20.07.2009 tarihinde Dünya Gazetesinde yayımlanan, Dil işçisi, sinema gönüllüsü Çevirmen, öğretim görevlisi ve araştırmacı Rekin Teksoy'la yapılan röportajın bir bölümünü „Türkçemizi sizin gibi çok seviyorum. Yalnızca okuduğunuzda değil, dinlediğinizde de son derece güzel bir dil...“ Bilgilerinize sunarım…
"Şimdi, 'İlahi Komedya'yı çevirdiğimde kitap çıktıktan sonra Ravenna'ya davet ettiler. Ravenna'da, Dante'nin gömülü olduğu kilisede ölüm tarihinde her yıl tören yapıyorlar. Bir ay sürüyor. O törene de çevirmenleri çağırıyorlar tüm dünyadan. Ve çevirdiği dilde bir kantoyu da okumasını istiyorlar. Bana, 'Araf'tan bir kanto seçin' dediler. Ben de kendime göre Türkçe bir kanto seçtim, 'Bunu okurum' dedim. Ravenna'ya gittik. Bir hafta önce Rus bir çevirmen gelmiş, Rusça okumuş gitmiş. İkinci hafta Türkçe çeviri var, üçüncü hafta da Portekizce idi galiba. Çünkü biz, orada 3 gün kalıp döndük, diğer çevirmenleri görmedik.
Ravenna'daki kilise tıklım tıklım doluydu. Konuşmacı olarak Roma Üniversitesi'nin Türkoloji Bölümü'nden profesör Anna Masala, Vitterio Sermonti diye Dante uzmanı bir İtalyan ve ben vardım… Sermonti, bana dedi ki 'Sen Türkçe okurken sıkılabilirler, olabilir, dışarı çıkan olursa gocunma.' 'Peki, gocunmam' dedim. 'Çok çıkan olursa kes, nasıl olsa anlamazlar' diye devam etti. Herkese kitapçıklar dağıtmışlar, Türkçe ve İtalyanca yan yana yer alıyor ne okunacaksa.
Toplantı başladı, konuşmalar yapıldı. Anna Masala, Türkiye'deki İtalyan ve Türk edebiyatı ile ilgili bir konuşma yaptı. Tam da Öcalan nedeniyle Türkiye ile İtalya'nın münasebetlerinin biraz gergin olduğu bir döneme rastlıyordu o tarih. Ben, konuşmamın başında şunu söyledim: 'Milletler ve halklar arasındaki ilişkiyi diplomatlar kurmaz, sanatçılar, okur-yazarlar kurarlar. İtalyan edebiyatı bizim ülkemizde de sevilir, saygı görür. Ben size İstanbul'dan, Boğaz kıyılarından selâmlar getirdim. Sizlerin yüzlerinden de okuyorum, bana, buradan selâm götür diyorsunuz' dedim. Alkış koptu. Sıra okumalara gelince İtalyan kalktı, kendi temposuyla kantoyu okudu. Sıra bana geldi, Türkçe okuyorum.. Ya Faruk, çıt çıkmadı 15 dakika. Dinlediler. Bitti, alkış… Bana değil, Türkçe'ye... Ben bir Müşfik Kenter değilim, sıradan bir okuyucuyum, belki o gün özenmişimdir, ama o kadar...
Asıl güzelini, ertesi sabah otelde, odadan çıktım, kahvaltıya ineceğim, asansöre doğru yürürken yaşadım. Karşıdan bir kat görevlisi geliyor, 'Buon giorno" dedik biribirimize. Ben asansörü çağırdım, adam, 'sizi dün gece dinledim' dedi. 'Televizyondan mı?' diye sordum 'yok, kiliseye geldim' diye yanıtladı. Sonra aklıma geldi sordum: 'İtalyanca konuşurken iyi de ben Türkçe kantoyu okurken sıkılmadınız mı?' 'Ne diyorsunuz' dedi, 'ben, bir ırmak kenarında su sesi dinler gibi dinledim sizi.' Bu bir kat görevlisi, büyük ihtimalle çok tahsilli olmayan bir adam.. Benzetmeye bak: 'Bir ırmak kenarında su sesi dinler gibi dinledim sizi...' Beni değil, o, Türkçe'yi dinledi. Biz Yunus Emre'den, Karacaoğlan'dan, Nâzım Hikmet'ten buraya kadar üretile üretile, güzelleştirilerek gelen dilimizin değerini bilmiyoruz, öğretmiyoruz da yeni kuşaklara. Gramer öğretmiyoruz, dil bilgisi öğretmiyoruz, yazarlarımızı okuyun demiyoruz."