@LITLLE_PRINCE
Merhaba Selçuk,
Sana bir arkdaşımın yazdığı yazıyı okutayım. Küresel Isınma Hakkında;
Zaman ayırıp okursan sevinirim.
KAR YAĞDI! …..YAĞACAK?
Eskiden kar yağardı memleketime, eskiden karın hası tutardı yerlerde.
Kar; beyaz, saf, apak hali ile kuşatırdı yüce dağları, yaylaları, yolları. Yerlere seyran eder, biz de seyreylerdik o ihtişamını. Soğuğundan donan ellerimize alır topaklardık, şenlik katardık oyunlarımıza. Ocak ayının, ocakları en harlı yaktıracak sebebiyetiydi kar. Sobalara atılan kütüklerin, kömürlerin sebebiyetiydi. Hanelerin çatılarına hükümranlık kurduran, saçaklardan sarkan buzların sebebiyetiydi.
Odalarda yanan sobadan ya da ocaktan gelen ateşin çıtırtısı dahi içimizi ısıtır, kara nispet yapardık. Soba üzerinde, güğümün içindeki su kaynama halinde fokurdar, bu soğuk kış gününe yeni demlenmiş bir çay yaraşır. İnce belli bardaklara dökülen çaylar, akide şekerleri ile kursağınızdan yol alır. Kuzinede pişmiş dumanı üstünde keteler, golotlar ya da ocaktaki sac üstünde harelenmiş bazlamalar eşlik eder çayınızın yanında. Yine kuzineye kabuklarıyla atılmış patatesler ya da bal kabağından çıkarılıp kurutulmuş kabak çekirdekleri tuzlanıp kavrulur. Kestaneler çevrilir harlanmış soba üzerinde.
Tek eğlenceniz radyodan odaya yayılan türkü nağmeleridir. Her bir nota, her bir nida sizi anlatır. Mevsimin meyveleri portakal ve mandalina kokusu siner tüm eve ve kabukları soba üzerinde tütsü buhur endamı gözetirler. Hanımların ellerinde örgüleri, erkeklerin dillerinde eski kışların tatlı sert hikâyeleri vardır.
Bu hikâyelerde yollar kapamıştır kar, hastaları doktora, yolcuları hasretliklerine vardırmamıştır. “Çığ” inmiştir toprağına rahmet “âdemlerin” üstüne. Masum beyazlığının altında acı öyküler barındırır. Kırsal kesim hayatının avcıları için beklenen misafirdir. Avcıdan sonra, avcı hikâyelerinin başkahramanıdır kar.
Karın esaret altına aldığı güzergâhlarda arazi araçlarınız dahi işlemez. Beyaz bir tablo içinde, ayaklara geçirilen ”leken”lerle (kar ayakkabısı) ilerlenir, elde de baton görevi gören sopalarla yol alınır. Bu hava koşullarında katırlar tek taşıma araçlarıdır. Böylesi manzaralar daha çok yurdumuzun doğu kesimlerinde sürekli yaşanan hâllerdir.
1929 yılının İstanbul’una ayrı bir uğramıştır bu beyaz cazibe. Karadeniz’in coşkun dalgalarının akıntısı ile buzul kütleleri İstanbul boğazını esir almış, Haliç’i yaya geçecek kadar karasallaştırmıştır. Yağan kar, metreleri bulmuş şehrin göbeğinde. Rivayete göre kurtlar inmiş Levent ve Mecidiyeköy’e.
Ben, mevsimi mevsiminde yaşamak gerektiği kanısındayım. Küresel ısınmaya mahkûm dünyanın yolcularıyız biz de. Bugün kış mevsiminin karından, yarın yağmurun rahmetinden mahrum kalırız. Bırakın torunlarımızı, çocuklarımızın dahi iklimsel olgular olan yağmur ve kar’ı görüp-göremeyecekleri konusunda kaygılıyım.15 yıl içinde, Dünyanın yüksek pek çok dağında buzullar eriyecek. Dün verimli, bugün ekilebilir topraklarımız yarın çöl olacak. Dünyanın eski atmosferine kavuşması için şuanda yeryüzünde bulunan ağaç miktarının 110 katı kadar ağaç dikilmesi gerektiğini biliyor muydunuz? Kıyamet senaryosu gibi saydığım ve hatta daha da pek çok sayılabilir durumlar maalesef ki gerçekliğin ta kendisi!
Bugün bu satırlarda bahsi geçen olgular “yakın geçmiş”, gelecekte ise “kaybolmuş bir geçmiş” olacak. Vaktiyle böyle yaşanırmış, geçmişte iklimler böyle “imiş” denilecek! Yaşanabilirlik halimizi düşünürken sadece kendi topraklarımızı değil, Dünya’nın gidişatını da göz önüne almalıyız.
Yurdumuzun coğrafik konumu dolayısıyla kışın kar, sonbaharda yağmur, baharda nisan yağmurları, yazın da güneşin sakin sıcaklığı ile buluşmalıyız. Ama dengeler altüst olmakta. Takvimler de olmasa, hangi ay, hangi mevsimde olduğumuz meçhullere karışmakta!
Pınar YAVUZ
Sana birazcık açıklık getirdiyse sevinirim..
Sevgiler...