Enki
Üye
- Kayıt
- 20 Mart 2016
- Mesaj
- 58
- Tepki
- 844
- Yaş
- 34
- Şehir
- Sofya
- İsim
- Cüneyt
- Bisiklet
- Brompton
Tekrar Merhabalar;
Geçen sene Londra'dan Brompton alıp Sofya'ya kadar sürerek getirdiğimi belirten bir konu oluşturmuştum ve bu senede bu geziyi devam ettirmeye karar verdim. Geçen sene ki yazım da Slovenya da 40km bulunmama rağmen çok beğendiğimi ve tekrar bir tura çıktığım taktirde buradan başlayacağımı belirtmiştim. Bu sene Slovenya'dan değilde Slovenya sınırına 30km uzakta bulunan Zagreb'den başlamaya karar verdim. Geçen sene Adriyatik boyunca bütün Hırvatistanı geçmeme rağmen Zagreb içeride kaldığından dolayı uğrayamamıştım. Tura babam ile beraber çıkmayı planladık, ancak kendisi yaşamış olduğu sağlık sorunları nedeniyle bana eşlik edemedi. 2 Mayıs günü saat öğle 2 de Sofya dan otobüs ile Zagreb'e geçtim. Bu yolculuk 88leva (44€) tuttu ve Hırvatistan saati ile gece 3 de Zagreb'e ulaştım. Gece yarısı buraya ulaştığımdan dolayı gezmek için biraz fazla zamanım bulunmakta.
Bütün gece Zagrebi gezdikten sonra sabah erkenden Slovenya'ya geçmek zorunda kaldım. Hırvat param olmadığından ve bütün su ile yiyeceğimi otobüste tükettiğimden dolayı sorun yaşamamak adına Slovenya yolunu tuttum. Sabah iş saati şehirden çıkmaya çalıştığımdan dolayı şehir biraz hareketliydi ve bisiklet yolu olmadığından kaldırımlardan gitmek zorundaydım. 30km bu şekilde devam ettikten sonra Slovenya sınırına ulaştım ve beni karşılayan güzel manzara.
Sınırı geçtiğiniz gibi bisiklet yolu görmek çok güzel bir duygu. Slovenya da çok sayıda bisiklet yolu var ve son derece bakımlı ve güzeller. Avrupanın çoğu yerinde bu tarz bisiklet yolları bulmak mümkün. Fakat Slovenya'nın bisiklet yollarını özel kılan en önemli özellikleri kaldırımlar arası yükseklik farkı olmaması. Yüklü bir şekilde bu yükseltilerden geçmek gerçekten sorun yaratıyor. Ancak Slovenya bu sorunu çok güzel çözmüş ve bu şekilde başka bir ülke de bisiklet yolu görmedim. Bisiklet yolu Sava nehri boyunca Ljubljana'ya kadar devam ediyor. Mayıs başı ve yağmur mevsimi olduğundan her gün yağmur yağıyordu. Buna hazırlıklıydım diyebilirim. Sabah erken saat de Ljubljana'ya ulaştım. Bu şehir gerçekten sabah saatleri çok fazla sessiz ve sakin. Aynı şekilde çok yeşil ve güzel. € bölgesinde olması sebebi ile de biraz pahalı. Ben oradayken yarım kilo çileği 5€ ya satıyorlardı.
Buradan çıkıp bisiklet yolunu takip ederek Slovenyanın simgesi olan Bled Gölüne doğru devam ettim. Bir ara bisiklet yolunu kaybedip kendimi yolda buldum. Bisiklet yolunu aramak yerine biraz da kendime fazla güvenmemden dolayı başka yoldan gitmeye karar verdim ama hata yaptığımı çok geçmeden anladım. Kendimi Alplerin tepesine doğru tırmanırken buldum. 1 gün söylene söylene sürdükten sonra tekrar bisiklet yolunu buldum. ( Bundan sonra bisiklet yolunu kaybetsem bile geri dönüp aramaya başladım.) Bled Gölünün girişi turistlerin oluşturduğu trafik nedeniyle araçlar için biraz sıkıntılı. Ben bisiklet yolundan gittiğimden dolayı rahattım. Bled Gölüne geldiğimde biraz heyecanlandım diyebilirim. Gerçekten ormanlık ve yüksek tepeler arasında kalan tertemiz ve güzel bir göl. Ortasında da bir adacık bulunmakta. Bu adacıkta kilise var ve isteyenler tekne yardımı ile bu adacığa taşınmakta. Ben ise burasını yukarıdan
görmek istediğimden dolayı bisikleti aşağıda bir yere kilitleyip tepelerden birisine tırmanmaya başladım. 20dk tırmandıktan sonra güzel bir açı bulabildim. Şans eseri bir patika seçmiştim. Yukarıdan gerçekten ayrı bir güzel ve büyüleyici gözüküyor.
Göl etrafında bisiklet ile bir tur atıp daha kuzeye İtalya sınırında bulunan Kranjska Gora'ya doğru devam ettim. Bu taraflar bayağı dağlık ve yol boyunca çok sayıda kayak pisti görmek mümkün. Bisiklet yolunu takip ederek buraya ulaşabiliyorsunuz. Hava sıcaklığı gittikçe soğumaya başladı, bunu fotoğraflardan da anlayabilirsiniz.
Burdan İtalya istikametine doğru devam ettim. Normalde İtalya'ya gitmek gibi bir hedefim yoktu, fakat İtalya sınırının sadece 20km içerisinde bulunan 2 adet gölü görmek adına rotayı buraya çevirdim. Bu göller ile ilgili pek bir açıklama yapmama sanırsam gerek yok. Fotoğraflar herşeyi anlatacak diye düşünüyorum.
İtalya'da fazla oyalanmadım. Doğruca Avusturya'ya gittim. Zaten sınırlar yan yana. Hatta 3 ülkenin ortak sınır noktası bile var ancak çok dağlık bir yerde olduğundan dolayı oraya gidemedim. Avusturya'da ilk amacım Graz'a ulaşmak ve buradan da Hallstatt'a gitmek. Avusturyanın güneyi boyunca Graz'a doğru devam ettim. Bu ülke de bisiklet yolu bulduktan sonra tabelaları takip etmek çok kolay. Gayet anlaşılabilir ve görülebilir tabela kullanıyorlar. Wolfsberg'e kadar güzel ve rahat bir şekilde geldim. Ancak burdan
sonra bir sorun ile karşılaştım. Evde rotayı çizerken buradan Graz'a doğru nasıl gideceğimi belirtmemişim. Yollara baktığımda da önümde sıra dağlar var. Öyle ki bulunduğum yerden Graz'a giden tren yolu bile yok. Araçlar ile beraber bu yolları tırmanmak istemediğimden dolayı tren istasyonuna gidip Graz'a nasıl gidebileceğimi sordum ve bana tren olmadığından, istasyondan otobüs kaldırdıklarını belirtti. Fakat
bu otobüse bisiklet alamayacaklarını üzülerek söyledi. Bende bunun katlanır bisiklet olduğunu ve otobüse binme konusunda sorun olmayacağını anlattıktan sonra Graz'a giden otobüse bir bilet aldım. Katlanır bisikletin yararını burada görmüş oldum. Graz'a ulaştıktan sonra Hallstatt'a kadar eşsiz Avusturya doğası içinde devam ettim. Aslında 2 sene önce Hallstatt'a babam ile beraber gelmiştim. O gün çok yağmur
yağdığından dolayı pek gezme fırsatı bulamamıştım. Bu sefer şansıma hava güzel ve açıktı. Bu köyün özelliği; çoğu internet sitesi tarafından dünyanın en güzel köyü olarak belirtilmesi gösterilebilir. Ayrıca Çinliler yıllar boyu bu köye gelip, cm cm köyü ölçüp köyün aynısını Çine yapmışlar. Bu da onu daha meşhur yapıyor. Şansıma hava bu sefer tamamen açık, şimdi rahatla gezebilirim. Köyde gördüğünüz her 100 kişiden 95i asyalı turistler, çok sayıdalar.
Hallstatt'dan 15 km uzakta ve dağlar arasında bulunan Gosau'ya ve daha sonrasında ufaktan Alplerin dışına doğru devam ettim.
Aslında tüm turum boyunca doğal güzellik olarak en beğendiğim yer buraları diyebilirim. Sırasıyla Wels ve Linz den geçerek Çekya'ya doğru devam ettim. Wels ve Linz de çok sayıda Türk görmek mümkün. Linz çıkışından Çekya'ya kadar 20km lik bir bayır bulunmakta. Bu yolda ana yol bisiklet yolu olarak gösterilmekte ve araçlar ile beraber bu bayırı çıkmak zorunda kalıyorsunuz. Bu bayırı çıkarken bir sorun yaşadım. Araçlar bazen yakından geçtiğinden dolayı reflex ile yoldan çıktım ve tekrar yola çıkmak istediğimde asfalttaki yükseklik farkı ve arka tarafımın ağır olmasından dolayı yukarı çıkamadım. Arka teker asfalta çok fazla sürttü ve 200m kadar gittikten sonra tamamen indi. Oraya çıkmaya çalışırken patladığını anladım ve hemen değiştirip yoluma devam ettim. Bu yaşamış olduğum ilk sorun oldu.
20km çıktıktan sonra, tersine bir şekilde 20km inip Çekya'ya ulaşıyorsunuz.
Çekya doğası olarak Avusturya'ya benziyor. (Dağsız biçimde) Burada tek sorun hergün ansızın gelen sağanak yağmurlar. Hava güzelken bir anda kararıyor ve inanılmaz derecede yağmur yağıyor. Birkaç kere ıslandıktan sonra anlıyorsunuz ne zaman tekrar yağmur yağacağını. Prag'a doğru devam ederken yol üstünde Český Krumlov diye bir kasabadan geçerken Historical Center tabelasını gördüm ve merak edip oraya doğru gittim. Kasaba içine girdiğime gerçekten pişman olmadım. Gerçekten yazdığı gibi tarihi bir yer. Çok sayıda turist de var ve çoğu bu sefer asyalı değil de Avrupalı turistler.
Çekyada çok sayıda bisiklet yolu var fakat bu bisiklet yollarının nereye gideceği vyazmıyor. Bu sebeple köy yollarını kullanıp Prag'a gitmeye çalıştım.
Çekyadaki 2. günümde arka lastiğim tekrar patladı, bu sefer ne olduğunu anlayamadım ne de patlak görebildim. Yeni iç lastik takıp yoluma devam ettim. Ertesi sabah uyandığımda tekrar indiğini gördüm. Ne kadar incelediysem de ne olduğunu anlamadım. Tekrar değiştirip yola koyuldum. Tekrar patlarsa arkamda taşımış olduğum yedek dış lastiği takacağım demeden Prag girişine 6km kala yine patladı. Lastiği değiştirmeden bir tramvaya kaçak binerek Şehir merkezine giderek şehirdeki tek bulunan Brompton bayiine ulaştım. Burada arka lastiğimi değiştirip yeni bir dış lastik almak istiyordum. Geçen gün olan olayda dış lastiği içten yarmışım bu sebepten dolayı durmadan iç lastik patlıyormuş.Dış lastiği değiştirdim ama ellerinde ne iç ne de dış lastik olmadığını belirttiler. Beni yarı yolda bırakmamak adına en azından demo olarak sergiledikleri bisikletlerden 2 adet iç lastik çıkarıp verdiler. Bu şekilde Prag gezime başlayabildim. Şehir içinde bisiklet ile gezmek pek mümkün değil, aşırı derece kalabalık ve arnavut kaldırımı tarzında yollar işleri daha da zorlaştırıyor. Sürmek yerine ittirerek gezmeyi seçtim. Tarihi olarak sanırsam Prag şuana kadar gezdiğim yerler arasında en güzeli. Çok sayıda güzel yapıları ve kiliseleri var. Normalde Çekya diğer avrupa ülkelerine göre ucuz, fakat Prag biraz pahalı diyebilirim. Özellikle turistlerin yoğun olduğu yerlerde alışveriş yapmamaya özen göstermek gerekmekte.
Hep kamp kurduğumdan güneş batmadan 1-1.5 saat önce şehirden ayrılıp kalacak yer bulmaya çalışırım. Bu tarz yeşili bol ülkelerde kamp yeri bulmak pek de zor değil. Pragdan çıktıktan sonra babam aradı ve annemi de alıp benim bu tarafa doğru araba ile geleceğini bildirdi. 2 sene önce beraber 5000km pedal çevirmiştik, şimdi gelemiyor diye içi içini yiyor belli ki, araba ile geliyor. 1 kere gezmeye başladıktan sonra kendinizi durduramıyorsunuz gibi birşey. Konuşup ortak nokta olarak Viyana'da buluşmayı kararlaştırdık. Ben geriye Avusturya'ya döndüm, onlar da İstanbul'dan yola çıktılar. Onlar gelene kadar ben Viyana ulaştım orada beklemek yerine Bratislava'ya devam ettim ve burada buluştuk. Babam seninle geliyormuşum gibi geçtiğim rotalardan araba ile geçmek istediğini belirtti. Geçtiğim yollardan tekrar birde araba ile geçerek 1 hafta sonunda Zagreb'e ulaştık. Onlar güneye Balkanlara devam ettiler ben ise Zagreb'den otobüse binip Prag aktarmalı olarak Varşova'ya geçtim. Rusya vizem yaklaştığından dolayı böyle birşey yapmak zorunda kaldım. 55€ otobüs bilet ücreti ödedim. Varşova indiğimde biraz şaşırdım diyebilirim. Daha eski ve savaştan çıkmış gibi bir şehir bekliyordum. Otogardan indikten sonra gökdelenler arasında kendimi buldum. Aslında görecek pek tarihi bir yer yok. Olay İstanbul-Ankara gibi, ülkeye yıllarca Krakow başkentlik yapmış ve daha sonrasında Varşova başkent olarak değiştirilmiş.
Varşova fiyat olarak Türkiye ye yakın diyebilirim. 1 € bile 4.30 Złoty ediyor. Varşovadan sonra kamp yeri biraz sıkıntı olmaya başladı. Her yer bataklık ve buralarda kuru yer bulmak biraz zaman alıyor. Ayrıca bu bataklar tam bir sivri sinek yuvası. Polonya'da pek fazla otoban olmadığından tırlar genellikle ulusal yollardan gidiyorlar. Bu sebeple ana yollardan kaçınıp köy yollarından gitmeyi tercih ettim. Polonya'da yollar sanki cetvel ile çizilmiş gibi genellikle dümdüz. Pek fazla bayır yok, genel anlamda rahat bir yolculuk yapılıyor. Yer yer yollar bozuluyor fakat uzun soluklu değiller.
Litvanya sınırına yaklaştıkça ufak tepeler belirmeye başladı. Buraların düzlük olduğunu düşünmüştüm fakat yanılmışım, daha ilk kilometrelerde yukarı-aşağı doğru devam ediyordum. Litvanya geldikten sonra inanılmaz rüzgar başladı, tam olarak güneydoğuya doğru esiyor. Burada rüzgar hep böyle esiyormuş. Litvanya şoförleri artık acelecimi desem yoksa vurdum duymaz mı desem bilemedim. Olup olmayacak yerde beni geçmeye çalışıyorlar, tırlar yan şerit boş olduğu halde sıfır geçiyor, hatta beni sollamaya çalışanı sollayanı bile gördüm. Bu şekilde başken Vilnius'a kadar devam ettim. Başkent Vilnius aynı bizim büyük şehirlerimiz gibi bütün yatırım buraya yapılmış, belli oluyor. Yeni binalar ve bisiklet yolları. Pek bisiklet kullanan olmasa da şehir içini bisiklet yolları ile çevirmişler. Uçak ile direk buraya gelsem ne kadar bisiklet dostu bir şehir derim. Kuzeye doğru gittikçe Asyalı turistlerin yerini Avrupalı turistler almaya
başladı.
Ertesi gün kullanmış olduğum güneş panelinin çalışmadığını fark ettim. Dün yanımdan yakın mesafeden geçen tırlar yüzünden 2 kere havalanmıştı, sanırsam o esnada kablolarda bir sorun yaşandı. Yanımda extra bir PowerBank bulunmakta, onun ile devam edeceğiz artık. Tırlar ve şoförlerin bu denli korkutucu sürüşlerinden sonra köy yollarından devam etmeye karar verdim. Burda da başka bir sorun ortaya çıktı, üstünde gittiğim şeye yol denmez. Bu yolumsu diyebileceğim yerde devam ettim. O kadar tozlu bir yol ki yanımdan bir araç geçtiğinde 7-8sn göz gözü görmüyor. Bir yol yapmak bu kadar mı zor olabilir. Arnavutlukta yollar kötüydü ama en azından asfalt vardı ve çukurlardan bir şekilde kaçabiliyordun. Burası ise rally arabaları için hazırlanmış bir pist gibi. Litvanya para birimi olarak € kullanıyor fakat fiyatlar diğer € kullanan ülkelere göre daha ucuz. 1.5lt 0.65€ ken 5lt su 0.71€, bu tutarsızlık benim işime geldi diyebilirim. Yanında 3 şişe taşıyan birisi için bir fırsat. Bu bozuk yollardan Letonya sınırına kadar geldim.
Sınırı geçmeme rağmen hala yol yok. 10 km taşlı yoldan gittikten sonra ilk asfalt yol ortaya çıktı, hiç çıkmasa daha iyiydi. Köstebek yuvası gibi. Hayatımda ilk defa yol bitecek diye tabela gördüm. Resmen yol bitecek başınızın çaresine bakın diyorlar.
Burasıda Litvanya gibi € bölgesinde ve fiyatlar aynı. Fakat Letonya daha fakir, bunu dışarıdan bakıp anlayabilirsonuz. Zar zor bir şekilde Riga'ya ulaştım. Şehir merkezine geldiğimde şaşırdım diyebilirim. Bu kadar tarihi bir yer beklemiyordum. Katedraller, renkli binalar ve güzel meydanlar. Gerçekten sevdim burasını. Tek sorun şehire eski bir hava vermek adına yola döşenen taşlar, bu taşlar yüzünden bisiklet ile
gezemiyordum. Yeni binaları görüntüyü bozmasın diye eski şekilde yapıyorlar ya da boyuyorlar. Şehir içinde bisiklet yolları bulmak mümkün.
Deniz boyunca Tallinn'e gitmeyi planlıyordum fakat rotayı değiştirmek zorunda kaldım. Bu yoldan çok sayıda tır geçmekte. ( Tırlardan bu kadar korkmamın sebebi 2 sene önce sorun yaşamam, ayırca köylerden giderek daha fazla güzellik görebiliyorsunuz.) Ülkenin ortasından geçen Baltık Yolunu bulup Estonya'ya ulaştım. Yeni yapılmış asfalt eşliğinde sınırı geçtim. İlk izlenim gayet güzel. Yollar, evler, tabelalar daha bir Avrupai duruyor. Estonya inanılmaz derecede yağmurlu Tallinn'e varana kadar hergün sabahtan akşama kadar yağmur yağdı. Geçen sene Kotor'da yaşamış olduğum sorundan sonra çadırımı değiştirme kararı almıştım, bu sene sorunsuz bir şekilde devam ediyorum diyebilirim. Tallinn çok ufak olduğundan şehir merkezine 5km kala şehrin başladığını anlayabiliyorsunuz. Diğer büyük şehirlerde bı mesafe 15-20km. Belkide bu kadar ufak ve sessiz olduğundan dolayı burasını çık sevdim. Şehir merkezinde restoran çalışanları ve diğer dükkan sahipleri eski zamanlardaki gibi giyinip geziyorlar. İlk defa kendimi ortaçağdaymış gibi hissettim.
Geçen sene Londra'dan Brompton alıp Sofya'ya kadar sürerek getirdiğimi belirten bir konu oluşturmuştum ve bu senede bu geziyi devam ettirmeye karar verdim. Geçen sene ki yazım da Slovenya da 40km bulunmama rağmen çok beğendiğimi ve tekrar bir tura çıktığım taktirde buradan başlayacağımı belirtmiştim. Bu sene Slovenya'dan değilde Slovenya sınırına 30km uzakta bulunan Zagreb'den başlamaya karar verdim. Geçen sene Adriyatik boyunca bütün Hırvatistanı geçmeme rağmen Zagreb içeride kaldığından dolayı uğrayamamıştım. Tura babam ile beraber çıkmayı planladık, ancak kendisi yaşamış olduğu sağlık sorunları nedeniyle bana eşlik edemedi. 2 Mayıs günü saat öğle 2 de Sofya dan otobüs ile Zagreb'e geçtim. Bu yolculuk 88leva (44€) tuttu ve Hırvatistan saati ile gece 3 de Zagreb'e ulaştım. Gece yarısı buraya ulaştığımdan dolayı gezmek için biraz fazla zamanım bulunmakta.
Bütün gece Zagrebi gezdikten sonra sabah erkenden Slovenya'ya geçmek zorunda kaldım. Hırvat param olmadığından ve bütün su ile yiyeceğimi otobüste tükettiğimden dolayı sorun yaşamamak adına Slovenya yolunu tuttum. Sabah iş saati şehirden çıkmaya çalıştığımdan dolayı şehir biraz hareketliydi ve bisiklet yolu olmadığından kaldırımlardan gitmek zorundaydım. 30km bu şekilde devam ettikten sonra Slovenya sınırına ulaştım ve beni karşılayan güzel manzara.
Sınırı geçtiğiniz gibi bisiklet yolu görmek çok güzel bir duygu. Slovenya da çok sayıda bisiklet yolu var ve son derece bakımlı ve güzeller. Avrupanın çoğu yerinde bu tarz bisiklet yolları bulmak mümkün. Fakat Slovenya'nın bisiklet yollarını özel kılan en önemli özellikleri kaldırımlar arası yükseklik farkı olmaması. Yüklü bir şekilde bu yükseltilerden geçmek gerçekten sorun yaratıyor. Ancak Slovenya bu sorunu çok güzel çözmüş ve bu şekilde başka bir ülke de bisiklet yolu görmedim. Bisiklet yolu Sava nehri boyunca Ljubljana'ya kadar devam ediyor. Mayıs başı ve yağmur mevsimi olduğundan her gün yağmur yağıyordu. Buna hazırlıklıydım diyebilirim. Sabah erken saat de Ljubljana'ya ulaştım. Bu şehir gerçekten sabah saatleri çok fazla sessiz ve sakin. Aynı şekilde çok yeşil ve güzel. € bölgesinde olması sebebi ile de biraz pahalı. Ben oradayken yarım kilo çileği 5€ ya satıyorlardı.
Buradan çıkıp bisiklet yolunu takip ederek Slovenyanın simgesi olan Bled Gölüne doğru devam ettim. Bir ara bisiklet yolunu kaybedip kendimi yolda buldum. Bisiklet yolunu aramak yerine biraz da kendime fazla güvenmemden dolayı başka yoldan gitmeye karar verdim ama hata yaptığımı çok geçmeden anladım. Kendimi Alplerin tepesine doğru tırmanırken buldum. 1 gün söylene söylene sürdükten sonra tekrar bisiklet yolunu buldum. ( Bundan sonra bisiklet yolunu kaybetsem bile geri dönüp aramaya başladım.) Bled Gölünün girişi turistlerin oluşturduğu trafik nedeniyle araçlar için biraz sıkıntılı. Ben bisiklet yolundan gittiğimden dolayı rahattım. Bled Gölüne geldiğimde biraz heyecanlandım diyebilirim. Gerçekten ormanlık ve yüksek tepeler arasında kalan tertemiz ve güzel bir göl. Ortasında da bir adacık bulunmakta. Bu adacıkta kilise var ve isteyenler tekne yardımı ile bu adacığa taşınmakta. Ben ise burasını yukarıdan
görmek istediğimden dolayı bisikleti aşağıda bir yere kilitleyip tepelerden birisine tırmanmaya başladım. 20dk tırmandıktan sonra güzel bir açı bulabildim. Şans eseri bir patika seçmiştim. Yukarıdan gerçekten ayrı bir güzel ve büyüleyici gözüküyor.
Göl etrafında bisiklet ile bir tur atıp daha kuzeye İtalya sınırında bulunan Kranjska Gora'ya doğru devam ettim. Bu taraflar bayağı dağlık ve yol boyunca çok sayıda kayak pisti görmek mümkün. Bisiklet yolunu takip ederek buraya ulaşabiliyorsunuz. Hava sıcaklığı gittikçe soğumaya başladı, bunu fotoğraflardan da anlayabilirsiniz.
Burdan İtalya istikametine doğru devam ettim. Normalde İtalya'ya gitmek gibi bir hedefim yoktu, fakat İtalya sınırının sadece 20km içerisinde bulunan 2 adet gölü görmek adına rotayı buraya çevirdim. Bu göller ile ilgili pek bir açıklama yapmama sanırsam gerek yok. Fotoğraflar herşeyi anlatacak diye düşünüyorum.
İtalya'da fazla oyalanmadım. Doğruca Avusturya'ya gittim. Zaten sınırlar yan yana. Hatta 3 ülkenin ortak sınır noktası bile var ancak çok dağlık bir yerde olduğundan dolayı oraya gidemedim. Avusturya'da ilk amacım Graz'a ulaşmak ve buradan da Hallstatt'a gitmek. Avusturyanın güneyi boyunca Graz'a doğru devam ettim. Bu ülke de bisiklet yolu bulduktan sonra tabelaları takip etmek çok kolay. Gayet anlaşılabilir ve görülebilir tabela kullanıyorlar. Wolfsberg'e kadar güzel ve rahat bir şekilde geldim. Ancak burdan
sonra bir sorun ile karşılaştım. Evde rotayı çizerken buradan Graz'a doğru nasıl gideceğimi belirtmemişim. Yollara baktığımda da önümde sıra dağlar var. Öyle ki bulunduğum yerden Graz'a giden tren yolu bile yok. Araçlar ile beraber bu yolları tırmanmak istemediğimden dolayı tren istasyonuna gidip Graz'a nasıl gidebileceğimi sordum ve bana tren olmadığından, istasyondan otobüs kaldırdıklarını belirtti. Fakat
bu otobüse bisiklet alamayacaklarını üzülerek söyledi. Bende bunun katlanır bisiklet olduğunu ve otobüse binme konusunda sorun olmayacağını anlattıktan sonra Graz'a giden otobüse bir bilet aldım. Katlanır bisikletin yararını burada görmüş oldum. Graz'a ulaştıktan sonra Hallstatt'a kadar eşsiz Avusturya doğası içinde devam ettim. Aslında 2 sene önce Hallstatt'a babam ile beraber gelmiştim. O gün çok yağmur
yağdığından dolayı pek gezme fırsatı bulamamıştım. Bu sefer şansıma hava güzel ve açıktı. Bu köyün özelliği; çoğu internet sitesi tarafından dünyanın en güzel köyü olarak belirtilmesi gösterilebilir. Ayrıca Çinliler yıllar boyu bu köye gelip, cm cm köyü ölçüp köyün aynısını Çine yapmışlar. Bu da onu daha meşhur yapıyor. Şansıma hava bu sefer tamamen açık, şimdi rahatla gezebilirim. Köyde gördüğünüz her 100 kişiden 95i asyalı turistler, çok sayıdalar.
Hallstatt'dan 15 km uzakta ve dağlar arasında bulunan Gosau'ya ve daha sonrasında ufaktan Alplerin dışına doğru devam ettim.
Aslında tüm turum boyunca doğal güzellik olarak en beğendiğim yer buraları diyebilirim. Sırasıyla Wels ve Linz den geçerek Çekya'ya doğru devam ettim. Wels ve Linz de çok sayıda Türk görmek mümkün. Linz çıkışından Çekya'ya kadar 20km lik bir bayır bulunmakta. Bu yolda ana yol bisiklet yolu olarak gösterilmekte ve araçlar ile beraber bu bayırı çıkmak zorunda kalıyorsunuz. Bu bayırı çıkarken bir sorun yaşadım. Araçlar bazen yakından geçtiğinden dolayı reflex ile yoldan çıktım ve tekrar yola çıkmak istediğimde asfalttaki yükseklik farkı ve arka tarafımın ağır olmasından dolayı yukarı çıkamadım. Arka teker asfalta çok fazla sürttü ve 200m kadar gittikten sonra tamamen indi. Oraya çıkmaya çalışırken patladığını anladım ve hemen değiştirip yoluma devam ettim. Bu yaşamış olduğum ilk sorun oldu.
20km çıktıktan sonra, tersine bir şekilde 20km inip Çekya'ya ulaşıyorsunuz.
Çekya doğası olarak Avusturya'ya benziyor. (Dağsız biçimde) Burada tek sorun hergün ansızın gelen sağanak yağmurlar. Hava güzelken bir anda kararıyor ve inanılmaz derecede yağmur yağıyor. Birkaç kere ıslandıktan sonra anlıyorsunuz ne zaman tekrar yağmur yağacağını. Prag'a doğru devam ederken yol üstünde Český Krumlov diye bir kasabadan geçerken Historical Center tabelasını gördüm ve merak edip oraya doğru gittim. Kasaba içine girdiğime gerçekten pişman olmadım. Gerçekten yazdığı gibi tarihi bir yer. Çok sayıda turist de var ve çoğu bu sefer asyalı değil de Avrupalı turistler.
Çekyada çok sayıda bisiklet yolu var fakat bu bisiklet yollarının nereye gideceği vyazmıyor. Bu sebeple köy yollarını kullanıp Prag'a gitmeye çalıştım.
Çekyadaki 2. günümde arka lastiğim tekrar patladı, bu sefer ne olduğunu anlayamadım ne de patlak görebildim. Yeni iç lastik takıp yoluma devam ettim. Ertesi sabah uyandığımda tekrar indiğini gördüm. Ne kadar incelediysem de ne olduğunu anlamadım. Tekrar değiştirip yola koyuldum. Tekrar patlarsa arkamda taşımış olduğum yedek dış lastiği takacağım demeden Prag girişine 6km kala yine patladı. Lastiği değiştirmeden bir tramvaya kaçak binerek Şehir merkezine giderek şehirdeki tek bulunan Brompton bayiine ulaştım. Burada arka lastiğimi değiştirip yeni bir dış lastik almak istiyordum. Geçen gün olan olayda dış lastiği içten yarmışım bu sebepten dolayı durmadan iç lastik patlıyormuş.Dış lastiği değiştirdim ama ellerinde ne iç ne de dış lastik olmadığını belirttiler. Beni yarı yolda bırakmamak adına en azından demo olarak sergiledikleri bisikletlerden 2 adet iç lastik çıkarıp verdiler. Bu şekilde Prag gezime başlayabildim. Şehir içinde bisiklet ile gezmek pek mümkün değil, aşırı derece kalabalık ve arnavut kaldırımı tarzında yollar işleri daha da zorlaştırıyor. Sürmek yerine ittirerek gezmeyi seçtim. Tarihi olarak sanırsam Prag şuana kadar gezdiğim yerler arasında en güzeli. Çok sayıda güzel yapıları ve kiliseleri var. Normalde Çekya diğer avrupa ülkelerine göre ucuz, fakat Prag biraz pahalı diyebilirim. Özellikle turistlerin yoğun olduğu yerlerde alışveriş yapmamaya özen göstermek gerekmekte.
Hep kamp kurduğumdan güneş batmadan 1-1.5 saat önce şehirden ayrılıp kalacak yer bulmaya çalışırım. Bu tarz yeşili bol ülkelerde kamp yeri bulmak pek de zor değil. Pragdan çıktıktan sonra babam aradı ve annemi de alıp benim bu tarafa doğru araba ile geleceğini bildirdi. 2 sene önce beraber 5000km pedal çevirmiştik, şimdi gelemiyor diye içi içini yiyor belli ki, araba ile geliyor. 1 kere gezmeye başladıktan sonra kendinizi durduramıyorsunuz gibi birşey. Konuşup ortak nokta olarak Viyana'da buluşmayı kararlaştırdık. Ben geriye Avusturya'ya döndüm, onlar da İstanbul'dan yola çıktılar. Onlar gelene kadar ben Viyana ulaştım orada beklemek yerine Bratislava'ya devam ettim ve burada buluştuk. Babam seninle geliyormuşum gibi geçtiğim rotalardan araba ile geçmek istediğini belirtti. Geçtiğim yollardan tekrar birde araba ile geçerek 1 hafta sonunda Zagreb'e ulaştık. Onlar güneye Balkanlara devam ettiler ben ise Zagreb'den otobüse binip Prag aktarmalı olarak Varşova'ya geçtim. Rusya vizem yaklaştığından dolayı böyle birşey yapmak zorunda kaldım. 55€ otobüs bilet ücreti ödedim. Varşova indiğimde biraz şaşırdım diyebilirim. Daha eski ve savaştan çıkmış gibi bir şehir bekliyordum. Otogardan indikten sonra gökdelenler arasında kendimi buldum. Aslında görecek pek tarihi bir yer yok. Olay İstanbul-Ankara gibi, ülkeye yıllarca Krakow başkentlik yapmış ve daha sonrasında Varşova başkent olarak değiştirilmiş.
Varşova fiyat olarak Türkiye ye yakın diyebilirim. 1 € bile 4.30 Złoty ediyor. Varşovadan sonra kamp yeri biraz sıkıntı olmaya başladı. Her yer bataklık ve buralarda kuru yer bulmak biraz zaman alıyor. Ayrıca bu bataklar tam bir sivri sinek yuvası. Polonya'da pek fazla otoban olmadığından tırlar genellikle ulusal yollardan gidiyorlar. Bu sebeple ana yollardan kaçınıp köy yollarından gitmeyi tercih ettim. Polonya'da yollar sanki cetvel ile çizilmiş gibi genellikle dümdüz. Pek fazla bayır yok, genel anlamda rahat bir yolculuk yapılıyor. Yer yer yollar bozuluyor fakat uzun soluklu değiller.
Litvanya sınırına yaklaştıkça ufak tepeler belirmeye başladı. Buraların düzlük olduğunu düşünmüştüm fakat yanılmışım, daha ilk kilometrelerde yukarı-aşağı doğru devam ediyordum. Litvanya geldikten sonra inanılmaz rüzgar başladı, tam olarak güneydoğuya doğru esiyor. Burada rüzgar hep böyle esiyormuş. Litvanya şoförleri artık acelecimi desem yoksa vurdum duymaz mı desem bilemedim. Olup olmayacak yerde beni geçmeye çalışıyorlar, tırlar yan şerit boş olduğu halde sıfır geçiyor, hatta beni sollamaya çalışanı sollayanı bile gördüm. Bu şekilde başken Vilnius'a kadar devam ettim. Başkent Vilnius aynı bizim büyük şehirlerimiz gibi bütün yatırım buraya yapılmış, belli oluyor. Yeni binalar ve bisiklet yolları. Pek bisiklet kullanan olmasa da şehir içini bisiklet yolları ile çevirmişler. Uçak ile direk buraya gelsem ne kadar bisiklet dostu bir şehir derim. Kuzeye doğru gittikçe Asyalı turistlerin yerini Avrupalı turistler almaya
başladı.
Ertesi gün kullanmış olduğum güneş panelinin çalışmadığını fark ettim. Dün yanımdan yakın mesafeden geçen tırlar yüzünden 2 kere havalanmıştı, sanırsam o esnada kablolarda bir sorun yaşandı. Yanımda extra bir PowerBank bulunmakta, onun ile devam edeceğiz artık. Tırlar ve şoförlerin bu denli korkutucu sürüşlerinden sonra köy yollarından devam etmeye karar verdim. Burda da başka bir sorun ortaya çıktı, üstünde gittiğim şeye yol denmez. Bu yolumsu diyebileceğim yerde devam ettim. O kadar tozlu bir yol ki yanımdan bir araç geçtiğinde 7-8sn göz gözü görmüyor. Bir yol yapmak bu kadar mı zor olabilir. Arnavutlukta yollar kötüydü ama en azından asfalt vardı ve çukurlardan bir şekilde kaçabiliyordun. Burası ise rally arabaları için hazırlanmış bir pist gibi. Litvanya para birimi olarak € kullanıyor fakat fiyatlar diğer € kullanan ülkelere göre daha ucuz. 1.5lt 0.65€ ken 5lt su 0.71€, bu tutarsızlık benim işime geldi diyebilirim. Yanında 3 şişe taşıyan birisi için bir fırsat. Bu bozuk yollardan Letonya sınırına kadar geldim.
Sınırı geçmeme rağmen hala yol yok. 10 km taşlı yoldan gittikten sonra ilk asfalt yol ortaya çıktı, hiç çıkmasa daha iyiydi. Köstebek yuvası gibi. Hayatımda ilk defa yol bitecek diye tabela gördüm. Resmen yol bitecek başınızın çaresine bakın diyorlar.
Burasıda Litvanya gibi € bölgesinde ve fiyatlar aynı. Fakat Letonya daha fakir, bunu dışarıdan bakıp anlayabilirsonuz. Zar zor bir şekilde Riga'ya ulaştım. Şehir merkezine geldiğimde şaşırdım diyebilirim. Bu kadar tarihi bir yer beklemiyordum. Katedraller, renkli binalar ve güzel meydanlar. Gerçekten sevdim burasını. Tek sorun şehire eski bir hava vermek adına yola döşenen taşlar, bu taşlar yüzünden bisiklet ile
gezemiyordum. Yeni binaları görüntüyü bozmasın diye eski şekilde yapıyorlar ya da boyuyorlar. Şehir içinde bisiklet yolları bulmak mümkün.
Deniz boyunca Tallinn'e gitmeyi planlıyordum fakat rotayı değiştirmek zorunda kaldım. Bu yoldan çok sayıda tır geçmekte. ( Tırlardan bu kadar korkmamın sebebi 2 sene önce sorun yaşamam, ayırca köylerden giderek daha fazla güzellik görebiliyorsunuz.) Ülkenin ortasından geçen Baltık Yolunu bulup Estonya'ya ulaştım. Yeni yapılmış asfalt eşliğinde sınırı geçtim. İlk izlenim gayet güzel. Yollar, evler, tabelalar daha bir Avrupai duruyor. Estonya inanılmaz derecede yağmurlu Tallinn'e varana kadar hergün sabahtan akşama kadar yağmur yağdı. Geçen sene Kotor'da yaşamış olduğum sorundan sonra çadırımı değiştirme kararı almıştım, bu sene sorunsuz bir şekilde devam ediyorum diyebilirim. Tallinn çok ufak olduğundan şehir merkezine 5km kala şehrin başladığını anlayabiliyorsunuz. Diğer büyük şehirlerde bı mesafe 15-20km. Belkide bu kadar ufak ve sessiz olduğundan dolayı burasını çık sevdim. Şehir merkezinde restoran çalışanları ve diğer dükkan sahipleri eski zamanlardaki gibi giyinip geziyorlar. İlk defa kendimi ortaçağdaymış gibi hissettim.