Galileo Galilei'nin kendi yaptığı teleskobu gökyüzüne çevirip gezegenleri incelemeye başlamasının 400. yıldönümü olması nedeniyle 2009 yılı UNESCO ve IAU (Uluslararası Astronomi Birliği) tarafından Dünya Astronomi Yılı ilan edildi..
Türkiye'de çok güzel etkinlikler yapılmakta.
(link)
Çok önceleri dünyanın düz olduğuna inanılıyordu. Thales (MÖ 624-545) gibi bazı filozoflar dünyanın küresel olduğunu biliyor olsalar da, insanların geneli dünyanın düz olduğunu inanırdı. (Çünkü üstünde durmaktaydılar. İnsan yuvarlak bir şeyin nasıl üstünde durabilir ki!)
Ayrıca yerin ve göğün katlar halinde olduğunu inanılırdı. Katların sayısı hakkında 52'ye kadar çıkan farklı görüşler olmakla birlikte, genel kanı 7 yer ve 7 gök katı olduğu şeklindeydi. Ki malum, 7 sayısı inançlarda kutsaldır. Bu katlara her inanç kendince anlamlar yükledi. Mesela cehennem yer katlarından birindeydi, yıldızlar ise gök katlarından birindeydi. Yani düz dünyanın üzerinde üste üste kristal küreler düşünün (fanus gibi); her bir kürede farklı bir amaç, farklı bir kullanım var. Alttakilerde güneş, yıldızlar, gezegenler var; üsttekilerde ise ilahi varlıklar var. (o zamanlar güneşin yıldız olduğu bilinmiyordu, bu nedenle farklı katmanlarda olduklarına inanılırdı) Yıldızların tek bir küre üzerinde, yani dünyaya eşit uzaklıkta, o kürede asılı duran fenerler olduğuna inanılırdı. Bu inançlardan gelen "yerler ve gökler" ifadesini dini metinlerde hala sıklıkla görebiliriz.
Dediğim gibi farklı inançlar vardı, ben sadece örnekler veriyorum. Mesela bazılarına göre 7 göğün hepsinde güneş, ay ve her birinde bir tane olmak üzere 5 gezegen vardı. O zamanlarda sadece 5 gezegenin varlığı bilinirdi.
Batlamyus (Ptolemeus), MS 2. yyda Roma hakimiyetindeki İskenderiye'de yaşadı. Almagest ve Coğrafya isimli eserleri kendi alanlarında yüzlerce yıl başvuru kaynağı oldu. Coğrafya'da dünyanın küre olduğu tartışmasız bir gerçekti. Ama bu eserin Latincesi ancak 1472'de basıldı. Bu dönemde Avrupa halen düz dünyaya inanıyordu. Batlamyus bu modeli (çemberler üzerine çemberler ekleyerek) geliştirdi. Yani Batlamyus aslında dünyanın düz değil küre olduğunu ortaya koymuştu ama hala gök katlarına inanıyordu. Batlamyus'un sisteminde ay dahil 7 gezegen vardı.
Dünyanın düz olduğu inancı son bulmuştu ama hala evrenin merkezinde olduğumuza inanıyorduk. Cisimlerin yere düşmesinin nedeni olarak da bu gösterilirdi. İnsan kendini özel bir varlık olarak gördüğü için "merkezde olmak" fikrinden kopması çok güç olmuştu. Tabi farklı görüşler de vardı, mesela Samoslu (sisamlı) Aristarkus (MÖ 310-230), evrenin merkezinde güneşin olduğunu söylemişti.
Batlamyus'tan sonra Ortaçağ boyunca bilimsel gelişim İslam Medeniyeti'nde sürdü. Al Battani, Al Fargani, Harizmi, İbn Yunus, İbn-i Sina (Hamedan Gözlemevi), Ömer Hayyam (Melikşah Gözlemevi), Meraga Gözlemevi'nde Nasırettin Tusi ve nihayet Semerkant Gözlemevi'nde Uluğ Bey, Kadızade Rumi ve Ali Kuşçu ile İslam astronomisi yer merkezli sistemi geliştirmeye çalıştı. İslam Medeniyeti'nin astronomları, matematiğe ve gözlem aletlerinin gelişimine çok önemli katkılarda bulundular. İslam Medeniyeti'ndeki çalışmalar, büyük gözlemci Tycho Brahe'nin (1546-1630) çağdaşı Takuyiddin'e (1521-1585) yani İstanbul Rasathanesi'ne kadar sürdü. Ama önerilen evren modellerinin öngörüleri gözlemle doğrulanamıyor, gezegenler gökyüzünde öngörüldükleri konumda gözlenemiyordu.
Kopernik (1473-1543) "Gök Kürelerinin Dönmesi Üzerine" isimli kitabında, kitaptakilerin evrenin bir gerçekliği değil sadece matematiksek modeli olduğunu söyleyerek, Aristarkus'un Güneş merkezli evren modelini yeniden öne sürdü. Batı biliminin başladığı nokta olarak kabul edilen Kopernik'in modeli, o günkü hristiyan anlayışının yanısıra Aristo'nun ortaçağ boyunca geçerliliğini koruyan yer merkezli Dünya görüşü ve fiziği ile çeliştiği için benimsenmedi. Kopernik zamanında 6 gezegenin varlığı bilinmekte idi. Uranüs 1781'de, Neptün 1846'da ve Pluton 1930'da keşfedildiler. Ki hatırlayacağınız üzere Pluton 2006 yılında gezegen statüsünü kaybetti ve yoluna "cüce gezegen" olarak devam ediyor. Yani artık 8 gezegenliyiz.
Galileo Galilei (1564-1642), Copernicus'tan yaklaşık bir asır sonra onu ciddi biçimde savunan tek kişidir. Galileo, 1609 yılında kendi yaptığı teleskopu kullanıp Ay'daki kraterleri, Güneş'teki lekeleri ve Jüpiter'in Galileo uyduları adıyla anılan 4 büyük uydusunu ilk gören insandır. Gözlemlerini 1610'da "Yıldız Habercisi" isimli kitabında yayımlamıştır. Fakat Ay-altı alemin varlık ve bozulma alemi, Ay-üstü alemin ise ebedi ve kusursuz olduğu öğretisi ile yetişen çağdaşı bilim adamlarını bir türlü ikna edememiştir. Venüs ve Merkür'ün Ay gibi evre göstermeleri, Jüpiter ve uydularının Copernicus modelini temsil etmesi Gaileo'yu Güneş merkezli evren modeline ikna etmeye yetmiştir. Ama elindeki kanıtlar ne engizisyon mahkemesini ne de çağdaşı bilim adamlarını inandıracak derecede kuvvetliydi. Dialoghi adlı yapıtındaki sözleri nedeniyle 70 yaşında dizleri üzerine çöktürülüp İncil'e el basarak buluşlarını yadsımaya zorlandı.
Dünya'ın kendi etrafında ve Güneş etrafında döndüğü, Copernicus'tan 300 yıl sonra, sırasıyla B.L. Foucault'un (1819-1868) sarkaç deneyi ve 1838 yılında F.W.Bessel'in (1714-1846) paralask ölçüm ile kanıtlandı. Şüphesiz bu keşifler teleskopun kullanılmasından sonra mümkün olabilmiştir. Astronomi ve astrofiziğin gelişmesi 1609 yılında dürbünün teleskop olarak kullanılması ile doğrudan ilintilidir.
Öte yandan Kepler'in 1609'da yayımladığı "Astronomia Nova" (Yeni Astronomi) kitabının astronomi ve astrofiziğin gelişimindeki rolü de teleskoptan hiç aşağı değildir. Kepler bu kitapta hocası Tycho Brahe'nin gözlemlerini, özellikle Mars gözlemlerini incelemesinden sonra o meşhur yasalarından birinci ve ikincisini ilan etmiştir. Birinci yasada Kepler, gezegenlerin Güneş etrafında dairesel değil elips yörüngelerde dolandıklarını, elipsin odaklarından birinde Güneş'in olduğunu söylemektedir. Kepler'in ikinci yasası ise, Güneş ile gezegeni birleştiren doğrunun eşit zamanlarda eşit alanlar süpürdüğünü ifade eder. 1619'da yayımlanan üçüncü yasa, elips yörüngenin yarı büyük eksen uzunluğunun küpünün, yörünge periyodunun karesine bölümünün sabit olduğunu belirtir.
Aslında Astronomi yılı ile Darwin yılının aynı anda kutlanıyor olması çok güzel bir tesadüf. Çünkü bu iki bilimsel olay insanın çok özel bir varlık olduğu görüşüne indirilmiş en büyük darbelerdir. Kopernik ve Galileo bize evrenin merkezinde olmadığımızı göstermişlerdir, ki bunu kabul etmek çok zor olmuştur. Darwin ile -o zamana kadar- en doğru şekilde açıklanmış olan ve sonrasindaki bulgularla kanıtlanmış ve geliştirilmiş olan evrim teorisi ise bırakın evrende özel olmayı dünyada bile özel olmadığımız, doğanın sıradan bir parçası olduğumuz gerçeğini yüzümüze vurmuştur. Tabii ki sıradan olmayı kabullenmek yine zor olmaktadır. Son sözü Ömer Hayyam'a bırakırsak belki bu işi kolaylaştırır
Bilge, yüce varlığın seyrine dalar;
Gafil ise onda dostluk düşmanlık arar.
Deniz, deniz olduğu için dalgalanır,
Çöpe sor, hep onun içindir dalgalar.
Yazının bilimsel bilgi içeren bölümleri Prof.Dr. Zeki Eker'in yazısından alınmıştır. Fesefi yorumlar ise bana ait