mehmetsunu
Kaldato ile sohbeti kestim.
- Kayıt
- 28 Eylül 2011
- Mesaj
- 5.665
- Tepki
- 13.460
- Şehir
- kayseri
- Başlangıç
- 2010—11
- Bisiklet
- Cube
- Bisiklet türü
- Yol bisikleti
Bir Cuma günü... Hava güzeldi, sıcak ve güneşli. Çok da kalabalık değildi hatta. Bostancı'da arkadaşlarla buluşuldu, muhabbet edildi birkaç saat. Sonra evli evine köylü köyüne dendi. Dönüş yolunda bir takım işgüzarların kazıp altını doğru düzgün doldurmadan döşediği kaldırım taşlarının kurbanı olduk. Taşlar çökünce bisikletin arka tarafı havaya kalktı. Eh tercihimizi doğal olarak "kafa üstü düşeceğimize yana yatıralım bisikleti" şeklinde kullandığımız için, kaldırımla şahane bir biçimde kucaklaştık. Sonuç: incinmiş bir ayak bileği, çukurlaşacak kadar derin sıyrılmış, şakır şakır kanayan bir diz ve acısından durulmayacak biçimde yaralanmış bir dirsek...
Yolda bir eczaneye uğranıp açık yaralara pansuman yaptırıldı. Eve gelindi. Duş alındı. Bilek ağrımaya başlayınca sportif yaralanmalarda kullanılan bir merhem ile ovuldu ve bandajla sarıldı.
Pazartesi sabahına kadar durumda bir anormallik yoktu. Standart yara bereler. Lakin o sabah bilekte dehşet bir şişme ve ödem olunca, koşa koşa kliniğe gidildi. Röntgenler çektirildi, yaralar tekrar temizlendi, ilaçlandı ve kapatıldı. Röngenlerde kırık ya da çatlak olmadığı görüldü. ancak muayeneye göre bağlar ciddi şekilde zedelenmişti. Şahane bir bandaj yapıldı, enfeksiyon riskine karşı antibiyotik ve ağrı-sızı-ödem üçlüsü için majezik verildi. 2 hafta kadar üzerine basılmaması gerektiği söylendi. Eve yollandık.
2 hafta kadar üzerine basılmadı ayağın, hatta evden bile çıkılmadı. Son derece sıkıcı yani. Fakat bu arada bilekteki ödem baldır kısmına yayıldı. Bacakta ciddi bir hararet hissiyatı oluştu. Bu arada baldırda da gece uyutmayacak kadar şiddetli kas krampları başgösterdi. Doktor arandı ve durum anlatıldı. Hararetin enfeksiyondan olduğunu söyleyen doktor antibiyotiği artırdı. Kramplar için de ilaçlara bir kas gevşetici ekledi. Devam ettik ilaçlara. Antibiyotiğin artması, hararetin azalmasını sağladı. Ama ödem olduğu gibi duruyordu. Ödemi oyun hamuruna benzetebilirim hatta, çok komikti. Parmaklarını bastırıyorsun, cilt öyle çökük kalıyor. Bir süre sonra eski tombik haline geliyor.
Sonra bir Cumartesi günü, tam olarak Ağustos'un 11'inde, sabah uyanıldığında bir tuhaflık hissedildi. Nabız, olması gerektiğinden daha hızlıydı. Şaşkınlık yarattı tabii, lakin havanın sıcaklığından ya da susuz kalmaktan olduğu düşünüldü. O gün geçti, Pazar sabahına gelindi. Sabah yerden alayım diye eğildiğimde gözümün kararması ve göğsümün sıkışması ile acil durum sinyalleri sıklaştı. 20 dakika kadar uzandım anca kendime gelebildim. Akabinde hastaneye acile gidildi.
Giderken yolda eczanede tansiyon ölçtürüldü. 4'e 7 çıktı. Hastaneye varıldığında yine nefes nefese idim. Tekrar tansiyon ölçüldü, 14'e 6. Eczane - hastane arası yarım saat maksimum. Nabza bakıldı, 146! Yatırdılar tabii, EKG çekildi, kalp monitörüne bağlandım, oksijen maskesi takıldı, tansiyon düşürücü katılmış serum bağlandı. 2 saat sonunda nihayet nabzım 90'a düştü. Çıktım eve geldim.
3 gün sonra bir sabah poğaça almak üzere evin 200-300 metre ilerisindeki pastaneye gittim. Dönüş tam bir işkenceydi. Topu topu 300 metrelik yolu 5 kez kaldırımlara çöküp dinlenerek 25 dakikada katedebildim. Soğuk terler ve nefes nefese kalmak, alışık olduğum ve Pazar günü yaşadığım sıkıntı hariç hiç tecrübe ettiğim bir şey değil. Ben ki, günde ortalama 100 km bisiklete binen, 8-9 km yürüyen, sağlıklı beslenen, bol sıvı tüketen bir insanım.
Sonraki günler daha sakin geçti. Hararet ve ödem duruyordu, ama en azından kas krampları ortadan kalkmıştı. Lakin bu sefer de ayağımın altı uyuşmaya başladı. Derken (internetin gözünü yiyeyim) biraz araştırma yaptım ve elde ettiğim veriler ışığında bir kalp damar cerrahına gitmem gerektiğine kanaat getirdim. Bu arada da vücutta enfeksiyon olup olmadığını görmek için kan ve sedimantasyon testi yaptırmak üzere hastaneye tekrar gittim. Test sonucunda üst sınırı 20 birim olan sedimantasyon, bende 48 çıktı. Yani 2 kattan fazla. Evet enfeksiyon vardı.
Neyse dün nihayet gittim ilgili doktora. Tabii ki başka bir hastaneye.
Ve ŞOK ŞOK ŞOK!!!
Bisiklet kazası deyip geçtiğimiz, görünürde biri sağ dizde, diğeri sağ dirsekte iki yara ve sağ ayak bileğinde burkulmaya neden olmuş kazanın sonucunda sağ bacak toplardamarında pıhtı nedeniyle tıkanma olduğu, pıhtının bir parçasının kopup ciğerlere gittiği ve 12 Ağustos Pazar günü yaşadığım tansiyon dalgalanmasının da aslında pulmoner emboli olduğu ortaya çıktı. 3 gün sonraki durum da ikinci ama daha hafif geçirilmiş bir emboli imiş.
Emboli denen şey, normalde %60 gibi çok yüksek ölüm riski olan bir durum. Doktor da pek şaşırdı zaten. Çok ucuz kurtardığımı söyledi. Doppler ultrason çekildi. Tıkalı damar tabak gibi görüldü. Pıhtının hala orada olduğu da görüldü tabii.
Şimdi 10 günlük kritik bir tedavi sürecindeyim. 10 gün boyunca antikoagülan bir iğneyi her gün kendi kendime yapacağım. Sabah antibiyotik ve damar açıcı bir ilaç, akşam da yine antibiyotik alacağım. Bu süre içinde bir yerimi kanatmam ve fazla hareket edip kendimi yormam yasak. Zira kalan pıhtının yerinden kopup tekrar emboliye neden olma riski söz konusu. Bu sefer garantim olmayabilir. 10 gün sonra tekrar kontrol yapılacak ve pıhtının ne durumda olduğuna, çözülüp çözülmediğine bakılacak.
Bugün ilk kez kendi kendime enjeksiyon yapmayı da başardım. Tuhaf bir hissiyat yaratıyor. Zira insanın kendi derisini delmesi çok kolay değil. Ama mecburen yapacağız artık.
Olayları sanki başka biri yaşamış da, birileri bana anlatmış gibi hissediyorum. İlginç.
İşin acı tarafı...
Bu olay boyunca toplamda 3 sağlık kuruluşuna gittim. Bunlardan ilki özel bir klinik idi, ikincisi ise özellikle Anadolu Yakası'nda bir sürü şubesi olan kocaman bir sağlık grubuna mensup bir hastaneydi. Her iki sağlık kurumunda da olayları tarih vererek, kronolojik sıraya göre, tüm detaylarıyla anlatmama, damarlarla / dolaşımla ilgili bir sorun olduğundan şüphelendiğimi söylememe ve DVT (derin ven trombozu) tablosunu alenen ortaya koymuş olmama rağmen, görüştüğüm hiçbir doktor bana teşhis koymadı.
Bunun yerine fiziksel işaretlere yoğunlaşıp "ödemin geçmesi zaman alır, ilaçları kullanmaya devam et" ve "ya aslında bir ortopedist de görsün, o uygun görürse damar cerrahisine yönlendirir zaten" cümleleriyle oyaladılar beni. Bu arada "hiçbir cevap almamak için" yok canımdan yaklaşık 1500 TL gibi de bir harcama yaptım! Hatta damar cerrahı ile görüşebilmem için Garanti Bankası çalışanı / emeklisi olmam gerektiği ya da 250 TL nakit vermem gerektiği de söylendi. DVT'yi teşhis edebilmenin en sağlam şekilde tespit edebilme yöntemi olan renkli doppler ultrason için ise 48 TL ile 600 TL arasında değişen fiyatlar telaffuz edildi.
Sonuçta işinin uzmanı ve devlet hastanesinde çalışan muhteşem iki doktor sayesinde, şu anda gereken tedavi uygulanıyor. Bu konudaki hassasiyet ve ilgileri nedeniyle İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi bölümünde görevli Op. Dr. Halit Togay ile Kalp ve Damar Cerrahisi bölümünde görevli Op. Dr. Mustafa Hızarcı'ya nasıl teşekkür etsem bilemiyorum.
Şu aşamayı hayırlısıyla atlattıktan sonra gönül rahatlığıyla "hahah bu yaştan sonra ilkokul çocukları gibi olduk yaralar bereler falan" diye dalga geçebilecek miyim acaba?
Şunu biliyorum ki henüz gitmek için çok erken. Daha yapacak ve yaşanacak çok şey var...
Kaynak: (link)
Yolda bir eczaneye uğranıp açık yaralara pansuman yaptırıldı. Eve gelindi. Duş alındı. Bilek ağrımaya başlayınca sportif yaralanmalarda kullanılan bir merhem ile ovuldu ve bandajla sarıldı.
Pazartesi sabahına kadar durumda bir anormallik yoktu. Standart yara bereler. Lakin o sabah bilekte dehşet bir şişme ve ödem olunca, koşa koşa kliniğe gidildi. Röntgenler çektirildi, yaralar tekrar temizlendi, ilaçlandı ve kapatıldı. Röngenlerde kırık ya da çatlak olmadığı görüldü. ancak muayeneye göre bağlar ciddi şekilde zedelenmişti. Şahane bir bandaj yapıldı, enfeksiyon riskine karşı antibiyotik ve ağrı-sızı-ödem üçlüsü için majezik verildi. 2 hafta kadar üzerine basılmaması gerektiği söylendi. Eve yollandık.
2 hafta kadar üzerine basılmadı ayağın, hatta evden bile çıkılmadı. Son derece sıkıcı yani. Fakat bu arada bilekteki ödem baldır kısmına yayıldı. Bacakta ciddi bir hararet hissiyatı oluştu. Bu arada baldırda da gece uyutmayacak kadar şiddetli kas krampları başgösterdi. Doktor arandı ve durum anlatıldı. Hararetin enfeksiyondan olduğunu söyleyen doktor antibiyotiği artırdı. Kramplar için de ilaçlara bir kas gevşetici ekledi. Devam ettik ilaçlara. Antibiyotiğin artması, hararetin azalmasını sağladı. Ama ödem olduğu gibi duruyordu. Ödemi oyun hamuruna benzetebilirim hatta, çok komikti. Parmaklarını bastırıyorsun, cilt öyle çökük kalıyor. Bir süre sonra eski tombik haline geliyor.
Sonra bir Cumartesi günü, tam olarak Ağustos'un 11'inde, sabah uyanıldığında bir tuhaflık hissedildi. Nabız, olması gerektiğinden daha hızlıydı. Şaşkınlık yarattı tabii, lakin havanın sıcaklığından ya da susuz kalmaktan olduğu düşünüldü. O gün geçti, Pazar sabahına gelindi. Sabah yerden alayım diye eğildiğimde gözümün kararması ve göğsümün sıkışması ile acil durum sinyalleri sıklaştı. 20 dakika kadar uzandım anca kendime gelebildim. Akabinde hastaneye acile gidildi.
Giderken yolda eczanede tansiyon ölçtürüldü. 4'e 7 çıktı. Hastaneye varıldığında yine nefes nefese idim. Tekrar tansiyon ölçüldü, 14'e 6. Eczane - hastane arası yarım saat maksimum. Nabza bakıldı, 146! Yatırdılar tabii, EKG çekildi, kalp monitörüne bağlandım, oksijen maskesi takıldı, tansiyon düşürücü katılmış serum bağlandı. 2 saat sonunda nihayet nabzım 90'a düştü. Çıktım eve geldim.
3 gün sonra bir sabah poğaça almak üzere evin 200-300 metre ilerisindeki pastaneye gittim. Dönüş tam bir işkenceydi. Topu topu 300 metrelik yolu 5 kez kaldırımlara çöküp dinlenerek 25 dakikada katedebildim. Soğuk terler ve nefes nefese kalmak, alışık olduğum ve Pazar günü yaşadığım sıkıntı hariç hiç tecrübe ettiğim bir şey değil. Ben ki, günde ortalama 100 km bisiklete binen, 8-9 km yürüyen, sağlıklı beslenen, bol sıvı tüketen bir insanım.
Sonraki günler daha sakin geçti. Hararet ve ödem duruyordu, ama en azından kas krampları ortadan kalkmıştı. Lakin bu sefer de ayağımın altı uyuşmaya başladı. Derken (internetin gözünü yiyeyim) biraz araştırma yaptım ve elde ettiğim veriler ışığında bir kalp damar cerrahına gitmem gerektiğine kanaat getirdim. Bu arada da vücutta enfeksiyon olup olmadığını görmek için kan ve sedimantasyon testi yaptırmak üzere hastaneye tekrar gittim. Test sonucunda üst sınırı 20 birim olan sedimantasyon, bende 48 çıktı. Yani 2 kattan fazla. Evet enfeksiyon vardı.
Neyse dün nihayet gittim ilgili doktora. Tabii ki başka bir hastaneye.
Ve ŞOK ŞOK ŞOK!!!
Bisiklet kazası deyip geçtiğimiz, görünürde biri sağ dizde, diğeri sağ dirsekte iki yara ve sağ ayak bileğinde burkulmaya neden olmuş kazanın sonucunda sağ bacak toplardamarında pıhtı nedeniyle tıkanma olduğu, pıhtının bir parçasının kopup ciğerlere gittiği ve 12 Ağustos Pazar günü yaşadığım tansiyon dalgalanmasının da aslında pulmoner emboli olduğu ortaya çıktı. 3 gün sonraki durum da ikinci ama daha hafif geçirilmiş bir emboli imiş.
Emboli denen şey, normalde %60 gibi çok yüksek ölüm riski olan bir durum. Doktor da pek şaşırdı zaten. Çok ucuz kurtardığımı söyledi. Doppler ultrason çekildi. Tıkalı damar tabak gibi görüldü. Pıhtının hala orada olduğu da görüldü tabii.
Şimdi 10 günlük kritik bir tedavi sürecindeyim. 10 gün boyunca antikoagülan bir iğneyi her gün kendi kendime yapacağım. Sabah antibiyotik ve damar açıcı bir ilaç, akşam da yine antibiyotik alacağım. Bu süre içinde bir yerimi kanatmam ve fazla hareket edip kendimi yormam yasak. Zira kalan pıhtının yerinden kopup tekrar emboliye neden olma riski söz konusu. Bu sefer garantim olmayabilir. 10 gün sonra tekrar kontrol yapılacak ve pıhtının ne durumda olduğuna, çözülüp çözülmediğine bakılacak.
Bugün ilk kez kendi kendime enjeksiyon yapmayı da başardım. Tuhaf bir hissiyat yaratıyor. Zira insanın kendi derisini delmesi çok kolay değil. Ama mecburen yapacağız artık.
Olayları sanki başka biri yaşamış da, birileri bana anlatmış gibi hissediyorum. İlginç.
İşin acı tarafı...
Bu olay boyunca toplamda 3 sağlık kuruluşuna gittim. Bunlardan ilki özel bir klinik idi, ikincisi ise özellikle Anadolu Yakası'nda bir sürü şubesi olan kocaman bir sağlık grubuna mensup bir hastaneydi. Her iki sağlık kurumunda da olayları tarih vererek, kronolojik sıraya göre, tüm detaylarıyla anlatmama, damarlarla / dolaşımla ilgili bir sorun olduğundan şüphelendiğimi söylememe ve DVT (derin ven trombozu) tablosunu alenen ortaya koymuş olmama rağmen, görüştüğüm hiçbir doktor bana teşhis koymadı.
Bunun yerine fiziksel işaretlere yoğunlaşıp "ödemin geçmesi zaman alır, ilaçları kullanmaya devam et" ve "ya aslında bir ortopedist de görsün, o uygun görürse damar cerrahisine yönlendirir zaten" cümleleriyle oyaladılar beni. Bu arada "hiçbir cevap almamak için" yok canımdan yaklaşık 1500 TL gibi de bir harcama yaptım! Hatta damar cerrahı ile görüşebilmem için Garanti Bankası çalışanı / emeklisi olmam gerektiği ya da 250 TL nakit vermem gerektiği de söylendi. DVT'yi teşhis edebilmenin en sağlam şekilde tespit edebilme yöntemi olan renkli doppler ultrason için ise 48 TL ile 600 TL arasında değişen fiyatlar telaffuz edildi.
Sonuçta işinin uzmanı ve devlet hastanesinde çalışan muhteşem iki doktor sayesinde, şu anda gereken tedavi uygulanıyor. Bu konudaki hassasiyet ve ilgileri nedeniyle İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi bölümünde görevli Op. Dr. Halit Togay ile Kalp ve Damar Cerrahisi bölümünde görevli Op. Dr. Mustafa Hızarcı'ya nasıl teşekkür etsem bilemiyorum.
Şu aşamayı hayırlısıyla atlattıktan sonra gönül rahatlığıyla "hahah bu yaştan sonra ilkokul çocukları gibi olduk yaralar bereler falan" diye dalga geçebilecek miyim acaba?
Şunu biliyorum ki henüz gitmek için çok erken. Daha yapacak ve yaşanacak çok şey var...
Kaynak: (link)