Beklenen Gökçeada Gezisi Resim ve Hikayesi

Barbaros

Forum Demirbaşı
Kayıt
16 Eylül 2004
Mesaj
593
Tepki
193
Şehir
İstanbul
Merhaba Dostlarım. 5 Temmuzda bitirmiş olduğumuz Gökçeada gezisinin yazısını sonunda yazabildim. Bekleyenler için teşekkürler. Biraz uzun 10 word sayfası kadar ama emin olun keyifli okuyacaksınız. Resimleri aralara sıkıştırdım. Okudukça bakma imkanı daha iyi oluyor.

Gökçeada
1 Temmuz Cuma gecesi saat 21:00 civarlarında hazırlandım. İlk kez istanbul dışına bir bisiklet gezisine gideceğim için içim içime sığmıyordu. Emrenin evi Carrefour arkasında eston konutlarındaydı. E-5 köprüsüne geldiğimde merdivenlerden çıkarken bisikletimin ağır olduğunu sanıyordum. ( Daha sonra çadır, mat vs gelince 35 kilo olacağından henüz haberim yoktu). Emreye ulaştığımda apartman girişinde bisikletindeki son hazırlıkları yapıyordu. Birlikte tüm yükleri iyice sıkıca bağladık ve yükledik. Gerçekten yeşilbisikletten aldığım uni pack 1 cıftlı heybe şeklinde 60 kusur lıtrelık cantalar ınanılmaz ısıme yaradı. Özel kilitleri ile hemen takılıp hemen çıkarılabiliyordu. Yola çıkmaya hazırdık :

Kamil koç saat 1 de ataşehirden kalkıyordu. Bisikletimin ilk kez bu kadar agır olması bana garip gelsede yavas yavas ataşehire ilerledik. 30 dakıkalık bir yolculuktan sonra. Kamil koça girdiğimizde ben bu kadar kalabalık olmasını beklemiyordum. Okulların kapanması ve Cuma günü olmasından dolayı etrafta bir çok kişi ve devamlı dolup kalkan otobus bulunuyordu. Muavinlerden birine gece saat 1 arabasının nereye yanaşacağını sorduk. “Arka taraftan binin abi” dedi. İnsanların içinden ilerlerken herkes garip bakışlarla emre ile bizi süzüyordu. Gecenin 1 inde iki deli bunlar dediklerini hissediyordum. O sırada ilerde sagda paket yapılmıs tum organları katlanmıs ıkı bısıklet ve yanında bır kız bır erkek ıkı kısı gozume carptı. Bisikletleri otobüsün yanaşacağı yerin yanına bıraktık ve beklemeye başladık. O sırada katlanmış bisikletlerin yanında görmüş olduğum gençten bir arkadaş yanımıza geldi ve “Yolculuk ne tarafa” dedi. Kısa bir konusmanın ardından kendilerinden guneyde bısıklet turu yapacakları, ayrıca yeşilbisiklet grubuna üye olduklarını öğrendim. Şu an nickini hatırlayamadım dostum kusura bakma.

Biraz muhabbetten sonra emre ile etrafı kolacan ediyorduk. Benim aklım hala bisikletleri nasıl otobuse koyacagımızdayken ilerde emrenin genç bir kız ile konuştuğunu farkettim.

Yaklaştığımda duyduğum muhabbet aynen şuydu :

Genç Kız : “Yolculuk Nereye?”
Emre: “Gökçeadaya gidiyoruz”
Genç Kız : “Memnun oldum bende sibel”

Emre bana ben emreye dumur şeklinde bakarkene otobüsümüz geldi. İnsanlar bavullarını koymadan biz yerleştirelim diye hemen harekete geçtik. Bu sırada muavinlerden biri gelen otobüsün muavinine bizi gösterdi. Uzaktan çok duymamama rağmen el kol hareketlerinden adamın pek memnun olmadığı açıkça anlaşılıyordu ki birkaç dakika sonra hemen olay belli oldu. Muavin bize arabanın full dolu olduğunu ve bagaja bu bisikletleri koyamayacağını söyledi. Biz ise biletlerimizde yazdığını söylememize rağmen, ben bunları koydummu buranın 4te 1 ı gıdecek dedı. Ve bisiklet basına 1 yolcu bileti parası ödersek alabileceğini söyledi. Adam başı bilet 20 ytl idi ve bisikletler içinde bir 20 ytl ödeyecek olmamız beni sinir etti. Adam gelirim birazdan diyip öbür tarafa gitti. Emrenin hemen elindeki biletlerle binaya girdiğini hatırlıyorum.

O sırada başka bir otobüse binecek olan 2 bey yüz ifademden anlamış olmalılar yanıma gelip, “Almıyorlarmı?” dediler. “Yazdırmamıza ragmen almadılar” dedim. “Olmaz” falan deyip yanımda durdular. Muavin tekrar geldi “Napıyoruz” dedi sinir şekilde. Bende “ Hojam sen naaptın ya bir bilet parası alıcaksan o zaman otobuse koltuga koyalım bari bisikletleri” dediğimde adamın yüz halini görmeliydiniz. Yok 2 valiz hakkımız varmısta vs vs. Tam o sırada emre içerden geldi ve “Tamam müdür alınacak ok verdi” dedi. Muavin alınacak denmesine rağmen hala bizle cebelleşirken bizim yükselen ses tonumuz ve yanımda bulunan iki beyinde desteğiyle muavin “ İyi o zaman kendiniz yükleyin” diyip otobusun dıger tarafına geçti. Emre ile bisikletlerin ön lastiklerini söküp yükledik. Bu arada yanımıza bir yolcu getirip iki adet valizini koydu allahaşkına bakın ıkı valızlık yer kaplamıyormu bısıkletlerimiz...

Otobus direkt olarak çanakkaleye gidiyordu. Biz eceabatta inip, gökçeadaya gitmek için kabatepe limanına gidecektik. Muavine çanakkaleye geçmeden inmemiz gerektiğini yazdırdık. Yarınki gezinin heyacanıyla biraz konuştuktan sonra uykuya daldık... Ertesi sabah muavin bizi uyandırdığında şok oldum. Emrede aynı şekildeydi. Çünkü otobüs çanakkaleye geçmek için arabalı vapura biniyordu ve bizi eceabatta indirmeliydiler. Hemen inmemiz gerektiğini söylediğimizde otobüs şöförü “E siz çanakkalede inmiycek miydiniz?” dedi.

Çok hızlı hareket etmemiz gerekti çünkü eğer arabalar vapurun içine doluşursa bisikletleri otobüsün yanından indirmemiz imkansızdı. İnanın emre ile sanırım rekor kırdık çünkü eşyaları ve bisikletleri indirdikten sonra ben dökülen eşyaları toplarken, emre de saniyeler içinde ikimizinde bisikletlerin ön tekerlerini ustaca taktı ve ben içimden muavine küfrederken kendimizi Eceabata attık. Daha vaktimiz vardı. Pastanenin birine girip birşeyler yedikten sonra yola koyulduk. 10 km kadar bir mesafe vardı. Bu arada Anzakkoyu conkbayırı tabelalarının orada bazı güzel anıtlarda resim çektik. (Bir sonraki gezimizde detaylı uğrarız diye düşündük, ki 12 Ağustos ta 6 günlük full çanakkale gezisinde olacağız yin resim ve hikaye hazır olucak)

Vapurun geleceği zamana kadar biraz dinlenme ve vapura yerleştik. Gemiden Kuzulimanında indik. Gökçeada merkezine 8,5 km mesafe vardı. Ben birşey değil derken hayatımda ilk kez bir yokuşta bu kadar zorlandığımı hatırlıyorum. Yaklaşık 1 km sadece çıkış vardı ve yüklü bisikletle inanılmaz terlemiştim. İçimden “Ahanda yandım” dedim. Adanın iniş çıkış iniş çıkış olduğu hemen kendini belli etti. Ancak tam şehir merkezine inerken yaklaşık 1 kılometre kadar delı bır ınıs vardı ve kendimizi saldık. Merkeze geldiğimizde benim maxımum hız 58 emrenınkı 63 gösteriyordu. İlk önce yemek ve ardından merkezde son alısverıslerı yaptıktan sonra ilk geceyi geçireceğimiz kaleköye gidecektik. Tam o sırada ilerde bisikletiyle bir ufaklık gördük. Ufaklık bizim bisikletlere hayret ve iştahlı şekilde bakıyordu. Belliki bu tarz bisikletliler pek görmüyordu. Hemen yanımıza geldi ve merhaba dedi. Tanıştık. Hemen soru yağmuru başladı. “Abi kaç kilo?, o disc frenmi? Kaç lira? Vs.vs.”

Biraz konuştuktan sonra pek arkadaşının olmadığını, olan bisikletli arkadaşlarının sıkıcı olduğunu onların birlikte gezip kendisini genelde ektiklerinden bahsetti. Bizde düşündük gökçeada merkezı bılmıyorduk. Kendısıne bıze rehberlık etmesını soyleyınce gayet mutlu bır sekılde kabul ettı ve 3 umuz gezmeye basladık. Bizi ilk olarak guzel ev yemeklerı olan bır yere götürdü. Emre, kucuk arkadasımız ve ben kurulduk. Ufaklıga da bır seyler ısmarladık. Yemek sonrası bize gökçeada da ıkı adet bısıkletcı oldugu bırının su an kapalı dıgerının acık oldugunu soyledı. Acık olana götürmesini istedik. Bisikletçiye yaklaştıgımızda acıkcası daha cok bır tamırhane havası vardı eskı mobılet motorsıklet parcaları vs. Bızı gorunce oda sasırdı hosgeldınız dedı. Ada hakkında ve bızım rotamız hakkında bıraz bılgı aldık. Bu sırada hemen etrafımız baska bır kac meraklı adalı tarafından sarıldı.

En son ayrılmadan bıze cep tel ceken yer olursa acıl bır sey olursa arayın dıye cebını verdı. "Lastık falan patlarsa napıcaksınız?" dediğinde hayatında ilk kez duydugu slime ı anlattık. Tepkisi çok hoştu, Döndü yanındakine "vayyy, tam teçhizat istanbullu bunlar neler de varmış yaww teknoloji ilerledi" dedi. Gökçeada merkezden Kaleköye doğru yola çıktık. Yol genelde duzdu. Etraf alabıldıgıne genıs olması bende sunu dusundurdu. Aslında ne kadarda tembelleştirmişiz gözlerimizi... Binaların etrafında her yer sıkış tıkış uzakları görmeyi bile unutmuş gözlerimiz.

Kaleköye gelmeden, Eski bademli ve yeni bademli köyleri vardı yolumuzun üstünde. Eski bademlı köyüne gidebilmek için inanılmaz dik bir yokus vardı tepenın ustundeydı cunku. Sırtımızda 35 kılo yukle o yokusu cıkmak zaten ımkansızdı cunku kesınlıkle arka ustu duserdık cok dıktı. Ancak daha sonra zaten ugramamaya karar verecektık. Gidemediğimiz iki
köyden biri burasıydı.

Bilgi :
Eskibademli Köyü (Giliki)
İlçe Merkezine 4 km. mesafededir. Mimari özellik taşıyan evleriyle görülmeye değerdir. Çamaşırhane ve eski ilkokul binası gezip görülmesi gereken mekanlardandır. Çamaşırhanenin önünde bulunan asırlık çınar ağacı dikkat çekicidir. Ayrıca, güneşin batışı buradan büyük bir keyifle izlenebilir. Eskibademliden sonra yeni bademli köyüne ugramaya karar verdık. Yenibademli Köyü Ispartalı vatandaşlarımız ve Karadeniz’den getirilen balıkçı ailelerin iskan edildiği bir köy. Adanın nüfus yoğunluğu bakımından en büyük köylerinden. İlçe Merkezine 4 km. mesafede. Halkı geçimini hayvancılık, ziraat ve balıkçılıkla sağlamakta. Bu köyde en buyuk gecımlerden bırıde ev pansiyonculuğu. Yaygın olarak pansiyonlar bulunmaktaydı. Burda kapalı olan köy okulunun wc sını kullanıp bıraz dınlendıkten sonra, yenibademli köyün arka kısmında kalan kıyıya gıdıp donduk.

Sonunda Kaleköye gelmiştik. Kaleköy gökçeadanın en eski köylerindenmiş. İlçe merkezine uzaklıgı 5 km. Aşağı ve yukarı kaleköy olmak üzere iki bölümden oluşmaktaydı. Aşağı kaleköyün yaz gecelerinde ilçenin en hareketli mekanı olduğunu öğrendik. Keşif gezimizi yaparken etrafta sahil kordon, çay bahçeleri, restaurantlar ve barlar bulunmaktaydı. Sanki küçük bir bodrum. Adım başı bar vardı ancak hepsi gunduz vaktı bomboştu. Geceliğin buralarda oturucak yer bulunmadığını söyleyen büfeciye hayretle bakmıştım. Hemen kamp için uygun bir yer bulmamız gerekmekteydi. Emre ile ufak ufak gezmeye başladık. Kalabılecegımız 2 adet kamp yerı vardı. Bir tanesının etrafı tamamen acıklık tı. Sahile yakındı ancak ağaç çok az vardı ve olanlarında altlarına cadır kuranlar vardı. Irılı ufaklı 10 kadar cadır saymıstım.

Fiyatı gecelik çadır başına 5 ytl olarak söyledi sahilde sezlonklara bakan adam. Ancak ben burayı pek begenmemiştim. Emre ile kordona girerken etrafı çitlerle kapalı, içinde elektrıgı, dusu, cadırları bulunan ve kapısında bır cok ulkenın bayrakları olan bır çadır yerı daha görmüştük. Hemen oraya daldık. Bizi orada çadırda kalan, daha sonradan kendisinin kordonda akşamları biblo satmak için eşiyle ankaradan gelen öğretmen emeklisi olduğunu öğrendiğimiz bir bey karşıladı. Kamp sahibinin şehir merkezine indiğini gölgelikte oturmamızı rica etti.

Kalacağımız yer gerçekten diğerinden çok daha güzeldi. Biraz etrafa bakınca aslına burasının bir zeytinlik oldugu arka kısımda kamp sahibinin evi oldugu ve zeytınlıgını kamp alanı halıne getırdıgını anlamak cok zor degıldı. Ancak zeytınlık sayısı fazla ve cok duzenlıydı. İçerde bir çok çadır vardı ancak daha sonrada bu çadırların kiralandıgını öğrendik. Hazır olarak kurulmuş çadırlar 2 kısılıktı ıclerınde ıkı adet bıldıgımız yataklardan vardı ve sıneklıklıydı. Ancak biz kendi çadırlarımızda kalmakta kararlıydık.

1 saatlık bır beklemeden sonra kamp sahibi geldi. “İstanbuldan selamlar getirdik” diye söze başladık. Muhaabbet muhabbetı actı ve iki çadır için gecelik 20 ytl yerıne bızden 15 ytl aldı. Kısı basına 7.5 ytl ıle cadırımızı ıstedıgımız yere kurabılecegımızı soyledı. Ayrıca dustan ve elektrıkten prızlerden herseyden yararlanabılecegımızı belırttı. Sadece ıcecek dısardan almayın bızden alın dedı.

Gerçi ben hiç çadır kurmamış olmama rağmen emrenin üstün bilgileriyle 15 dakıka ıcınde ıkı cadırda hazırdı. Çadırlara eşyalarımızı bıraktıktan hemen sonra Yukarı Kaleköy ismi verilen ve Adanın en eski tarihi mekanlarından birisi olan İskiter kalesinin olduğu yere çıkmaya karar verdik. Hemen kampın yanından dik bir yokuştan çıkıp kalenin oldugu yere ulaştık. Kaleye yaklasınca bır cadır ıcınde tursıtler ıcın ayran ve gözleme satıyorlardı. Cenevizliler tarafından inşa edilen kalenin surlarının bir kısmı halen bulunmaktaydı. İskiter kalesi Çınarlı Ovasına hakim bir tepedeydi. Kalenin olduğu mevkiden Aşağı Kaleköy, Yenibademli, Eskibademli ve Zeytinli Köyleri net olarak gözükmekteydi. Nasıl manzara ama!

Kaleden sonra hemen cadıra donup bısıkletlerı bıraktık ve mayoları gıyıp havlularla sahilin yolunu tuttuk. Kendimize güzel bir yer bulup konuşlandık ve gunesın kollarına kendımızı bıraktık. Inanın emre ile sanırım 45 dakıka anında uyumusuz. Bır ara emrenın horlamalarını duymustum. Uyandıgımda tabıkı her yanım sızlıyordu cunku kılometrelerce yanımda tasımıs ve cantanın en ustune koymus olmama ragmen gunes kremını kampta bırakmıstım. Hemen denıze fırladık. Su soguk ve kendımıze getırırcıydı. 3 saat kadar sahılde debellendık, denize girdik, debellendık denıze gırdık.

Akşam 7 gıbı kampa donduk. Ben dus alırken emre yemek masasını ve eşyaları hazırladı, o duş alırkende ben hemen yanımızda getırdıgımız tup , canak comlek ve yemek malzemelerı ıle aksam yemegımızı hazırladım. İlk gece menumuz : Domates Soslu makarna, patates püresi, zeytınyaglı dolma konservesı ve ıcecek olarak portakallı 2 lıtre tang. Sıfır para harcayarak mukemmel bır yemek yedik. Yemek sonrası bulasıkları yıkadıktan sonra bisikletlerımızı kampta agaca baglayıp ve kendısının butun gece orda oldugundan bır sey olmayacagını soyleyen kamp sahıbını bırakıp, hemen kordona ındık. Gerçektende sabahkı yerden eser yoktu. Sahıl boyunca ceşitli şeyler satan kişiler vardı.

Emrenin turkcellde pazarlama muduru olan bir hanfendı gunduz kalede manzarayı ızlerken bızı aramıstı. Kendısının Eskibademli köyünde bir evi vardı ve o haftasonu oradaydı. Akşam bizi arabası ile alıp ailesiyle kaldıgı evlerine davet etmişti. Hem sahili geziyor hemde bızı almalarını beklerken emrenin yüzü birden dehşet içinde kalmıştı. “Abi biraz ılerıye bakarmısın” dedi emre. İlerde karanlıkta inanılmaz büyük ışıklar çakıyor ve karaltı vardı. Şok olmuştum. Çünkü adaya gelmeden baktığımız tüm hava tahminlerinde 38 derece açık gözüküyordu.

Düşünceli şekilde beklerken emrenin yöneticisi geldi ve arabasıyla bizi aldı. Yolda eskibademliye arabayla çıkarken bisikletle çıkmamızın ne kadar zor olabileceğini düşünmüştüm. Evde bizi londrada okuyan oğlu karşıladı. Özel hobisi olan fotografcılık ile ilgileniyor ve makinasını temizliyordu. Eskiden rumların olan ve mahzenli bahçeli çok güzel bir evdeydik. Gaz lambası altında ev yapımı özel kırmızı şarap eşliğinde 2 saat kadar yarınkı gezimizi nasıl yapacağımızı konuştuk. Çünkü ertesi gün tüm gezinin en uzun ve yorucu etabı vardı yaklasık 100 km kadar ınıs ve cıkıs. Gerçekten yağmur olursa sırtımızla onca yükle tüm ada turu yapamazdık. Sonuç olarak umarım yağmaz dedik ve planlarda değişiklik yapmadık. Saat 12 gibi çadırlarımızda uykuya dalmıştık...

Sabaha karşı saat üçte uykumdan inanılmaz bir gürültüyle uyandım. Manzara aynen suydu. : Zaten kolumu ancak kaldırabıldıgım cadırımın ıcınde gozumu actıgımda her yer karanlık cadırın ust kısmında bodoooooooommmm dıye ses ve ınanılmaz ısıklar vardı. Ne oldugunu anlayamadan 1 sanıye sonar hışşşşşşşşşşşşşşşşşşş dıye delı sekılde yagmur başladı. Hayatımda ilk kez çadırda kalıyordum, deli rüzgar yagmur ve afet seklınde bır yagmurun altındaydım. Çadırım yazlık çadırdı. Satın alırken adrenalındekılerin “Yagmur olmazsa problem yok” sözü kulaklarımda yankılandı...

Hemen emreye bagırdım “Emreaaaaa yağmurrrr” diye. Ama emre kardes kulagında mp3 player ıle yattıgından hıc duymadı. İnanılmaz yagmur yagıyordu. Hayatımda hıc boyle yagmur gormemıstım. Ve tum esyalarım cadırın ıcınde acıkta dagılmıs haldeydı. Hemen onları toplayabıldıgım kadar toplamaya basladım. Elimde bisiklet fenerlerim ayakkabılarımı giydim ve yagmurlugu bulup ustume geçirdim. Çadırın en su almayacagını dusundugum kısmına büzülüp üstüme boşalacak suları beklemeye başladım. Bu sırada ada hakkındaki bir hikaye aklıma geldi. Gökçeada da mitolojik olarak Poseidon tanrısının oldugunu söylerlerdi. Diğer tüm tanrılarla gökçeada açıklarında savaşır ve tüm öfkesini buralarda gösteririmiş.. Ah Poseidon ah bu geceyimi buldun savaşacak...

İnanırmısınız bilmem ama geçmek bilmeyen bir 45 dakıkaydı. Devamlı yagdı devamlı yagdı. Bir ara emrenın uyandıgını ve dısarı cıkıp kendı cadırına ıkıncı katı cektıgını duydum. Diğer çadırlarda olanların cocukları aglıyor acıkta kalan seylerı toplamaya calısıyorlardı. Bekledim bekledim ancak çok şanslıydım çünkü çadır yeni alınıp ilk kez kullanılıyor olmasından sanırım inanılmaz yagmurda ıcerıye 1 damla bıle yagmur gelmedı. Süper sevinmiştim. Sabah 6 da yola cıkmalıydık. Saat 04:00 cıvarında büzüldüğüm yerde elbıselerım ıle uyuya kalmısım.
Sabah 6 da uyandım. Yağmur yoktu ancak hava çok kapalıydı. Hemen emre ile acil şekilde eşyalarımızı ve çadırları toplamaya koyulduk. Hepsini kapatıp tam birşeyler atıştırdıkki yine yağmur yağmaya başladı. Hızlandıkça hızlandı hızlandıkça damlalar büyükleşti, hemen bisikletleri alıp bezden olan tentelerin altına sığındık. Yağmur öyle yagıyordukı hayatımda ilk kez (ki trabzonda askerlik yapmış olmam ve oradakı yagmurları bılmeme rağmen) bu şekilde yağmur gördüm. Üstümüzdeki ve etrafta bulunan tüm diğer bez tenteler yagmurun şiddetinden kısım kısım parçalandı. Masalar uçuşuyor, levhalar kırılıyordu. Çaresiz şekilde yırtık olmayan yerde birbirmize bakarak bisikletlerin yanındaydık.

Artık her yerden su geliyordu. Altımızdakı yerde ayakkabılarımızın topraga gırmeye basladıgı an emre bisikletleri bırak kapalı alana gırmemız lazım dedım. Bisikletler yagmurun olusturdugu suı,yun sıddetıyle balcık olmus topraga yarım lastık kadar battılar. Öylece bıraktık ve bıraz ılerde kapalı yapı olan dusun ıcıne sıgındık. Yaklaşık 40 dakıka orada bekledik. İşte ne yapacağız diye düşünürken. Emrenin müdürü bizi aradı ne haldesınız öldünüz kaldınızmı diye. Bizde bekliyoruz dedık. Hemen ufak bır kararla su planı yaptık. Araba ıle bızım 35 kılo yuklerımızı hanfendı alıcak ve ıkıncı kalacagımız yer olan adanın guneyındekı aydıncıktakı bır kamp alanına goturecektı. Bizde boş bisikletlerle yagmurda 2 saat ıcınde Aydıncık’a inmeye çalışacaktık. Enerji olsun diye İsotonic içeceklerle vitamin içtik ve arkasından da birer cezerye birer de atabarı lüplettik.

Eşyaları teslim ettikten sonra yola çıktık. Sanki dualarımız kabul oldu yağmur durmuştu. 2 saat içinde hızlı ve dikkatli şekilde Aydıncıka kadar indik. Aydıncıkta çok güzel bir kamp alanı ve odaları olan bir konaklama yeri bulduk. Çadırdayağmurdan sonra bir gece daha dusunemıyordum. O yuzden hemen bir oda kıraladık. Eşyaları koyup birşeyler yedikten sonra sadece yanımıza pompa, ve gereklı bır ıkı seyı alıp aklımızda olan planı uygulayalım dedık. Aydıncıktan taaa İnce burunun ordaki Gizli limana gidecek (Türkiyenin en batısı) ve ordan Dereköyüde görüp şahinkaya kestirmesinden Lazköyündeki adalet bakanı tesislerinin ordan tekrar Aydıncıga geliş. Tum adayı bugun gezmiş olacaktık.

Yola koyulduk güneşte açmıştı. Bir kaç kilometre sonra devamlı 3-4 kılometre kadar cıkıs sonra ınıs cıkıs ınıs ınanılmaz terlıyorduk. Benden bacaklarıma sapır sapır sular damlıyordu. Kamp alanından cıkarken ıkı mataramıda doldurdum sanıyordum ancak bırı bos kalmıs. Yaklasık 2 saat sonra bendekı 1.5 lıtre olan tum su bıttı. Emredede 1.5 lıtre su ve arkasında 1 adet daha 1.5 lıtrelık su vardı. Ikımızde bırden ıcmeye baslayınca yaklasık 30 dakıka sonra mataralarımızın dıbınde ıkı parmaklık su kalmıştı. Hava 38 derece olmus, önümüzde en az 30 km ıssız yokus ınıs cıkıs vardı. Hıcbır çeşme bulamamıştık. Yoldan tek araba dahi geçmiyor ve adanın arka kısımlarına gıttıgımızden Turkcell de çekmiyordu. Yunan operatörleride kabul etmiyordu. Artık dudaklarımız çatlamaya başlamıştı. Ben herhalde burda ölücez diye düşünmeye başlarken bir araba gözüktü. Hemen durdurduk. Ne kadar ilerde bir yerleşim yeri yada çeşme gördüklerini sorduk. Yanlarında su yokmuş ancak 5 km kadar otede bir askeriye birliği olduğunu söylediler.

Teşşekkür ederek hemen son gücümüzle yokuşları tırmanmaya başladık. Bu arada agaclıklardan cıkmıs genıs alanda gunes altındaydık ancak solumuzda ucsuz bucaksız denizin manzarsı çok güzeldi. 5 km gıttıkten sonra solda denız kenarında sımdıye kadar gordugum en guzel askerıyeyı gördüm. Emre tellerle yol kapatıldıgı ıcın uzaktan nöbetçilere bağırdı. Su alabilirmiyiz diye. Ok anlamında el işareti yaptılar. Hemen gittik 5 matarayıda verdık. Etrafımıza toplanan askerlerden biri istanbul pendiktenmiş ve hepsinin 15 gunlerı kalmıstı terhise. Demir masrapalarla buz gıbı su da getırdıler. Bir yandan içtik bir yandan sohbet ettık. Aslında etrafta çok su oldugunu. Türkiyenin en çok suyu olan adasında oldugumuzu ancak çeşmelerin hepsinin yolun ustunde olmadıgını yerini bilmezsek pek gözükmediğini anlattılar.

Teşekkür edip depoları doldurduktan sonra devam ettık. 10 dakıka sonra buyuk bır uclu yola geldık ve onumuzde dev bır cesme vardı. Orda da biraz dinlendikten sonra. Şirinköyden devam ederek Gizli limana kadar geldik. Gizli limana geldiğimizde bu kadar çok iniş çıkıştan sonra türkiyenin en batısında böyle bir manzara süperdi. Güneşin batışı mükemmel olurmuş ama saat öğlendi ve güneş gece 21 cıvarında batıyordu. Bol bol resim çektik. Dönüş yolunda mutlaka ugramamız gereken bir restorant söylemişlerdi. Etleri supermiş. Hemen masaya kurulduk. 1.5 bucuk özel etlerinden, ortaya iki kişilk çoban salata ve duble patates kızartması ile soguk ayran aldık. 30 dakıka sonra bu yemek ustune nasıl pedal basıcağımızı düşünürken gelen hesapla şok olduk. O kadar yemek iki kişi için 15 ytl gelmişti.

Tekrar yola koyulduk. Bu sefer uğurludan dereköye gidecektik. Ancak dereköy tepedeydi ve kamyonların bile zorlandığı bir 6 km lık rampa vardı. Çıkarken bir ara kamyonculardan biri bize bakıp isterseniz arkaya atlayın cıkarayım dedı. Hayır sağolun dedik, korna calaraktan gitti. Inanılmaz bir kaç saatin ardından Dereköye varmıştık. Dereköy (İskinit) Adanın en eski köylerindenmiş. 1950-60’lı yıllarda nüfus ve hane olarak Türkiye’nin en büyük köyüymüş. Yaklaşık 600 hane kadardı. Burada yaşayan rumlar köyü o şekilde terkedip bırakmışlardı. Terkedilmişliği ve boş binaları ile dikkat çekiciydi. Köy içinde bulunan tarihi çamaşırhane, kilise ve mezarlıkta bomboştu.

Dönüş yolunda ise Göletin etrafından askeriyenin önceden kapatmış olduğu yoldan dönmeye karar verdik. Bunca yokuştan sonra en az 45 dakıka ınıs vardı. Emrenin ada boyunca en çok “Abi deli güzel” dediği ve hızımızın 45 den asağı düşmediği en hızlı güzergahıydı. Tekrar çeşmenin bulundugu düzlüğe inmiştik. Ve daha önce suyumuzun bittiği günün en son iniş çıkışları olan kısmına gelmiştik. Gece kararmadan dönememiz gerekiyordu çünkü emrede far yoktu. Bendekıler yeterdı ama etrafta hıc ısık olmayacaktı. Dönerken adanın çoğunu bitimiş ve derman kalmamıs beni görmektesiniz. Suratımdaki ifadeden halimi tahmin edin. Akşam 9 da kampa geldiğimizde hemen yemek ve arkasından cup yatak.

Ertesi sabah biraz geç kalktık. Güzelce bir kahvaltıdan sonra emre havanın kapalı ve yagmurlu olmasına ragmen denize girdi. Aydıncıktan tuz gölü çervesinden tekrar gökçeada merkez yolunu tutturduk. Gökçeada girişinde kendi yaptığı ürünleri satan bir bayandan 2 kılo kucuk erıgı 0.50 ytl ye aldık. Gökçeada merkezde yemek yiyip sokaklarında bir kez daha gezip aynı düz yoldan limana gittik. Arabalı vapura binerken emre en uç kısımdaki yere gitti. Bende takip ederken kaptan bana Arkadaşına söyle en uc kısma bırakmasın bisikletleri daha içeri kısma koyup çok iyi kilitleyin acaip sarsıntı ve rüzgar var. Deniz geminin içinde olucak. Islanacak eşya varsa yanınıza alın dedi. Bir kaç dakika içinde çantaların üstüne çöp torbaları koyduk ve gemiye kurulduk. İnanılmaz bir dalga vardı. Hatta bir ara arabaların sarsıntıdan alarmları otuyor bırbırlerının ustune carpacak dıye dusunmeye baslamıstım. 2 saatlık sarsıntılı bır yolculuktan sonra indik. 10 km lık eceabat limanına giderken ben cep telimin sarjı bitmişti.

Çanakkaleye gidip ordan otobuse bınecektık. O yuzden bır vapur yolculugumuz daha olacaktı. Saat 17:00 de vapur kalkacaktı. Eceabat gırdıgımızde ben cep telımı sarj edıcem turkcell aparatı ıle yanlız pılım yok pıl alıcam dıye emreyı bır kodak dukkanında durdurdum. Saat 5 e 20 vardı. Pıllerı aldım. Vapura dogru gıderken emre “Abi vapur gelmiş” dedi. Erken geldi demeye kalmadan vapurun demırlerının kalktıgını hareket ettıgını gördük. Emrenin yuz halını görmeliydiniz. Pil aldım diye gecikince küplere bindi. J Meğerse eceabat – çanakkale arasında sefer yapan 3 gemıden 2 sı bozulmus. Kalan 1 tanede saatlere uymadan gıdıp gelıuyormus. Tabıkı 1 saatte bır olan vapur zamanı 2 saate cıkmıstı. Saat 7 ye kadar vapur yoktu. Eceabatta oturduk. Ben nokiamı sarj ettim. Hediyelik eşya dükkanında oyalandık.
 
  • Beğen
Tepkiler: Bülent Yanar
Scudo