five
Part time turcu
- Kayıt
- 29 Temmuz 2005
- Mesaj
- 1.453
- Tepki
- 3.961
- Yaş
- 52
- Şehir
- İstanbul-Bostancı
- Başlangıç
- 1995—96
- Bisiklet
- Diğer
- Bisiklet türü
- Şehir - Tur
1.Gün (İstanbul(Bostancı) – Tekirdağ (Kumbağ) )
Merhaba,
Yılı, önceden planladığım Marmara Denizi’nin çevresinde yapacağımız bir turla kapatalım diye düşünmüştüm. Yıllık iznimden artırdığım 3 günü hafta sonuna bağlayarak 5 günlük bir plan yaptım. Bu sürede Marmara denizinin çevresini dolaşabileceğimizi düşünüyordum. Fakat yol arkadaşım Fatih’in izni olmayınca önce hafta sonu beraber pedallamayı (Bandırma’ya kadar, sonra o oradan geri dönecekti) kararlaştıdık. Ama Fatih’in uygun olmaması sebebiyle, eşimin hiç istetemesine rağmen tek başıma yola çıkmaya karar verdim. Aslında bu yol da benim tek başıma tura çıkabileceğimi düşündüğüm bir yoldu.
Uzun zamandır evden pedala basmaya başlayıp yine eve dönebileceğim, yani başlangıç veya bitişinde araç kullanmayacağımız bir tur istemiştik. Bu ayrı bir güzellik bizim için bisiklet turlarında. Araca bağımlı olmamak. Ama planladığımız rotalar ve zaman kısıtı için araç kullanmaya da mecburuz. Bu sebeple farklı bir anlam taşıyordu benim için bu tur.
Hava durumununda Cumartesi için hafif Pazar için sağanak yağışlı diyordu. Meteorolojinin sitesini Weather.com’dan da doğruluyordum. Ama içimden de “Bir şey olmaz” diyordum. Yine de tedbiri elden bırakmakyıp yanıma bir yağmurluk almayı da ihmal etmedim. Ama aldığım şeyim aslında bir yağmurluk olmadığını ya da yağan şeyin yağmur olmadığını daha sonra anladım.
Cumartesi sabah Bostancı’dan yola çıkıp ilk denizotobüsü seferiyle (06:45) Yenikapı’ya geçtim. Aslında hafta içi Avcılar’a da sefer vardı ama hafta sonu en uzun mesafe Bakırköy’eydi ve yarım saat kadar daha geçti. Zaman ve mesafe hesabını yaparak yolu uzatmak pahasına yola erken çıkmayı tercih ettim. Sabahın ilk ışıklarında Yenikapı’dan sahil yoluna çıkarak pedallara kuvvet verdim. Cumartesi trafiği henüz artmadan yola devam ediyor ve şehir içinden bir an önce kurtulmak için hızımı yüksek tutmaya çalışıyordum. Ama şehir içi yoğunluk arttıkça aniden önüme çıkan dolmuşlar, arabalar, insanlar beni giderek daha da yavaşlatıyordu. Bir iki sefer epeyce yaklaşan arabalara çarpmamayı ani frenler velastikler sayesinde başardım. Hava alanının arkasından devam ederken gitmem gereken yolu kaçırıp ana yola çıktım ve E-5’ten devam ettim. Trafik iyice artmıştı. Bu sırada artık bir kahvaltı molasının iyi olacağını düşünerek durdum ve çay-börek ikilisi ile kahvaltı yaptım. Yolun kenarında bulunan bariyerin bir bisikletli için çok ciddi tehlike oluşturduğunu fark ettim. Araçlar yanınızdan geçerken yeterli boşluk kalmazsa sizin kaçabileceğiniz herhangi bir alan kalmıyor ve üstüne üstlük çok ciddi bir sıkışma tehlikesi yaratıyor.
Çekmece gölüne dik iniş öncesinde başlayan hafif yağmuş hava durumu raporunu onaylıyordu. İniş sırasında ıslanan yolun oluşturabileceği risk benim inişte hız yapmamı da engellemiş oldu. Bol bol fren yaparak hızımı kontrol etmeye çalıştım. Lastiklere de (hep uzun yol için slick bir lastik alsam mı diye düşünürken) gereken değeri vermiş oldum.
Allah’tan yağmur artmadı ve çok fazla da devam etmedi de fazla bir tedbir almam gerekmedi. Yağmurluğu bile giymedim üstüme.Bagajı sarmak için aldığım o ünlü açık mavi Jumbo boy çöp torbasını da yerinden çıkarmadım. Ama yolun kenarında bir çay bahçesinde bir bisikletin üzerinde gördüm o çöp torbasını. Sanırım bir bisikletli daha turdaydı. Ama yolu ilerleyen kısımlarında buluşamadık kendisiyle. İstanbul’dan uzaklaştıkça trafik yoğunluğu azaldı. Yolun kenarında da daha fazla güvenli bir alan kaldı. Yolun iniş ve çıkışları birbirini dengelese de keyifli bir yol değildi. Amacım gün sonunda Tekirdağ’a ulaşmaktı. Tura Tekirdağ’dan başlasam mı diye bile düşünmüştüm.
Karnım oldukça acıkmıştı ve Tekirdağ’a varmayı beklemeden bulduğum bir benzinlikteki köftecide çorba-köfte ikilisini mideye indirdim. Biraz fazla geldi ikisi birden ama çorbasız da olmazdı. Köfte ise neredeyse tek seçenekti birçok yerde.
Akşam üstü Tekirdağ’a vardım. Zamanın uygun olduğunu görünce, ertesi günkü yolumu azaltmak için Kumbağ’a devam etmeye karar verdim. Daha önce geçtiğim bir yoldu arabayla. Zaten amacım da bu yoldan (ki 30 km civarı stabilizeydi) Şarköy’e oradan da Gelibolu ve Eceabat üzerinden gece Çanakkale’de olmaktı. Kendimi Gelibolu’ya atarsam tamamdır diyordum. Ama ilk kısmı çok zorluydu yolun. Hem dik hem de asfalt değil.
Tekirdağ’da bir ATM’den para çekerken dikkatimi 2 bisikletli çekti. Tam tekmil giyinmiş, oldukça fit, tam sporcu görüntüsündeydiler. ATM’nin önünde durdular. Anladım ki onlar da bisikleti görmüş ve sahibini merak etmişlerdi. Tanıştık. Tekirdağlı iki bisikletliydi. Yaşça daha genç olanı daha önce bisiklet yarışlarına da katılmış bir arkadaştı. Abimiz diyebileceğim yaştaki bisikletli ise daha önce motorcu olduğunu söylemişti . Kendi ifadesiyle, bisiklete terfi etmişti. Bisikletlerde çok iyiydi. Onlara başladığım turdan bahsettim. Kumbağ’a devam edeceğimi söyledim. Onlar da Kumbağ’a çay içmeye gidiyorlarmış. Beraber Kumbağ’a kadar pedal çevirdik. Yolu kısaltmak için ara sokaklardan kıyıya indik ve turumda 2 hafta önce sel felaketi yaşayan yerlerden geçtik. Manzara inanılmazdı. Suyun gücüyle bahçe duvarlar yıkılmış evlerin giriş katları tavana kadar çamur olmuştu. Yoldaki asfalt da ufalanmıştı. Kıyıda bir kahvenin sandalyelerine kurulduk. Denizin kıyısı akşamın manzarasıyla daha da güzelleşmişti. Orada bulunan başka bir arkadaşla da (ki onların tanıdığıydı) tur muhabbet kurduk. O da uzun zaman önce bisikletle turlar yaparmış. Uzun ve kamplı turlar. 1 saate varan bir süre sohbet edip fotoğraf çektirdik ve ayrıldık. Onlar Tekirdağ’a döndüler. Ben de Kumbağ’da kendime kalacak bir yer aradım. Ama her yer kapanmıştı tatilciler gidince. Sadece bir iki pansiyon açıktı. Fiyatında anlaştığımız bir pansiyonda kalmaya karar verdim. Oda girişi düz ayaktı ve bende bundan istifade bisikletimi de odaya aldım. Benim çok da işime yaradı bu durum.
Yeme içme işini bakkaldan aldığım nevalelerle hallederken açlıktan işi biraz abarttığımı da gördüm. Çok fazla şey almışım. Bunu yemekte yerim, bu televizyon seyrederken, bu içecek, bu meyva derken bir sürü şey arttı.
Hafif olmak uğruna son turlarda yanıma giyecek açısından az şey almaya başladım. Çünkü fark ettim ki bir sürü çamaşır ve kıyafete tur attırıyorum benimle beraber ve temiz temiz eve geri getiriyorum. Bu yüzden gerçekten kullanacağım şeyler haricindekileri yanıma almamaya başladım. Ama bu sebeple yanıma havlu da almayı unutunca, pansiyonda da havlu olmayınca, kurulanmak için pijamamın üstüne kullanmaya karar verdim. Daha sonra da ıslak pijamayı oda dışındaki ipe asarak kurutmaya çalıştım.
Biraz televizyona takıldım ve sonra da odayı tamamen dağıtmış bir halde yattım.
Tur boyunca yol bilgileriyle ilgil not almadım. O yüzden sadece mesafeleri yazıyorum. 1. Gün sonunda toplam 160 km yol katettim. Bu da benim günlük mesafe rekorumu kırdığım anlamına geliyordu. Daha önce İznik gölün turu yapmıştım Bostancı (İst)’dan Bostancı’ya ve toplam 155 Km. olmuştu.
2.Gün (Kumbağ – Erdek)
Sabah, yol uzun olacağı için erken kalktım. Daha doğrusu alarm çaldı ve uyandım. Aynı zamanda da dışarıdan gelen sesi duydum.Dışarıya çıktım.Aklıma dün dışarıya astığım havlu kullanımlı pijama üstüm geldi.Bırakın bardağı kovadan boşalırcasına yağmur yağıyordu.Pijama da yağmuru yemiş astığımdan bin kat daha ıslaktı.
Gitmem gereken uzun bir yol vardı. Aslında pijamamın ıslak oluşunu düşünmem o an yapmam gereken en son şeydi. Çünkü o kadar fazla yağmur vardı ki yola çıkmak mümkün değildi. Yağmur sesini dinleye dinleye uzun bir süreyi odada geçirdim. İyimserliği de elden bırakmadan eşyaları bagaja yerleştirdim, üzerine de jumbo çöp torbasını... Yağmurluğu da çıkardım. Yağmurun dinmesini beklemeye başladım. “İşte sağanak yağış da bu” dedim kendi kendime. Adamlar biliyorlar bu işi. Tüm iyimserliğimle o gün yapacağım yol için az zamanımın kaldığını düşünüyordum. Saat 10:00 itibariyle yağmur durdu. Daha doğrusu hafifledi. Pansiyon sahiplerine odadan ayrıldığımı haber verdim. Ve yola çıktım.
Artık benim için Kumbağ’dan devam etmek ve Uçmakdere istikametine gitmek diye bir şey yoktu. Çünkü zaten stabilize olan yol o yağmurda balçığa dönmüş olmalıydı. O yola girersem zaten bu yağmurda (hatta yağmur dursa bile) fazla ilerleyemeyeceğimi biliyordum. Hafif yağan yağmurda, ısrarlı iyimserliğimi de elden bırakmadan Kumbağ’dan Tekirdağa geri dönmek üzere pedallara basmaya başladım. Ama yenilgiyi de kabullenemiyordum bir yandan. Aklımda hep bugün içinde varmayı planladığım Çanakkale vardı. Sürekli yol alternatiflerini düşünüyordum. Ama zaman kaybettiğimi de biliyordum. “Gelibolu’ya varabilsem bari” dedim kendi kendime. “Oradan Lapseki’ye geçer geri dönmeye başlarım. Çanakkale’yi de daha sonraki bir tura brakırım.” Tabii tüm bunları düşünürken de ıslanmaya hem de iyice ıslanmaya devam ediyordum. Aklıma 2 hafta önce olan sel felaketi gelmişti. Bir gün önce gördüğüm yerleri de hatırlayınca yağan yağmurun ben yoldayken nelere sebep olabileceğini daha iyi hissetmiştim. Yağmur şiddetini o kadar arttırmıştı ki artık ciddi anlamda ıslanmıştım. Ama azimle yolda kalmaya çalışıyordum. Bi gün önce arkadaşların bahsettiği yol ayrımında, asfalt olan ve yamaç paraşütü merkezine giden, oradan da Naipköy yoluyla stabilize yolun sonundaki asfalt yola bağlanan yolu gördüm. Düşünmeden de döndüm. Gerçekten hiçbir şeyi düşünmeden.
Yağmur öyle hızlı yağıyordu ki kısa sürede yolun üzeri göl olmuş, su seviyesi lastikten sonra jant çemberini de geçmaya başlamıştı. Fazla araba yoktu yolda ama yoldan geçen dolmuşların ve kamyonların sıçrattığı sular üzerime gelse de fazla bir anlam ifade etmiyordu. Çünkü zaten kuru olan bir yerim kalmamıştı artık. Kaskımdan sular damlıyordu. Kıyafetim ve ayakkabım ıslanmıştı. Ha bir de üzerimde güya bir yağmurluk vardı ama aslında yoktu. Çünkü, daha çok rüzgarlık görevi görebilecek belki hafif çiseleyen yağmura efelenebilecek eşantiyon yağmurluğum çoktan pes etmiştı yağan yağmura ve üzerime yapışmıştı. Yolda ilerlerken beni görüp korna çalan kamyon şoförlerinin beni pek de “akıllı” sandıklarını düşünmüyordum.
Tabi tüm bu yağmur ve sel görüntülerinin ses ve ışık efektleri de eksik değildi. Çakan şimşeklere ve gökgürültüsüne alışmıştım ama arada bir “yakınlara” düşen yıldırımlar beni biraz ürkütüyordu. Ama ben tüm bu olmsuzluklara rağmen bisikletimi tepelere doğru sürmeye devam ediyordum. Pes etmiyordum.
Birden tam tabiriyle “kafama dank etti“. Ben ne yapıyorum diye düşündüm. Kovayla boşalan yağmurun altında, sırılsılam bir halde, kara bulutlardan tepesi görünmeyen bir dağa doğru, sağıma soluma yıldırımlar düşerken pedal basmaya çalışıyordum. Aklıma, dağa doru iyice yükseldiğimde olabilecek şeyleri getirdim. “Bu yıldırımlardan birini de sen yersin yukarıda” dedim kendime. “Sonra gazeteye haber olursun : Bisikletliyi dağda yıldırım çarptı. Öldü.” Okuyanlar da “Ulan ne işi varmış o vakitte orada bu salağın.” Deyip gülerler arkamdan. İşte bu düşünce kendi kendimi dönmek için ikna etmeye yetti. Daha fazla cengaverlik yapmadan döndüm. Bu sefer aynı yolda aşağıya doğru eğimli bir şekilde ilerledim. İşte bu noktada bisikletin lastiğinin dişli olmasının (Schwalbe Racing Ralph) ve disk frenlerin yolda kalabilmemde çok faydasını gördüm. Aslında biraz daha yağmur yağsa küçük bir botla bile ulaşım sağlanabilirdi ama ben bisikleti tercih ediyordum.
Tekirdağ’a giden ana yola tekrar döndüğümde, biraz ilerleyince, kullanılmadığını fark ettiğim bir binanın giriş kısmındaki balkon benzeri yere bisikleti alarak beklemeye koyuldum. Yağmur gücünü yitirince de Tekirdağ’a doğru yola devam ettim. Tekirdağ girişndeki bir benzinlikte üzerimdeki tüm ıslakları torbalara koyarak yanımda var olan kuru şeyleri giydim ama bir yandan da tekrar ıslanmamak için dua ediyordum. Hava hala kapalıydı. Öğle vakti olmuştu. Artık Çanakkale’ye ulaşmak hayal olmuştu. Ailem ve arkadaşım beni arayıp dönmemi istediklerini, hatta gelip alabileceklerini söylediler. Açıkçası geri dönmeyi hiç istemiyordum. Eşimle konuşurken de Bandırma’dan İstanbul’a feribotla dönülebileceği fikrini bana verince ben de Tekirdağ’dan Bandırma’ya feribot olup olmadığını araştırmaya başladım. Önce limana gittim. Feribot firmasının yetkilileri bana akşam 18:30 ve gece 01:00’de seferleri olduğunu ama gidecek kamyon olmadığı için sefer olamayabileceğini söylediler. Telefonlarını aldım. En fazla gece Tekirdağ’da kalır ertesi gün geçerim diyordum. Ama akşam seferi olursa da kaçırmak istemiyordum. Yemek yine bir Tekirdağ köftecisindeydi. Ama zamanı geçirmek için aheste aheste yedim yemeği. Arkasıdan da bir pastanede tatlıyı.
Yeme içme bitince merkezde deniz kıyısındaki banklardan birine oturup ıslakları kurutmaya çalıştım. Tam bir Pazar sergisi gibi, ayakkabı dahil her şeyi serdim gazetelerin üzerine. Şansıma, müthiş bir güneş açtı. Tabi gelen geçen de bana bakıyordu garip garip.
Bir süre sonra merkezdeki iskelenin yanımda demirili duran feribotlara doğru bir arabanın hareketlendiğini gördüm. Yanda oturan amcalardan birine buradan sefer olup olmadığını sordum. Erdek’e olduğunu söyledi. Bisiklet dahil tüm malzemeleri ona emanet edip koşa koşa iskeleye gittim. Evet sefer vardı. Hem de yarım saat sonra. Hem geriye koşup tüm sergimi toplamaya başladım. Eşyalarımı emanet ettiğim amcaya teşekkür edip iskeleye bu sefer bisikletle gittim. Kaptanla anlaşıp feribota girdim. Gemide 8-10 kamyon ve tır vardı. Bir de otomobil. Bir de benim bisikletim tabi.
Feribotun küçücük yolcu salonunda kamyoncularla muhabbet ede de Erdek’e ulaştık. Fazla müşteri olmadığı için feribot yarım yol hızla ilerliyor bu da süreyi iki katına çıkarıyordu. Yolda, Marmara, Avşa, Paşalimanı adalarının ve Kapıdağ yarımadasının akşam güneşi ve gece karanlığındaki muhteşem manzaraları büyüleyiciydi.
Erdek’e varır varmaz bir otel bulup bisikleti de kapalı bir yere kilitledikten sonra yemek işlerini hallettim. Kısa süre sonra da yattım. 2. Gün sadece 35 Km. yol yapabilmiştim, çoğu da yağmur altındaydı
3.Gün (Erdek – Bursa : 137 Km )
Bu yoldaki en ilginç durum, Bursa içinde Gökdere bulvarından kayınpederllerimin oturduğu Setbaşı-Namazgah istikametinde oldukça dik olan yokuşuı çıkarken dinlenmek üzere durduğum bir otoparkta başıma geldi. Elinde, içinde yoğurt olan bir tabak tutan küçük bir çocuk yanımda durdu. Beni ve bisikletimi dikkatle inceledi. Aramızda özetle şöyle bir konuşma geçti.
Çocuk : Abi sen bisiklet sporcusu musun ?
Ben : Değilim.
Ç. : Peki ne yapıyorsun ?
B. : Geziyorum.
Ç.: Peki mecbur musun ? (!) (Bu soru çok hoşuma gitti )
B. : Mecbur değilim tabi sevdiğim için yapıyorum.
Ç.: Yorulmuyor musun ?
B. Yoruluyorum tabi. Yorulunca da böyle dinleniyorum.
Konuşmanın bu kısmından sonra bisiklet üzerine, farlardan vitese bir çok şeyi sordu ama her 3 sorusundan biri “Yorulmuyor musun ?” oldu. Ben de ısrarla “Yoruluyorum ama böyle de dinleniyorum.” Dedim. Bir süre sonra annesi uzaktan çocuğu yanına çağırdı ve bu ilginç konuşma sona erdi.
O akşam kayınvalide ve kayınpederime sürpriz yaptım. Gece onlarda kaldım. Fakat eve kadar çıkarken dizlerimi de çok yormuş olduğumu fark ettim.
4. Gün (Bursa-İstanbul : 77 Km.)
Bir gün önce çok yorduğum dizlerim su koyverdi ve 77 Km’yi çok yavaş bir şekilde kat ettim. Yalova’dan akşam deniz otobüsüyle Bostancı’ya geçtim. Deniz otobüsü iskelesinden çıkarken bir anda karşımda eşimi, kızımı, annemi ve babamı görünce çok şaşırdım. Beni çiçeklerle karşılamışlardı. Onlarla kucaşlaştıktan ve fotoğraf çekindikten sonra bagajımı onlara verip daha hafif biçimde evin yolunu tuttum.
Bu (yarım) maceranın sonu.
Sabah Yenikapı sahilinden güneşin doğuşu
http://img294.imageshack.us/img294/7371/img0001vq.jpg
http://img138.imageshack.us/img138/2117/img0002eh.jpg
http://img163.imageshack.us/img163/3063/img0003jpg
http://img23.imageshack.us/img23/3357/img0004wh.jpg
Beylikdüzü
http://img18.imageshack.us/img18/365/img0005vkv.jpg
http://img692.imageshack.us/img692/5641/img0007jz.jpg
http://img691.imageshack.us/img691/8489/img0008mj.jpg
http://img713.imageshack.us/img713/3746/img0009si.jpg
http://img18.imageshack.us/img18/8427/img0010gz.jpg
http://img693.imageshack.us/img693/6798/img0011yo.jpg
http://img6.imageshack.us/img6/9510/img0012ol.jpg
Kumbağ bisikletçi arkadaşlarla çay keyfi
http://img99.imageshack.us/img99/2130/img0014j.jpg
http://img23.imageshack.us/img23/341/img0016lb.jpg
Yağmur sonrası benzinlikte zorunlu mola
http://img522.imageshack.us/img522/3408/img0017f.jpg
Tekirdağ sahilde açtığım sergi
http://img8.imageshack.us/img8/7455/img0018hu.jpg
http://img705.imageshack.us/img705/4275/img0019qg.jpg
http://img268.imageshack.us/img268/4262/img0021tn.jpg
Kurutma çalışmalarına devam
http://img690.imageshack.us/img690/2733/img0022ol.jpg
http://img38.imageshack.us/img38/2607/img0023eo.jpg
Disk fren ve kedi
http://img175.imageshack.us/img175/583/img0026s.jpg
Disk fren ve aynı kedi
http://img200.imageshack.us/img200/4417/img0027yz.jpg
Erdek feribotunda bisikletim.
http://img200.imageshack.us/img200/3163/img0028kc.jpg
Ağır araçları dalgalı denizde sabitlemek için zincirler.
http://img444.imageshack.us/img444/8533/img0029f.jpg
Gidemediğim, Kumbağ’ın dağlarının başı hala dumanlı. Muhtemelen hala yağmur yağıyor.
http://img175.imageshack.us/img175/2752/img0032g.jpg
http://img690.imageshack.us/img690/4741/img0033ec.jpg
http://img200.imageshack.us/img200/5958/img0034fto.jpg
http://img175.imageshack.us/img175/3720/img0035a.jpg
http://img38.imageshack.us/img38/6563/img0036xq.jpg
Uzaktan Marmara Adası
http://img200.imageshack.us/img200/9444/img0040co.jpg
Şimdi “İyi ki gitmemişim” dediğim dağlar
http://img690.imageshack.us/img690/3133/img0041us.jpg
İstanbul’dan hareket eden bir yolcu gemisi önümüzden geçti.
http://img38.imageshack.us/img38/1863/img0043wp.jpg
Bu fotoğrafa “Denizcinin rüyası” adını verdim.
http://img268.imageshack.us/img268/1509/img0044dy.jpg
http://img690.imageshack.us/img690/5729/img0047fx.jpg
Erdek’te sabah kahvaltısı
http://img200.imageshack.us/img200/609/img0049zw.jpg
http://img141.imageshack.us/img141/1287/img0050h.jpg
http://img175.imageshack.us/img175/1060/img0051u.jpg
Her ne kadar bacalarından su buharı çıkıyor görünse de Bagfaş’ın , insanın içini karartıyor bu görüntü. (Bacadan çıkanın rengine göre beyaz- su buharı, sarı-kükürt, gri-duman, siyah-duman, (referans kimya mühendisi olan eşim) )
http://img705.imageshack.us/img705/9825/img0054td.jpg
Merhaba,
Yılı, önceden planladığım Marmara Denizi’nin çevresinde yapacağımız bir turla kapatalım diye düşünmüştüm. Yıllık iznimden artırdığım 3 günü hafta sonuna bağlayarak 5 günlük bir plan yaptım. Bu sürede Marmara denizinin çevresini dolaşabileceğimizi düşünüyordum. Fakat yol arkadaşım Fatih’in izni olmayınca önce hafta sonu beraber pedallamayı (Bandırma’ya kadar, sonra o oradan geri dönecekti) kararlaştıdık. Ama Fatih’in uygun olmaması sebebiyle, eşimin hiç istetemesine rağmen tek başıma yola çıkmaya karar verdim. Aslında bu yol da benim tek başıma tura çıkabileceğimi düşündüğüm bir yoldu.
Uzun zamandır evden pedala basmaya başlayıp yine eve dönebileceğim, yani başlangıç veya bitişinde araç kullanmayacağımız bir tur istemiştik. Bu ayrı bir güzellik bizim için bisiklet turlarında. Araca bağımlı olmamak. Ama planladığımız rotalar ve zaman kısıtı için araç kullanmaya da mecburuz. Bu sebeple farklı bir anlam taşıyordu benim için bu tur.
Hava durumununda Cumartesi için hafif Pazar için sağanak yağışlı diyordu. Meteorolojinin sitesini Weather.com’dan da doğruluyordum. Ama içimden de “Bir şey olmaz” diyordum. Yine de tedbiri elden bırakmakyıp yanıma bir yağmurluk almayı da ihmal etmedim. Ama aldığım şeyim aslında bir yağmurluk olmadığını ya da yağan şeyin yağmur olmadığını daha sonra anladım.
Cumartesi sabah Bostancı’dan yola çıkıp ilk denizotobüsü seferiyle (06:45) Yenikapı’ya geçtim. Aslında hafta içi Avcılar’a da sefer vardı ama hafta sonu en uzun mesafe Bakırköy’eydi ve yarım saat kadar daha geçti. Zaman ve mesafe hesabını yaparak yolu uzatmak pahasına yola erken çıkmayı tercih ettim. Sabahın ilk ışıklarında Yenikapı’dan sahil yoluna çıkarak pedallara kuvvet verdim. Cumartesi trafiği henüz artmadan yola devam ediyor ve şehir içinden bir an önce kurtulmak için hızımı yüksek tutmaya çalışıyordum. Ama şehir içi yoğunluk arttıkça aniden önüme çıkan dolmuşlar, arabalar, insanlar beni giderek daha da yavaşlatıyordu. Bir iki sefer epeyce yaklaşan arabalara çarpmamayı ani frenler velastikler sayesinde başardım. Hava alanının arkasından devam ederken gitmem gereken yolu kaçırıp ana yola çıktım ve E-5’ten devam ettim. Trafik iyice artmıştı. Bu sırada artık bir kahvaltı molasının iyi olacağını düşünerek durdum ve çay-börek ikilisi ile kahvaltı yaptım. Yolun kenarında bulunan bariyerin bir bisikletli için çok ciddi tehlike oluşturduğunu fark ettim. Araçlar yanınızdan geçerken yeterli boşluk kalmazsa sizin kaçabileceğiniz herhangi bir alan kalmıyor ve üstüne üstlük çok ciddi bir sıkışma tehlikesi yaratıyor.
Çekmece gölüne dik iniş öncesinde başlayan hafif yağmuş hava durumu raporunu onaylıyordu. İniş sırasında ıslanan yolun oluşturabileceği risk benim inişte hız yapmamı da engellemiş oldu. Bol bol fren yaparak hızımı kontrol etmeye çalıştım. Lastiklere de (hep uzun yol için slick bir lastik alsam mı diye düşünürken) gereken değeri vermiş oldum.
Allah’tan yağmur artmadı ve çok fazla da devam etmedi de fazla bir tedbir almam gerekmedi. Yağmurluğu bile giymedim üstüme.Bagajı sarmak için aldığım o ünlü açık mavi Jumbo boy çöp torbasını da yerinden çıkarmadım. Ama yolun kenarında bir çay bahçesinde bir bisikletin üzerinde gördüm o çöp torbasını. Sanırım bir bisikletli daha turdaydı. Ama yolu ilerleyen kısımlarında buluşamadık kendisiyle. İstanbul’dan uzaklaştıkça trafik yoğunluğu azaldı. Yolun kenarında da daha fazla güvenli bir alan kaldı. Yolun iniş ve çıkışları birbirini dengelese de keyifli bir yol değildi. Amacım gün sonunda Tekirdağ’a ulaşmaktı. Tura Tekirdağ’dan başlasam mı diye bile düşünmüştüm.
Karnım oldukça acıkmıştı ve Tekirdağ’a varmayı beklemeden bulduğum bir benzinlikteki köftecide çorba-köfte ikilisini mideye indirdim. Biraz fazla geldi ikisi birden ama çorbasız da olmazdı. Köfte ise neredeyse tek seçenekti birçok yerde.
Akşam üstü Tekirdağ’a vardım. Zamanın uygun olduğunu görünce, ertesi günkü yolumu azaltmak için Kumbağ’a devam etmeye karar verdim. Daha önce geçtiğim bir yoldu arabayla. Zaten amacım da bu yoldan (ki 30 km civarı stabilizeydi) Şarköy’e oradan da Gelibolu ve Eceabat üzerinden gece Çanakkale’de olmaktı. Kendimi Gelibolu’ya atarsam tamamdır diyordum. Ama ilk kısmı çok zorluydu yolun. Hem dik hem de asfalt değil.
Tekirdağ’da bir ATM’den para çekerken dikkatimi 2 bisikletli çekti. Tam tekmil giyinmiş, oldukça fit, tam sporcu görüntüsündeydiler. ATM’nin önünde durdular. Anladım ki onlar da bisikleti görmüş ve sahibini merak etmişlerdi. Tanıştık. Tekirdağlı iki bisikletliydi. Yaşça daha genç olanı daha önce bisiklet yarışlarına da katılmış bir arkadaştı. Abimiz diyebileceğim yaştaki bisikletli ise daha önce motorcu olduğunu söylemişti . Kendi ifadesiyle, bisiklete terfi etmişti. Bisikletlerde çok iyiydi. Onlara başladığım turdan bahsettim. Kumbağ’a devam edeceğimi söyledim. Onlar da Kumbağ’a çay içmeye gidiyorlarmış. Beraber Kumbağ’a kadar pedal çevirdik. Yolu kısaltmak için ara sokaklardan kıyıya indik ve turumda 2 hafta önce sel felaketi yaşayan yerlerden geçtik. Manzara inanılmazdı. Suyun gücüyle bahçe duvarlar yıkılmış evlerin giriş katları tavana kadar çamur olmuştu. Yoldaki asfalt da ufalanmıştı. Kıyıda bir kahvenin sandalyelerine kurulduk. Denizin kıyısı akşamın manzarasıyla daha da güzelleşmişti. Orada bulunan başka bir arkadaşla da (ki onların tanıdığıydı) tur muhabbet kurduk. O da uzun zaman önce bisikletle turlar yaparmış. Uzun ve kamplı turlar. 1 saate varan bir süre sohbet edip fotoğraf çektirdik ve ayrıldık. Onlar Tekirdağ’a döndüler. Ben de Kumbağ’da kendime kalacak bir yer aradım. Ama her yer kapanmıştı tatilciler gidince. Sadece bir iki pansiyon açıktı. Fiyatında anlaştığımız bir pansiyonda kalmaya karar verdim. Oda girişi düz ayaktı ve bende bundan istifade bisikletimi de odaya aldım. Benim çok da işime yaradı bu durum.
Yeme içme işini bakkaldan aldığım nevalelerle hallederken açlıktan işi biraz abarttığımı da gördüm. Çok fazla şey almışım. Bunu yemekte yerim, bu televizyon seyrederken, bu içecek, bu meyva derken bir sürü şey arttı.
Hafif olmak uğruna son turlarda yanıma giyecek açısından az şey almaya başladım. Çünkü fark ettim ki bir sürü çamaşır ve kıyafete tur attırıyorum benimle beraber ve temiz temiz eve geri getiriyorum. Bu yüzden gerçekten kullanacağım şeyler haricindekileri yanıma almamaya başladım. Ama bu sebeple yanıma havlu da almayı unutunca, pansiyonda da havlu olmayınca, kurulanmak için pijamamın üstüne kullanmaya karar verdim. Daha sonra da ıslak pijamayı oda dışındaki ipe asarak kurutmaya çalıştım.
Biraz televizyona takıldım ve sonra da odayı tamamen dağıtmış bir halde yattım.
Tur boyunca yol bilgileriyle ilgil not almadım. O yüzden sadece mesafeleri yazıyorum. 1. Gün sonunda toplam 160 km yol katettim. Bu da benim günlük mesafe rekorumu kırdığım anlamına geliyordu. Daha önce İznik gölün turu yapmıştım Bostancı (İst)’dan Bostancı’ya ve toplam 155 Km. olmuştu.
2.Gün (Kumbağ – Erdek)
Sabah, yol uzun olacağı için erken kalktım. Daha doğrusu alarm çaldı ve uyandım. Aynı zamanda da dışarıdan gelen sesi duydum.Dışarıya çıktım.Aklıma dün dışarıya astığım havlu kullanımlı pijama üstüm geldi.Bırakın bardağı kovadan boşalırcasına yağmur yağıyordu.Pijama da yağmuru yemiş astığımdan bin kat daha ıslaktı.
Gitmem gereken uzun bir yol vardı. Aslında pijamamın ıslak oluşunu düşünmem o an yapmam gereken en son şeydi. Çünkü o kadar fazla yağmur vardı ki yola çıkmak mümkün değildi. Yağmur sesini dinleye dinleye uzun bir süreyi odada geçirdim. İyimserliği de elden bırakmadan eşyaları bagaja yerleştirdim, üzerine de jumbo çöp torbasını... Yağmurluğu da çıkardım. Yağmurun dinmesini beklemeye başladım. “İşte sağanak yağış da bu” dedim kendi kendime. Adamlar biliyorlar bu işi. Tüm iyimserliğimle o gün yapacağım yol için az zamanımın kaldığını düşünüyordum. Saat 10:00 itibariyle yağmur durdu. Daha doğrusu hafifledi. Pansiyon sahiplerine odadan ayrıldığımı haber verdim. Ve yola çıktım.
Artık benim için Kumbağ’dan devam etmek ve Uçmakdere istikametine gitmek diye bir şey yoktu. Çünkü zaten stabilize olan yol o yağmurda balçığa dönmüş olmalıydı. O yola girersem zaten bu yağmurda (hatta yağmur dursa bile) fazla ilerleyemeyeceğimi biliyordum. Hafif yağan yağmurda, ısrarlı iyimserliğimi de elden bırakmadan Kumbağ’dan Tekirdağa geri dönmek üzere pedallara basmaya başladım. Ama yenilgiyi de kabullenemiyordum bir yandan. Aklımda hep bugün içinde varmayı planladığım Çanakkale vardı. Sürekli yol alternatiflerini düşünüyordum. Ama zaman kaybettiğimi de biliyordum. “Gelibolu’ya varabilsem bari” dedim kendi kendime. “Oradan Lapseki’ye geçer geri dönmeye başlarım. Çanakkale’yi de daha sonraki bir tura brakırım.” Tabii tüm bunları düşünürken de ıslanmaya hem de iyice ıslanmaya devam ediyordum. Aklıma 2 hafta önce olan sel felaketi gelmişti. Bir gün önce gördüğüm yerleri de hatırlayınca yağan yağmurun ben yoldayken nelere sebep olabileceğini daha iyi hissetmiştim. Yağmur şiddetini o kadar arttırmıştı ki artık ciddi anlamda ıslanmıştım. Ama azimle yolda kalmaya çalışıyordum. Bi gün önce arkadaşların bahsettiği yol ayrımında, asfalt olan ve yamaç paraşütü merkezine giden, oradan da Naipköy yoluyla stabilize yolun sonundaki asfalt yola bağlanan yolu gördüm. Düşünmeden de döndüm. Gerçekten hiçbir şeyi düşünmeden.
Yağmur öyle hızlı yağıyordu ki kısa sürede yolun üzeri göl olmuş, su seviyesi lastikten sonra jant çemberini de geçmaya başlamıştı. Fazla araba yoktu yolda ama yoldan geçen dolmuşların ve kamyonların sıçrattığı sular üzerime gelse de fazla bir anlam ifade etmiyordu. Çünkü zaten kuru olan bir yerim kalmamıştı artık. Kaskımdan sular damlıyordu. Kıyafetim ve ayakkabım ıslanmıştı. Ha bir de üzerimde güya bir yağmurluk vardı ama aslında yoktu. Çünkü, daha çok rüzgarlık görevi görebilecek belki hafif çiseleyen yağmura efelenebilecek eşantiyon yağmurluğum çoktan pes etmiştı yağan yağmura ve üzerime yapışmıştı. Yolda ilerlerken beni görüp korna çalan kamyon şoförlerinin beni pek de “akıllı” sandıklarını düşünmüyordum.
Tabi tüm bu yağmur ve sel görüntülerinin ses ve ışık efektleri de eksik değildi. Çakan şimşeklere ve gökgürültüsüne alışmıştım ama arada bir “yakınlara” düşen yıldırımlar beni biraz ürkütüyordu. Ama ben tüm bu olmsuzluklara rağmen bisikletimi tepelere doğru sürmeye devam ediyordum. Pes etmiyordum.
Birden tam tabiriyle “kafama dank etti“. Ben ne yapıyorum diye düşündüm. Kovayla boşalan yağmurun altında, sırılsılam bir halde, kara bulutlardan tepesi görünmeyen bir dağa doğru, sağıma soluma yıldırımlar düşerken pedal basmaya çalışıyordum. Aklıma, dağa doru iyice yükseldiğimde olabilecek şeyleri getirdim. “Bu yıldırımlardan birini de sen yersin yukarıda” dedim kendime. “Sonra gazeteye haber olursun : Bisikletliyi dağda yıldırım çarptı. Öldü.” Okuyanlar da “Ulan ne işi varmış o vakitte orada bu salağın.” Deyip gülerler arkamdan. İşte bu düşünce kendi kendimi dönmek için ikna etmeye yetti. Daha fazla cengaverlik yapmadan döndüm. Bu sefer aynı yolda aşağıya doğru eğimli bir şekilde ilerledim. İşte bu noktada bisikletin lastiğinin dişli olmasının (Schwalbe Racing Ralph) ve disk frenlerin yolda kalabilmemde çok faydasını gördüm. Aslında biraz daha yağmur yağsa küçük bir botla bile ulaşım sağlanabilirdi ama ben bisikleti tercih ediyordum.
Tekirdağ’a giden ana yola tekrar döndüğümde, biraz ilerleyince, kullanılmadığını fark ettiğim bir binanın giriş kısmındaki balkon benzeri yere bisikleti alarak beklemeye koyuldum. Yağmur gücünü yitirince de Tekirdağ’a doğru yola devam ettim. Tekirdağ girişndeki bir benzinlikte üzerimdeki tüm ıslakları torbalara koyarak yanımda var olan kuru şeyleri giydim ama bir yandan da tekrar ıslanmamak için dua ediyordum. Hava hala kapalıydı. Öğle vakti olmuştu. Artık Çanakkale’ye ulaşmak hayal olmuştu. Ailem ve arkadaşım beni arayıp dönmemi istediklerini, hatta gelip alabileceklerini söylediler. Açıkçası geri dönmeyi hiç istemiyordum. Eşimle konuşurken de Bandırma’dan İstanbul’a feribotla dönülebileceği fikrini bana verince ben de Tekirdağ’dan Bandırma’ya feribot olup olmadığını araştırmaya başladım. Önce limana gittim. Feribot firmasının yetkilileri bana akşam 18:30 ve gece 01:00’de seferleri olduğunu ama gidecek kamyon olmadığı için sefer olamayabileceğini söylediler. Telefonlarını aldım. En fazla gece Tekirdağ’da kalır ertesi gün geçerim diyordum. Ama akşam seferi olursa da kaçırmak istemiyordum. Yemek yine bir Tekirdağ köftecisindeydi. Ama zamanı geçirmek için aheste aheste yedim yemeği. Arkasıdan da bir pastanede tatlıyı.
Yeme içme bitince merkezde deniz kıyısındaki banklardan birine oturup ıslakları kurutmaya çalıştım. Tam bir Pazar sergisi gibi, ayakkabı dahil her şeyi serdim gazetelerin üzerine. Şansıma, müthiş bir güneş açtı. Tabi gelen geçen de bana bakıyordu garip garip.
Bir süre sonra merkezdeki iskelenin yanımda demirili duran feribotlara doğru bir arabanın hareketlendiğini gördüm. Yanda oturan amcalardan birine buradan sefer olup olmadığını sordum. Erdek’e olduğunu söyledi. Bisiklet dahil tüm malzemeleri ona emanet edip koşa koşa iskeleye gittim. Evet sefer vardı. Hem de yarım saat sonra. Hem geriye koşup tüm sergimi toplamaya başladım. Eşyalarımı emanet ettiğim amcaya teşekkür edip iskeleye bu sefer bisikletle gittim. Kaptanla anlaşıp feribota girdim. Gemide 8-10 kamyon ve tır vardı. Bir de otomobil. Bir de benim bisikletim tabi.
Feribotun küçücük yolcu salonunda kamyoncularla muhabbet ede de Erdek’e ulaştık. Fazla müşteri olmadığı için feribot yarım yol hızla ilerliyor bu da süreyi iki katına çıkarıyordu. Yolda, Marmara, Avşa, Paşalimanı adalarının ve Kapıdağ yarımadasının akşam güneşi ve gece karanlığındaki muhteşem manzaraları büyüleyiciydi.
Erdek’e varır varmaz bir otel bulup bisikleti de kapalı bir yere kilitledikten sonra yemek işlerini hallettim. Kısa süre sonra da yattım. 2. Gün sadece 35 Km. yol yapabilmiştim, çoğu da yağmur altındaydı
3.Gün (Erdek – Bursa : 137 Km )
Bu yoldaki en ilginç durum, Bursa içinde Gökdere bulvarından kayınpederllerimin oturduğu Setbaşı-Namazgah istikametinde oldukça dik olan yokuşuı çıkarken dinlenmek üzere durduğum bir otoparkta başıma geldi. Elinde, içinde yoğurt olan bir tabak tutan küçük bir çocuk yanımda durdu. Beni ve bisikletimi dikkatle inceledi. Aramızda özetle şöyle bir konuşma geçti.
Çocuk : Abi sen bisiklet sporcusu musun ?
Ben : Değilim.
Ç. : Peki ne yapıyorsun ?
B. : Geziyorum.
Ç.: Peki mecbur musun ? (!) (Bu soru çok hoşuma gitti )
B. : Mecbur değilim tabi sevdiğim için yapıyorum.
Ç.: Yorulmuyor musun ?
B. Yoruluyorum tabi. Yorulunca da böyle dinleniyorum.
Konuşmanın bu kısmından sonra bisiklet üzerine, farlardan vitese bir çok şeyi sordu ama her 3 sorusundan biri “Yorulmuyor musun ?” oldu. Ben de ısrarla “Yoruluyorum ama böyle de dinleniyorum.” Dedim. Bir süre sonra annesi uzaktan çocuğu yanına çağırdı ve bu ilginç konuşma sona erdi.
O akşam kayınvalide ve kayınpederime sürpriz yaptım. Gece onlarda kaldım. Fakat eve kadar çıkarken dizlerimi de çok yormuş olduğumu fark ettim.
4. Gün (Bursa-İstanbul : 77 Km.)
Bir gün önce çok yorduğum dizlerim su koyverdi ve 77 Km’yi çok yavaş bir şekilde kat ettim. Yalova’dan akşam deniz otobüsüyle Bostancı’ya geçtim. Deniz otobüsü iskelesinden çıkarken bir anda karşımda eşimi, kızımı, annemi ve babamı görünce çok şaşırdım. Beni çiçeklerle karşılamışlardı. Onlarla kucaşlaştıktan ve fotoğraf çekindikten sonra bagajımı onlara verip daha hafif biçimde evin yolunu tuttum.
Bu (yarım) maceranın sonu.
Sabah Yenikapı sahilinden güneşin doğuşu
http://img294.imageshack.us/img294/7371/img0001vq.jpg
http://img138.imageshack.us/img138/2117/img0002eh.jpg
http://img163.imageshack.us/img163/3063/img0003jpg
http://img23.imageshack.us/img23/3357/img0004wh.jpg
Beylikdüzü
http://img18.imageshack.us/img18/365/img0005vkv.jpg
http://img692.imageshack.us/img692/5641/img0007jz.jpg
http://img691.imageshack.us/img691/8489/img0008mj.jpg
http://img713.imageshack.us/img713/3746/img0009si.jpg
http://img18.imageshack.us/img18/8427/img0010gz.jpg
http://img693.imageshack.us/img693/6798/img0011yo.jpg
http://img6.imageshack.us/img6/9510/img0012ol.jpg
Kumbağ bisikletçi arkadaşlarla çay keyfi
http://img99.imageshack.us/img99/2130/img0014j.jpg
http://img23.imageshack.us/img23/341/img0016lb.jpg
Yağmur sonrası benzinlikte zorunlu mola
http://img522.imageshack.us/img522/3408/img0017f.jpg
Tekirdağ sahilde açtığım sergi
http://img8.imageshack.us/img8/7455/img0018hu.jpg
http://img705.imageshack.us/img705/4275/img0019qg.jpg
http://img268.imageshack.us/img268/4262/img0021tn.jpg
Kurutma çalışmalarına devam
http://img690.imageshack.us/img690/2733/img0022ol.jpg
http://img38.imageshack.us/img38/2607/img0023eo.jpg
Disk fren ve kedi
http://img175.imageshack.us/img175/583/img0026s.jpg
Disk fren ve aynı kedi
http://img200.imageshack.us/img200/4417/img0027yz.jpg
Erdek feribotunda bisikletim.
http://img200.imageshack.us/img200/3163/img0028kc.jpg
Ağır araçları dalgalı denizde sabitlemek için zincirler.
http://img444.imageshack.us/img444/8533/img0029f.jpg
Gidemediğim, Kumbağ’ın dağlarının başı hala dumanlı. Muhtemelen hala yağmur yağıyor.
http://img175.imageshack.us/img175/2752/img0032g.jpg
http://img690.imageshack.us/img690/4741/img0033ec.jpg
http://img200.imageshack.us/img200/5958/img0034fto.jpg
http://img175.imageshack.us/img175/3720/img0035a.jpg
http://img38.imageshack.us/img38/6563/img0036xq.jpg
Uzaktan Marmara Adası
http://img200.imageshack.us/img200/9444/img0040co.jpg
Şimdi “İyi ki gitmemişim” dediğim dağlar
http://img690.imageshack.us/img690/3133/img0041us.jpg
İstanbul’dan hareket eden bir yolcu gemisi önümüzden geçti.
http://img38.imageshack.us/img38/1863/img0043wp.jpg
Bu fotoğrafa “Denizcinin rüyası” adını verdim.
http://img268.imageshack.us/img268/1509/img0044dy.jpg
http://img690.imageshack.us/img690/5729/img0047fx.jpg
Erdek’te sabah kahvaltısı
http://img200.imageshack.us/img200/609/img0049zw.jpg
http://img141.imageshack.us/img141/1287/img0050h.jpg
http://img175.imageshack.us/img175/1060/img0051u.jpg
Her ne kadar bacalarından su buharı çıkıyor görünse de Bagfaş’ın , insanın içini karartıyor bu görüntü. (Bacadan çıkanın rengine göre beyaz- su buharı, sarı-kükürt, gri-duman, siyah-duman, (referans kimya mühendisi olan eşim) )
http://img705.imageshack.us/img705/9825/img0054td.jpg