@cazci
hocam bisiklet pek mucizeye yer vermeyen bir spor. dumoulin'in zayıfladığı biliniyordu, yanlış hatırlamıyorsam 70-80 km'lik de zamana karşı koyulmuştu. 2015 vuelta performansını da göz önünde bulundurarak şok edici bir sonuç olmadığını söyleyebiliriz. ha, oropa'da yaptığı çok ekstraydı, ama yokuşları hesapsız ataklarla geçirmemesi farkı ortaya koydu.
fuglsang konusunda son derece haklısın ama. sonuçta porte'u bitirmek için uğraştılar son gün, adam sıyrılıp turu aldı. ama şu da var, fuglsang da iyi form tutmuştu.
kristoff çok formsuz, cavendish zaten uzun süre rahatsızlık yaşadı. yanlış hatırlamıyorsam greipel de ufak bir mide rahatsızlığı geçirdi geçenlerde. sagan yine mayoyu alır ama demare, kittel ve matthews etaplar alacaktır.
umarım froome'un kopardığı bir yıl olmaz. bugün ekşi'de bir yorum okudum, onu da eklemek istiyorum, çok güzel yazmış yazar. yazının tamamını da bir solukta okudum. çok güzel bir 3 hafta bizi bekliyor.
...
bisiklet yapısı gereği romantik bir spor olduğundan dolayı bu geri plana itilen isimlerle biz izleyiciler arasında dialektik bir bağ oluşur; hiç kazanamasalar bile onları destekleriz, iteklemeye çalışırız. bu yüzden ben bisikleti ‘kazanamayanların da iz bırakabildiği’ yegane spor olarak görürüm. hatta öyle ki bisiklette limitlerini zorlayıp kazanamamak, bazen kazanmaktan çok daha sükse yaratır. bisiklette diğer sporların aksine kazananlarla beraber sevinç göz yaşları dökmezsiniz, kaybedenlerle beraber ağlarsınız, içlersiniz.
çoğu hikayenin sonunda bir kazanan olsa da hikayeler genellikle kaybedişlerle başlar. (link) godot’yu kaybeder, onu beklerken bir döngüye tutulur. bizlerde öyleyizdir. içten içe neyi kaybettiğimizi bilemeden hayatlarımız döngülere tutulur, sürekli bir bekleyiş vardır. hayatınız kaybeden bisikletçiye öykünür, kendi hayatınızdaki bekleyiş, unutuş, kaybediş hayat bulur… bisikletin romansı da buradan gelir. bu noktada peloton ters bir ışık prizması gibidir, yan yana dizili renkler prizmaya çarpar, tek renk olarak hayatlarımıza öykünür; bekleyiş, kaybediş, döngü.
...
son haftaya doğru yarış üzerine yorum yapacak, tahminde bulunacak kıvama geldim. tabii bunu sağlayan o güzel anlatıcılardı. o hoş muhabbetleri ile bu kadar yabancısı olduğum bir spor dalına beni bağlamasalardı asla direnemez öğrenemezdim. her gün yarış üzerine konuşuluyordu, ama konunun boyutu yarıştan çok daha başka yerlere dokunuyordu. kaybedenler, savaşanlar onurlandırılıyordu. kaybedeceğini bile bile takım arkadaşı için uğraşan isimsiz kahramanlar görmeye başladım. 200 bisikletçinin 199’u ay sonunda kaybedeceğini biliyordu, ama ara satırlardan çıkan hikayelerin değeri paha biçilemezdi. çekilen acıdan ise bahsetmemek büyük haksızlık olur. bisikletin çok garip bir spor olduğunu o satır aralarından öğrendim. insanın kaybedeceğini bile bile acı çekiyor oluşunu gördükçe bisiklet ve hayatım daha çok birbirine sürtünmeye başladı. artık büyülenerek bakıyordum ekrana. atak yapıldığında yerimden zıplıyor, geriye düşen bisikletçilere tezahürat yapıyor, olsun diyordum. bisikletteki bu tarafsızlık hissine kapıldım. beni hemen ele geçirdi. her hangi bir takımı desteklemeden, her hangi birini tutmadan, kendi milletinizden bir insan dahi olmadan tamamen tarafsız bir şekilde yapılan işi onurlandıran başka bir alan var mı bilemiyorum. sanırım bisiklet sporu karşısında beni en çok büyüleyen şeylerin başında bu hissiyat geliyor.
...
(link)