Farmagazin dergisinde yayınlanan yazım.

Soner Sarihan

Forum Bağımlısı
Kayıt
17 Temmuz 2005
Mesaj
3.888
Tepki
8.301
Şehir
İznik
Bisiklet
Cannondale
Sevgili arkadaşlar,

Farmagazin dergisinin 2. sayısında bisikletle İran - Pakistan - Hindistan turumuzla ilgili bir yazım ve fotoğraflarım yayınlandı.

(link)

linkine tıklayıp, size göre solda olan sayıyı ( 2. sayı ) seçtiğinizde, yukarıda açılan bölüme 33. sayfayı girerseniz yazı ve fotoğraflara ulaşabilirsiniz.

Biraz beklemeniz gereksede buna değeceğini garanti ediyorum.

Site size sağlık çalışanı olup olmadığınız soracak, değilim seçeneğini işaretlerseniz dergideki reklamları ( ilaç ve tıpla ilgili ) göremiyorsunuz.

Bazı sayfalar neden boş diye düşünmeyin. :)

Derginin ileriki sayılarında bisikletle ilgili yazılarım devam edecek.

Selamlar.

bir kaç arkadaş linklerin açılmadığını yazmış mail ile.
Şu an açılıyor, yada ben daha önce baktığım için belki temp den çalışıyordur billemiyorum.

Yazıyı okuyabilen yada okuyamayan başka arkadaşlar yorum yazabilirler mi acaba ?

Temel konusu eczacılık olmasına rağmen yazımı yayınlayan farmagazin yayın kuruluna teşekkür ederim.
 
Scudo

Soner Sarihan

Forum Bağımlısı
Kayıt
17 Temmuz 2005
Mesaj
3.888
Tepki
8.301
Şehir
İznik
Bisiklet
Cannondale
Sevgili İbrahim,

Yukarıya verdiğim link yerine google da farmagazin kelimesini aratıp orada çıkan linke tıklayarak deneyebilirsin.

Umarım bu şekilde ulaşabilirsin.

Bir çift, bisikletle Dünya turu, Bir çift bisikletle, Dünya turu.

İlk anda akla gelen bir çok soru ile başlıyor hikayemiz. Bisiklet nedir? Nasıl başladık? Bugüne kadar neler yaptık? Deli miyiz biz?
Bisiklet nedir?
Cennetin krallığı ( Kingdom of Heaven ) filminin sonunda, Kudüs’ün koruyucusu Kral Boullion, şehri almak için günlerce uğraşan Sultan Selahaddin’e barış anlaşmasının yapılmasının ardından sorar:
--- “Kudüs senin için nedir ?”
Sultan Selahattin:
--- “Hiçbir şey” der,
Arkasını döner ve birkaç adım uzaklaşır.
Tekrar Boullion’a dönerek:
-- “Her şey” der.
Bisiklet nedir?
Bisiklet;
Ellerinizi bırakıp, kollarınızı kanat gibi açıp, kartallar gibi süzüldüğünüzü düşünürken, gerçekten uçtuğunuzu sanmanızı sağlayan şeydir.
Arazide, bir tepe inişinde, taşlar arasında, toz toprak içinde atlaya zıplaya ilerlerken, 4x4 bir aracın içindeymiş gibi hissetmenizi sağlar.
Üzerindeyken bir yandan ağzınızla uçak sesi çıkararak çocuklaşır, bir jet idare ediyormuşçasına sağlı sollu virajlarda pikeler yapar ve efsanevi “Kızıl Baron’a” dönüşürsünüz.
Yokuşlarda, hele bir de bagajlarınız tıka basa dolu ise, kaplumbağa haline gelir can dostunuz bisiklet.
Molalarınızda bir küheylan gibi ihtiyaçlarını karşılarsınız onun. Yağ ister sizden su namına. Tımarlanmamış atlar gibi huysuzlaşır, silinmek ister. Tellerinin, jantlarının kontrolünü iyi yapmalısınız yoksa nalı kırık bir at gibi bırakıverir yol ortasında sizi.
Adını seslenip, ıslık çaldığınızda, bir at gibi gelemese de yanınıza, en sert abiler bile isim vermeden duramazlar bisikletlerine ve kimse deli sanmasın diye ıssız yollarda fısıldaşırlar gizli gizli. Genelde hep sizi taşısa da, bazen sizin onu taşıdığınız da olur.
Üzerine yerleştirdiğimiz mataralarla gerekirse deve kadar su taşıyabilir bisiklet.
Fren teliniz koptuğunda, bir filin yokuş aşağıya kontrolsüz şekilde koşması kadar tehlikelidir bisiklet. Yeni aldığınızda kuğu kadar zarif ve alımlı, ilk bindiğinizde lunaparktaki atlıkarınca kadar eğlendiricidir.
Yağmurlu bir günde araziden döndüğünüzde, çamurlar içinde yavru bir domuz kadar pis ve sevimli bir varlığa dönüşebilir bisiklet.
Bisiklet nedir?
“Hiçbir şey.”
Birkaç pedaldan sonra ise;
“Her şey”
Nasıl – ne zaman başladık?
Her şey tam olarak ne zaman başladı bilmiyoruz. “Gitmek virüsü” maalesef ülkemizde çok görülen bir hastalık değildir. Okulda hep “Sakla samanı gelir zamanı”, “Ayağını yorganına göre uzat “ türü özlü sözler hakkında kompozisyon yazdı bizim neslimiz. Boudillard’ın “ Her nerede değilsem, oraya gidersem iyi olacakmışım gibi geliyor” dediğini duyduğumuzda neredeyse çok geç olacaktı içine sokulduğumuz kalıbı kırmak için.
8 yaşındayken Hindistan’ın Amritsar kentindeki Altın Tapınak’ı ( Golden Temple) tv de görmüş, yaşımdan beklenmeyecek şekilde, illa buraya gideceğim diye tutturmuştum. Ben mızmızlanırken, Annem ve babam, “Bizim bu çocuk da bir acayip, kurşun döktürelim buna” falan diyorlardı herhalde.
13 yaşımda hem de hiçbir malzemem olmadan bisikletle ilk şehirlerarası turuma çıkmış, dayaktan zor kurtulmuştum. Bu cesaretim bisikletimin satılmasına yol açmış, bisikletsiz kalmış, ancak büyüyünce neler yapacağıma dair yeminler etmiştim.
Eşim İnci, Herman Hesse’nin Doğuya Yolculuk kitabını defalarca okumuştu. İran sinemasına duyduğumuz özel ilginin dışında, herkese komik gelen Hint filmlerinden ( Bollywood ) bile hoşlanıyorduk. Eee ne duruyorduk ki artık?
Belki de tetiği çeken şey, öğrencilerine küresel ısınma tehlikesini anlatırken İnci’nin yaşadıklarıydı. Bir öğrencinin “ ama öğretmenim sizin de arabanız var! ” demesi dağcılık sporu ile uğraşan bizi bisikletle yollara düşürdü. Sosyal mesajımızı da bu yönde belirledik. “Küresel ısınma tehlikesine dikkat çekmek için tepkisel bir eylem olarak bir çift bisikletle dünya turu”
Bu güne kadar neler yaptık?
2005 Denizli – Muğla – Antalya 900km
2006 Samsun – Ordu – Rize 600 km
2007 İran – Pakistan – Hindistan 2600 km
2008 Almanya – Hollanda – Belçika – Fransa 2700 km
2007 Doğuya Yolculuk ( İran – Pakistan – Hindistan )
İran: Kabuğunu kırmak sabırsızlanan asırlık yumurta
Doğu yolculuğumuz Doğu Beyazıt’tan Ağrı’ya selam durarak başlıyor. İlk kez bir sınırdan geçeceğiz ve bunu çeşitli büyüklüklerde 9 tane çanta takılı bisikletlerimiz ile yapacağız. Türkiye tarafında bizi uğurlayan tek şey, görevli polisin şaşkın bakışları. İran tarafında dağcılık lisanslarımızı gösterdiğimiz asker yanındakine “Kühneverdi” ( Dağcılar ) diyor. Dağcılık İran’ın milli sporu ve her zaman el üstünde tutuluyor. Dönüp Ağrı’ya son kez bakıyoruz. Artık İran’dayız.
Güzel ve geniş yolları, bisiklete saygılı şoförleri, neredeyse her akşam evlerine davet eden konuksever insanları ile İran bize anlatılan “öcü İran” değildi. Gerçektende önyargısız değerlendirildiğinde İran Anadolu’dan çokta farklı değil. Akdeniz turumuzda, “Yumurta pişiren sıcaklar” altında, Göcek geçidine tırmanmadan önce ayranını içtiğimiz Halime Teyze’nin fikri de zikri de sınırın öte yanında devam ediyor. İranlılarda, Anadolu insanı gibi, yolda kalmışa, aciz ve zor durumdakine, ( bisiklet dışarıdan bakıldığında nedense böyle bir duygu oluşturuyor bir şekilde ) yardım için, ellerinde o an ne varsa paylaşmak istiyor. Bazen sadece soğuk bir bardak suyu, bazen bir dilim meyveyi, bazen de kornaları ile iyi dileklerini paylaşıyorlar bizimle.
Doğubeyazıt – Tebriz arası çok kurak. Gittikçe güneye kaydığımız için her gün daha da ısınıyor hava. Tebriz tam bir Azeri şehri, yediklerimize de, yaptığımız alışverişe de para ödetmiyor hiç kimse. Meraklı bir kalabalık la beraber dolaşıyoruz çarşıda. Erkekler bana sarılıp İbrahim Tatlıses, Ahmet Kaya, İsmail YK kasetleri isterken, kızlarda İnci’ye ürkekçe yaklaşıp rahmetli, sürme gözlü Barış Akarsu’nun ölümünden duydukları üzüntüyü dile getiriyorlar.
Tebriz – Erdebil arası yolumuz dikleşiyor. İran’ın yüksek dağlarından Sabalan’a selam verip, kuzeye Hazar Denizi’ne doğru tırmanıyoruz. Azerbaycan sınırı ile aramızda sadece bir nehir kalmışken yükselişimiz son buluyor. 1480 metredeyiz. Buradan 45 km sürekli inerek Hazar Denizi’ne ( 0 rakım ) ulaşacağız. İnişe başlar başlamaz : “Aaa! Karadeniz’e mi geldik diye düşünüyoruz? “ Sık ve yeşilin bin bir tonunu barındıran ormanlar, arada içinden geçtiğimiz bulutlar, yol kenarlarında satılan kovan kovan ballar, her şey çok tanıdık ve bizdenmiş gibi geliyor.
İnişin son 5 km’sinde bir otobüsün sıkıştırması ile düşüyoruz. Buna rağmen, sadece bu harika inişi yapmak için bile tekrar gidilebilir İran’a. Astana şehrine varamıyoruz o gün. Kaza yaptığımız yerin yakınındaki evlere kalacak yer sormaya başlıyoruz. Bu sırada yanlışlıkla sınırın Azeri tarafına geçtiğimizi de sonradan anlatıyor köylüler.
Hazar Denizi kıyısında bir tarafımız deniz, diğer taraf orman sürüyoruz birkaç gün boyunca. 152 km ile günlük km rekorumuzu kırıyoruz burada. Karadeniz kadar yeşil hazar kıyısını, kivi bahçelerini, İran’ın en büyük limanlarından Bandar Anzali’yi geride bırakıp yeniden kurak güney kesime; Tahran’a geçiyoruz.
Tahran şehir içinde trafik tahmin edileceği gibi korkunç. Yollar çok geniş olmasına rağmen trafik sıkışıp kalıyor sürekli. İstanbul’da çok korna çalınıyor diye düşünüyorsanız, Tahran’da fikrinizi değiştirirsiniz. Hindistan’a gittiğinizde ise geri dönüp Türk şoförlerinin omuzlarında ağlamak istersiniz. Tahran’da en çok şaşırdığımız bir başka şey ise, başka hiçbir yerde görmediğimiz kadar fazla sayıda, bayan çantası, gözlüğü ve ayakkabısı satan işyeri bulunması oluyor.
İran tarihi eserlerini korumayı nispeten başarmış bir ülke. Tarihi eserlerin yanından bisikletlerimizle geçerken bir zaman tünelinde ilerliyormuş gibi oluyoruz. Bir gün, tüm yaz tatilimizi İran’a ayırmak üzere kendimize söz vererek, o güne kadar yanlış tanı(tılan)dığımız komşumuzdan ayrılıyoruz.
Pakistan : “ Pakistan, Pakistan güzel Pakistan”
Dost ve kardeş ülke Pakistan fikri çocukluğumun şarkıları arasında hafızama takılıyor. “ Pakistan, Pakistan güzel Pakistan”. İslamabat, geniş yolları yeşillikler içinde parkları, modern alışveriş merkezleri, çevredeki lüks araç trafiği ile Pakistan’ın yeni ve gelişen yönünü simgeliyor. Başkentte yoğun bir inşaat faaliyeti göze çarpıyor.
Elimizde Lonely Planet’ın Pakistan kitabı dolaşıp duruyoruz. Karşıdaki beyaz binayı tanıyorum. İşte evet sonunda bulduk. İşte Pakistan meclis binası. Aslında bu binayı aramıyoruz. Nereyi mi arıyoruz ? Pakistan meclis binasının tam önünden geçen caddeyi. İşte bulduk ve tatlı bir gurur kaplıyor içimizi. Çünkü caddenin adı “Atatürk Caddesi”. Mustafa Kemal Atatürk’ün adı verilen caddedeyiz. Yanımızda duranlar korna çalıyorlar. Türk, Türk diye bağıranlar da oluyor. Pakistan daki eğitimli herkes Türkiye’den haberdar. Sınır polislerinden yoldaki vatandaşa, kamyonculardan sokaktaki satıcıya kadar herkes için Türkiye kelimesi hem geçmişteki dostluğu hem de yakın zamanda yaşanan deprem felaketinde Türkiye’nin yaptığı ciddi yardımları hatırlatıyor. Türk bayrağını da tanıyor ve “Strong ( Kuvvetli ) Türk” deyimini kullanıyorlar. Atatürk caddesinde bol bol fotoğraf çekip, çadır kuracak yer aramaya başlıyoruz.
Aynı günün birkaç saat sonrasında, 30 metre kadar arkamda 15 kişinin ölümüne yol açan Taliban intihar saldırısı sadece bir şanssızlık olarak değerlendirilebilirse de, İslamabat dışındaki şehirlerde gördüğümüz pislik, koku, derbeder ve geri kalmış görüntü gerçekten çok üzücü.
Pakistan’dan ayrılırken yine de bunları değil. Evinde konuk olduğumuz emniyet müdürü Seyit’i ve küçük kızları Azime ile Fatma’yı hatırlıyor ve gülümsüyoruz. Dört bir yanı zillerle kaplı, üzerinde yüzlerce figür boyalı, gece ayaklı bir diskotek gibi ışıl ışıl yanarak gezen kamyon ve otobüsleri unutmak zaten mümkün değil. Toz toprak içinde de olsa beyaz entarilerinden, gözlerindeki sürmelerden ve saçlarındaki özel yağdan vazgeçemeyen erkekler, sokakta olmamaları ile dikkat çeken kadınlar, acılı ve bol baharatlı yemekler de Pakistan dan ayrılırken aklımıza takılan diğer ayrıntılar.
Hindistan: Bisiklet zili ile bile dans eden halk.
Hindistan ile ilgili turizm broşürlerinde bir slogan olarak “İncredible İndia” ( İnanılmaz Hindistan ) yazıyor. Gerçekten de inanılmaz bir yer. İnanılmaz olan, müzik, din, iklim, bitki örtüsü, yaşam biçimi, insan çeşitliliği gibi turistik ilgiyi cezbeden şeyler değil sadece.
Trafikteki kargaşa ve kaos ortamı, bir malın size ilk teklif edilen fiyatı ile pazarlık sonucu aldığınız fiyatı arasındaki fark, bizim mecburen kullandığımız benzinlik tuvaletleri, lastik onarırken etrafımızı saran kalabalık, bir filin fotoğrafını çektiniz diye sizden istenen servet değerindeki para, insanların tüm yoksulluklarına rağmen mutlulukları, yol kenarında yürüyerek tapınağa giden insan gurubuna bisiklet zili çaldığınızda yaşanan coşku ve sevinç, aynı Hint filmlerindeki gibi birden dans etmeye başlayan kalabalıklar, maymun – fare tanrı heykelleri, hırsızlık öğretilmiş maymunların çantanızı açmaya çalışması, gördüğünüz her şey ve yaşadığınız her gün gerçekten inanılmaz.
Sınır geçişinde hayatımın ilk rüşveti olarak 4 dolar veriyorum. Hindistanlı görevliler neredeyse bizi sınırdan almayacak ve tüm çantalarımızı açtıracaklardı.
Yolculuğun en önemli durağı Amritsar’dayız. İşte burası, 8 yaşında gideceğim diye tutturduğum ve ağladığım Altın Tapınak. Burada olduğuma inanmakta güçlük çekiyorum. Bir kenara oturup kendimi bırakıveriyorum. İnsan bir çocukluk hayali karşısında sadece ağlayabilir ve bunu ancak çocuk kadar saf bir kalbi olanlar anlayabilir.
Sonraki hedefimiz Delhi. Delhi’ye kadar defalarca sırılsıklam ıslanıyoruz. Hint yemekleri ile aramız pek iyi değil. Hindistan’da kendi ocağımız ile yemek yapıyoruz. Sürekli şişe suyu kullanıyoruz. Yemek için nerdeyse kutsallaşan bir düsturumuz var. Bir yiyeceği “Yıka, soy, kaynat ya da unut."
Güzel olan taraf; muson mevsiminde olduğumuz için çok az turist var. Bu durumda oteller ile sıkı pazarlıklar yaparak, 4 yıldızlı bir otelde 20 tl karşılığı kalabiliyoruz. Hindistan’da çadır kurmak zorunda kalmamak, hem güvenlik hem de klimasız nasıl uyuyacağız endişesinden kurtarıyor bizi.
Delhi’ye banliyölerinden geçerek girmek neredeyse bir günümüzü alıyor. Kalacak yer bulana kadar akşam oluyor. Sadece bu gün birkaç rikşa ( bisikletli çekçek ) ve tuk tuk ( motor, 3 tekerlekli taksi ) ile çarpışıyoruz. Diğer Hint şehirleri gibi burası da yaşayan bir organizma sanki. Yollar tıka basa dolu, rengârenk olmayan iş yeri yok, panik atağı olan biri burada düşüp anında ölebilir. Tüm sokaklar Eminönü - Tahtakale kadar dolu. Herkesin acelesi var, herkes koşturuyor. Hatta sebebini bilmediğimiz halde biz bile.
Son durağımız Agra olacak. Aşkın timsali Taç Mahal’de bitiriyoruz doğu turumuzu. Cihan Şah’ın erken kaybettiği eşi Mümtaz Hatun için yaptırdığı olağanüstü eser. Bir çift olarak biz ne kadar çok görmek istiyorsak Taç Mahal’i, birbirleri ile parçalarını değiş tokuş eden, yol boyu verdiğimiz molalarda birbirlerine yaslanan, gerektiğinde birbirine kilitlediğimiz bisikletlerimiz de bir çift artık. 2 ay sonunda beraberce yaptıkları binlerce km den sonra Taç Mahal manzarası içinde görünmeyi hak ediyorlar. Ancak Taç Mahal’in yüksek duvarları bunu engelliyor.
Bu sebeple, rehber kitaplardan öğrendiğimiz gibi yapıyoruz. Nehrin karşısına Taç Mahal’in siyah mermerden benzerinin yapılması için ayrılmış ancak şu an boş duran yere gidiyoruz. Bu yolculuktaki en güzel fotoğraflarımız burada kaydediliyor. Elimize Türk bayrağı, yanımızda bisikletlerimiz ve arkamızda Taç Mahal. Bu kare yolculuğumuzun bisikletli bölümünün sonu aynı zamanda. Ne güzel bir son bizim için.
Ertesi gün içine girdiğimiz Taç Mahal’de, fotoğraf çekmek için İnci den ayrılıyorum. O da, bahçenin bir köşesinde, kubbenin tam karşısında, kalabalık içinde hayallere dalıyor. Çevresini dolaştığım yapının başka bir köşesinde mahşeri kalabalık içinde ben de inzivaya çekiliyorum. Önümde nehir var. Taç Mahal arkamda. Arada dönüp burada mıyız gerçekten diye kontrol ediyorum. Evet buradayız. Arkamı yüzlerce yıllık bu yapıya yaslamış, insan kardeşlerimin ne kadar güzel eserler ortaya koyduğunu düşünmeye başlıyorum. Mermer zemin üzerinde bisikletle kat ettiğimiz 2600 km’yi parmağımla tekrar çiziyorum. Sonra yüzümü dönüp bağdaş kuruyorum Taç Mahal’e karşı. Birkaç damla gözyaşı ile ıslattığım beyaz mermere, belkide buraya gelen tüm çiftlerin yazdığı gibi isimlerimizi yazıyorum parmağımla. İnci ve Soner. Forklift ve Rüzgâr ( bisikletlerimizin isimleri ) , Mümtaz ve Cihan.
Deli miyiz biz ?
Yaptığımız işi daha büyük göstermek için, umutsuz sponsor arama girişimlerimizden, bu yolculuk için kullandığımız ve 18 ay boyunca gelirimizin yarısını ödeyerek ancak kurtulabildiğimiz kredi ödemelerimizden, Hindistan’da günlerce altında ıslandığımız muson yağmurlarından, doğu turunda 52 ( elli iki ) defa patlayan lastiklerimizden, Pakistan İslamabad’da 30 metre kadar arkamızda patlayan, birkaç sn ile kurtulduğumuz bombalı intihar saldırısından, yola çıkmadan olduğumuz 13 adet aşıdan, Tahran – İslamabat arasında otobüsle geçtiğimiz kurak bozkırlardan ve Dünya’nın en büyük 4. çölü Taftan’dan, İran’ın bayanlar için sert giyim kurallarından, doğu turu sonrası verdiğimiz 15 ( Soner ) ve 8 kg ( İnci ) lık kilo kayıplarımızdan uzun uzun bahsedebilirdik.
Ama bunları anlatmak, “Gitmek virüsünün” panzehirini vermek olmaz mı? Gerçektende kimi insan bunlar ve kat kat fazlası başlarına geldiği halde vazgeçmezken, kimi ise daha hiçbir şey olmamışken, kötü bir şey olma ihtimalini düşünerek eve kapanır kalır.
Çıkın yollara dostlarım, bağlasalar durmayın.
Nerede bir “Giden” bulsanız anlattırın hikâyesini ilham versin size de.
52 kere lastiğiniz patlasın, düşünce balonlarınız patlayacağına.
Vitesler, çarklar, pedallar defalarca bozulsun da, beyninizi özgürlüğe taşıyacak düşünceleriniz sağlam kalsın yeter ki.
Vitrinler, camekânlar, trafik, keşmekeş ve sözde arkadaşlar yerine önyargısız çocuklar sarsın dört yanınızı yollarda.
Hayatınızda ilk kez gördüğünüz, tek bir ortak kelime bilmediğiniz insanlarla, gülümseyerek anlaşın.
Bir gün “gitmeniz” dileğiyle.
“Hayat ya cesur bir tecrübedir ya da hiçbir şey değildir.”
Helen Keller


İnci Sarıhan
Soner Sarıhan
 

irfancan

Forum Demirbaşı
Kayıt
10 Kasım 2007
Mesaj
558
Tepki
659
Şehir
söke
Malesef fotoğraflara ulaşamadım ama yazınızda çok güzel,çok teşekkürler,ayrıca sizleri geziniz için tebrik ediyorum.
 
  • Beğen
Tepkiler: Soner Sarihan

tatata

Üye
Kayıt
20 Ağustos 2008
Mesaj
80
Tepki
53
Şehir
Ankara
Browser için Adobe Flash Player eklentisinin son sürümünü(v10) yükleyip deneyin lütfen..
 
  • Beğen
Tepkiler: Soner Sarihan

Soner Sarihan

Forum Bağımlısı
Kayıt
17 Temmuz 2005
Mesaj
3.888
Tepki
8.301
Şehir
İznik
Bisiklet
Cannondale
@tatata

Teşekkür ederim,

sizin sayfayı açabildiğinizi anlıyorum doğru mu acaba ?

Belki bazı arkadaşların açılmama sorunu bu şekilde çözülmüş olur.

Selamlar

@İrfan Can

Teşekkür ederim.

Yazının pdf formatlarına ulaştığımda buraya ekleyeceğim.

selamlar
 

Admin

Yönetim Kurulu
Kayıt
5 Eylül 2004
Mesaj
1.737
Tepki
2.903
Ellerine sağlık. Ayaklarınıza sağlık.

"Hayat ya cesur bir tecrübedir ya da hiçbir şey değildir"
 
  • Beğen
Tepkiler: Soner Sarihan

Soner Sarihan

Forum Bağımlısı
Kayıt
17 Temmuz 2005
Mesaj
3.888
Tepki
8.301
Şehir
İznik
Bisiklet
Cannondale
4 yıl önce, daha yurt dışına çıkmamış ve seninle şahsen tanışmıyorken, Karadeniz turumuz sırasında defalarca arayıp nerede nasıl olduğumuzu sormuştun. İşte başta sen olmak üzere tüm dostların bisiklet ortak noktasından hareketle başlattığı bu paylaşım ortamı ((link)) hepimiz için bir okul oldu. Varsa cesaretimizde, başarılarımızda burada bir arada olmamızdan kaynaklanıyor.
 
  • Beğen
Tepkiler: İlyas ŞANLI

coşkun ayaz

Daimi Üye
Kayıt
27 Nisan 2007
Mesaj
252
Tepki
661
Şehir
kocaeli
Selamlar Soner,
Sizlerin turlarınızı ilgiyle ve gıptayla izlemiştim. Bu gezileri eşinizle uyum içinde yapıyor olmanız çok hoştu. Türkiye'de bisikletin tanıtımına katkılarınız çok büyük. Bu dergide onlardan biri olmuş, tebrikler...
Ayrıca yaşam felsefeniz ve öğretmen olmanız, beni bisikletin ülkemizdeki geleceği için umutlandırıyor.
Yolunuz açık olsun...
 

Soner Sarihan

Forum Bağımlısı
Kayıt
17 Temmuz 2005
Mesaj
3.888
Tepki
8.301
Şehir
İznik
Bisiklet
Cannondale
Sevgili Çoşkun Abi,

Övücü sözlerinizi haketmek için daha çok şey yapmamız gerektiğini düşünüyorum.;)
Ailemize yeni bir fert katıldığı için kısa bir ara verdik.

Öğrencilerimize bir şeyleri yapmalarını söylemek yerine yerine örnek olarak daha çok şey anlatabileceğimizi sanıyoruz.

Türk bisikletçilik hareketini , bisikletle dünya turu yapmaya benzetirsek , umuyorum ki bu harekete sadece bir tek pedal çevirmiş kadar faydamız oluyordur.

Selamlar.
 
  • Beğen
Tepkiler: coşkun ayaz