Enki
Üye
- Kayıt
- 20 Mart 2016
- Mesaj
- 58
- Tepki
- 846
- Yaş
- 35
- Şehir
- Sofya
- İsim
- Cüneyt
- Bisiklet
- Brompton
Merhaba,
Daha önce katlanır bisiklet ile bir çok kez tur yapıp Avrupa’yı gezme fırsatı elde etmiştim. Corona’dan sonra daha ıssız ve sakin bir şeyler deneyimlemek istedim ve kendime bir katlanır (şişme) kano aldım. Bisiklette olduğu gibi aynı yerlerde gezmek belli bir saatten sonra sıkmaya başlıyor ve bende gerekeni yaptım ve Avusturya dan turuma başladım. Uçakla bisiklet ya da daha büyük eşyalar taşımak istemediğimden dolayı (Bir kaç kez eşyalarım gelmedi, bende garanti olması adına otobüs kullanıyorum), Salzburg’a otobüsle gittim ve oradan trenle Hallstatt geçtim.
Kano katlanır olduğundan dolayı taşıması ve bir yerden bir yere transport olayı çok kolay. Otobüs ve trenlere ekstra bir ücret ödemeden binebiliyorsunuz. Kanonun toplam boyutu 410cm olduğundan dolayı rahatla su ve yiyecek depolayabiliyorsunuz. Yanımda ortalama 6-7litre su ve 3 günlük yiyecek bulundurdum ve bunların hepsini kanonun ön ve arka kısmına depoladım. Bisiklette olduğu gibi ekstra yük fazla yormuyor, akıntı saolsun rahat bir şekilde gidebiliyorsunuz. Geziye değinecek olursam ilk gün en heyecanlı gün oluyor, biraz korku ve çekince. Acaba yapabilir miyim? Ya da devrilir miyim çekincesi gerginliği tavan yapıyor ama yola çıktıktan sonra o özgürlük hissi ve manzaralar tüm endişeleri geride bırakıyor.
Turuma Hallstatt’ın karşı kıyısından başladım ki bu güzelliğe direk olarak maruz kalabileyim.
Hazır buralara kadar gelmişken, yarım saat kadar Hallstatt’ı da gezmeye karar verdim. Sudan karaya çıkmak benim için biraz zahmet, ayağım yere değmeden çıkmayı pek sevmiyorum. Genelde bir plaj bulup stressiz bir şekilde kanodan çıkma taraftarıyım. Bu tarz bir şey yapıyorsanız genelde gözler sizin üzerinizde oluyor ve o bakışların arasında düşmek istemezsiniz.
İlk gün de Hallstatter See den geçip Traun nehrine vardım ki bu nehir biraz hırçın, hiç kürek çekmeden rahat bir şekilde 8-9km ortalama ile gidebiliyorsunuz. Göl de akıntı olmadığından dolayı yorulan kollar burada dinlenmiş oluyor.
Bu nehir üzerinde çok fazla rapid( dalga oluşturan taş) var ve tura bir nevi rafting havası katıyorlar. Genelde çok büyük değiller ama bazen yerinizden zıplayabiliyorsunuz. Traun nehrinden sonra Avusturya alplerinin bir başka gözdesi konumunda bulunan Traunsee geliniyor.
Yerleşim yerine yakın son yer olduğundan dolayı Tuna nehrine bağlanana kadar tüm erzağımı burada tamamladım. Genelde kanoyu kıyıya getirip alışverişimi yapıyorum, çalınacağını hiç aklıma getirmeden.
Yanıma bu sefer sadece telefon, drone ve 2 tane GoPro aldım. Fotoğraf makinesi taşımak bana bir nevi amelelik gibi geldi. Devam etmiş bulunduğum Traun nehri doğrudan Tuna nehrine akıyor, gittikçe büyüdüğünden akıntı değeri de azalıyor ve benim kollarıma daha da fazla yük düşüyor. Nehir üzerinde Traunfall adında bir şelale bulunmakta öncesinde zaten nehir yolu kapalı, inip şelalenin öteki tarafına ittirmek gerekli, gidecek patika olduğu taktirde zor bir iş değil.
Nehir boyunca doğanın güzelliğine hayran kalıyorsunuz. İnsanlardan uzak ıssız da sadece siz ve doğal ortamında bulunan canlılar var.
Kamp olayı da bisiklete göre daha kolay hallediliyor, her yer ıssız ve sakin. Manzara da güzel bir akşam geçirmeye el veriyor.
Linz den geçip sonunda Tuna nehrine ulaştım ama keşke ulaşmasaydım diyebilirim. Nehir İstanbul boğazı gibi olduğundan akıntı yok gibi bir şey. Aslında asıl sorun Avusturya’nın Tuna nehri üzerine yaptığı barajlar. Yolumun üzerinde 4 tane baraj vardı ve hepsinin arasında suyu tuttuklarından dolayı nehir akmıyor, aksa bile hissetmiyorsunuz. “Tuna nehri akmam diyor” tam olarak burada söylenmiş olabilir, gerçekten rüzgar çıktığı zaman geriye doğru gitmemek için çabaladım. Turun en zor kısmı Tuna nehrine çıktıktan sonra Viyana’ya kadar olan kısımdı.
Viyana kadar geldikten sonra karaya çıkıp, biraz da şehri gezmek istedim. Katlanır kanonun yararını burada güzel bir şekilde görebiliyorsunuz. İster el arabası gibi çekebilir, isterseniz çantasında bir şekilde sırtınızda taşıyabilirsiniz. Viyana da pek zaman harcamadım, bir kaç saat dolaşıp erzağımı alıp tekrar yola koyuldum. Tuna nehri şehrin tam ortasından geçtiği için kolay bir şekilde zaman kaybetmeden yola devam edebiliyorsunuz.
Viyana - Bratislava arası ortalama 60km civarında ve nehir boyunca bu mesafe bir günde katedebiliyorsunuz. Günde ortalama olarak 50-70km arası gidilebiliyor, fazla zorlamadan. Güzel bir akıntı yakalayıp daha fazla da gitmek mümkün. Viyana da yaptığımın aynısını Bratislava da da yaptım, sudan çıkıp bir kaç saat şehri dolaştım ve bahane ile biraz dinlendim.
Yavaş yavaş turun sonuna yaklaşıyor ve son durak olan Budapeşte’ye bir kaç gün uzakta bulunuyordum. 10 günden sonra sırtım ufaktan ağarmaya başladı, güzel vücut çalışıyorsunuz ama vücudunuz da alışık olmadığından dolayı ters tepki verebiliyor. Aslında Tuna nehrine çıktıktan sonra doğa olarak pek bir tatmin olamıyorsunuz, Avusturya Alplerinin o muhteşemliği burada yok, birde çok fazla açıklıkta kalıyorsunuz. Güneş ışınlarına direk olarak maruz kalınıyor.
Burada yol üzerinde Estergon’a uğradım, önünden geçerken mehter marşımı da açtım, Türk turistlerin tezahüratları eşliğinde transit olarak geçtim
Nehirden sınır geçerken herhangi bir sorun ile karşılaşmadım, aynı şekilde herhangi bir kontrole de denk gelmedim. Sanki şehir içinde dolaşıyormuş edasıyla yolunuza devam ediyorsunuz. Tuna nehri bayağı bir işlek, yük gemileri ile büyük cruise gemileri de nehir üzerinde aktif olarak görülebiliyorlar. Hiç alabora olmadım ya da suya düşmedim. Aslında zorluk derecesi olan nehirler değil, sakin kafa dinlemedik nehirlerden geçtim.
Günün en sıcak saatlerinde dışarıda olduğumdan dolayı asla kısa kollu giysiler giymedim ve şapkamı kafamdan çıkartmadım. Yeri geldiğinde serinlemek için nehire girmekten de çekinmedim. Güneş ışınları sudan yansıyıp direkt olarak suratınıza vuruyor, gözlük ve şapka hayati bir önem taşıyor. Nehir üzerindeki irili ufaklı adalar kamp kurmak için çok güzel ama tehlikeli noktalar, özellikle de yağmur yağdığı vakit.
Yavaş yavaş son durağım olan Budapeşteye geldim. Parlamento binasını akşam gözüyle nehirden görmek istediğim için hava kararana kadar bir köşede bekledim ama bilmediğim bir şey varmış. Akşam üstü nehire kano ile girmek yasakmış. Bunu da hava kararıp suya açıldıktan sonra öğrendim. Tur teknelerinden birisi beni tüm yol boyunca taciz etti, İngilizce konuşmadığından dolayı da anlaşamadık ve tüm geri dönüş yolu boyunca peşimden geldi, Macarca söylenerek. Ben hala anlam veremedim, tam sudan çıkarken polis botu geldi ve beni çıkarken görüp bir şey demeden devam etti. Sonra oradaki yerel halk söyledi yasakmış gece yarısı. Hiçbir uyarı olmadan bunu bilebilmem mümkün değil. Neyse kazasız belasız görevimi yerine getirdim ve turumu orada sona erdirdim. Sabaha kadar şehiri kolaçan edip, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte otobüse binip bu maceraya son vermiş oldum.
Daha önce katlanır bisiklet ile bir çok kez tur yapıp Avrupa’yı gezme fırsatı elde etmiştim. Corona’dan sonra daha ıssız ve sakin bir şeyler deneyimlemek istedim ve kendime bir katlanır (şişme) kano aldım. Bisiklette olduğu gibi aynı yerlerde gezmek belli bir saatten sonra sıkmaya başlıyor ve bende gerekeni yaptım ve Avusturya dan turuma başladım. Uçakla bisiklet ya da daha büyük eşyalar taşımak istemediğimden dolayı (Bir kaç kez eşyalarım gelmedi, bende garanti olması adına otobüs kullanıyorum), Salzburg’a otobüsle gittim ve oradan trenle Hallstatt geçtim.
Kano katlanır olduğundan dolayı taşıması ve bir yerden bir yere transport olayı çok kolay. Otobüs ve trenlere ekstra bir ücret ödemeden binebiliyorsunuz. Kanonun toplam boyutu 410cm olduğundan dolayı rahatla su ve yiyecek depolayabiliyorsunuz. Yanımda ortalama 6-7litre su ve 3 günlük yiyecek bulundurdum ve bunların hepsini kanonun ön ve arka kısmına depoladım. Bisiklette olduğu gibi ekstra yük fazla yormuyor, akıntı saolsun rahat bir şekilde gidebiliyorsunuz. Geziye değinecek olursam ilk gün en heyecanlı gün oluyor, biraz korku ve çekince. Acaba yapabilir miyim? Ya da devrilir miyim çekincesi gerginliği tavan yapıyor ama yola çıktıktan sonra o özgürlük hissi ve manzaralar tüm endişeleri geride bırakıyor.
Turuma Hallstatt’ın karşı kıyısından başladım ki bu güzelliğe direk olarak maruz kalabileyim.
Hazır buralara kadar gelmişken, yarım saat kadar Hallstatt’ı da gezmeye karar verdim. Sudan karaya çıkmak benim için biraz zahmet, ayağım yere değmeden çıkmayı pek sevmiyorum. Genelde bir plaj bulup stressiz bir şekilde kanodan çıkma taraftarıyım. Bu tarz bir şey yapıyorsanız genelde gözler sizin üzerinizde oluyor ve o bakışların arasında düşmek istemezsiniz.
İlk gün de Hallstatter See den geçip Traun nehrine vardım ki bu nehir biraz hırçın, hiç kürek çekmeden rahat bir şekilde 8-9km ortalama ile gidebiliyorsunuz. Göl de akıntı olmadığından dolayı yorulan kollar burada dinlenmiş oluyor.
Bu nehir üzerinde çok fazla rapid( dalga oluşturan taş) var ve tura bir nevi rafting havası katıyorlar. Genelde çok büyük değiller ama bazen yerinizden zıplayabiliyorsunuz. Traun nehrinden sonra Avusturya alplerinin bir başka gözdesi konumunda bulunan Traunsee geliniyor.
Yerleşim yerine yakın son yer olduğundan dolayı Tuna nehrine bağlanana kadar tüm erzağımı burada tamamladım. Genelde kanoyu kıyıya getirip alışverişimi yapıyorum, çalınacağını hiç aklıma getirmeden.
Yanıma bu sefer sadece telefon, drone ve 2 tane GoPro aldım. Fotoğraf makinesi taşımak bana bir nevi amelelik gibi geldi. Devam etmiş bulunduğum Traun nehri doğrudan Tuna nehrine akıyor, gittikçe büyüdüğünden akıntı değeri de azalıyor ve benim kollarıma daha da fazla yük düşüyor. Nehir üzerinde Traunfall adında bir şelale bulunmakta öncesinde zaten nehir yolu kapalı, inip şelalenin öteki tarafına ittirmek gerekli, gidecek patika olduğu taktirde zor bir iş değil.
Nehir boyunca doğanın güzelliğine hayran kalıyorsunuz. İnsanlardan uzak ıssız da sadece siz ve doğal ortamında bulunan canlılar var.
Kamp olayı da bisiklete göre daha kolay hallediliyor, her yer ıssız ve sakin. Manzara da güzel bir akşam geçirmeye el veriyor.
Linz den geçip sonunda Tuna nehrine ulaştım ama keşke ulaşmasaydım diyebilirim. Nehir İstanbul boğazı gibi olduğundan akıntı yok gibi bir şey. Aslında asıl sorun Avusturya’nın Tuna nehri üzerine yaptığı barajlar. Yolumun üzerinde 4 tane baraj vardı ve hepsinin arasında suyu tuttuklarından dolayı nehir akmıyor, aksa bile hissetmiyorsunuz. “Tuna nehri akmam diyor” tam olarak burada söylenmiş olabilir, gerçekten rüzgar çıktığı zaman geriye doğru gitmemek için çabaladım. Turun en zor kısmı Tuna nehrine çıktıktan sonra Viyana’ya kadar olan kısımdı.
Viyana kadar geldikten sonra karaya çıkıp, biraz da şehri gezmek istedim. Katlanır kanonun yararını burada güzel bir şekilde görebiliyorsunuz. İster el arabası gibi çekebilir, isterseniz çantasında bir şekilde sırtınızda taşıyabilirsiniz. Viyana da pek zaman harcamadım, bir kaç saat dolaşıp erzağımı alıp tekrar yola koyuldum. Tuna nehri şehrin tam ortasından geçtiği için kolay bir şekilde zaman kaybetmeden yola devam edebiliyorsunuz.
Viyana - Bratislava arası ortalama 60km civarında ve nehir boyunca bu mesafe bir günde katedebiliyorsunuz. Günde ortalama olarak 50-70km arası gidilebiliyor, fazla zorlamadan. Güzel bir akıntı yakalayıp daha fazla da gitmek mümkün. Viyana da yaptığımın aynısını Bratislava da da yaptım, sudan çıkıp bir kaç saat şehri dolaştım ve bahane ile biraz dinlendim.
Yavaş yavaş turun sonuna yaklaşıyor ve son durak olan Budapeşte’ye bir kaç gün uzakta bulunuyordum. 10 günden sonra sırtım ufaktan ağarmaya başladı, güzel vücut çalışıyorsunuz ama vücudunuz da alışık olmadığından dolayı ters tepki verebiliyor. Aslında Tuna nehrine çıktıktan sonra doğa olarak pek bir tatmin olamıyorsunuz, Avusturya Alplerinin o muhteşemliği burada yok, birde çok fazla açıklıkta kalıyorsunuz. Güneş ışınlarına direk olarak maruz kalınıyor.
Burada yol üzerinde Estergon’a uğradım, önünden geçerken mehter marşımı da açtım, Türk turistlerin tezahüratları eşliğinde transit olarak geçtim
Nehirden sınır geçerken herhangi bir sorun ile karşılaşmadım, aynı şekilde herhangi bir kontrole de denk gelmedim. Sanki şehir içinde dolaşıyormuş edasıyla yolunuza devam ediyorsunuz. Tuna nehri bayağı bir işlek, yük gemileri ile büyük cruise gemileri de nehir üzerinde aktif olarak görülebiliyorlar. Hiç alabora olmadım ya da suya düşmedim. Aslında zorluk derecesi olan nehirler değil, sakin kafa dinlemedik nehirlerden geçtim.
Günün en sıcak saatlerinde dışarıda olduğumdan dolayı asla kısa kollu giysiler giymedim ve şapkamı kafamdan çıkartmadım. Yeri geldiğinde serinlemek için nehire girmekten de çekinmedim. Güneş ışınları sudan yansıyıp direkt olarak suratınıza vuruyor, gözlük ve şapka hayati bir önem taşıyor. Nehir üzerindeki irili ufaklı adalar kamp kurmak için çok güzel ama tehlikeli noktalar, özellikle de yağmur yağdığı vakit.
Yavaş yavaş son durağım olan Budapeşteye geldim. Parlamento binasını akşam gözüyle nehirden görmek istediğim için hava kararana kadar bir köşede bekledim ama bilmediğim bir şey varmış. Akşam üstü nehire kano ile girmek yasakmış. Bunu da hava kararıp suya açıldıktan sonra öğrendim. Tur teknelerinden birisi beni tüm yol boyunca taciz etti, İngilizce konuşmadığından dolayı da anlaşamadık ve tüm geri dönüş yolu boyunca peşimden geldi, Macarca söylenerek. Ben hala anlam veremedim, tam sudan çıkarken polis botu geldi ve beni çıkarken görüp bir şey demeden devam etti. Sonra oradaki yerel halk söyledi yasakmış gece yarısı. Hiçbir uyarı olmadan bunu bilebilmem mümkün değil. Neyse kazasız belasız görevimi yerine getirdim ve turumu orada sona erdirdim. Sabaha kadar şehiri kolaçan edip, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte otobüse binip bu maceraya son vermiş oldum.