Derya Keçeci
Forum Bağımlısı
- Kayıt
- 2 Haziran 2011
- Mesaj
- 1.735
- Tepki
- 4.127
- Şehir
- Ankara
- İsim
- Derya
- Başlangıç
- 1970—71
- Bisiklet
- Fuji
- Bisiklet türü
- Yol bisikleti
İlk sürüş.
Ne kadar önemlidir o ilkler ve ne çok ilk vardır yaşantımızda…İlk aşk,tüm zamanların en popüler “İlk”’i olma özelliğini her zaman korusa da,sevgilinin dışında beslenen büyük tutkular da aşk sınırları dahilinde kaldığından,pek çok varlıkla ortaklaşa paylaşır kürsünün en üst basamağını.”Aşk” En iyi film dalında oscar alacak olsaydı,hiç kuşku yok ki “Bisiklet aşkı” da en iyi yönetmen oskarıyla dönerdi Los Angeles’ten.
Bizim ilk aşkımız çoktandır torunlarına masal anlatmakta…Ya rüyalarımıza giren o ilk bisiklet?
1974 te kalmıştık.
II öyküde “Tornet” ten bahsetmiştim.Bahsettiğim tornet’i görsellerden bulamadım,oradakiler dört tekerlekli,bizim bahsettiğim “Scooter” tarzı iki tekerlekli (Rulmanlı).Basitçe çizdim…
http://img830.imageshack.us/img830/1645/adszpcf.jpg
Hemen karşımızdaki boş arsada yapılan deneme sürüşleri başarıyla tamamlanmış,artık yola çıkmanın zamanı gelmişti.Gelmişti ancak bu süreci yakından takip eden çok önemli biri daha vardı:Annem…
Bisiklete zerre kadar sıcak bakmıyor,düşersem neler olabileceğini en sert ve en acımasız cümlelerle kafama çaktıktan sonra,net bir dille “Gözümün önünden ayrılma” şeklinde,önümdeki harika dakikaları karartmasa da gri bir ton’a boyuyordu.Bu günlerde yola çıkılmalıydı ancak önce,aşılması gereken kartal gözlü bir kadın vardı ve çok iyi biliyordum ki,ilk denememde enselenecek ve “Zabartayı” yiyecektim.Annemin bisiklet ile ilgili öngörülerini “Gözümün önünden ayrılma” cümlesiyle tek bir ana başlıkta toplama sebebi,küçük ve çocuksu sabıkalarımın bir birikimiydi ancak her ikimiz de çok iyi biliyorduk ki,o arsadan yakında çıkılacaktı.Hem de çok yakında.
Sizi bilmem ancak ben Annelerin “Sözde” değil “Özde” kutsal olduklarına inanıyorum.Bu güne kadar gizli saklı bir işe girişip Annem tarafından enselenmediğim tek bir örnek olmadı.Hatta bu konuda o kadar şanssızdım ki…
bir gün,onun misafirliğe gitmiş olmasından yararlanarak Yenimahalle 6. Duraktaki evimizden İvedik dolaylarına sızdım.Bayılırdım evin çevresinden uzaklaşmaya zira bu da bir çeşit özgürlüktü.Yirmişerden 40 dk lık bir maç kesmedi,misketle “Baş” oynadık:Ütüldüm,canım sıkıldı…Saatin farkında değildim.İvedik caddesi boyunca Ragıp Tüzün’e doğru eller cebimde ıslık çalarak yürüyor,zaman zaman da yoldaki bir cismi,ilerideki hayali kaleye şutluyordum.Zaten üç beş dakikada bir vasıtanın geçtiği yıllardı,bu sebeple zaman zaman yolun karşısına geçip tekrar yürüdüğüm kesimine dönmek zor değildi.Okulun yakınındaki Pazar yerinde “Tek vuruş” oynayan iki çocuğu seyrediyordum.O sırada az ötede duran servis otobüsünü farketmemişim.Hatanın büyüğü…Oysa bu her zaman,çok uzaklarda iken bile tanımam gereken,geçiş saatlerinde güzergahında dolanmamam gereken bir otobüstü.Gayriihtiyari kafamı kaldırdığımda iki çift gözle burun buruna geldim:Annem ve Babam.
Yaşım büyük olsaydı,pişkinlikle “Orada ne işiniz var” diye sorardım elbet ancak şimdi ,servis usulca hareket ederken ,orada ne işi olduğuna ilişkin, mantıklı ve çok geçerli bir sebep ya da sebepler zinciri bulmak zorunda olan kişi bendim.En azından,babamdan ziyade Annemin o son bakışı,olabilecekler hakkında oldukça açık bir fikir veriyordu.
Gerisi malum…Çıkış yasağı.Ha çıkış yasağı ha hücre hapsi.Allahtan her Anne gibi bizim Annemizin de yüreği çocuklarına karşı yufka gibi de cezamız kısa sürüyor.Sonuç: “İd” “Yürü,kim tutar seni” diyor.Egolarım hareketsiz,süper egolarım ise o yaşlarda,olgunlaşmayı bekleyen ve olmadığını ancak ısırdığında anlayabileceğin ham bir ahlat gibi.
O gün’ün hangi gün olduğuna karar verebilecek durumda değilim.En azımdan altımda dev bir iki tekerlekli çelik yığınıyla,”Ragıp Tüzün”’den aşağıya doğru kuğu gibi süzülürken,tüm bu saçmalıkları düşünmüyorum.Tek bir pedal basmadan “İvedik” ten sağa dönüyorum.İnişte kazandığım ivmeyle belki bir Elli metre daha…Sonra asılıyorum pedala.Kendime verdiğim bir iki saat’in henüz beş on dakikasını bile yememiş olmanın mutluluğu yüzüme de yansımış olmalı.”Çarşı” ya da “Akın” cd’lerinden birinden sağa dönüp bu “Firar”’ı sonlandırmam gerek,oysa ki gidon sağa dönmemekte kararlı…Hem daha 15-20 dakika ya olmuş ya olmamış…Devam ediyorum,yol dümdüz ve pedal çevirmekte zorlanmıyorum.Zaman durmuş gibi.Sadece görüntüler değişiyor.Artık hiç tanımadığım bir yerdeyim ve sanırım içimde hızla dolanan kimyasal da “Adrenalin”
Sağ taraftaki sapsarı ekin tarlasını hatırlıyorum.Buradan geçerek hayvanat bahçesine gitmiştik….ve…
Hasss….Ne yaptım ben? Gerçekten de o kadar uzaklaştım mı?Midemin üzerine garip bir ağırlık çöküyor.Gerisin geriye dönüyorum ancak yorgunluk, bir ok gibi hızla baldırıma saplanıyor adeta.Burası dümdüz yol.Ya eve çıkan yokuş?
Bisiklet neredeyse durma noktasına gelmiş.Ta,uzaklarda okul binası gözüküyor.O da bir teselli.Bittim,duruyorum ve durdum.Ayağımı yere koymamla,diz kapaklarımın bükülüp yere yığılmam bir oluyor.Durduğum yerde bisikletin üzerime yığılması bir “Abi” nin dikkatini çekiyor.Ayağa kalkıyorum ancak yeni doğmuş bir tay gibi dizlerim eğilip bükülüyor.Ağlasam mı gülsem mi?
Gün,o abinin imdadıma yetişmesiyle sona eriyor.Hasar yok,enselenmek yok.Bisikletin arkasında 4.Durağa geldiğimizde toparlanıyorum.”Tamam abi gerisini ben giderim” diyerek,babam servisten inmeden,annem de durumu çakmadan dönüyorum (!)
İşte bisiklet hikayesinin o en önemli gününün hikayesi.Tıpa tıp aynısı mı bilinmez.Hafızamda o günlerden kalan parçalardan bu kadar bütün çıktı.Affola.
Ne kadar önemlidir o ilkler ve ne çok ilk vardır yaşantımızda…İlk aşk,tüm zamanların en popüler “İlk”’i olma özelliğini her zaman korusa da,sevgilinin dışında beslenen büyük tutkular da aşk sınırları dahilinde kaldığından,pek çok varlıkla ortaklaşa paylaşır kürsünün en üst basamağını.”Aşk” En iyi film dalında oscar alacak olsaydı,hiç kuşku yok ki “Bisiklet aşkı” da en iyi yönetmen oskarıyla dönerdi Los Angeles’ten.
Bizim ilk aşkımız çoktandır torunlarına masal anlatmakta…Ya rüyalarımıza giren o ilk bisiklet?
1974 te kalmıştık.
II öyküde “Tornet” ten bahsetmiştim.Bahsettiğim tornet’i görsellerden bulamadım,oradakiler dört tekerlekli,bizim bahsettiğim “Scooter” tarzı iki tekerlekli (Rulmanlı).Basitçe çizdim…
http://img830.imageshack.us/img830/1645/adszpcf.jpg
Hemen karşımızdaki boş arsada yapılan deneme sürüşleri başarıyla tamamlanmış,artık yola çıkmanın zamanı gelmişti.Gelmişti ancak bu süreci yakından takip eden çok önemli biri daha vardı:Annem…
Bisiklete zerre kadar sıcak bakmıyor,düşersem neler olabileceğini en sert ve en acımasız cümlelerle kafama çaktıktan sonra,net bir dille “Gözümün önünden ayrılma” şeklinde,önümdeki harika dakikaları karartmasa da gri bir ton’a boyuyordu.Bu günlerde yola çıkılmalıydı ancak önce,aşılması gereken kartal gözlü bir kadın vardı ve çok iyi biliyordum ki,ilk denememde enselenecek ve “Zabartayı” yiyecektim.Annemin bisiklet ile ilgili öngörülerini “Gözümün önünden ayrılma” cümlesiyle tek bir ana başlıkta toplama sebebi,küçük ve çocuksu sabıkalarımın bir birikimiydi ancak her ikimiz de çok iyi biliyorduk ki,o arsadan yakında çıkılacaktı.Hem de çok yakında.
Sizi bilmem ancak ben Annelerin “Sözde” değil “Özde” kutsal olduklarına inanıyorum.Bu güne kadar gizli saklı bir işe girişip Annem tarafından enselenmediğim tek bir örnek olmadı.Hatta bu konuda o kadar şanssızdım ki…
bir gün,onun misafirliğe gitmiş olmasından yararlanarak Yenimahalle 6. Duraktaki evimizden İvedik dolaylarına sızdım.Bayılırdım evin çevresinden uzaklaşmaya zira bu da bir çeşit özgürlüktü.Yirmişerden 40 dk lık bir maç kesmedi,misketle “Baş” oynadık:Ütüldüm,canım sıkıldı…Saatin farkında değildim.İvedik caddesi boyunca Ragıp Tüzün’e doğru eller cebimde ıslık çalarak yürüyor,zaman zaman da yoldaki bir cismi,ilerideki hayali kaleye şutluyordum.Zaten üç beş dakikada bir vasıtanın geçtiği yıllardı,bu sebeple zaman zaman yolun karşısına geçip tekrar yürüdüğüm kesimine dönmek zor değildi.Okulun yakınındaki Pazar yerinde “Tek vuruş” oynayan iki çocuğu seyrediyordum.O sırada az ötede duran servis otobüsünü farketmemişim.Hatanın büyüğü…Oysa bu her zaman,çok uzaklarda iken bile tanımam gereken,geçiş saatlerinde güzergahında dolanmamam gereken bir otobüstü.Gayriihtiyari kafamı kaldırdığımda iki çift gözle burun buruna geldim:Annem ve Babam.
Yaşım büyük olsaydı,pişkinlikle “Orada ne işiniz var” diye sorardım elbet ancak şimdi ,servis usulca hareket ederken ,orada ne işi olduğuna ilişkin, mantıklı ve çok geçerli bir sebep ya da sebepler zinciri bulmak zorunda olan kişi bendim.En azından,babamdan ziyade Annemin o son bakışı,olabilecekler hakkında oldukça açık bir fikir veriyordu.
Gerisi malum…Çıkış yasağı.Ha çıkış yasağı ha hücre hapsi.Allahtan her Anne gibi bizim Annemizin de yüreği çocuklarına karşı yufka gibi de cezamız kısa sürüyor.Sonuç: “İd” “Yürü,kim tutar seni” diyor.Egolarım hareketsiz,süper egolarım ise o yaşlarda,olgunlaşmayı bekleyen ve olmadığını ancak ısırdığında anlayabileceğin ham bir ahlat gibi.
O gün’ün hangi gün olduğuna karar verebilecek durumda değilim.En azımdan altımda dev bir iki tekerlekli çelik yığınıyla,”Ragıp Tüzün”’den aşağıya doğru kuğu gibi süzülürken,tüm bu saçmalıkları düşünmüyorum.Tek bir pedal basmadan “İvedik” ten sağa dönüyorum.İnişte kazandığım ivmeyle belki bir Elli metre daha…Sonra asılıyorum pedala.Kendime verdiğim bir iki saat’in henüz beş on dakikasını bile yememiş olmanın mutluluğu yüzüme de yansımış olmalı.”Çarşı” ya da “Akın” cd’lerinden birinden sağa dönüp bu “Firar”’ı sonlandırmam gerek,oysa ki gidon sağa dönmemekte kararlı…Hem daha 15-20 dakika ya olmuş ya olmamış…Devam ediyorum,yol dümdüz ve pedal çevirmekte zorlanmıyorum.Zaman durmuş gibi.Sadece görüntüler değişiyor.Artık hiç tanımadığım bir yerdeyim ve sanırım içimde hızla dolanan kimyasal da “Adrenalin”
Sağ taraftaki sapsarı ekin tarlasını hatırlıyorum.Buradan geçerek hayvanat bahçesine gitmiştik….ve…
Hasss….Ne yaptım ben? Gerçekten de o kadar uzaklaştım mı?Midemin üzerine garip bir ağırlık çöküyor.Gerisin geriye dönüyorum ancak yorgunluk, bir ok gibi hızla baldırıma saplanıyor adeta.Burası dümdüz yol.Ya eve çıkan yokuş?
Bisiklet neredeyse durma noktasına gelmiş.Ta,uzaklarda okul binası gözüküyor.O da bir teselli.Bittim,duruyorum ve durdum.Ayağımı yere koymamla,diz kapaklarımın bükülüp yere yığılmam bir oluyor.Durduğum yerde bisikletin üzerime yığılması bir “Abi” nin dikkatini çekiyor.Ayağa kalkıyorum ancak yeni doğmuş bir tay gibi dizlerim eğilip bükülüyor.Ağlasam mı gülsem mi?
Gün,o abinin imdadıma yetişmesiyle sona eriyor.Hasar yok,enselenmek yok.Bisikletin arkasında 4.Durağa geldiğimizde toparlanıyorum.”Tamam abi gerisini ben giderim” diyerek,babam servisten inmeden,annem de durumu çakmadan dönüyorum (!)
İşte bisiklet hikayesinin o en önemli gününün hikayesi.Tıpa tıp aynısı mı bilinmez.Hafızamda o günlerden kalan parçalardan bu kadar bütün çıktı.Affola.