Selam,
Bir süredir Avrupa'da yaşayan, her tatilinde Kuzey Avrupa'yı, İskoçya'yı, İngiltere'yi, Avusturya'yı pedallayan arkadaşım Tolga Çeltekligil bir yazısını yollamış bana.. 2002 yılında yaptığımız bir Polonezköy Gece Sürüşü sonrası yazmış bunu..Fotonun yazıyla ilgisi yok ama Tolga'yla ilgisi var
http://img120.imageshack.us/img120/9481/01edinburghcastleresizesr1.jpg
Edinburgh Kalesi, Tolga Çeltekligil-İskoçya Turu
Pazar sabahlarından farklıydı; bu kez
sıcak yatağımızdan içkili bir
halde küfrederek kalkmıyorduk bisiklete binmek
için. Şehrin ışıkları çoktan
yanmıştı ve biz bu
ışıklardan uzaklaşmaya
hazırlanıyorduk. Yaklaşık 45
dakika sonra şehrin ışıkları
geride kalacak ve biz hayatımızı sadece
pille çalışan farlar ile
aydınlatacaktık. Koca güneşin bize gün
boyu verdiği hayatı, birkaç pilden
bekliyorduk.
Ormana girdiğimizde o anda insanların neler
yaptıklarını ve geceyi nasıl
geçirdiklerini düşünmeye başladım.
Galiba hayatı gerçekten yaşayan bizlerdik.
En çok hoşuma giden anlardan birini
yaşıyordum; gerektiğinde yalnız
olabilmek, fakat asla terkedilmiş değil,
sadece yalnız. İşte ormanda da kendimi
böyle hissediyordum. Bisiklet üzerinde ve huzur içinde
kendimleydim, fakat aslında etrafımda öyle
insanlar vardı ki; onlar düştüğümde
beni kaldıracaklardı, acıkınca
mandalina vereceklerdi, lastik
patladığında beni bekleyeceklerdi.
Çakal uğultuları arasında güvendeydim,
hayatta olmadığım kadar güvende.
Orman yolu bittiğinde halen
başlangıçtaki kadroyu koruyabilmiştik.
Korna seslerinin yerini yaprak
hışırtıları almış,
biz ise dar bir toprak yoldan daha yukarılara
tırmanıyorduk. Istanbul’u
ayaklarımızın altına
aldığımız bir noktaya
gelmiştik. Her zaman altında
ezildiğimiz koca şehre bu sefer biz
yukarıdan bakıyorduk, onunla alay
edercesine, içinde yaşayan diğer insanlara
gülercesine; çüknü bunu hak ediyorduk,
yukarlardaydık ve kazanan taraftık.Koca
şehir ise kaybetmişti.
Dönüş yoluna geçtiğimizde ise vücut tüm
yorgunluğunu unutmuş, kendini yenilemiş
ve ertesi güne hazır duruma gelmişti, koca
şehrin bizi yeneceği başka bir güne;
ama acımasız şehre yenilmeden son bir
gol daha atıyorduk köy kahvesinde: Çay, gofret,
mandalina ve muzzzzz. O gece hayata kaç gol
attığımızı
hatırlamıyorum ama farklı galiptik gece
sonunda, hele uzatma dakikalarında
fırından aldığımız
sıcacık iki ekmeği de midemize
indirince hakem maçı durdurmak zorunda
kalıyordu, çünkü hayat karşımızda
tutunamıyor ve eziliyordu. Meğerse ne kadar
kolaymış hayatı yenmek................
Tolga Çeltekligil
Polenezköy, 02.12.02
Bir süredir Avrupa'da yaşayan, her tatilinde Kuzey Avrupa'yı, İskoçya'yı, İngiltere'yi, Avusturya'yı pedallayan arkadaşım Tolga Çeltekligil bir yazısını yollamış bana.. 2002 yılında yaptığımız bir Polonezköy Gece Sürüşü sonrası yazmış bunu..Fotonun yazıyla ilgisi yok ama Tolga'yla ilgisi var
http://img120.imageshack.us/img120/9481/01edinburghcastleresizesr1.jpg
Edinburgh Kalesi, Tolga Çeltekligil-İskoçya Turu
Pazar sabahlarından farklıydı; bu kez
sıcak yatağımızdan içkili bir
halde küfrederek kalkmıyorduk bisiklete binmek
için. Şehrin ışıkları çoktan
yanmıştı ve biz bu
ışıklardan uzaklaşmaya
hazırlanıyorduk. Yaklaşık 45
dakika sonra şehrin ışıkları
geride kalacak ve biz hayatımızı sadece
pille çalışan farlar ile
aydınlatacaktık. Koca güneşin bize gün
boyu verdiği hayatı, birkaç pilden
bekliyorduk.
Ormana girdiğimizde o anda insanların neler
yaptıklarını ve geceyi nasıl
geçirdiklerini düşünmeye başladım.
Galiba hayatı gerçekten yaşayan bizlerdik.
En çok hoşuma giden anlardan birini
yaşıyordum; gerektiğinde yalnız
olabilmek, fakat asla terkedilmiş değil,
sadece yalnız. İşte ormanda da kendimi
böyle hissediyordum. Bisiklet üzerinde ve huzur içinde
kendimleydim, fakat aslında etrafımda öyle
insanlar vardı ki; onlar düştüğümde
beni kaldıracaklardı, acıkınca
mandalina vereceklerdi, lastik
patladığında beni bekleyeceklerdi.
Çakal uğultuları arasında güvendeydim,
hayatta olmadığım kadar güvende.
Orman yolu bittiğinde halen
başlangıçtaki kadroyu koruyabilmiştik.
Korna seslerinin yerini yaprak
hışırtıları almış,
biz ise dar bir toprak yoldan daha yukarılara
tırmanıyorduk. Istanbul’u
ayaklarımızın altına
aldığımız bir noktaya
gelmiştik. Her zaman altında
ezildiğimiz koca şehre bu sefer biz
yukarıdan bakıyorduk, onunla alay
edercesine, içinde yaşayan diğer insanlara
gülercesine; çüknü bunu hak ediyorduk,
yukarlardaydık ve kazanan taraftık.Koca
şehir ise kaybetmişti.
Dönüş yoluna geçtiğimizde ise vücut tüm
yorgunluğunu unutmuş, kendini yenilemiş
ve ertesi güne hazır duruma gelmişti, koca
şehrin bizi yeneceği başka bir güne;
ama acımasız şehre yenilmeden son bir
gol daha atıyorduk köy kahvesinde: Çay, gofret,
mandalina ve muzzzzz. O gece hayata kaç gol
attığımızı
hatırlamıyorum ama farklı galiptik gece
sonunda, hele uzatma dakikalarında
fırından aldığımız
sıcacık iki ekmeği de midemize
indirince hakem maçı durdurmak zorunda
kalıyordu, çünkü hayat karşımızda
tutunamıyor ve eziliyordu. Meğerse ne kadar
kolaymış hayatı yenmek................
Tolga Çeltekligil
Polenezköy, 02.12.02