Şu gerçekliğe objektif olarak yaklaşmak istiyorum. Çanakkale'ye saldıran müttefik ordu komutanı Ian Hamilton, günlüğüne şunları yazıyor:
Burada ordum daracık bir kara parçasına sıkışmış, düşmandan birkaç siper, birkaç yüz metre toprak koparmaya çalışıyor. Arazi yapısının düşmanın lehine çalışması ne acı. Askerlerimi şu karşımızdaki düşmanla açık alanda karşı karşıya getirsem, defalarca kazanmamız gerekir, ama burada bana istediğim mühimmatı yollamıyorlar ve elim kolum bağlı oturuyorum.
Evet bu ingiliz komutan kimi durumlarda olaylara geç müdahale etmesi, astlarına çok fazla serbestlik delege etmesi gibi başlıklarla, kendi tarihçileri tarafından elrştirilmektedir, ama unutulmamalıdır ki, 1915 yılında tüm devletler savaşın hala batı cephesinde karara bağlanacağı düşüncesinde ısrarlıydı, İngiliz hükümeti, esas yığınağını, Almanlarla çok daha kanlı savaşlar verdiği Fransa'daki tahkimatlarına yapıyor, Hamilton'ın emrindeki Akdeniz Seferî Kuvvetleri'ne mühimmat ve asker takviyesi açısından üvey evlat muamelesi yapıyordu.
Bu durum, müttefiklerinden kara ve deniz yoluyla kopuk durumdaki Osmanlı ordusunun durumunu, karşısındaki düşman kuvvetiyle ancak ve ancak denge durumuna getirmeye yaramıştır.
Evet, 18 mart 1915'te tarihin gördûğü en büyük deniz filolarından biri, yaklaşık bir aydır ön hazırlık mahiyetinde istihkamlarını dövüp durduğu Çanakkale boğaz savunmasını yıkarak İstanbul'a devam etmek maksadıyla boğazdan içeri girdi ve savaşı başlattı. Kaynaklar, eldeki çakılı topların tamamına yakınının isabet alarak kullanım dışı kaldığını, ancak donanmanın hareketli obüslerimizi yakalayamadığını, ayrıca düşmanı kandırmak için soba borularından yapılan sahte obüslerden siyah duman çıkartılarak düşman mermilerini bunların üzerine çekerek zaman kazanılmaya çalışıldığından bahsetmektedir. Bu anda manevra yaparak yer değiştiren gemilerin, elde kalan son mayınların döşendiği Karanlık Liman'da isabet alarak batmaları değiştirmiştir gidişatı.
Daha sonra girişilen 25 nisan 1915 çıkarması ve başlayan kara savaşları boyunca yukarıda bahsedilen faktörler, genel durumu belli bir dengenin içinde tutmuş, arkası denize dayalı müttefikler, donanmanın ateş üstünlüğü sayesinde hatlarının yarılmasına izin vermemişler, Türkler de birkaç defa içine düştükleri ciddi yarılma tehlikelerini, diğer cephelerden gelen takviyeler (yani et ve kan) ve arazi yapısı sayesinde atlatmışlardır.
Çanakkale cephesi düşmana geçit vermese de, General Ian Hamilton'ın sözlerindeki haklılık, 1917 yılından itibaren, Filistin ve Irak cephelerinde kendini göstermeye başlıyor. Geniş çöl arazilerinde, Hindistandan, Avustralyadan asker takviyesi alarak karşınıza yığmaya devam eden bir sanayi devi karşısında, korumanız gereken insan gücünü Sarıkamışta, Çanakkalede, Galiçyada, Romanyada, Sina çöllerinde Enver gibi hesapsız birinin emirlerine uygun olarak hücum ederek eritmişseniz açık arazide İngilizin sizi ördek gibi avlamasına engel olamazsınız. Karşımızda öyle hesapsız bir Enver vardır ki, 1918'in Eylül ayında hala Almanların savaş kazanacağına inanıyordur ve Filistin'e, İngiliz ordusunun karşısına yığması gereken eldeki son orduyu, Bakü'yü fethetmeye göndermiştir. Bu "fetih"ten dört gün sonra seksen bin kişilik İngiliz ordusu, karşısındaki onbeş bin kişilik Osmanlı ordusuna yüklenerek savaşı hızlı bir biçimde bitirmiştir.
Çanakkalede sekiz ayda beş mil ilerleyemeyen İngilizler, Suriye çölünde Osmanlılar barış görüşmesi teklif ettikten sonra "alabildiğimiz kadar toprak alalım" telaşı içinde üç haftada ikiyüz mil ilerleyip Halep'e dayandıktan sonra ateşkesi kabul ettiler.