesini geçtik yani bu viyadükler su altında kalmayacak.
baraj inşaatlarının biri bitti diğeri başladı. Bu sefer Doğuş grubunun şantiye bölgesindeyim.
Bu seferki Artvin barajı.
düşen taşlardan bahsetmiştim.
Artvin Barajı aks yeri.
Bugün
2004.
yağış olmamasına rağmen ıslak kayalıklar, yukarıda bir şeyler oluyor. kafaya mazot bidonu, kamyon lastiği vb yuvarlanmadan uzayayım.
sağ ve yol yamaçlarda hiç değişmeyen görüntü, küçücük görünen sarı böcekler bitmeyen bir sabırla kımıldanıp duruyor, ufak ufak parçalar koparıyorlar.
bir patlatma daha, bu seferkinden bir aracın önderliğinde grup halinde geçiliyor, konvoydan kopmamak için toz içinde tam gaz çevirmem gerekti.
uzaklarda yalnız köyler. 20km buralarda dünyanın öbür ucu.
öfkeli bir su. Şimdi Artvin barajının dibi burası.
çok eski bir köprünün kalıntıları, ahşap binanın hemen dibinde ayağı hala duruyor.
Fotoğrafın çekildiği yer ortaya yakın binaların karşısı.
ve bugün.
Az kaldı ama sıcaktan tükendim. Sıcakla aram iyidir ama 35 derecenin altına düşmeyen, hız yapılmadığından yeterince serinleyemediğim, rüzgarsız, toz toprak içindeki vadi fazla geldi.
taş köprüden geri kalanlar. nereye geçiyor, karşıda ne var bilmiyorum.
Son büyük baraj yeri. Yusufeli'nin taşınmasına sebep olacak.
duvarı tam buradan yükselecek. birgün yapılır da tam duvarın altında ne olduğunu merak ederseniz balıkların bile inmeye cesaret edemeyeceği sıfır noktası işte burası.
ve hop greenpeace pansiyon 2 numaradayım. Buraya 2009 yılında Bayburt üzerinden ilk gelişimde de aynı odada kalmıştım. Geleneği bozmak istemedim.
(link)
bu sefer gündüz geldiğimden kaçkarlardan gelen Barhal çayını sadece duymuyor görüyorum da.
bisikletteki hac5 5 günün sonunda hafızası dolunca ilk kısmın üzerine yazmış. Son 1,5 saat için irtifa ve sıcaklık kaydı.
bu da profil, ilk 10 km hariç önemli bir tırmanma yok, zemin ve sıcak zorluk yaratıyor. Bir de vadinin dibindeki sıkışmışlık duygusu ve derin sessizlik. Ufak tefek yaşama ait sesler de suyun sesiyle yutuluyor. İnşaat olan yerlerde ki yolun 3'te biri inşaattır muhtemelen kendinizi tam gaz karşıya atmaya çalışıyorsunuz.
Tüm çekilenlere değer elbette.
Dosyalar
-
1,5 MB Okunma: 1
-
234,3 KB Okunma: 1
-
264,1 KB Okunma: 1
Son düzenleme: