@Mesut Girgiç
@Mesut Girgiç
Evet, yukarıda sorduğum ve benzeri tüm soruların cevabı yani neyi, ne zaman ve ne kadar yemeli yada içmeli gibi soruların cevabını bulacağımız yegane kaynak BİLİM.
Bırakın eti, otu içeceğimiz sudan yiyeceğimiz kuru ekmeğe kadar her şeyi bilim e sormalıyız.
“Ya Mesut Abi, bırak şimdi.. eskiden bilim mi vardı. Oysa su ve yiyecek dünyanın kuruluşundan beri var. Taa tarih öncesi dönemde insanlar beslenmek için bilime mi danışıyorlardı” diyenleri duyar gibiyim.
Ahhh ah. Ogünlerdeki doğal gıdalar olsa da kimseye sormadan yesek içsek..
Evet, tarih öncesinde yada tarihin eski dönemlerinde bilim bu kadar ileri değildi ama o zamanlarda yediğimize içtiğimize de bu kadar müdahale yoktu. Yani yiyecekler bugünkü kadar rafinerize olmadığı için her gıdanın içinde insan vücuduna lazım gelen her şey lazım olduğu nisbetlerde mevcuttu.
Oysa şimdi mesela bir meyva suyu içiyorsunuz hem de yüzde 100 diye iddia edileni içiyorsunuz ama nasıl üretildiğine bi bakıyorsunuz önce fabrikada meyva sıkılmış sonra suyu uzaklaştırılmış daha sonra içine tekrar belli oranda su katılmış falan filan. Yüzde 100 diye size satılan o meyva suyunun kendi orijinal tadı az ise yada çok ise tadı standardize etmek için bu işlemlerden geçirilirken bir de bakıyorsunuz siz meyva suyu içtikten sonra farkına varmadan susuzluk çekiyorsunuz. Zira ürünün solid yükü ve glisemik indeksi o denli orijinalinden uzaklaşmış ki artık o besine aslında %100 demek mümkün değil. Oysa %100 doğal meyvayı dalından koparıp yiyenin susuz ise susuzluğu gider aç ise açlığı gider.
Onun için bilim kendi bozduğunu yine kendi yapmak zorunda.
Neyi ne zaman nasıl yiyeceğimizi yine bilime danışacağız.
Yine bazılarınız Mesut Abi binlerce yıl önce keşfedilmiş bazı şeyler var. Bazı ürünler bazı hastalıklara iyi geliyor. Bu tecrübelerle sabit. Bunun için niye bilime gerek olsun ki.. diyebilir.
Ee iyi ya. Eğer gerçekten o tecrübeler doğruysa bilim o tecrübeleri yine haklı çıkaracaktır.
Mesela çörek otu için 1400 yıl önce olumlu anlamda söylenilenlerin hepsi bugün bilimin deneysel çalışmalarıyla teker teker ıspatlanmış durumda, hakeza zeytin ve zeytin yağı hatta sirke için de durum aynı.. Ama her ürün için aynı şey geçerli değil.
Bilimin gerekliliğine dair işte size “SU” dan bir sebep;
Bilim insanları diyor ki günde 2.5 lt. su için.
Yahu eskiden insanlar günde 2.5 lt su mu içerlermiş. Bunun için yanlarında gün boyu neredeyse bir damacana taşımaları gerekirdi. Hiç mantıklı değil. Diye düşünülebilir. Doğrudur. Eskiden insnalar bu kadar su içmezlerdi ama o eski insanlar yine bizim yediğimiz solid yükü ağır hiperrafine un ve unlu mamüller, hipersatüre yağ ve yağlı gıdalar, glisemik indeksi tavan yapmış şekerli ürünler tüketmiyorlardı. Yaaa.. durum vahim yani..
Neyse gelelim tekrar bitkiler konusuna.
Ben size bu konuda açık konuşmak gekerirse “yetkili bir doktor ağzından duymadıklarınıza fazla meyil etmeyin” tavsiyesinde bulunurum. Günümüzde bazı doktorlar gerek uzmanlıkları (süperihtisas, yandal yada sertifikalı eğitim bağlamında) bu konuyla ilgili olsun gerek ise kişisel meraklarından dolayı bitkiler ile alakalı olarak klinik çalışmalar yapmaktalar.
Yurt içinde yada yurt dışında bu bilim insanlarının bir kısmının yaptıkları bilimsel araştırmalar en geçerli epidemiyolojik araştırma yöntemlerinden olan çift kör klinik araştırma tarzında. Mesela basit bir örnek vermek gerekirse (örnekteki ürünü atıyorum) keten tohumunun kandaki LDL kolesterolü düşürme etkisi yada kaba kepeğin spastik kolon sendromu denen kronik kabızlıkla seyreden bir hastalığı tedavi etme yeteneği araştırılıyor olsun.
Önce bir hasta grup seçiliyor. Bu üç kişi beş kişi değil. Belki yüzlerce gönüllü insan bu araştırmaya dahil ediliyor. Bu insanlar kura yöntemiyle (rastgele seçimle) iki gruba ayırılıyor. Mesela bir gruba ilaç diye kaba kepek diğer gruba ise barsak çalıştıran başka bir ilaç veriliyor. Bu maddeler öyle bir forma sokuluyor ki görünüş ve tad olarak birinin diğerinden farkı olmuyor. Yada mesela kepek ile plasebo denen(ilaç taklidi) bir madde her iki gruba ayrı ayrı veriliyor. Ancak gruplar ne aldıklarını bilmiyorlar. Doktorlar da kime ne verdiklerini bilmiyorlar. Daha sonra hastalar ve doktorlar tedavi (iyileşme) durumunu tesbit ettikten sonra kimin hangi maddeyi kullandığı hem hasta hem doktor tarafından öğreniliyor. Böylece araştırmaya hiçbir subjektif yorum katılmamış oluyor.
Ondan sonra bakılıyor mesela kepek hiç ilaç kullanmamaktan daha fazla şifa sağlamış mı? Yada yine bakılıyor mesela kepek kabızlık ilacı kullanan hastalardan daha fazla şifa sağlamış mı?
Anlatım biraz karışık gibi oldu ama yöntemin ruhu aşağı yukarı bu.
Bu tür araştırmalardan mesela günde kaç gr. Kepek tüketildiğinde faydalı ne kadarının gereksiz yada zararlı olduğu sonucu da ortaya konabiliyor.
Ne güzel değil mi?
Bu tür araştırmaları yapan ve yayınlayan kurum ve kuruluşlar hatta ferdi olarak bu işin araştırmasını ve editörlüğünü üstlenmiş biliminsanları mevcut. Ülkemizde de var bu tür insanlardan.
Ben bu tür insanların yayınlarından faydalanılarak ürün tercih edilmesini salık veriyorum
Peki ne zaman bu kaynaklara başvurmalıyız?
Örneğin sağlıklıyız, hiç sorunumuz yok. Yine de kullanacakmıyız?
Sağlığı korumaya destek olarak kullanmakta sakınca yoktur.
Mesela mevsim geçişlerindeki bağışıklık sistemi zafiyetlerinde, ruhsal durum dalgalanmalarında, fiziki performans düşüklüklerinde de bir hastalık söz konusu olmadığı halde bu ürünler kullanılabilir.
Aslında ben bu ürünler derken işin içine yiyecek ve içecek her şeyi katıyorum. Yani bir keten tohumu ile domatesi ayırt etmiyorum. Bana göre biri diğeri kadar gerekli. Örnekler çoğaltılabilir.
Yine diyorum ki önce “ne kadar sağlıklıyız” diye bir doktora gidelim. Artık aile hekimliği müessesesi ülkemizin her bir merkezinde faaliyete geçti, geçiyor. Müsait bir vaktinde bu tür alternatif tıp konularına ilgisi olduğunu bildiğimiz yada bilmediğimiz bir doktora konuyu açalım. Önce yaşam tarzımızın, yeme içme alışkanlıklarımızın doğru olup olmadığını ondan öğrenelim. (inşallah o doktor mesela sigara içen obez bir örnek olarak sizi dışlayarak beni size karşı mahçup etmez). Yada hastaysak önce ilaç vb. ile nasıl tedavi olabileceğimizi araştıralım. İlaçlar ile yeterli kontrol yada sağaltım sağlanması zor yada imkansız ise alternatif olarak hangi yöntemlerin kullanılabileceğini öğrenelim. Bu yöntemler arasında bitkisel tedavi imkanı da varsa o zaman yine uzmanı tarafından kaleme alınmış bir kaynaktan faydalanmaya çalışalım. Aslında bu forumda gerçek yada tüzel kişiliklere yönlendirme yapmak etik değil. Ancak yukarıda yazdığım onca yazıyı okuma sabrını gösteren okuyucumum katlandığı bu eziyetten sonra böyle bir ismi öğrenmeyi hak ettiğini düşünerek size mesela verilebilecek onlarca isimden birini zikretmek istiyorum. İşte bu isimlerden birisi prof dr Osman Müftüoğlu’dur. Bir başkası Ender Saraç olabilir. Yada İbrahim Saraçoğlu. Adını burada sayamadıklarım lütfen kusuruma bakmasın. Yukarda zikrettiğim mesela O. Müftüoğlunun Kendisi tıp fakültesi mezunu, iç hastalıkları uzmanı, endokrin ve metabolizma hastalıkları klinik yöneticisi, amerikan anti-aging (genç kalma) akademisi, amerikan mikrobiyoloji derneği, Amerika troit birliği, Avrupa ateroskleroz(damar sertliği) derneği, Avrupa Akdeniz diabet çalışma grubu, Lozan tıp birliği, Türkiye diabet derneği, Ankara diabet derneği, türk hipertansiyon ve nefroloji derneği, türk iç hastalıkları derneği ve osteoporoz(kemik erimesi) çalışma grubu üyesi olup sağlık bakanlığı yüksek sağlık şurası, etik kurul ve ilaç ruhsatlandırma konisyonu üyeliklerinde bulunmuştur. Siz bisikletforum üyeleri işte böyle ve buna benzer biliminsanlarının önerilerinden daha azına layık değilsiniz.
Bu ve benzer kaynaklardan öğrenilen tedavi yönteminin mümkünse bizzat görüşülen bir doktorla paylaşılarak kişinin mevcut sağlık durumunun bu ürünleri kullanmaya mani bir hali olmadığından emin olmak gerekir. İyi bir aktar yada eczanıya düşen ise insanlara semptomdan teşhise teşhisten tedaviye yöntemini uygulamak değil, mümkünse bir doktor yardımıyla seçilmiş ve o kişinin bünyesel özelliklerine uygun olduğu düşünülen bir ürünü en hijyenik ve sağlıklı şekilde tüketicisi için saklayıp kendisinden talep edildiğinde o şekilde sunmaktır. Ne eczacı ne aktar bir doktor değildir.
Ama kendi kendine doktorluk yapmaya kalkışanlarımız olabilir. Bazen böyle bir şeye kalkışmak mecburiyet karşısında kaçınılmaz olabilir. O zaman en azından bu konuda bilimsel araştırmaları kaynak aldığına emin olduğumuz kişileri tercih etmeliyiz. Yoksa kendi kendimizi kobay yerine koymuş oluruz.
Haa unutmadan. Tıpta hiçbir yöntem mucizevi tedavi imkanları sunmadığı gibi aynı şey alternatif tıp yöntemleri için de geçerlidir. Mucize vaad edenlere aldananlar zaman, para ve sağlıklarını kaybetme riskiyle karşı karşıyadır.
Dünyanın dengede kalmasını sağlayan bir ekosistemi olduğu gibi insan bünyesinin de dengesini sağlayan bir homeostazisi vardır.
Bu homeostazisi bilinçsizce bozarak kendinize zarar vermek yerine hiçbir şey yapmamak bile daha akılcıdır. Zira vücut denen organizma çoğu şeyi bizim çok iyidir dediğimiz genel kültürümüzden bile daha ustalıkla dengeye oturtabilmekte ve hastalıkları kendi kendine iyi edebilmektedir. Yani son söz; öncelikle kendinize zarar vermeyin, sonralıkla mutlaka bir uzmana danışın. Böyle bir uzmana ulaşamıyorsanız bitkisel tedavi konusunda bilimselliği şüphe götürmeyen kişilerin eserlerinden yararlanın. İnanın atadan kalma ve çok beğenilen önerilerin çoğu zaten bu insanlar tarafından bilim merceği altında tekrar gözden geçirilmekte ve gerçekten takdire şayan olanları hak ettiği alakayı bulmakta ve fos bir efsane olanlar ise teker teker ayıklanmaktadır.
Kendinizi riske atmayın. Bilinçli davranın. Bilgimiz kadar bilinçliyiz. En doğru bilgi de bilimsel kaynaklardan elde edilir.
Bu forum belki hiç bu kadar uzun mesaj görmemiştir, okuyan üyelerimize sabırları için tekrar teşekkürlerimi sunarım.
Umarım faydalı olabilmişimdir.